Özlem Yılmaz Yazdı: Avrupa’da Anne Baba Olmak

0
2314

Özlem YILMAZ

Özellikle Avrupa’da yaşayan gençler ve ailelerin dayanışma ve biribirini ön yargısız bir şekilde tamamlayıcı, güvene dayalı ilişkilerini ve dostluklarını geliştirmemiz gerekiyor. Çocuklarımız birbirlerinden ve çevremizden uzak duruyorlarsa bunda genellikle biz anne-babaların birbimize karşı ön yargılı, sorumsuz ve rekabetçi tutumlarımızın çok büyük rolü var.

Batı’da yaşayan Türkiye kökenli aileler, çocuklarının eğitim, kültürel gelişme, özgüven gelişimi, psikoloji ve sosyal gelişim konularında özel zorluklarla karşılaşıyorlar. Kimi aileler karşılaştıkları bu sorunları özel çabaları ile daha kolay atlatırken, bir çok aile de yetersiz kalıyor. Bu durumdaki aileler Avrupa’da giderek yaygınlaşan bireyci ve bencil yaşam tarzının alternatifi dayanışma kültürü içerisinde değillerse sorunlar çoğunlukla katmerlenerek büyüyor.

Birbirimize karşı ilgisizliğimiz ve bunun üstüne bir de rekabetçiliğimiz hem aileler arasında hem de çocuklar arasında büsbütün olumsuz ilişkilerin gelişmesine yol açıyor.
Evet, çocuk eğitimi Avrupa’da en önemli sorunlarımızdan biridir.
Avrupa’daki Türkiyeli aileler içe kapanık yaşadıkları için çocuklarda kültürel problemler ve uyum sorunları da yaşanmaktadır.

Çocuklar için kültürel kimlik bir evin çatısı, bir tablonun çerçevesi gibidir. Kültür bir yaşam tarzı ve bu yaşam tarzının bilgisi ve bilginin pratiğe dönüşmesidir. Bireyler bir toplum içinde o toplumun ortaya koyduğu yaşam tarzına uymuyorsa, kültürsüz kabul edilir ya da kültüre yabancı sayılır.

Kültürel kimlik çocuklardaki özgüveni çok etkiler. Çocukların kendilerini güvende hissetmeleri oldukça önemlidir. Güven bunalımı yaşayan gençler ise ya kendi kültürlerine aşırı sarılırlar ya da asimilasyona yönelirler. Diğer yandan aile bağları ve değerleri kuvvetli olan gençler kolaylıkla kendi kültürlerini koruyarak yaşadıkları sosyal dokunun bir parçası haline gelebilirler.

Özellikle Avrupa’da yaşayan gençler ve ailelerin dayanışma ve biribirini ön yargısız bir şekilde tamamlayıcı, güvene dayalı ilişkilerini ve dostluklarını geliştirmemiz gerekiyor. Çocuklarımız birbirlerinden ve çevremizden uzak duruyorlarsa bunda genellikle biz anne-babaların birbimize karşı ön yargılı, sorumsuz ve rekabetçi tutumlarımızın çok büyük rolü var.

Bulunduğumuz çevrede ailelerin ortak hareket etmesi eksik kaldığı yerlerde birbirlerine desteklerini sunmaları hem ilişkileri güçlendirebileceği gibi hem de gençler ve çocuklar arasında uyumu sağlar. Özellikle ailelerin ve gençlerin birlikte vakit geçirmeleri ilişki bağlarını güçlendirir. Tabii zamanı birlikte geçirme ne kadar verimli olursa gençler bu durumu tekrar talep etmeleri de fazlalaşır. Onların bizden öğreneceği, bizlerin de onlardan öğreneceği karşılıklı bir diyalog ortamı oluşturulmalıdır.

Gençler ve çocuklar çok iyi birer gözlemcidirler. Anne-baba ve sosyal çevrenin ne söylediklerinden çok ne yaptıklarına dikkat ederler. Eğer aile sürekli nasihat halinde ise bu durum genelde ters sonuçlanır. Mesela, ”Kitap okumalısın!”, ”Ders çalışmalısın!”, ”Dürüst olmalısın!” tarzında yenilenen öğütler eğer anne-baba ya da çevredeki sosyal ilişkide olan kişilerin günlük yaşamlarında yer bulmuyorsa ya da tam tersi bir durum varsa çocuklardan bunları beklemek gerçekçi olmaz.

Göçmen olmanın getirdiği sıkıntılar güven sorununu daha da derinleştirir. Bu sorunun derinleşmesinde en önemli etken entegrasyondur. Entegrasyon, göçmen grubun içinden gelmiş olduğu toplumunun kültürel değerleri ile yaşadığı toplumunun kültürel değerleri arasında uyum kurması demektir. Entegrasyon esnek olmayı ve yeterliliği de beraberinde getirir elbette. Bu anlamda esnek, toleransı yüksek ve kendi yeterliliklerinin farkında olan kişiler entegrasyon sürecinde olabilirler. İşte ancak o zaman göçmen kişiler müthiş bir renkli zenginlik içinde olabilirler.

Avrupa’daki göçmen ailelerin bazılarının aidiyet duygusunu devam ettirme adına bulundukları toplumdan uzak durma sorunuyla karşı karşıya geldiklerini gözlemleyebiliriz. Bu insanlarımızın hala zihinsel göçü gerçekleştiremediğine şahit oluyoruz. Bu ruh hali çocuklara yansıdığından dolayı gençler bir kaç bölünmüşlük birden yaşayabiliyorlar. Bu durum gençlerin çoğu lümpenliğe çıkan alt kültür arayışları içine girmesine sebep olabilmektedir.

Bir araştırma (Yeni Özgür Politika 1 Ekim 2011) değişik ülkelerde yaşayan göçmenlerin yaşadıkları sorunları önem sıralamasına göre şöyle sıralamış: Kültürel uyumsuzluk, yabancı görünme duygusu, sosyal iletişimsizlik, içe dönük yaşamak, bulunduğu ülkede günlük yaşamdaki iletişim diline hakim olmamak, umut zayıflığı, kendisine güvenmemek ve ötekileştirildiğini düşünmek.

Ben kavram olarak da entegrasyon kelimesini olumlu bulmuyorum. Demokratik entegrasyon kavramını tercih ediyorum. Çünkü entegrasyon, hem genelde dile ve çalışma koşullarına sıkıştırılmış durumda hem de Batı’da egemen olan bireyci burjuva yaşama uyum sağlamayı ifade etmektedir. Demokratik entegrasyonda asıl olan ise dayanışma içinde, birlikte yaşamaktır. Dayanışmayla anlatmak istediğimiz, burjuva kültürüne alternatif olan insan ilişkileri yaratmaktır. Cemaatçi, feodal dernek dayanışmaları burjuva düzen ilişkilerine göre şekillenmektedir. Buralarda parasal zenginliğe ve güce göre ilişkiler yürütülmektedir. Bu anlayıştan köklü bir kopuş olmadıkça gerçek anlamda dayanışma ilişkileri yaratmak mümkün değildir.

Demokratik entegrasyon, göçmen toplulukların kendi içlerinde ve yerli toplumla birlikte, toplumsal meselelere çözümler üretme aktif çabasında olmak, olanakların birleştirildiği ve paylaştırıldığı ilişkileri yaratmaktır. Bireysel ve bencil yaşam anlayışından sıyrıldığında insanların nasıl daha gelişkin bir toplumsal seviyeye yol aldığı görülecektir.

Çok dilli ve çok kültürlü ortamda yetişen çocuklar için benlik saygısının gelişimi son derece önemlidir. Sağlıklı gelişmiş bir kültürel benlik, farklı kültürel değerlere sahip olan ortamlarla iletişim kurmayı kolaylaştırır. Çocuklarda sağlıklı bir kültürel benlik yerleşmezse, kendilerine güvenleri azalır, kendi kültürel değerlerini kaybedecekleri korkusuna kapılabilir ve kendi değerlerine sıkı sıkıya sarılarak, yaşadıkları toplumdan uzaklaşıp içlerine kapanabilirler. İki kültür arasında cinsiyet rolleri, disiplin anlayışı, kendine güven gibi değerlerin farklılığı aile ve okulda verilen değerlerin çatışmasına yol açabilir. İki kültür arasında birbirini anlamaya açık bir iletişim içinde olmayan çocuklarda, kişilik ve uyum sorunları yaşanabilir. Bu durum çok kültürlü ortamda yetişen çocukların, diğer kültürlerden gelen çocuklarla iletişim kurmalarına engel teşkil edebilir ve problemli çocuk sayısının artmasına neden olabilir.

Çoğunluk toplumunun dilini, yaşam tarzını, bir başka deyişle o toplumun normlarını öğrenmeye açık olmayan göçmenlerin kendilerini 40 yıl sonra hala yabancı hissetmeleri ya da yabancı muamelesi görmeleri gayet doğaldır. O halde iki yol var ya kendi kültürleri içine kapanıp, çoğunluk toplumundan izole bir şekilde yaşamaya çalışacak ya da kendi kültür değerlerini tabulaştırmadan diğer kültürlere açılacak, toplumdaki yaşamı birlikte düzenlemeye, sentezler yoluyla yeni bir kültür yaratmaya çalışacaklar. Birinci yol belki de en kolay olan yol, ama yanlış olduğu kesin. Doğru, ama zor olan, ikinci yoldur. Bu çoğunluk toplumu için de desteklenmesi gereken bir yoldur.

Avrupa’da yaşayan gençlerin kültürel kimliklerini korumaları, ötekileşmeden ve asimile edilmeden yaşadıkları toplumun kültürüyle sentezler geliştirmeleri Avrupa toplumu için de sağlıklı bir gelecek demektir.

Çocuklarımıza yardımcı olabilmek için her şeyden önce kendimiz yaşadığımız toplumun sorunlarına daha ilgili olmamız gerekir. Çocuklarımızın hayatı sorgulayıcı ve eleştirici yetişmeleri için kendimiz hem içinden geldiğimiz topluma hem de yaşadığımız topluma eleştirici ve sorgulayıcı bakabilmeliyiz. ”Bu toplumda para, güç ve kariyer kazanacak bir yer tutayım, en önemlisi budur”, demek sorumsuzluktur. ”Çocuklarımız burjuva toplumu içinde sağlam bir yer edinsinler” tutumu hem çocuklarımıza hem de yaşadığımız topluma karşı sorumsuzluktur.

Bireycilik bazılarını geliştirebilir. Ancak bireycilik yoluyla sağlanan gelişme daima sağlıksız gelişmedir. Dayanışma ise herkesi birden geliştirir. Çözüm ”Gemisini kurtaran kaptandır”, ”Her koyun kendi bacağından asılır” anlayışına dayanan bireyci kültüre karşı dayanışmacı kültürü geliştirmekte yatıyor. Bunun için her şeyden önce birbirimize karşı rekabetçi, sevgisiz ve sorumsuz tutumlarımızı sorgulamalıyız. Bunlar bize çok büyük zararlar veriyor. Hele hele bu tutumlarımızı çocuklarımıza empoze etmekten kesinlikle uzak durmalıyız. Çocuklarımız arasında rekabeti değil dayanışmayı ve birbirine karşı sevgi, sorumluluk ve güven ilişkilerini geliştirelim. Bireysel çözümlere kilitlenip birbirimizen kaçmak yerine çocuklarımızın geleceği için bir araya gelmemiz anne-baba sorumluluğumuzun gereğidir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.