Mustafa Yılmaz
Rusya’nın Ukrayna sınırındaki asker yığınağını artırması üzerine ABD ve onunla birlikte hareket eden Batı ülkelerinin “Moskova bir işgale hazırlanıyor” iddiaları gündemden düşmüyor. Rusya’nın sınıra yaptığı yığınağının, ABD’nin yanı başındaki bölgeye yerleşme ve orada varlığını artırma çabalarına karşı bir caydırıcılık amacı taşıdığı ifade ediliyor. Bu aynı zamanda Ukrayna’nın Rusya açısından önemi ve vazgeçilmezliğini gösteriyor.
ABD hegemonyasındaki Ukrayna yönetimi Rusya’ya karşı ülkenin bağımsızlığını koruduğunu iddia ediyor. Rusya ise mevcut yönetimin 2014 yılında “Turuncu Devrim” adına bir hükümet darbesiyle işbaşına geldiğini hatırlatıyor ve ABD liderliğindeki NATO tarafından askeri olarak kuşatılmaya itiraz ediyor.
Ukrayna’nın başkenti Kiev’de Nazilerin başını çektiği Batı yanlısı grupların, 2014 yılında başlattıkları gösteriler Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç’in iktidarının sonunu getirmişti. Bu gelişmeler karşısında Rusya, Kırım Yarımadası’nı referandum yoluyla topraklarına katmıştı. Kırım zaten Ukrayna’ya Sovyetler Birliği döneminde idari bakımdan hediye edilmişti. Ülkenin doğusunda Rusya yanlılarının yaşadığı Donbas’ta Donetsk ve Lugansk özerk bölgeleri yaptıkları referandum ile bağımsızlıklarını ilan ettiler. Batı yanlısı hükümet güçleri ile 2014 yılının Nisan ayı başında başlayan çatışmalar çok sayıda ölüme neden oldu. Minsk görüşmeleri ile iki taraf arasında ateşkes imzalanmıştı.
2014 yılındaki Turuncu Devrim güçleri, üç ayı aşkın bir süredir Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı hazırlığı içinde olduğu iddialarını ileri sürüyor. ABD’nin başını çektiği büyük dezenformasyona Avrupa da ortak olmakta gecikmedi.
Batı’nın savaş heveslilerinin tansiyonu yükselten kışkırtıcı açıklamaları, yayın ve haberleri öyle bir hale geldi ki; ülkesinin ateşe atıldığını gören, Ukrayna’nın Batı hayranı lideri Vladimir Zelenskiy bile dayanamayıp, “Batı, Ukrayna’da yarın savaş olacak izlenimi veriyor. Bu doğru değil” açıklaması yaptı. Zelenskiy, “Bugün eskisinden daha fazla bir gerilim görmüyoruz. Evet asker sayısı arttı ama 2021 yılında Rusya’nın askeri tatbikatlarında bahsetmiştim. Medyadan gelen his şu ki sanki savaş var, sokaklarda askerler yürüyor, seferberlikle insanlar bir yerlere gidiyor. Bu doğru değil. Paniğe ihtiyacımız yok” dedi. Zelenskiy, bu gibi söylemlerin ülke ekonomisine de zarar verdiğini ifade etti.
ABD ve Batı medyası durmadı tabi. 5 Şubat 2022 tarihinde Bloomberg’in sitesinde, “Canlı: Rusya, Ukrayna’yı işgal etti” başlığı dikkat çekti. Yarım saate yakın yayında kalan başlık ile ilgili olarak bir özür yayımlayan Bloomberg, “Birçok farklı senaryo için başlıklar hazırlıyoruz ve bu başlıklardan biri doğu zamanı ile 16.00’da kasıtsız olarak yayımlandı. Hatadan derin pişmanlık duyuyoruz” ifadelerini kullandı. Görülen o ki, beklenti ve hesap bunun üzerine kurulmuş.
Birbirini izleyen müzakerelerin öncesinde ve sonrasında karşılıklı suçlamalar, tehditler, geri adım atma beklentileri devam ediyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in söyledikleri çok ilginçtir: “ABD için Ukrayna’nın güvenliği ikinci planda ve ABD bu konuda endişelenmekten çok, asıl görevi Rusya’nın gelişmesini engellemeye odaklı. Mesele de bu zaten. Ukrayna, bu hedefe ulaşmak için sadece bir araçtır. Bu farklı şekillerde yapılabilir. Bizi bir tür silahlı çatışmaya çekerek. Ve Avrupa’daki müttefiklerimizi, bugün ABD’de konuşulan çok sert yaptırımları bize dayatmaya zorlayarak.”
Biraz geriye dönecek olursak;
ABD Başkanı Joe Biden, Ocak 2021’de başkanlığı devraldıktan sonra verdiği ilk önemli mesajlardan biri Transatlantik İttifak’a (NATO) yani Avrupa’ya yönelik olmuştu.
Biden, Şubat 2021’de video konferans yöntemi ile düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada da Avrupa ve NATO müttefiklerine ABD’nin tekrar güvenilir bir ortak olduğu mesajını yeniledi. Transatlantik İttifak’ın ABD için tekrar öncelik olduğunu belirten Biden, “Ben sözünün eri bir adamım. Amerika geri döndü. Bugün kısa bir süre önce başladığım görevde, ABD’nin Başkanı olarak konuşuyorum ve tüm dünyaya çok açık bir mesaj gönderiyorum. Amerika geri döndü. Transatlantik İttifak geri döndü. Ve geriye bakmayacağız” ifadelerini kullandı.
ABD’nin NATO ittifakına tamamen bağlılığını teyit eden ABD Başkanı Biden, NATO ortaklarından “Birine saldırı hepimize saldırıdır” ifadelerini kullanarak NATO’ya bağlılıklarının “sarsılmaz” olduğunu vurguladı. Bu, ABD’nin Biden döneminde önemli bir tutum değişikliğine gideceğinin işaretini veriyordu. NATO ittifakını “demode” olarak ilan eden önceki başkan Trump, NATO üyelerin çoğunun NATO’ya gerekli katkıyı yapmadığı eleştirisinde bulunmuş, ABD birliklerini Almanya’dan çekme kararı almıştı. Fransa, Cumhurbaşkanı Emmanuele Macron da aynı dönemde “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği” açıklamasında bulunmuştu. Biden ise Avrupa’yı yeniden “ortak” olarak tanımladı ve onlardan uzun dönemde Çin ile stratejik rekabete hazır olmalarını da istedi.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron da açıklamalardan heyecanlanmış olmalı ki, bir yıl önceki sözünü unutuverdi! NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Mart 2021′ de gerçekleşen NATO Dışişleri Bakanları toplantısında yaptığı konuşma, ABD Başkanı Biden’ın açıklamaları ile aynı içerikte oldu. Stoltenberg, “Transatlantik ilişkilerimizde yeni bir dönem başlatıyoruz” diyerek, Rusya ve Çin’e karşı “yeni ortaklıklar” kuracaklarını belirtti. Stoltenberg, Soğuk Savaş’tan bu yana Karadeniz’deki NATO varlığının en yüksek seviyesine çıkarıldığını, Çin’e karşı ise, Pasifik bölgesinde Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Japonya ile yeni ortaklıklar kuracaklarını açıkladı.
Hatırlanacağı gibi ABD yine geçtiğimiz yılın Haziran ayındaki G-7 zirvesi ve ardından NATO zirvesinde Rusya ve Çin’i hedef göstermiş ve Batılı ortaklarının gözünü korkutarak Rusya ve Çin’e karşı onları yanına çekmeye çalışmıştı.
Özellikle son bir kaç aydır Ukrayna üzerinden yapılan kışkırtıcı hava ve yine son dönemde Kazakistan’da yaşanan olaylara dönecek olursak, Batı ittifakının olaylara müdahalesi Rusya’yı sıkıştırma hamleleri idi. Rusya, Kazakistan olayları sonrası hem o ülke üzerinde hem de Kolektif Güvenlik Teşkilatı’nda etkisini arttırarak çıktığı gözlemlendi.
NATO ittifakı içinde Almanya ve Fransa’nın rahatsızlığı
ABD’nin Rusya’daki gazı Avrupa’ya taşıyacak Kuzey Akım 2 projesini boşa çıkarma çabasının Rusya’nın önünü kesmeyi hedeflediği gibi Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin Rusya ve Çin ile yakınlaşmasını da engellemeyi amaçladığı görülüyor.
Almanya’nın Rusya ile ilişkilerinde önemli olmakla birlikte yalnızca enerji anlaşmaları rol oynamıyor. Bilindiği gibi Almanya doğal gaz ihtiyacının yarıdan fazlasını Rusya’dan karşılamaktadır. Almanya, pazar ilişkisi olarak da oralarda etkili olmak istiyor.
Yine; ABD, “sözünün eri” Başkan Biden’ın açıklamalarından kısa bir süre sonra Avustralya ve İngiltere ile Hint-Pasifik bölgesinde yeni bir pakt kurarak, Fransa’nın Avustralya ile oldukça yüksek meblağ olan denizaltı anlaşmasını iptal ettirmiş ve Fransa’nın tepkisini çekmişti. Fransa, AUKUS Paktı ile Hint-Pasifik bölgesinden dışlanmış olmasını “arkadan bıçaklanma” olarak nitelendirdi.
Almanya ve Fransa, bir yandan ABD ile kurulu olan ittifakı gözetirken, diğer yandan ise, açıktan ifade etmeseler de pratikte ABD’nin kendi çıkarlarıyla çelişen politikalarını uygulamak istemediklerini belli ediyor. Biden yönetimindeki ABD’nin ittifakı güçlendirmeye çalışırken yürütülen görüşmelerin, uygulanacak politikaların AB ülkeleri içinde de çatlak yaratacak emareleri var. Almanya ve Fransa, ittifak içinde “ittifak” benzeri görüşmelerden de rahatsız görünüyor.
Rusya ve Çin yakınlaşması çok sıkı bir ittifaka yöneldi
“Tek kutuplu dünyanın artık kabul edilemeyeceğini ve ABD’nin dünyaya hâkim olamayacağını” söyleyen Putin yönetimi gösterdiği çabalarla ABD’nin Rusya’yı kuşatarak teslim almasına karşı koymasıyla tarihe geçti. Çin bu süreçte serbest kaldı ve gerek bölgede gerekse dünyada ekonomik ve siyasi gücünü ve ağırlığını artırarak ABD’ye meydan okuyacak bir güç durumuna geldi.
“Kuşak Yol” politikasının adil olmadığını söyleyen ve Çin’i hedef yapan Biden’ın açıklamasına Çin tarafının, “Küresel kararların küçük bir grup ülke tarafından dayatıldığı günler çoktan geride kaldı” mesajı, tek kutuplu dünyanın geride kaldığının ifadesi olarak görülebilir.
Ukrayna krizinin müzakereleri sürerken Pekin Kış Olimpiyatları da başladı. Rusya Devlet Başkanı Putin’in, katıldığı olimpiyat oyunları açılışında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ortak bir açıklama yayınlamaları dikkat çekiciydi. Açıklamada, ABD’ye karşı bir güç birliği ve Avrupa ülkelerine işbirliği mesajı vardı.
Ortak açıklama metninde, ABD’nin Avrupa ve Asya-Pasifik bölgelerinde barış ve istikrara engel oluşturduğu belirtilirken, doğuya genişlemeyi sürdürmekte olan NATO’ya “Soğuk Savaş dönemi yaklaşımlarını terk etme” çağrısı yapıldı. “Rusya ile Çin devletleri arasındaki yeni tür ilişkilerin, Soğuk Savaş döneminin askeri-politik ittifaklarından daha üstün olduğunun teyit edildiği” ortak bildiride Pekin yönetimi, “Çin tarafı, Avrupa’da uzun vadeli yasal olarak bağlayıcı güvenlik garantilerinin oluşturulması konusunda Rusya tarafından sunulan teklifleri anlayışla ele alıyor ve destekliyor” mesajı verildi. “Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğuna” da vurgu yapıldı. Rusya’nın Avrupa’ya satamadığı gazı Çin satın alıyor. Ayrıca Rusya’yla Çin’in sanayi yatırımları alanında da işbirliğine gideceği belirtildi. Sonuç olarak Rusya Çin’e çok daha fazla yaklaşıyor ve aralarında ABD egemenliğine meydan okuyan bir ittifak oluşuyor.
Sonuç
ABD, Sovyetlerin dağılması sonrasında tek egemen güç olma yolunda önemli bir fırsat yakaladığı düşüncesiyle NATO’yu doğuya doğru genişleterek oraları etkisi altına aldı. 11 Eylül olayı ile buna ivme kazandırmak istedi. “Dünya artık eskisi gibi olmayacak” söylemi ile imparatorluk hayallerini beslemeye ve benimsetmeye çalıştı. ABD, Avrupa ülkelerini yanına alarak “demokrasi”, “barış” taşıyıcısı rolüyle girdiği her yere kan, gözyaşı ve yıkım taşıdı. Ezilen halklara cehennemi yaşattı.
Şimdi, ABD’nin dünya liderliği gerçekçi olmaktan çıkmış durumda. Nüfuz alanları üzerinde güç mücadeleleri daha karmaşık bir hâl aldı.
Hem Batı’yı arkasına yedeklemek, hem Batılı ülkelerin Rusya ve Çin ile ilişkilerini geliştirme niyetlerinin önünü almak, hem de Rusya ve Çin’in yakınlaşmasını önlemek ABD’nin işini zorlaştırıyor. Bu bloklaşma içinde ABD’nin etkili hamleler yapması zayıf bir ihtimal artık.
Almanya’nın yeni hükümetinin ABD’ye Merkel kadar direnememesi dikkat çekiyor. Bunun sebebi ABD’nin hükümet içindeki gücünde aranabilir.
Erdoğan’ın ABD-Rusya-Çin çatışmasından yararlanarak iktidarını güçlendirmek istediği biliniyor. Ukrayna’da bir savaş tarafları tavır almaya zorlayacağı için bu Erdoğan’ın işine gelmez. Erdoğan bir yandan arabulucu role talip olurken diğer yandan Ukrayna’yı silah bakımından destekleyerek Rusya’nın tepkisini çekmektedir.
Biz Ukrayna krizinde NATO’nun karşısında ve ezilenlerin, sosyalistlerin tarafında; kendi tarafımızdayız. Dünyanın tek kutupluluktan, tek egemen gücün iradesinden çıkması olumludur. 1991 yılında Doğu Bloku’nun ve Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle dünyanın nasıl kötüleştiği ortadadır. Çok kutuplu bir dünya, dünya halklarına özgürlük, demokrasi, adalet ve barış içinde bir arada yaşama sunmuyor elbette. Fakat egemen güçler arasında ortaya çıkan rekabet, çelişkiler ve çekişmeler arasında bir soluklanma yaşayacak olan halkların direnme gücünün artması ve kendilerini, gelecekte daha yaşanabilir bir iklime taşıma fırsatı şimdi daha olasıdır.