103’üncü yıldönümünde Ekim Devrimi

0
1171

Hamza Yalçın

1917’de Rusya’da gerçekleşen Sosyalist Devrim insanlık tarihinde çok büyük değişikliklere yol açtı. Tarih, eski Rusya takvimi ile Ekim ayına, bugünkü takvim ile 7-8 Kasım’a denk geliyordu. Kapitalist sömürü düzeni temellerinden sarsıldı. Avrupa, ABD ve kapitalist ülkelerin işçileri; Asya’nın, Afrika’nın, Latin Amerika’nın ezilen halkları dünyayı değiştirmek amacıyla ayağa kalktılar. İlk başarılı anti-emperyalist savaş Sovyetler Birliği’nin yardımıyla Türkiye’de verildi. Türkiye’de kurulan ulusal devlet uzun yıllar Sovyetler Birliği’nin en yakın müttefiki olarak ayakta durdu.

Devrimci iktidar daha ilk adımında işçi hakları, kadın hakları, çocuk hakları ve herkese sosyal güvence doğrultusunda radikal adımlar atmıştı. Kapitalist dünya, Ekim Devrimi’ne karşı derhal birleşmiş ama onu ortadan kaldıramamıştı. Batılılar, Çarlığın ordularını destekledi ve ayrıca devrimci Rusya’yı doğrudan işgal ettiler. Kanlı iç savaştan başarıyla çıkan Ekim Devrimi, Rusya’da muazzam bir ekonomik kalkınma gerçekleştirmişti. Sovyetler Birliği, üzerine sürülen Hitler ordularını da yenip kovaladıktan (1941-1945) kısa zaman sonra dünyanın ikinci en güçlü ülkesi haline gelmişti.

Emperyalist ülkelerin dünyayı yeniden paylaşmak için başlattıkları iki büyük savaş sosyalizmin doğuşu ve yükselişiyle sonuçlanmıştı. Dünyanın üçte biri giderek sosyalizm adına ele geçirildi. Dünyanın kalan kısmında sosyalizm rüzgarları esiyordu. Sömürü ve zulüm varsa direniş ve umut da vardı. Kapitalist ülkelerde burjuvazi, her şeyi birden kaybetmemek için kendi emekçilerine tavizler verdi; sosyalizmden korunmak için sosyal reformlar yaptı. İşçiler, emekçiler burjuvazinin korkusundan yararlanarak örgütlendi, mücadele etti ve önemli haklar kazandılar. Sosyalizmin bayrağı Rusya, Polonya, İspanya, İtalya, Yunanistan, Fransa vb. ülkelerde Nazizm belasına ve faşizme karşı muazzam mücadelelerde en önde ve yükseklerde dalgalanıyordu. Klasik sömürgecilik sistemi, yükselen anti-emperyalist savaşlarla çöktü. Çin, Vietnam ve Kore’de; Cezayir, Mısır, Libya ve Filistin’de; Angola’da, Mozambik’te; Küba başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinde anti-emperyalist mücadele ateşleri yandı. Ezenler ile ezilenler, sömürülenler ile sömürenler birbirlerine karşı saf tutmuştu. İnsanlığın kalbi özgürlük için atıyordu.

1991 yılında sona eren bu dönem, her şeyden önce kapitalizmin son durak olmadığı ve ona meydan okunabileceğini gösterdi. İnsanlık buna daha yüz yıl öncesinden cesaret edebildi.

Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı ve devrim dalgasının kesin bir şekilde geri çekildiği 1991 sonrası süreçte ise dünya ezilenlerin aleyhine yeniden kurulmaktadır. Ezilenler mevcut kazanımlarını korumak için direniyorlar. Sosyalizm sahneden uzaklaştıktan sonra ABD emperyalizminin Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da başlattığı savaş kapitalizmin eseridir. Erdoğan rejiminin yürüttüğü gericilik gene emperyalizmin yani kapitalizmin eseridir. Dolayısıyla sorun esas olarak “Kapitalizm mi haklı sosyalizm mi?” sorunu değildir. Sosyalizm elbette haklı ve gereklidir. Bunu görmek için Ekim Devrimi öncesine ve 1990 sonrası dünyaya bakmak bile yeterlidir. Sorun sosyalizmin sınıfsız ve sömürüsüz dünya hedeflerine yürümekte neden yetersiz kaldığı ve 1990 yılında neden yıkıldığı ve bundan nasıl dersler çıkarılacağı sorunudur.

Dışarıdan çok sağlam görünen sosyalist sistem aslında daha kuruluş yıllarında kanser gibi bir hastalığa yakalanmıştı. İktidar esas olarak işçiler ve emekçilerin elinde değil, partinin elinde toplanıyordu. Bürokrasi baş belası bir güç olarak gelişiyordu. Sosyalizm, polis diktatörlüğü ile el ele bir durumdaydı. Günden güne ilerleyen bu hastalık yüzünden sistem, 1985 ortalarında bariz şekilde gerileyecekti.

Lenin, sürecin işçilerin ve emekçilerin iktidarını kurma yönünde değil bürokratik bir yönde gelişiyor olduğunun farkındaydı. Bir yandan pratik çalışmaları sürdürürken diğer yandan yapılmış olan her şeyi gözden geçirmek gerektiğini yazıyordu. (Ç Can: Dünya Türkiye ve Sosyalizm, 2004). İşçilere karşı nasıl mahçup olduğunu yazıyordu. Lenin’in çok erken (1924, 53 yaşında) ölmesinin ardından sosyalistler onun devrimci arayışını sürdüremediler. Önderlik emperyalist işgal, iç savaş ve kuşatma başta olmak üzere çok özel koşullarda ortaya çıkmış olan mevcut pratiği yaşatma ve derinleştirme yönünde adımlar attı. Sosyalizm, bir yandan Sovyetler Birliği halkının ve dünya halklarının gücüyle alabildiğine büyürken diğer yandan ise içten içe kendisini yok edecek dinamikleri geliştirmekteydi. Gorbaçov’u ve yıkımı işte o süreç getirdi.

Ekim Sosyalist Devrimi’ni yok edecek dinamikler çok özel tarihsel koşullarda ortaya çıkmıştı. Ekim Devrimi, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da devrimci patlamaların yaşanması beklentisiyle atılmış bir adımdı. Bolşevikler Rusya’nın sosyalizmi kuracak ekonomik, sosyal ve kültürel düzeyde olmadığını iyi biliyordu. “Biz ihtilalci inisiyatifimizle adım atar Avrupa devrimini tetikleriz, sonra onlarla birleşerek bir yandan sosyalizmi kurarken aynı zamanda dünya devriminin yolunu açarız” düşüncesindeydiler. Beklenen Avrupa Devrimi ise gelmedi. Bolşevikler o konuda yanıldılar. Emperyalist kuşatma altında yalnız kalan Bolşevikler teslim olmayıp, yollarına devam etmeyi seçtiler. Az gelişmiş, savaş yıkıntısı içindeki ve kuşatılmış Rusya’da sosyalizm nasıl kurulabilirse sonuçta onu yapabildiler. Enternasyonal dayanışma ise esas olarak emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşlarıyla yürütüldü.

Ortaya devlet kapitalizmi ve sosyalizm karışımı bir sistem çıktı. Bu sistem Marks-Engels ve Lenin’in öngördükleri bir sistem değildi. Kurulan devlet sınıfsız topluma doğru sönümlenmekte olan değil, toplumu kuşatarak sürekli gelişmekte olan bir devletti. İç savaş yıllarında zorunlu olarak partinin, istihbarat teşkilatının ve bürokrasinin büyüyen iktidarı Lenin’in ölümü sonrasında kökten sorgulanamadı. Sosyalizm adına çok önemli hatalar yapıldı. Diğer sol gruplarla anlaşamayan devrimci liderler onların tasfiyesinin ardından birbirlerine düştüler. Devrim kendi evlatlarını yedi. Sosyalizm 1990 başlarında yıkıldığında halk ona sahip çıkmadı. Çünkü halk, çoktan iktidarın dışına düşmüştü. Temel meselelere parti, ordu ve polis teşkilatlarının üst yönetimleri karar veriyordu.

Sistem devrimci eleştiriciliği teşvik edecek yerde onu kendi sınırları içerisine hapsetmişti. Devrimci bilinçlenme adına propaganda ve şartlandırma gelişti. Aydınlar ve ideologlar temelde Osmanlı’daki Ulemanın ve Batı Avrupa’daki akademisyenlerin rolündeydiler. Yani görevleri mevcut sitemi ve gücü elinde tutanları onaylamak ve onaylatmaktı. Giderek büyüyen propaganda cihazı, sosyalizm adına parti iktidarını savunmaya ve geliştirmeye yarıyordu. Kurulan sistem sorgulanacak yerde reel-sosyalizm olarak olumlandı. “Reel-sosyalizm budur, hayalciliğe gerek yoktur, hem bu sistem gayet iyidir” propagandası yapıldı. Aksini düşünmek ideolojik mücadele adı altında anti-Sovyetizm ve anti-komünizm olarak damgalanıp bütün dünyada aforoz edildi. Toplum terörize edildi. Bu yüzden sosyalizm bir yandan cüsse olarak güçleniyorken diğer yandan içten içe zayıflıyordu. Devrimci eleştiricilik gelişmezse sosyalizm de gelişmez, devrimci eleştiricilik ölürse sosyalizm de ölür (Bugün aynı sosyalizm anlayışı, Kürt hareketini en ufak bir eleştiriyi bile şovenizm sayıyor).

Sovyetler Birliği’nde (SB) halk elbette devrim sayesinde ekonomik, kültürel alanlarda çok şey kazanmıştı ama sonuçta iktidar onun kendi iktidarı değil partinin iktidarı yani bir grubun iktidarı oldu. Sosyalizmin kendi hedeflerine başarıyla yürümesini bu grup iktidarı engelledi. Süreç, Sovyetler Birliği’nin yeni-liberalizme tam teslim olmasıyla sonuçlandı.

Sovyetler Birliği kendi çizgisine karşı devrimci-eleştirici düşünmeye iyi gözle bakmadı ve kendi modelini devrim yapmış başka ülkelere ve devrimci partilere de empoze etti. Öyle ki sonradan Sovyetler Birliği’ne en çok karşı görünen sosyalist ülkelerden Arnavutluk bile aslında Sovyetler Birliği’nin taklidi parti, yani grup iktidarıydı ve üstelik hayatta kalmasını Sovyetler Birliği’nin dünyada sağladığı ortama borçluydu. SB yıkılınca hemen ardından o da yıkılacaktı. Dünya devrimini ilerletmek için kurulan 3’üncü Enternasyonal partileri giderek SB’nin uyduları durumuna geldiler. Bu süreçte Çin-Sovyetler Birliği bölünmesi gibi önemli ayrılıklar kaçınılmaz olarak gelişti. Uydu partiler, Sovyetler Birliği’nin tepeden çökertilmesi ilan edilmek üzereyken bile hala yapılanların sosyalizme nasıl uygun olduğunu propaganda ediyorlardı.

Bugünkü sosyalist örgütlerin geneli SB’nin parti diktatörlüğü modelinden bağımsızlaşamadıkları için özgürleştirme potansiyeli çok sınırlı kurumlardır. Devrimci eleştiriciliği örgüt sınırlarına hapsederler. Eleştirici ve özgürleştirici devrimci öğrenme yerine propagandacı şartlandırmayı esas alırlar. Emekçilerin iktidarı adına gerçekte örgütün iktidarı için çalışırlar. Her biri grup iktidarı projesi olan hatalı anlayışlar insanlarını ve halkı kendi egemenlikleri altına almaya çalışırlar. Aynı örgüt içindeki sosyalistler arasında bile egemenlik ve rekabetçilik ilişkilerinin gelişmesi çok dikkat çekicidir. Devrimciler, mücadele yaşamı içinde gitgide arınacak yerde çok zaman bulanmaktadırlar. İnsanın insana devrimcilik adı altında yabancılaşması sol örgütler arası ilişkilerde daha belirgindir. Sosyalist gruplar birbirlerini, adeta rakip burjuva devletlerin veya şirketlerin rekabetçi gözüyle; yoldaş değil, hasım görürler.

Ekim Devrimi’nden bazı sonuçlar

Ekim Devrimi kapitalizmden kurtuluşun mümkün olduğunu gösterdi. Onun devrimci ruhuna ve muazzam kazanımlarına sonuna kadar sahip çıkılmalı, aynı zamanda onun kusurlarına eleştirici bir yaklaşımla bakılmalıdır. Fidel Kastro ve arkadaşları bu konuda örnektir (Ç. Can: Dünya, Türkiye ve Sosyalizm, 2004).

Sosyalizm tecrübeleri gösterdi ki insanın insana yabancılaşması aşılmıyorsa devrim gelişmiyor demektir. Devrim esas olarak insan ilişkilerinde devrimdir. Devrimin en temel birimi yoldaşlık ilişkisidir. Mücadelenin temel amacı toplumda birbirlerini kendinden gören, devrimci eleştiricilik temelinde dünyayı birlikte tanımlamak ve değiştirmek için mücadele eden eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı alternatif insan ilişkileri yaratmak olmalıdır. Devrimci hareket işte bu temelde örgütlenmeyi ve güçlenmeyi esas almalıdır.

Mücadele ve örgüt biçimleri bu anlamda mücadelenin özgürleştirici amaçlarına uygun olmalıdır. Amaçların araçları meşrulaştırması çok sınırlıdır. Yanlış araçlar ve metotlar bir müddet sonra devrimcileri kendisine uydurmaya başlar. O nedenle insanlar mücadele içinde arınacak yerde bulanmaya başlarlar. Bir an önce güçlenmeyi yeni-insan ilişkilerinin yaratılmasının önüne koyan yaklaşım son tahlilde burjuva anlayışa denk düşer. Mesela grupçu örgüt ve mücadele anlayışıyla toplumda etki ve güç yaratılarak kısa vadede gelişme sağlanabilir ama asla sağlıklı bir özgürlük mücadelesi yürütülemez. Emperyalist dünyanın birleşip yıkamadığı sosyalizmin, grupçuluk tarafından içten yıkıldığı unutulmamalıdır.

Devrimci bilinç insanlara empoze edilemez. Onu insanların hem düşünce hem de eylemde aktif katılımlarıyla yaratabiliriz. Devrimci bilinç gibi devrimci örgütlenme de, aynı şekilde, halkın kendi eseri olmalıdır.

Devrimci hareket kendi içindeki ve halk saflarındaki çalışmasında egemenlik, bağımlılık ve rekabet ilişkileri değil hem özgürleştirici hem de dayanışmacı ilişkiler yaratmalıdır.

Nasıl ki sosyalist bilinç insanlara empoze edilemezse, Doğu Avrupa ve Afganistan deneyimlerinin açıkça gösterdiği gibi devrimler de ihraç edilemezler. Devrim halkların kendi eseri olmalıdır.

Hiçbir devrimci fikir, hiçbir devrimci pratik, hiçbir devrimci örgüt devrimci eleştirinin üzerinde görülemez. Hiçbir devrimci hareket taklit edilemez. Her ülkenin devrimcileri kendi ülkelerinin, yerellerinin özgün şartlarını değerlendirmeli ve sosyalist mücadeleye yaratıcı katkılarda bulunmayı amaçlamalıdırlar.

SB tecrübesi gösterdi ki emperyalizm bir sistem olarak ortadan kaldırılmadığı sürece tek ülkede devrimin kesin başarısı olanaksızdır.

Kapitalizmin düşünce ve yaşamda sorgulanması ve ona alternatifler geliştirilmesi yani devrimin yolunun açılması için mücadeleyi hayatlarının merkezine koyan, kapitalist sistemden bağımsızlaşmış ve güçlü disiplinli devrimciler örgütü zorunludur. Aksi halde bütün çabalar sistem içinde kalacak ve kapitalist siteme entegre olacaktır. Evet, örgüt adına liberal topluluklar değil, grupçu ve sahte örgütler de değil iddialı, disiplinli ve mütevazı devrimcilerin gerçek örgütleri gerekir.

Türkiye devrimci hareketinin toparlanması her bir sosyalist grubun birbirlerinden kopuk ve birbirine karşı rekabetçi çabasıyla sağlanamaz. Sosyalist harekette rekabet özgürlüğe değil, grup iktidarına götürür. Tek tek devrimci örgütlerin gelişmesi sol hareketin genelinin ortak kurumlaşması ve koordinasyonuyla birlikte düşünülmelidir. Sosyalist örgütler arasında rekabetçi ve hegemonyacı ideolojik mücadele yerine, dayanışma temelli birlikte öğrenme gelişmelidir. Dünya hakkındaki görüşlerimizi birbirimize dayatmak yerine dünyayı, birlikte öğrenme ve birlikte değiştirme etkinlikleri yoluyla ortak çabalarımızla tanımlamalıyız.

Türkiye solu ayağa kalkabilmek için mutlaka kendi içinde bir koordinasyon kurmalı, elbirliği ederek devrimci saflarda grupçu rekabetçiliği birlikte sorgulayarak aşma yönünde bütün sosyalist gruplardan ve çevrelerden devrimcilerin birbirlerini kendinden görecekleri yeni bir devrimciler kuşağı yaratmalıdır.

Yolumuz Ekim Devrimi’nin Direnişçi Yoludur.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.