Doğan Baran
Dayanışmanın dönüştürücü ve kurucu etkisini, 6 Şubat’ta yaşanan büyük felaketten beri yaşantımızda daha derinden hissediyoruz. Yıllardan beri bize propaganda edilen “her koyun kendi bacağından asılır ” toplum tasavvurunun işlemediği; kolektif yaşamın, duygudaşlığın ve düşünce birliğinin olanaklarının da mümkün olduğu deneyimleyerek gördüğümüz bir şey. Dayanışma temelinde bir toplum hem mümkün hem de zorunludur. Bu yazıda dayanışmanın devrim ve demokrasi mücadelesindeki yerini ve Türkiye solunun deprem dayanışmasını tartışacağız.
Dayanışma bugün yaşadığımız toplumda belki de en “politik” olgulardan birisidir. Toplumun ve toplumsallığın parçalandığı ve insanın olana/bitene yabancılaştırılmaya çalışıldığı bir düzende öncelikli olarak bir itiraz ve isyandır dayanışma. Taraflarının birbirine benzerliği, kader ortaklığı sebebiyle de “lütuf”tan net şekilde ayrışır. İşte ondandır ki, Che’nin “ezilenlerin inceliğidir” şeklinde tanımladığı bu çaba, altında büyük bir empati, sevgi ve fedakarlık duygularını barındırır. Karşılığında bencil bir beklenti, alkışlanma isteği ya da benzeri farklı bir itki olmaz. En fazla arzulanan, dayanışma gösterilenin, bu denklemi algılaması isteğidir. Dönüştürücü ve kurucu özellikleri de burada yatar.
Dönüştürücüdür, çünkü toplumda özneler arasında yeniden bir diyaloğun temelini atar. Belki çok uzun süredir birbiriyle kapı komşusu iki kişinin, daha önce birbirine selam dahi vermekten kaçınan bu iki kişinin içerisine düştükleri kötü durumu beraberce anlamlandırıp, yaşamlarını yeniden organize edecek bağın oluşumunu sağlar. Ya da felaketten etkilenmiş yüzbinlerce insana umut yaratabileceğini düşünerek binlerce kilometre yol kat etmiş bir kişinin, hayatında ilk kez gördüğü insanlarla sanki onca yıldır tanışıyormuşçasına sıcak, samimi ve içten temasına yol açar. Kurucudur, çünkü bu diyalog, bizlere kanıksatılmış bu toplum yapısının ve ona uygun örgütlenmiş davranış biçiminin, kesintiye uğradığı ilk anda, ilelebet yürümemesi gerektiğini, bizim “birbirimize” ihtiyaç duyduğumuzu yeniden kavratır.
Eğer dayanışma, yukarıda anlatmaya çalıştığımız haliyle toplumun en alt kesimlerinin, mağdurlarının; geleceği karartılmış ve ellerinden alınmışlarının birbiriyle temasının ifadesiyse ve eğer solun asıl beslenmesi gereken yerin burası olduğunu hiç düşünmeden söyleyebiliyorsak, dayanışma pratiklerinin de devrimcilerin en temel çalışma alanı olduğunu kabul edebiliriz.
Zaten devrimci tarihimizin içerisindeki çok çeşitli örnekler, bunu tekrar tekrar kanıtlayacak cinstendir. Hak arama mücadeleleri, inşa edilen emekçi mahallelerdeki pratik (yani gecekondu direnişleri), işçi direnişlerine yaklaşım; yangın, sel, deprem gibi yıkıcı felaketlere karşı tutum ve yaşamın yeniden inşası çabası gibi sayısız örnek ileri sürülebilir.
Yakın zamanda yaşadığımız depreme karşı gelişen sol refleks de bu anlamda muhteşem örnek teşkil eder. Küçüğünden büyüğüne tüm kurumların olanaklarını, potansiyelini aşacak şekilde seferber ettiği; örgütlü-örgütsüz tüm devrimcilerin bir biçimde bölge halkı için varıyla-yokuyla harekete geçtiği; insanların birbiri için canını dişine takarak çalıştığı önemli bir süreçtir 6 Şubat’tan bugüne değin geçen zaman. Ta en başında, arama-kurtarma faaliyetlerinden tutun, depremzedelerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasına, bölgede yaşamın yeniden kurulmasından tutun göç etmek zorunda kalanların hayata adaptasyonuna kadar onca şeyde ismini sayamayacağımız kadar çok devrimci ve demokrat kurum ve kişilerin doğrudan müdahaleleri gün gibi açıktır. Bunlar, gösterilen pratiğin, pratiğimizin övünç duyulacak yönleridir kuşkusuz.
Öte yandan amacımız eğer bir sol “propaganda” değilse, gerçekliğimize eleştirel yaklaşmanın da gerekliliği açıktır. Solun dağınıklığı ve parçalanmışlığının deprem dayanışmasına doğrudan yansıdığı da tüm bu güzelliklerin yanında kolayca görülebilir. Yaşanan büyük felakete karşı birlik olamayışımızın, “BİZ ne yapabiliriz” demek yerine “önce BENİM grubum” anlayışının yansıması ve sonuçları, bizi bir alternatif oluşturma çabamızın çok gerisine düşürmektedir. Sonuç, gerçek bir halk çalışması yerine grup propagandasının, yaratabileceğimiz büyük kuvvetin yerine küçük ve geçici etkilerin, önleyici bir hareketin yerine yalnızca “yaraları saran” tarzın gelişimine neden olmaktadır. Oysa yapabileceklerimiz, başarılarımızın çok daha ötesindedir.
Kuşkusuz solun birliği, tek tek grupların olağanüstü gayretler sergiledikleri pratiklerin ötesinde bir dönüşüme kapı aralar. Dayanışma çalışmaları, özelinde de deprem dayanışmasının işte bu sinerjinin yaratılmasına imkan sağlayabilecek bir şey olduğunu daha önce de yazmıştık. Ülkemizin, halkın kaderini değiştirecek bir yapıya ihtiyacı var. Böylece, gerek deprem bölgelerinde devam eden pratiklerin etkili şekilde beslenmesi, gerek İstanbul, Ankara gibi şehirlerde kurulan ancak zamanla sönümlenme noktasına gelen dayanışma gruplarının yeniden canlandırılması, gerekse de devlet kurumlarını ve kamu kuruluşlarını yaşanacak olası felaketlere karşı önlem almaya zorlayacak refleksin ve itirazın geliştirilmesi mümkün olur. Türkiye solunun bunu sağlayacak birikimi ve insan gücü fazlasıyla mevcuttur.
Büyük politik alan, güncel siyasete dair söylenecek sözler devrimciler açısından kuşkusuz yüksek önemdedir. Ancak eğer bu, işçi sınıfı ile ve ülkemizin ezilen, emekçi halkı ile, ölüme ve karanlık bir geleceğe mahkum edilenler ile gerçek bir dayanışma hareketi kurabiliyor isek anlamlı hale gelir.
Şimdi kendi tutumumuza ve yaptıklarımıza gelelim. Önce artılarımızı sonra da eksilerimizi ele alacağız.
Bizler, depremin üçüncü günü Hatay’a doğru harekete geçebildik. Oralarda kurtarma ve dayanışma faaliyetlerinde bulunduk. Depremzedelere temel ihtiyaçların gönderilmesi için ilişkilerimizle organize olduk. Yurt dışı ilişkilerimiz sayesinde dayanışma çalışmaları için paralar topladık, onları ulaşabildiğimiz derneklere aktardık. İşçi arkadaşlarımız, depremzede çocuklar için bir oyuncak kampanyası düzenledi. Topladıkları oyuncakları çocuklara götürdüler. Başta depremzede üniversite öğrencileri olmak üzere, ailesinde öğrenci olan 10’un üzerinde depremden etkilenmiş kişiye-aileye 1 yıllık burs kampanyası başlattık. Her ay onlara belirlediğimiz miktarda parayı gönderiyoruz. Bursiyer sayısını artırma gayretindeyiz. Göç etmiş aileler ile temas kurmaya, onların ihtiyaçlarını karşılamaya çabalıyoruz. Yapabileceğimiz şeylerin bu saydıklarımızdan çok daha fazla olduğunun farkındayız. Depremzedelerle dayanışma çalışmalarımız Hatay’a dayanışmaya giden arkadaşımız Serkan Yılmaz’ın işten atılması sonrasında Serkan Yılmaz ile dayanışma çalışmaları nedeniyle kesintiye uğradı. Bununla birlikte etkili bir kampanya sonucunda arkadaşımızın yürüttüğü direniş başarıyla sonuçlandı.
Şimdi de çok önemli eksikliklerimize dikkat çekeceğiz. Odak Dergisi daha depremin ilk gününden bu tarihsel felaketin sol güçlerin birliğini gerektirdiğini düşünerek Sol Parti ile ilişki kurdu. Bu düşünce doğrultusunda tüm solu zorlamamız gerekiyordu. Düşüncemiz ne yazık ki esas olarak Odak Dergisi’ndeki yazılarda, sol içindeki dar tartışmalarda ve kendi içimizdeki görüşmelerde kaldı. Başka önemli bir eksiklik ise halk inisiyatiflerini desteklemekte ortaya çıktı. Odak Dergisi halkın ileri kesimlerinde ortaya çıkan deprem dayanışması inisiyatiflerinin içine girip onların gelişmesine katkıda bulunma kararı aldı. Ankara’daki ve İstanbul Sarıgazi’deki deprem inisiyatiflerini pilot alanlar olarak saptadık. Ne yazık ki pratikte çok zayıf kaldık. Bu konudaki kararımızı daha güçlü çabalara dönüştürmek için seçimlerde Sol Parti’den Ankara ve İstanbul’da birer aday çıkardık. Alınan karar doğrultusunda harekete geçmemize bu da yetmedi. Bunlar saflarımızda çok önemli eksiklikler olduğunu gösteriyor. Türkiye solunun zayıflıklarını asıl kendi içimizde görüyoruz. Doğru ve iyi şeyler söylemek yetmiyor. Asıl sorun onları yapabilmektedir. Hareketimizin ve Türkiye solunun devrimci geleneği buna dayanıyor.
Çevremizin/grubumuzun olanaklarının, çabasının ilerisinde olanaklar yaratabilen, çok sayıda grubun çalışmasını da gözlemliyor ve sevinç duyuyoruz. Bu grup çabalarının bir biçimde desteklenmesi, birbirinden güç alarak daha çok büyüyebilmesi ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, daha anlamlı ve etkili şeylere neden olacaktır. Eksik kalmış olsak da, çabamızı buraya yoğunlaştırmak istediğimizi yeniden dile getirelim. Sosyalist hareket esas olarak grup perspektifiyle sınırlı düşünüp davrandığı için büyük felaket karşısında ne yazık ki tarihsel görevini yapamadı. Halk saflarında ortaya çıkan muazzam dayanışma azmini sol güçlerin içinde yer aldığı bir kitlesel seferberliğe dönüştüremedik. Bunu yapabilseydik çok güçlü bir dayanışma ortaya çıkardı ve bu dayanışma kamu kuruluşlarını ve hükümetleri kalıcı önlemler almaya zorlardı. Halka ve Türkiye soluna bu konuda yardım edebilmemiz için örgütlenmemiz ve devrimcileşmemiz gerekiyor. Devrimci hareket direnişçi olmalıdır ve örgütlenme yaratmalıdır. Devrimci hareket dayanışmacı olmalı ve devrimci bilinç yaratmalıdır. Eğitim ve Dayanışma Hareketi bu amaçla başlatıldı.
Ne halkın ne de solun kaderinin bu olduğuna inanıyoruz. Eksiklik de çare de bizde. Ülkemizde geleceğimizi kuracak bir dayanışma hareketinin, solun, solda birliğin gerekliliği her gün kendisini yeniden hissettiriyor. Bu doğrultuda kararlı ve ısrarlı çalışabilirsek, başarılı olacağımızın farkındayız. Hep beraber kazanmanın olanakları daha fazladır.