“Barut, toz ve ihtilaldi hepten”

1
1214

İnönü Alpat

Turgut Uyar’ın “Temmuz’da bir serçe kalkar Sakarya’dan / Ağustos’ta kartal döner” dediği günden bu yana yoksunluk, yoksulluk içindeki bir ulusun kurtuluş savaşını nasıl başardığını sual ediyoruz.

Nasıl başardığını biliyoruz aslında. Okuyarak büyüdük. Ülke ülke ezberledik. Ulusal kurtuluş ateşini yakanların, o ateşi tutanların isimlerini hafızamıza kazıdık.  

“Susuşun sualdir bizlere” diyor şair. Cumhuriyet değerlerinde açılan gediklere bakıp efkârlanıyor belki de, kim bilir. Devrimcilerin yoktur ama şairlerin hakkı vardır efkârlanmaya.

Şairler efkârlanır, devrimciler bilenir. Bilenenleri tanıyoruz. Sayın derseniz, sayarız isimlerini. Uzak Asya’dakileri de biliriz, Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan memlekettekileri de, Latin Amerika’dakiler de vardır hafızamızda kara Afrika’dakiler de.

Yoksul ve mazlum bir halkın emperyalizme ve kimi koçbaşı ülkelere meydan okumasının, ulusal kurtuluş mücadeleleri tarihinde bir dönüm noktası olduğunu ve sonraki, daha sonraki yıllarda Amerikan emperyalizmin işgaline maruz kalan ülkeler için emsal teşkil ettiğini biliyoruz.

Şimdi kim iddia edebilir, Vietnamlı Komünistlerin Fransız işgalcilere karşı 1945’te “serçe”, 1954’te “kartal” olmadığını. Şimdi kim iddia edebilir Vietnam’da devrimcilerin 1965’te “serçe”, 1975’te “kartal” olmadığını. 

Şimdi kim iddia edebilir Turgut Uyar’ın bu dizeyi bütün mazlum milletler için yazmadığını.

Ağustos’ta kartal dönenlerin ispatladığı budur işte. Yedi düvel de olsa karşınızdaki, karşınızdaki tam teçhizatlı 500 bin asker de olsa kazanacaksınızdır. Çünkü tarih böyle yazılacaktır.

Tarihin yazıcılarından İsmet İnönü “Anadolu insanı, dünyanın bütün ateşleri başına yağarken, varlığı hazin bir kuşku altındayken, yalınayak ve sopayla istilacılara karşı mücadeleye çağrıldı” diyecektir. 

Tarihin taşıyıcılarından Ho Chi Minh “Tüfeği olanlar tüfekleri, kılıçları olanlar kılıçları, kılıçları olmayanlar küçük çapa ya da sopalarıyla savaştı” diye devam edecektir.

Uzak Asya’dan Latin Amerika’ya, oradan Ortadoğu’ya ne kadar çok örnek vardır kim bilir ve hepsinin ilki bu ülke topraklarında yaşanmıştır. Pek çoğuna Komünistler önderlik etmiştir. Ülkemizde önderlik, Mahir Çayan’ın  “Kemalizm soldur; millî kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur” şeklinde tanımladığı Kemalistlerdedir.

Şimdi bizim mesafeli yaklaştığımız, netameli konu diye üzerinden atladığımız, yeri geldiğinde dudak büktüğümüz, en iyi ihtimalle yok saydığımız veyahut olumsuzlamak için yedi dereden su, yedi tepeden kar taşıdığımız, ulusal kurtuluş tarihinin ilk adımı bu topraklarda atılmış, emperyalizme karşı ilk zafer bu topraklarda kazanılmıştır. Ve yine bu topraklarda, bundan tam 100 yıl önce Cumhuriyet fikri hayat bulmuştur. Bunun üzerinden atlanarak ne tarihi anlamak mümkündür ne de bugünkü gerici kuşatmayı yararak geleceği kurmak. Biz, gericilerin kırıntısına bile tahammül edemediği Cumhuriyet’in değer ve kazanımlarını anlayacağız, tartışacağız, eleştireceğiz, aşacağız ve bütününü hak ettiği mertebeye taşıyacağız. Evet bunu biz yapacağız. 

Daha önce yaptık, yine yapacağız.

Şimdi, bugüne bakmadan düne dönelim. Yani kökümüze uzanalım. Devrimci hareketlerin filiz vermeye başladığı yıllara gidelim. ‘68 devrimci kuşağına dokunalım. Görürüz ki Turgut Uyar’ın “susuşun sualdir bizlere” deyişinin anlamını çözenlerin, bir bakıma şair gibi kendisini çaresiz hissetmeyenlerin başkaldırısı karşılar bizi. 

Evet şimdi bugüne dönüp bakalım. 30 Ağustos’tan kim rahatsızlık duyuyor, kim içini boşaltmaya ve onu antiemperyalist içeriğinden arındırmaya çalışıyor, kim antiemperyalizmi arkaik bir akım olarak görüyor, bunu tespit edip safımızı belirleyelim. Bunu yaparken “düşmanın” hangi noktaya vurmaya çalıştığını da görelim. Anlaşılması zor değil bunun.  İnce bir taktisyenlik de gerektirmez. Bildiğin “somut durumun somut tahlili” gereğidir ve bu işin üstadı yüz yıldır sosyalistlerdir.

Saflar ayrıldığında görülecektir ki 30 Ağustos’tan duyulan rahatsızlık, kuruluş dönemi değerlerinden duyulan rahatsızlığın bir yansımasıdır. Yani bağımsızlıktan, laiklikten, kadın haklarından, bilimsel eğitimden, kamuculuktan kim rahatsız oluyor ve kim bu değerleri memleketten söküp atmak istiyorsa onlar aynı zamanda 30 Ağustos’u yok saymaktadır. Mustafa Kemal Atatürk 30 Ağustos’u “Bu hâdisenin tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük, ne feyizli bir inkılap olduğunu izaha lüzum görmem” şeklinde tanımlayarak, bunun bir “savaş”la sınırlı olmadığına dikkat çekmiş ve içinde bulunduğumuz saflaşmaya o günden işaret etmiştir. Yazının başlığına yerleştirilen Turgut Uyar dizesi de Atatürk’ün bu sözünün edebi anlatımından ibarettir:  “Ben o yılların macerasından geldim/ Barut, toz ve ihtilaldi hepten.”

Şairin “barut, toz ve ihtilaldi hepten” diye tanımladığı dönem sadece bu ülkenin değil aynı zamanda bu ülkenin devrimcilerinin de tarihidir. Hiç şüphe yok ki bu tarih aydınlanma odağı olan Köy Enstitüleri’ni, ‘68 başkaldırısını ve devrimci yerel yönetim deneyimi Fatsa’yı kapsayarak ilerlemiş, ne yazık ki alınan ağır yenilgilerle “kutsal isyan” bastırılmış, Cumhuriyetin kurucu liderlerinin “Ortadoğu batağından” çekip aldığı ülke ne yazık ve ne acı ki İslamcıların egemenliğine girmiştir. 

Yazı burada bitmeyecek tabii ki.

Çünkü Nâzım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı’nda dediği gibi “Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair.” Çünkü “topraktan ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geliyor.” 

1 Yorum

  1. İnönü Alpat’ı yürekten kutlarım. Bugün belirleyici olan Emperyalizme, paralı askerlerine, adı ne olursa olsun, işbirlikçilerine “ama”sız karşı çıkmak ve Kemalist devrimi tamamlama mücadelesine kararlı katılmaktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.