YÜKSEK ASKERİ ŞURA KARARLARI VE DERİN DEVLET SÖYLEMİ

0
2685

Hamza Yalçın

Erdoğan’ın kendisi generallere deyim yerindeyse üç öğün sopa çekerken, ben ordu hakkında yazdığım eleştirici yazılarımdan ötürü 2017 yılında İspanya’da AKP’nin talimatı ile tutuklanmıştım. 1970’li yılların ikinci yarısında ordu içerisinde devrimci örgütlenmeye kalkışmaktan sorumlu tutulduğum için 1998 yılında müebbet hapis cezası ile cezalandırıldım ve yurt dışına çıkmak zorunda kaldım. O zamandan beri de yurdumdan ayrıyım. Yazdıklarımın bugünkü solda pek alıcısı olmadığını bilmekle birlikte, ordu hakkında yazmaya da devam ediyorum. 

Aşağıdaki yazımda ise 1 Ağustos tarihinde toplanan Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) almış olduğu kararlar ışığında, ordu ve Türkiye’nin gidişi üzerinde tartışacağım. 

Bu yılki YAŞ kararlarından sonra hala “Türkiye’yi Erdoğan değil Ergenekon derin devleti yönetiyor”, “Erdoğan derin devlete teslim oldu” diye iddialar ileri süren kaldı mı, merak ediyorum.

Hatırlanacağı üzere bu iddialar AKP’nin Gülen hareketi ve Kürt hareketiyle arası bozulunca çıkarılmıştı. Daha öncesinde ise, “Derin devlet darbe yapacak, Erdoğan’ı devirecek” gibi söylemler ile korkular yaratılmaktaydı. 

Liberaller “derin devlet” ile askerlerin yönlendirdiği bir çekirdek yapıyı ve onlarla ilişkideki Doğu Perinçek-Bahçeli gibi politikacıları kastetmişlerdi. Bizler, bu yaklaşımın AKP sonrası dönemi açıklayamadığını savunmuştuk, hala da bunu savunuyoruz. Türkiye değişti. Ordu değişti. Çok şey değişti.

Bu yılki YAŞ kararlarını tartışan subay emeklisi Mustafa Önsel (2019 Şura kararları Tasfiye mi? PANKUŞ-99, YouTube), 15 Temmuz darbecilerinin saf dışı etmeyi planladıkları 58 “Atatürkçü” yüksek rütbeli subaydan 50’sinin şimdiden tasfiye edilmiş olduğunu söylüyor. Tasfiye sürecinin daha 2016 yılından, yani darbe teşebbüsünün gerçekleştiği yıldan başladığını da ekliyor. YAŞ kararlarını değerlendiren Asker kökenli yorumcular “Atatürkçüler” tasfiye edilirken Gülen Cemaati’ne yakın subayların terfi etmesine dikkat çekiyorlar. Evet, adları Gülen Cemaati ile birlikte geçen subaylar, alınan kararlar ile terfi etmişler. Bu durumda eğer iddia edildiği gibi Türkiye’yi Erdoğan değil de Ergenekon yönetiyorsa bu durumda Ergenekon orduda kendi kendisini tasfiye etmiş oluyor (!).

Gerçek şu ki Türkiye’de sistem değişti. Artık geleneksel ordu yok. Öyle ki, Yüksek Askeri Şura, Emekli General Türker Ertürk’ün (YAŞ Kararları! İktidar generallere güvenmiyor mu? SorguluYorum, ZankaTV, YouTube) de belirttiği  gibi, aslında AKP Şurasıdır. Emekli General Türker Ertürk, orduda “Atatürkçü” adı verdiği subayların giderek daha çok tasfiye edileceklerini ve ordunun tümüyle parti ordusu haline geleceğini belirtiyor. Ertürk, Cemaat’e yakınlığıyla bilinen subayların terfi etmesini ise onların Cemaat’ten uzaklaşarak Erdoğan’a biat etmeleriyle açıklıyor. Bu açıklamaya  göre eski devlet anlayışını esas alan askerlere, Erdoğan’a biat etmiş olsalar bile, dinciliği kabul etmedikleri sürece yeni orduda hayat hakkı yok. Cemaatçilerin zaten dinci oldukları için sadece sahip değiştirmeleri yetiyor. Evet, Gülen’ci askerlerden beklenen, dinci görüşlerini korumakla birlikte eski örgütüne biat etmekten vazgeçip Erdoğan’a biat etmeleri oluyor. Subayların zaten yükselmek için AKP örgütlerine ve tarikatlara yanaştıkları konuşuluyor.

Sözde Atatürkçülerin, Sözde Ulusalcıların ve Solun Çaresizliği

Tasfiye edilen “Atatürkçü” subayların ve onlarla aynı çizgiyi paylaşan “ulusalcı” aydınların orduyu hala kendilerinin ordusu görüyor olmaları dikkat çekicidir. Halbuki mevcut ordu Saray’ın Türkiye’deki ve bölgedeki gücünü korumak ve artırmak amacına hizmet ediyor.  Ordu özellikle 2016 sonrası düzenlemelerle Saray’ın ordusu çizgisine daha da çok sokulmuştur (“H Yalçın, Orduda Son Gelişmeler ve Devrimci Mücadele, 17.11.2016, Odak). 2016 öncesinde ise ordu bünyesinde Ergenekon ve benzerleri değil, Cemaat çok önemli bir güçtü. Bugün orduda tarikatların gücü bile ulusalcıların gücünden kat kat fazladır. Hele ki paralı askerlik sistemi ile ordu artık ulusal niteliğini iyice kaybetmiş bulunuyor. Tüm bunlara rağmen tasfiye edilen subayların ve eski devlet yönetimini özleyen aydınların orduyu hala kendilerinden görmeleri nasıl açıklanabilir? 

Bunun en önemli sebebi eski ordunun ve söz konusu aydınların gerçek anlamda ulusalcı bir nitelikten yoksunluğudur. Ordu, Türkiye’nin emperyalizme bağımlı hale gelmesi ve NATO’ya girmesiyle birlikte milli niteliğini kaybetti ve oligarşisinin ordusu haline geldi. Generaller Türk ulusuna değil NATO’ya bağlıydılar. Onlar bu yüzden rejimin değiştirilmesine direnemediler, çünkü rejimi değiştirme iradesinin arkasında ABD vardı. 

Tasfiye edilenlerin iki övünç kaynağı dikkat çekici: birincisi 15 Temmuz Fethullahçı darbe girişimine karşı direnmiş olmaları, diğeri ise Afrin’in işgali operasyonunda yararlılık göstermiş olmaları. “15 Temmuz destanı”nı asıl kendilerinin yazdığını, Afrin harekatında da büyük yararlılık gösterdiklerini iddia ediyorlar. Övünç’e bakar mısınız?  

Cemaat-AKP iktidarının mevcut sistemi yıkmasına karşı direnemeyen bu  “ulusalcı” askerlerin kendilerine tarih olarak “15 Temmuz direnişi”ni seçmeleri tam anlamıyla çaresizliğin ifadesidir. Onlar, ulusal egemenlik ve demokrasi için değil Erdoğan’ın saltanatı için direndiler. Kaldı ki onlar direnmeseydi bile Erdoğan’ın avucu içinde gelişmiş olan askeri darbe girişiminin başarılı olması gene imkansızdı. Gazeteci Yeliz Koray bu gerçekleri dikkate alarak yazdığı makalesinde, 15 Temmuz destanı diye takdim edilen propaganda ve gericilik karşısında “Yerim destanınızı” demişti. 

İşte “vatanı kurtardık”, diye övünç hikayeleri yaratanların kurtarılmış vatanından bir manzara: Kazdağları’nda 200 bine yakın ağacımızı kestiren emperyalist şirket 100 milyon dolarlık yatırım yapmış. Vatanın bağrına hançerini dayamış olan devlet ona yaklaşık 150 milyon dolar (885 milyon lira) teşvik vermiş. Şirket 4 milyar dolarlık altın çıkaracak. Devlete sadece yüzde 4, yani 160 milyon dolar verecek. Emperyalist şirket kazansın diye ağaçlarımız yok edilecek. Arazilerimiz siyanürle tahrip edilecek. Araziyi tahrip eden siyanürün yüzde 25’i atmosfere karışacak. Ayrıca Türkiye’nin 500’den fazla yerinde de böylesi madencilik için izin verilmiş durumda. İşte kurtarıldığı iddia edilen vatan!

Darbecilere karşı canını ortaya koyarak mücadele ettiysen o zaman Suriye’de dinci ÖSO çeteleriyle ne işin var? İdlib’de El-Nusra yani El-Kaide çetelerine kol-kanat germenin neresi Türklük ve Atatürkçülük? Erdoğan’ın saltanatı için Suriye’yi işgale koşuyorsun, sonra da kendine “Türk Silahlı Kuvvetleri” diyorsun. 

Türk kimliğine tepkili olan ulusalcı kesimler mevcut orduya memnuniyetle “Türk Ordusu” adını veriyorlar. Bu adlandırmayı biz saygı duyduğumuz Türk kimliğine uygun görmüyoruz.

Evet, vatanı kurtarmış olmalarıyla övünenler sadece Erdoğan’ın Cemaati tasfiye etmesine yardımcı oldular. Erdoğan, onların bu hizmetlerinin karşılığındaysa sağa-sola caka satmaları için fırsat verdi. Vatan Partisi ve Ulusal Kanal bol bol kendisiyle övündü. Türkiye’nin daha çok “kurtarılması” için ise halkı Kürtlere karşı Erdoğan’ın çevresinde toplamaya ve hatta Kürt halkına karşı savaşa çağırdı, çağırıyor. Yakın zamana kadar Erdoğan iktidarına malzeme olan liberaller de, ulusalcıların bu böbürlenmelerini delil göstererek  Erdoğan’ın derin devlete teslim olduğunu iddia ettiler. Kürt hareketinin etrafında kümelenerek Türkiye solunu maniple eden liberal solcular bu iddiayı gayretle pazarladılar. Kürt hareketinin arkasında durduğu basını eleştirisizce takip etmeyi devrimci ibadet gören sol kesim, iddialara inanmakta zorlanmadı.

Bu “ulusalcılar” kahramanlık göstermek için bula bula Afrin’i buldular. Afrin bilindiği gibi dinci ÖSO çeteleriyle birlikte işgal edildi. Böylece “ulusalcılar” Erdoğan’ın aslında Afrin’deki laik güçlere karşı dinci planına destek olmuş oldu. Nereden bakarsanız bakın “ulusalcıların” bütün yaptıkları Erdoğan’a hizmet etmektir. 

“Ulusalcılar” öyle çaresizler ki, yarın Türkiye Cumhuriyetinin bekası adına Fırat’ın doğusunu işgal etmeye de güle oynaya giderek Erdoğan’ın saltanatı için canlarını verebilir görünüyorlar. Buradan ikinci önemli sebebe geliyoruz: Devlet’e. Erdoğan devleti ele geçirerek dinci bir “kişi diktatörlüğü” kurdu. Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk ilkelerini savunduklarını düşünen onlar, hala Erdoğan’a hizmet ediyorlar. Gerekçeleri ise DEVLET. Devleti ele geçirdin mi onları da ele geçiriyorsun. 

Kürt hareketi etrafında biriken ve Türkiye soluna şekil veren aydınlar “Çözüm Süreci”nin kesintiye uğramasından bu yana ve Türk kimliğine tepkili olmalarının etkisiyle Erdoğan’ı Kemalist göstererek Türklerin Erdoğan’ın arkasında saflaşmasına yardımcı oluyor. Ne acıdır ki süreç devletin odun kafalı istihbaratçıları tarafından kolaylıkla yönetilebiliyor. Saray’ın çizdiği dar sınırlara hapsolmuş bulunan sol örgütlerin geneli ise güçlerini birleştirerek bu sürece itiraz geliştirmek yerine grup çıkarları için birbirleriyle yarışmaya, kim daha uzun kim daha kısa kim bir santim uzamış kim kısalmış boy ölçüşmeye devam ediyorlar. 

Ordu bugüne nasıl geldi?

Yaşadığım şehirde Türkiye solundan habersiz Türkiye kökenli ilerici Kürtlerin arasında ordudan geliyor olmam dolayısıyla benim MİT olabileceğimin konuşulduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Bunda Erdoğan iktidarının Avrupa’da yürüttüğü istihbarat faaliyetlerinin rolü vardır. Bir o kadar önemli olan ise, bilmeyen insanların ön yargılarıdır. Özellikle Kürt ulusal hareketinin etkisindeki sol kesimlerde, askeri öğrencilerin ve genç subay-astsubayların devrimci bilinçlenmeye açık yanı pek bilinmez. Oysa 1960’lı ve 70’li yıllarda orduda sosyalist hareket çok önemli zemin bulmuştu. 

Eski ordunun ulusal yanı, görünümden ibaret de olsa, daha fazlaydı. Subay ve astsubaylar yüzeysel ve çok arızalı olmakla birlikte bir vatanseverlik ve dürüstlük anlayışıyla yetiştiriliyorlardı. Bu yüzden subay ve astsubay kesiminde bir yurtseverlik zemini ve aydınlanma sevdası vardı. Kurtuluş Savaşı’na ve Mustafa Kemal’e hayranlıkla, ulusal gurur duygularıyla yetişen Saffet Alp ve Ömer Yazgan gibi subay ve astsubaylar Atatürk’ün bağımsızlık idealinin burjuvaziyi esas alıp emekçileri dışarıda bıraktığı için aşılması gerektiğini görüp sosyalizme yönelebiliyorlardı. Askeri öğrenciler sosyalist hareketin yükseldiği dönemde devrimci fikirlere hayli açık bir özelliğe sahipti. 

Orduda devrimciliğe açık vatanseverliğin köklerinin kazınması özellikle 12 Eylül darbesi ile gerçekleşti. Asker kökenli Erol Mütercimler 12 Eylül darbesinin en önemli sebeplerinden birisinin orduda ve özellikle 1978 devresinde yoğunlaşan sosyalist birikimden korku olduğunu söyler (Akılda Kalan, 23 Ekim 2018, Habertürk Tv, YouTube). Yalçın Küçük de “Türkiye Üzerine Tezler” adlı kitabında bu duruma işaret etmişti. Oligarşinin generalleri bağımsızlık yanlısı ve özgür düşünceli genç astsubay ve subayların orduda güçlenmesinden çok rahatsız oldukları için bugünlerin yolunu açtılar. 1971 öncesi orduda çok önemli Marksist birikim olmuştu. 1971 askeri darbesi bu birikimi tasfiye etmişti ama 1975 sonrası askeri okullarda çok daha büyük bir sol hareket ortaya çıkmıştı. 

12 Eylül sonrasında ise alınan önlemlerle orduda sosyalistlerin gelişecekleri zemin tahrip edildi. Bu yüzden 1990 sonrası dönemde orduda gelişen yurtseverlik, sosyalizme yönelemedi. Aydın fikirli yurtsever askerler mevcut ordu sistemi içinde kendilerine yer bulabileceklerini sandılar. AKP iktidarının işbaşına getirilişi ve daha sonra ordu içindeki Ergenekon, Balyoz vb. operasyonları sürecinde Türkiye’nin ulusal bağımsızlığını savunan askerler nasıl yanıldıklarını, nasıl yalnız kaldıklarını gördüler. Ordu, operasyonlara karşı Fenerbahçe Kulübü kadar bile direnemedi. 

Erdoğan Gülen Cemaati’ni  kullanarak ezdirdiği askerlerin çoğunu daha sonra Cemaat ile mücadelesinde yedeğine aldı. Onlar şimdi Erdoğan’a biat ettikleri halde gene de yaranamıyorlar. 

Gelişmeler birliğe ve direnişe çağırıyor

Yukarıda ulusalcılık ve Atatürkçülük sözcüklerini tırnak içine aldım. Erdoğan’a iktidarı direnişsiz teslim edenleri ulusalcı ve Atatürkçü görmüyorum. Bana göre Erdoğan ve Suudi Hanedanı ne kadar Müslümansa; İzzettin Doğan ve Susurluk polisi Hüseyin Kocadağ ne kadar Aleviyse; Trump ne kadar Hristiyansa Kenan Evren zihniyeti olarak ifade edebileceğim geleneksel ordu anlayışı da o kadar Atatürkçüdür. Atatürk’ün gençliğe hitabesi Cumhuriyetin nasıl korunması gerektiğini net olarak ifade ediyor. Cumhuriyet daha 12 Mart 1971 öncesinde yıkılmıştı. Gericilik ulusal demokratik güçleri adım adım tasfiye etti. Bu süreç karşısında 68 gençliği, Hüseyin İnanlar, Deniz Gezmişler, Mahirler ve İbrahimler mücadeleye atılıp sosyalizm yoluna girdiler. Bizler de onlarla aynı yolu izledik. 

Türkiye’de 2000 öncesi var olan devlet iktidarı el değiştirdikten sonra AKP’nin yedeğindeki liberaller derin devlet kavramını Türkiye solunun dikkatini saptırmak amacıyla kullandılar. Türkiye ABD emperyalizminin operasyon alanıdır. ABD tarafından işbaşına getirilen Erdoğan iktidarı ABD ile çatışmalı süreçte bile Ortadoğu’daki planlarına hizmet etmektedir. Bu konuda Erdoğan’ın Suriye’de yaptıklarına bakmak yeterlidir. Bahçeli başından beri Perinçek ise hapisten çıkmasından bu yana Erdoğan iktidarını destekliyor. 

Bugün Türkiye, Kurtuluş Savaşı yıllarından sonraki en zor dönemini yaşıyor. Irak ve Suriye’de çok kötü boğazlaşmalar oldu, bu devam ediyor ve tehlike yaklaşıyor. Türkiye tecavüzcü ve paracı tarikatlara emanet durumda. İktidarın kendi çıkarları için feda etmeyeceği şey yok. 

Ne yazık ki karşılarında onlara engel olacak güç bulunmuyor. CHP liderliği Türkiye’nin ulusal demokratik çıkarlarını savunacak durumda değildir. Gözünü en sağdaki güçlere dikmiş olan bu çizgi muhalif güçlerin birleşerek etkili bir direniş yaratmasına engel oluyor. Türkiye solu ise egemen güçlerin operasyon alanına hapsedilmiş durumdan kurtulamamaktadır.

Bu karanlık ve elverişsiz durumu, bu adaletsiz ve aşağılayıcı koşulları çok güçlü bir direniş çağrısı görmek gerekiyor. Türkiye solu bu çağrının ilk muhatabıdır. Köşeye sıkıştırılmış bir kedi bile varlığını savunmak için direnir. Böylesi bir süreçte direnemeyenlerin ne sosyalistliğinden ne yurtseverliğinden ne demokratlığından ve hatta ne de birey olmasından söz edilebilir. Dinci faşist iktidara karşı Türkiye’nin bütün ilerici güçlerini birleştirecek bir direnişin yaratılması gerekiyor. Sadece sosyalistler değil, ulusal gurur taşıyan, özgürlükten ve bölgemiz halklarının kardeşliğinden yana olan herkes mücadelede el ele vermek zorundadır. 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.