Yaşama sevinci, dayanışma ve çocuklar…

0
723

Gülnaz Akdoğan

Açlık ve yoksulluk koşullarında yaşayan evlat sahibi biri için en kötü durum kendisini çocuklarına karşı çaresiz hissediyor olmasıdır. İncitmeye kıyamadığımız çocuklar karşısında hiç kimse çaresiz duruma düşmek istemez. Anne ve babalar için çok zor bir durum bu.

Böylesi durumlar karşısında evlat sahibi insanların bir çözüm bulamadığında başkasından dilenmeye kadar varan çaresiz davranışlar içine girdiğini görebiliriz. Utanmak ve mahcup olmak gibi insanın kendisini kötü hissetmesine neden olabilecek duygular, çocuklar söz konusu olunca pek anlam ifade etmiyor. Her kötülükte olduğu gibi yoksulluğun da en büyük mağduru çocuklar oluyor. Anne ve babalar içinde bulundukları zor durumları ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, çocuklar ailenin yaşadığı bu durumu görüyor ve hissediyorlar.

Acının da sevincin de en yoğun hissedildiği yer çocukların dünyasıdır. Toplumda giderek artan muhtaçlık kültürünün, yabancılaşmanın ve sefaletin en büyük mağduru yine çocuklar oluyor.

Çevremizde muhtaç hale getirilen ve içinde bulduğu zor duruma karşı çözüm bulmaya çalışan çok sayıda insan var. Fakat bir çıkış yolu bulabilmek insanların büyük çoğunluğu için pek mümkün olmuyor. Marketlerden, pazarlardan arta kalan ürünleri ucuza alarak yaşamaya çalışan insan sayısı giderek artıyor. “Çıkma ürün”, “kasa altı ürün” olarak adlandırılan çürümeye yüz tutmuş gıdaları tercih etmek artık ucuz yaşam koşulları arayan insanlar için bir zorunluluk haline getirildi. Zor duruma düşmüş olmanın verdiği utanma, sıkılma duyguları ya da bir tanıdığa denk gelirim kaygısı zor şartlar altında olan insanlar için pek anlam ifade etmiyor.

Bu sefalet karşısında çocuklar dahi yaygın şekilde para ve yiyecek dilenecek hale getirildi. Dışardan bakıldığında çocukların bir başkasından dilenmeyi alışkanlıklardan ve kolaycılıktan dolayı yaptığını düşünüyor olabiliriz. Fakat bu durum çoğunlukla onların mecbur olmasından kaynaklanıyor. Bir başkasından bir şeyler isteyen o çocukların yüzünün rengi, davranışları, kılık kıyafetleri aslında onların mecbur durumda olduğunu çoğunlukla ele veriyor. Dikkatli bakınca öylesi çocukların ruhen ve fiziken sağlığı zarar görmüş insanlar olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Sağlıksızlıktan rengi sararmış zayıf bedenli çocukların sayısı maalesef az değil. Okullarda açlık ve yoksulluk nedeniyle hastalanan ve bayılan çocukların haberlerine çok sık rastlıyoruz.

Birkaç ay önce bir marketin önünde para isteyen rengi sararmış bir çocukla karşılaştığımda dayanamayıp sormuştum. Kansızlık hastalığı yaşadığını öğrendim. Çocuğunun öyle olduğunu gören anne ve babalar neler yapmaz ki?

Ülkemizde çocukların çoğu et yiyemiyor ve süt içemiyorlar. Sağlıksız ve kötü besleniyorlar. Halk ekmek büfelerinin önünde oluşan uzun kuyruklar halkın nasıl beslendiğini görmemize yetiyor. Kimi aileler o kadar çok ekmek alıyor ki, çocuklarını ağırlıklı olarak ekmekle beslendiklerini anlayabiliyorsunuz.

Son yıllarda çöpten eşya toplayan ve sayıları artan birçok insanla karşılaşıyoruz. Artık hurdacılık yapan insanlar “Roman” olarak adlandırılan emekçi insanlardan daha farklı ve geniş bir kesimi içine alan farklı bir kimliğe dönüştü. Yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan birçok insanı çöpten eşya toplarken görebiliyoruz. Çaresizliği çağrıştıran bu görüntüler günümüzde daha çok arttı. Yaşadığımız ülkede insanlara her türlü sefaleti reva görüyorlar.

Yoksulluk insana birçok şey öğretiyor. Kim iyi kimi kötü, aile ve arkadaş bağlarının önemi, ülkemizin içinde bulunduğu durum gibi olumlu ya da olumsuz öğretici birçok yönü bulunuyor. Varlıktan çok insana yoksulluk öğretiyor. Öğretirken de yaralıyor ve birçok açıdan insanın duygularını törpülüyor.

Sefalet koşulları altında olmamız kimi insanlar için dayanışmacı insan olmak ve yaşadığımız sorunun kaynağına öfke duymak ya da mücadele etmek gibi bilinç geliştirirken; çözüm üretemeyen ve yalnız başına kalmış insanlar için ise geleceğe dair umudu zayıflatıyor ve yaşama sevincini azaltıyor.

Sefalet hep yoksul halka ve onların çocuklarına düşüyor. Giderek artan işsizlik ve hayat pahalılığı ülkemizi yaşanamayacak hale getirdi. Nereye gitsen önüne hep engeller ve zorluklar çıkıyor. Halkın yaşadığı sorunları değil çoğunlukla zenginlerin çıkarlarını ön plana tutuyorlar.

Zenginleşenlerin çok büyük çoğunluğu emeğimizden çalarak zenginleşiyorlar. Adaletli olanlar ve dürüstçe yaşayanlar değil, haksızlık ve zorbalık yapanlar zenginleşiyorlar. Çalmadan çırpmadan zenginleşmek mümkün mü? Toplumun çok büyük çoğunluğu yoksulluğun koyu karanlığına doğru itiliyor.

Bizler yoksulluğun ve çaresizliğin karşısında dayanışma bilincinin gelişmesine yardımcı olabilmeliyiz. İnsanların kendi haklarını aramasına yardımcı olmak gibi sorumluluklarımız var. Bu çabalarımız içinde, yani onlara yardımcı olurken, onları incitmemeliyiz ve ezmemeliyiz. Dayanışma duyguları insanın saf ve güzel olan yanını ifade ediyor.

Dayanışmaya bir hayır işleme gözüyle bakamayız. İyi ve güzel yöndeki davranışları Allah katında geri dönüşü olan birer iyilikler olarak göremeyiz. Yani insanlarla kurmamız gereken dayanışma bağlarını cennette yerimiz olsun diye değil, daha çok insan olduğumuz için önemsiyoruz. Dayanışma insani görevimizdir. Haksızlık karşısında mücadele etmek ise hepimizin sorumluluğudur.

Yoksulluk ve çaresizlik karşısında hem çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakmak hem de yaşadığımız hayatı daha insancıl hale getirmek için çabalamak zorundayız. Başka seçeneğimiz maalesef yok.

Zorluklar karşısında dayanışma ve mücadele rehberimiz olmalıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.