Deprem bilimci Savaş Karabulut ile söyleşi: “Depreme karşı halkın tek çözümü dayanışma ve örgütlenmedir”

0
1779

Deprem kuşağında yaşıyoruz. Bu gerçekliğe rağmen kentlerimiz, yaşam alanlarımız depreme hazırlıklı değil. İşin kötüsü, yönetenlerin de bu amaçlı hiçbir çabası da yok. Depremin ve doğal afetlerin “kader” olarak yutturulmaya çalışıldığı coğrafyamızda ne yazık ki halkın yapabilecekleri ise sınırlı. Fakat yine de, bu gerçekliği bilerek, örgütlenerek, yaşam alanlarımıza sahip çıkarak bir şeyler başarabiliriz. Deprem gerçekliğini, alınmayan önlemleri, riskleri ve en önemlisi bu gerçekliğe karşı bizlerin neler yapabileceğini Jeofizik Mühendisi, Sismoloji Doktoru, 675 sayılı KHK ile İstanbul Üniversitesi’nden ihraç edilen Akademisyen, Dr. Savaş Karabulut ile konuştuk:

ODAK: Yeniden unutulmaya, unutturulmaya çalışılsa da ülkemiz açısından depremin bir gerçeklik olduğunu biliyoruz. Yakın zaman önce bir deprem daha yaşadık, birkaç gün konuşuldu bitti. Nerden geliyor bu rahatlığımız? Türkiye’de devlet ve halk depreme çok mu hazırlıklı?

Savaş KARABULUT: Anadolu coğrafyasında sadece depreme karşı değil, diğer tehlikelere karşı da hazırlıklı hale getirilmiş durumda değiliz. Afetlere karşı hazırlıkta son rol halkın kendisinin olmalıdır. İlk görev ve sorumluluk ise aslında yönetenlerindir. Dolayısıyla potansiyel bir riskin, afet durumuna dönüşmesinin nedeni, yönetenlerin üzerine düşen görevlerini yerine getirmemeleri yani sorumluluklarını yapmamalarıdır. Yani bunu hukuki bir duruma benzeterek açıklayacak olursak; bir kamu suçu işleniyor, ceza ise ancak ölüm olduğunda veriliyor diye düşünebiliriz.

Doğal tehlikeler karşısında herhangi bir can kaybının yaşanması sonucunda bugüne kadar ülkemizde yargılanan kimler oldu? Yalnızca müteahhitler veya günümüzde iş sağlığı ve güvenliği uzmanları. İlk kez, 2011 Van depreminde halka “evinize girin” çağrısı yapan ve “gerekli önlemleri” almayan dönemin valisi, AFAD başkanı ve AFAD il müdürü yargılandı. Van depremiyle ilgili Anayasa Mahkemesi verdiği kararda, anayasanın 17. Maddesi olan“Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir”maddesine istinaden, devletin vatandaşın yaşama hakkını koruma yükümlülüğü olduğunun altını çizdi. 

Depreme hazırlık aşamasının ilk koşulu, depremden önce gerekli önlemleri almak ve herhangi bir can kaybı olasılığını ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Tabii yaşadığımız coğrafyada bunların hiçbirisi yapılmadığından, böyle bir önlemin günümüzde herhangi bir doğal/yapay/teknolojik afet için söz konusu olamayacağını söyleyebiliriz. 24-26 Eylül 2019 Silivri depremini kendi içinde özgün kılan da, medya kanallarına demeç veren siyasi iktidar temsilcisi veya bakanın, sorumluluğu doğrudan “halkın kendisine” yüklemelerine yönelik yönlendirmeleri oldu. Halkın temel sorunu ise, yaşam alanlarının depreme karşı hazırlıksız olduğunun farkında olmasına rağmen üstesinden gelecek ekonomiye sahip olmamalarıdır. 

ODAK: Dünyada depremler de öteki doğal olaylar da yalnızca ülkemizde yaşanmıyor. Örneğin deprem denilince Japonya akla gelir ve hep örnek verilir. Öteki ülkelerle karşılaştırma yapacak olursak, burada vatandaşın canı daha mı değersiz?

Savaş KARABULUT: Dünyada depremlerin en çok olduğu kuşak “Pasifik Deprem Kuşağı”olarak adlandırdığımız, Japonya’dan Avusturalya’ya kadar uzanan bölgelerdir. Hem büyükölçekli (8 veya 9 büyüklüğünde) depremler yaşanmaktadır hem de depremin neden olduğu tsunami, heyelan, yangın, kaya düşmeleri ve zemin sıvılaşması gibi problemlerle birlikte ciddi kayıp yaşanmaktadır. Örneğin 2004 Sumatra depreminde 300.000 kişi yaşamını kaybetmiştir. Meydana gelen ölümlerin en temel nedeni ise tsunami. 1995 Kobe depreminde ise depremde ölen kişi sayısı 2500 kişi civarındayken 5000’e yakın kişi yangın nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Ancak bu kuşak üzerindeki ülkelerin temel farkı; herhangi bir deprem veya doğal tehlikenin yaşanmasından sonra aynı bölgede, alınan önlemler sayesinde benzer sonuçların bir daha yaşanmaması. Gelelim Anadolu coğrafyasına. AFAD tarafından yayınlanan ülkemizdeki afetler listesi de incelendiğinde görülecek kiherhangi bir doğal tehlikenin aynı bölgede tekrar etmesinde benzer kayıpların yaşanıp durmuşve ders çıkarılmamış. Burada net olarak vurgulanması gereken husus ise bu coğrafyada “insan hayatının her dönem kıymeti harbiye’sinin olmaması”. Ülkemizdeki bilim insanlarının nerede ve ne büyüklükte deprem olacağını belirleyebildiği bir bilgi birikiminin olduğu ortamda, siyasal iktidarın ve belediyelerin gerekli önlemleri almaması, ihmalin devam ettiği anlamına gelir. Bu durum ise sadece emeğiyle, alınteriyle çalışan ve emekli olan vatandaşların, yani depreme karşı gerekli önlemleri alamayacak kadar düşük gelire sahip olan insanların karşı karşıya olduğu bir durumdur.

ODAK: Son on yıldan fazladır kentleşme ve kentsel dönüşüm gibi kavramları daha sık duyuyoruz. Hem de bir hükümet politikası olarak. Hadi eskiyi geçtik, yeni yapılaşmalarda sizce deprem gerçekliği dikkate alınıyor mu? Yoksa farklı şeyler mi önemseniyor?

Savaş KARABULUT: Şu konuda kesin bir hükme karar vermek gerek; kentsel dönüşüm amacına uygun kullanılmadı ve kentlerin % 1-4’lük dilimleri yenilemeye tabi tutuldu. AKP iktidarının önce, deprem gibi bir doğal tehlike karşısında politika geliştirip; 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” kanununu yayınlaması; daha sonra ise 3194 sayılı İmar Kanununa eklediği geçici 16. maddeyle, İmar barışı olarak isimlendirdiği ve afet riski olup olmadığını bile bilmediği yapılara “kayıt belgesi” vermesi birbiriyle tezat iki durum oluşturmaktadır. Ayrıca son yapılan bilimsel yayınlarda 2000 sonrasında inşa edilen yapılarınbile (2009’a kadar inşa edilen yaklaşık 180.000 yapıyı kapsıyor) ortalama %17’sinin orta ve ağır hasar alacağı tespiti yapılmışken, 1999 öncesi yapılan yapıların depreme karşı güvenli olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. 1999 depremi sonrası yayınlanan kanunla yapı denetim firmalarıyla tabiri caizse patron-işçi ilişkisi oluşturmuş müteahhitlerin, denetimsiz ve kontrolsüz yapılarının güvenli olduğunu söylemenin doğru olmadığını söylemek de doğru olmayacaktır. Ekonominin canlanması için sadece politik bir argüman olarak kullanılan “kentleşme” ve “dönüşüm” süreçlerinin, kentte yaşayan emekçilerin ve emeklilerin % 95’ine hala uğramadığını söyleyebileceğimiz gibi, asıl önemsenen konunun ise sermayenin talepleri ve kar hırsı için rant politikaları olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

ODAK: Büyük bir deprem olsa, halk neyle karşılaşacak? Yağmalar, talan, salgın…

Savaş KARABULUT: Marmara denizi içinde büyük bir depremin yaşanma riski özellikle son Silivri depremleriyle birlikte 1-5 yıl kadar öne geldi. Çünkü Silivri depremi, Orta Marmara Çukurluğu ve Kumburgaz Basenine ek enerji transferine neden oldu. Büyük depreme karşı çaresizce bekleyen emekçi kent sakinleri ise ne ile karşılaşacağının bir provasını, Silivri depreminde yaşadı. Çaresizliğin getirdiği korku ve yıkılacak binalarınınaltında kalmamak için panik yaşadılar. Yapılan istatistiklere göre depremler sırasında size ilkel uzatan kişilerin %74’ünün enkaz altında kalan kişi(ler)in komşuları olduğu ve devletin katkısının %20’ler civarında olduğu gerçeği karşısında, tek çözümün komşunla birlikte depremden önce örgütlenmek olduğunu söyleyebiliriz. Öncesinde uzatmadığın her el, güvenli yaşam alanlarının oluşturulması için uğraşmadığın her an, depremden sonra yıkılabilecek binanda daha fazla zorluklar çekmene belki de kurtulmanı imkansız hale sokmaya neden olacaktır. Bu nedenle dayanışmayı bugünden, depremden önce kurmak son derece hayatidir.

ODAK: Depreme karşı halkın yapabileceği dayanışmadır, diyebilir miyiz? Bizlerin canı önemsenmiyor ise, neler yapabiliriz?

Savaş KARABULUT: Yukarıdaki cümlelerde de ifade edildiği üzere depreme karşı en ivedi ve öncelikli tedbir, öncesinde alınan önlemlerin sağlanmasıdır. Sadece evlerimizin değil, işyerlerimizin, ulaşım ağımızın, toplanma/barınma alanlarının, enerji nakil hatlarının, su, beslenme vb. tüm gereksinimlerin planlanması, uygulanması ve belirli periyotlarla tatbik edilmesi gerekmektedir. Siyasi iktidarların bugüne kadar bu işi çözümsüz bırakmaları karşısında, kooperatifleşme gibi bir seçenekle ortam yaşamı en baştan kurmanın yolları en lokal bazda tartışılmalı ve hayata geçirilmelidir. Kaybedecek zaman kalmamıştır. Çözüm ise omuz omuza verip, birlikte kentlerimizi güvenli kılmaktan geçmektedir.

Savaş Karabulut Kimdir?

Savaş Karabulut, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Sismoloji Anabilim Dalında 18 yıllık öğretim üyesi iken 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. Neden ihraç edildiğini, “Üniversitede bilim insanı kimliğine yakışır davranışlarım, akademik özgürlüğe olan düşkünlüğüm, iş güvencesine karşı beraber ihraç edildiğim güzel arkadaşlarımla olan emek mücadelem ve bir jeofizik mühendisi olarak deprem başta olmak üzere birçok konuda ürettiğim bilimsel/mühendislik bilgisini toplumla paylaşıp, siyasi iktidarın bizleri köle etmek istediği kent politikalarını eleştirdiğim için ihraç edildim” sözleri ile açıklıyor. İhraç edildikten sonra da mücadelesine devam etti. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Avcılar’dan “Halkçı Belediyecilik” anlayışı ile bağımsız Belediye Başkanı adayı oldu.  Halk için bilgi ve bilim üretme çabasına duraksamaksızın devam ediyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.