CEVAHİRLER YÜKSEKTEN UÇAR

0
804

Selçuk Şahin Polat

Bugün 1 Haziran! Bugün, zalimlerin mutlu günü! Cevahir’i, İstanbul Maltepe’de uzaktan ve hiçbir uyarı yapmadan kalleşçe aramızdan aldılar. Çoğu arkadaşım aynı hain tuzaklar ve suikastlerle yok edildiler. Onu ve diğer tüm arkadaşlarımı anmak ve onları sizlere tanıtmak, benim için gurur verici.

1968-1970’li yılları yaşayanlar, toplumdaki dayanışma-paylaşım-birbirine sahip çıkma-sevgi vb. değerlerin ne kadar yaygın ve gelişmiş fakat baskılar karşısında sürdürülebilir olmadığını da bilir. İşte bu doğal ve toplumcu sosyal özellikler, toplumdaki geri çekilmenin aksine, devrimci gençler arasında, devletin ve de onun örgütlediği sivil güçlerin tüm baskı ve terörüne-öldürmelerine, kıyımlarına rağmen, mücadeleden hiç geri adım atmadı ve giderek zirveye ulaştı. Tek eksiğimiz kitlelerle olan sürdürülebilir, köklü ilişkilerimizin olmamasıydı. Evet, iddia ediyorum; o dönemde ölümü göze alan biz gençler, komünist toplum insanın olması gereken özelliklerini, genel anlamda taşıyanlardık. İşte Hüseyin Cevahir de onlardan biriydi ve bu konuda hepimize örnek bir yoldaşımızdı.

Onunla nasıl tanıştım, onu ne kadar tanıyorum ve birlikte neler yaşadık? Tüm bunlara geçmeden önce onun ve dönemi yaşayan bizlerin neden yüksekten uçtuklarını kısaca anlatmam gerekecek. Kartala musallat olan karga, onun geniş sırtına konarak, gagalamaya ve bir şeyler koparmaya çalışır. İlginçtir, kartal onunla hiç ilgilenmez. Hâlbuki kargayı bertaraf edecek gücü ve zekâsı vardır. Ama enerjisini onun için harcamaz. O, sürekli havalanarak uçmasına devam eder. Kartal öyle bir yüksekliğe çıkar ki karga hava almakta zorlanır ve bir müddet sonra tepe takla düşer. Belki de ölmüştür. Yani demem odur ki: bizim kuşağımızdaki devrimcilerle uğraşanlar, kim olursa olsun, sonları kargadan farklı olmayacaktır. İşte Cevahir, bu kartalların içinde en öndeydi.

MAHŞERİN BEYAZ ATLISI adlı anı kitabımda, Cevahir ile ortak mücadele yaşamımı genel olarak anlattım. Fakat önemsiz diye belki ele almadığım ayrıntıları burada dile getirmek istiyorum.

FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) ve Dev-Genç üyesi gençler olarak bizler; 1970 sonu 1971 yılına kadar sayısız anti-faşist, anti-emperyalist eylemler içinde olduk. Ayrıca bu eylemlerin dışında bana göre özeleştiri yapmam ve yapmamız gereken işlerimiz de oldu. Bunlar, bir takım insanımıza polis diyerek işkence etmek, TİP’den kopuş sürecinde onların binaları ve toplantılarını basmak gibi az sayıda da olsa kabul edemeyeceğimiz eylemlerdi. Ben Cevahir’i, 19 Mayıs Samsun yürüyüşünde, Tuslog’un basılmasında, Ulustaki eski meclisin işgalinde, köy çalışmalarında, gerilla savaşımızda vb. eylemlerin içinde gördüm ama hiçbir zaman olumsuz etkinliklerimizde görmedim.

Cevahir’i 1970 sonlarına kadar yakından değil, eylemler içinde uzaktan tanışmışlığım vardı. Esas olarak ona Siyasal’ın yurdunda rastlıyordum. Onunla ilgili ayrıntılı bilgileri, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan ve bugün yaşayan arkadaşlardan alabilir veya internetten bunlara ulaşabilirsiniz. Ama benim onunla yaşadıklarım öyle pek sıradan olmayan ve çoğu kişinin yaşamadığı türden kısa ve öz ilişkileri kapsıyor.

Şimdi tarihini net olarak hatırlamadığım fakat 1970 sonlarında THKP-C’nin kuruluş toplantısından bahsetmeliyim. Bu toplantıda Cevahir de vardı. Onun ve birçok arkadaşın toplantıda olması kadar doğal bir şey olamazdı. Fakat bazı arkadaşlarımızın bu toplantıda olmaması beni şaşırtmıştı. Çünkü bu toplantı, geleceğe damga vuracak projelerin belirlendiği ve kuruluş iskeletinin kurulduğu temel önemde ki örgütsel bir adımdı. Bu açıdan bu toplantıda olmak benim için ölene dek taşıyacağım ve öldükten sonrada sönmeyecek olan bir meşale gibiydi. İşte Cevahir’i de bu açıdan değerlendirmiştim. Fakat ona, ben ve Ulaş ile birlikte gerilla askeri timinde görev verilmesi beni oldukça şaşırtmıştı. Çok iyi tanımamakla birlikte ben onu, yazar-çizer ve teorisyen statüsü içinde görüyordum. Askeri tim içindeki görevimiz bize gizlice açıklandığında, bu konuda bu türden bir şaşkınlık yaşadığımı belirtmeliyim.

Cevahir ve Ulaş ile birlikte 1970 Kasım-1971 Şubat sonlarına kadar birlikte oldum. Ulaş’ın liderliğinde sokakta (araba kaçırma-plaka değiştirme) tekniklerini öğrenirken, evde de (telsiz yapma ve dinleme-gizli evrak düzenleme-nüfus cüzdanı yapma vb. gibi) ayrıntılı eğitim yapıyorduk. Hüseyin’in soğuk karlı gecelerdeki sahadaki çalışmalarda pek görmüyordum. Bunun nedenini kimseye sormadım tabi ki. Fakat benim tahminim kalem ve silah tutan elinin bu tür işlere yatkın olmayacağı yönündeydi. Kitabımda olmayan fakat şimdi biraz daha iyi hatırladığım bir yaşanmışlığı aktarmak isterim. Bugün THKP-C Merkez Komitesi’nden bir arkadaşımız yaşadığı için belki de buna tanıklık edecektir. Merkez, bizi Çankaya taraflarında bir eve çağırmıştı. Teorik hazırlıklarından bir bölüm bitmiş ve bunu bizlere okuyacaklar ve görüşlerimizi alacaklardı. Sanırım Kesintisiz Devrim-I adlı çalışmaydı bu! Ben teoriye fazla önem vermeyen biri olarak, okunanları kös dinlemiş ve üzerinde herhangi bir yorum vs. yapmamıştım. Fakat içimizden biri (ki başka arkadaşlar da vardı bu toplantıda) bu okunan metin ile ilgili ya sorular sormuş ya da görüşlerini açıklamıştı. Ben bu kişinin Cevahir olduğunu düşünüyorum.

Sonuç olarak daha önceki yazdıklarımdan buraya bazı bölümleri almak istiyorum.

Geçen yıllarda ki anmalarımdan:

“Hiç unutmadığım ve hafızama adeta kazınmış olan bir başka anı ise, Mahir-Ulaş-Hüseyin ve benim Sıhhiye taraflarında ki bir evde ki buluşmamız olmuştur. Mahir benim İstanbul’a gelmem için, daha önce başlattığı görüşmelerine burada da Hüseyin ve Ulaş ile devam etmek istemişti. Mahir, anlattıklarımı önemsememiş şöyle demişti: ‘anlıyorum Vali’nin kızından dolayı gelmiyorsun’ dediğinde ben utanmışken, Hüseyin ve Ulaş’ın gülmelerini nasıl unutabilirim? Sonunda bu üç arkadaşa, gelmememin nedenlerini ayrıntılayarak tek tek anlattım (MAHŞERİN BEYAZ ATLISI adlı anı kitabımdan bu gerekçelerimi okuyabilirsiniz). Kendileriyle gelmemiş olmama üzülmüşler fakat ikna olmuşlardı. Anladım ki bu dörtlü buluşma, bir bakıma, beni ikna etme toplantısıydı. Vedalaşırken yaşadığım duygularımı, 2006 yılında kaleme aldığım bu kitabımdan aynen aktarmak istiyorum:

Mahir, Hüseyin ve Ulaşı o günden sonra görmedim. Çünkü bu konuşmadan sonra arkadaşlar eşyalarını alıçıktılar. Giderken, en azından benim için, hüzünlü bir vedalaşma oldu diyebilirim. Mahir ve Hüseyin’i bugün bile o gün odada konuştuğumuz zamanki yüz hatları ve bakışlarıyla hatırlamaya devam ediyorum.”

“Özellikle de gözlerde ki parıltı ve hüznü hiç unutamıyorum. Sadece onlarla çıktığımız devrim yolunda, daha sağlam ve doğru bir şekilde ilerleyerek, bu bakışların canlı kalmasını sağlayacağımı biliyordum ve zaten de öyle yapıyorum. Sanırım geçte olsa Hüseyin gibi olmak için bir çaba içindeydim. Kendimi aldatmayarak, dostlarıma yalan söylemeyerek, örnek olmaya çalışarak, okuyup araştırarak, her görüşe, her yanlışa ve gruba devrimci üslup ile yaklaşarak, iyi ve dürüst olan herkese ulaşıp dayanışma içine girerek, yanlışımı gördüğümde onu taşımayıp atarak, ezilen, yoksul ve ötekileştirilenlerden yana tavır alıp, kitle arasında ve gerici örgütler içinde çalışmayı gündeme alarak, iki yüzlülere yüz vermeyerek, her zaman örgütlülükten yana olarak, düzenle hiçbir bağ kurmayarak (düzenli hiçbir geliri olmayarak-yeni notum), 50 küsur yıldır sadece devrim için yaşayarak, düşmanın elindeyken hiçbir yerde ve hiçbir zaman, yoldaşlarımın başlarını eğdirmeyip, devrim sancağını hep yukarılarda tutarak, onların gözlerindeki o ışığı söndürmedim.

İşte bu nedenle, hala bana canlı ve de gülerek baktıklarını görebiliyorum!”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.