Ekim Devrimi 101 Yıl Sonra

0
1802

Bu yazıda Ekim Devrimi’nin tarihsel başarı ve başarısızlıklarını, zaaflarını tartışacak ve buradan günümüze bakacağız.

Nazım Hikmet’in “Yirminci Asra Dair” adlı ünlü şiiri 1900’lü yılların sosyalizm lehine sonuçlanacağına çok güçlü bir inancı ifade ediyordu. Şiirde şimdi yatıp yüz yıl sonra kesin gelecek olan güzel dünya için uyanmak  şeklimdeki kaytarıcı fanteziyle  o dünyanın kurulması için mücadele etmek devrimci tutumu yan yana getiriliyordu. Nazım Hikmet bu iki düşünce karşısında “Ben kaçak değilim” diyerek çağının sorunlarını omuzlamayı savunuyor; hem “sefil” ve “yüz kızartıcı” hem de “cesur, büyük ve kahraman” olarak tarif ettiği yirminci asrın insanı olmaktan ve 20nci yüzyılda sosyalizm tarafında mücadele ediyor olmaktan gurur duyduğunu yazıyordu. Şöyle bitiyordu şiir:

“ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır

(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem),

senin gözlerin gibi, Hatçem,

güneşli olacaktır…”

Bu şiir Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası tarafından işgal edildiği günlerde, 12 Kasım 1941 tarihinde, mücadele azmini ve sosyalizmin zaferine olan kuvvetli inancı dile getiriyordu. 1 Eylül 1939 tarihinde Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Nazi Almanyası daha sonra Danimarka ve Norveç’i işgal etmişti. Aynı günlerde Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Fransa 1 ayı az aşan bir süre içinde Nazi Almanyasına teslim olmuşlardı. Hitler Almanyası-Faşist İtalya İttifakı Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ı yanına almış; Arnavutluk, Yugoslavya ve Yunanistan’ı işgal etmişti. Finlandiya Nazilerin safına geçmiş ve Nazi Almanyası ile bir olup Baltık ülkelerini işgal etmişti. İşte insanlık tarihinin böylesine kapkaranlık günlerinde bile sadece Nazım değil milyonlarca insan sosyalizmin zaferinden çok umutluydu ve ölümüne mücadeleye hazırdı. Nazizm işte o milyonlarca umutlu, inançlı insanın kendisini feda etmesi sayesinde yenilebilmişti.

Ekim Devrimi’nin anlamı

Ekim Devrimi Birinci Dünya Savaşı’nın yakıp yıkmış olduğu azgelişmiş ve yarı-feodal bir ülke olan Çarlık Rusya’sında Kasım 1917’de gerçekleşmişti. Zamanın Rusya takvimiyle ekim ayı içinde gerçekleştirildiği için ismi Ekim Devrimi kaldı.

Devrim ekonomik, sosyal ve kültürel olarak geri ve sosyalizmi kurmanın hayal bile edilemeyeceği bir ülkede gerçekleşmişti. Zaten Bolşevikler iktidarı almaya karar verirken Rusya’daki devrimi Avrupa’da devrimlerin izleyeceğine güveniyorlardı. Birinci Dünya Savaşı bütün emperyalist ülkelerin devletlerini çok yıpratmıştı. Rusya’daki devrimciler iktidara el koyarak atacakları devrimci adımın Avrupa devrimlerini tetikleyeceğini ve ardından da sosyalizmi Avrupa proletaryası ile birlikte kuracaklarını düşündüler. Ancak beklenen Avrupa devrimi gelmedi. Ekim Devrimi’nden 1 yıl sonra Almanya’da yaşanan devrim teşebbüsü ve Avrupadaki başkaca daha zayıf girişimler burjuvazi tarafından kolayca bastırıldı. Avrupa burjuvazisi duruma hakimdi ve devrimlere izin vermedi. Ekim Devrimi hem tecrit edilmiş hem de emperyalizm tarafından kuşatılmıştı.

Devrimci teori sosyalizmin bolluk yaratabilecek ileri bir ekonomik ve teknik temelin üzerinde, halkın sosyalist bilince ulaşmasına elveren kültürel gelişkinlikte ve işçi sınıfının da devrime önderlik edecek sosyal gelişkinlik düzeyinde olduğu koşullarda kurulabileceğini söylüyordu. Oysa Rusya’da nüfusun büyük çoğunluğunun okuma yazması bile yoktu. Rusya bir köylüler ülkesiydi, demokrasi yüzü görmemişti ve orada padişahlığa karşılık gelen bir çarlık rejimi vardı. Zaten zayıf olan sanayi, savaş yüzünden yıkılmıştı. Üstelik insanlar savaş yıkımı yüzünden açlık ve sefalet içindeydiler. İktidar, emperyalist savaşta yenilmiş Çarlığın çaresiz bir anında ele geçirilmişti ama Çarlık rejiminin devlet cihazı hala ayaktaydı. Çarlık orduları cephelerden dönünce çok büyük bir iç savaş yaşandı. Batılı ülkeler iç savaşta Bolşeviklere karşı (İktidarı alan devrimcilere Bolşevik adı veriliyordu) haliyle iktidarı kaybeden burjuvaziyi ve Çarlığın generallerini desteklediler. Bolşevikler kısa zaman sonra Rusya’daki diğer sol güçlerle de çelişkiye düşerek yalnız kalacaklardı.

İktidarın sosyalistler tarafından alınmasından hemen sonra emperyalizm tarafından desteklenen Çarlık güçleri ve burjuvazi ile başlayan kıran kırana iç savaş kısa zamanda diğer sol güçlerle de savaşa dönüştü ve giderek devrimin liderliğine, Bolşevik Partisi içine sıçradı. Lenin’in 1924 yılında ölümünden sonra Bolşevik liderler birbirlerine düşeceklerdi.

Ekim Devrimi işte böyle bir süreç içinde şekillendi. Bolşevikler önceden hiç hesapta olmadığı halde o zor koşullarda sosyalizmin kuruluşu için ekonomik, sosyal ve kültürel temelleri yaratmaya girişeceklerdi. Kurulan sosyalizm hayati kusurlar taşıyacak şekilde gerçekleşti. Yetmiş küsür yıl sonra çökmesinin sebebi bu kusurları oldu.

Ama Ekim Devrimi o kusurlu haliyle bile dünyada muazzam gelişmelerin önünü açtı,  dünyaya aydınlık ve ferahlık getirdi, ilerici insanlık için muazzam umut yarattı. Devrim iç savaşı kazandı ve emperyalist kuşatmaya direndi; Rusya’da cehaleti ve açlığı kısa zamanda yendi; çok hızlı bir ekonomik kalkınma gerçekleştirerek insanlara iş, ekmek, sağlık, eğitim, konut ve sosyal güvence gibi çok temel olanaklar sağladı. Devrim egemen güçlerde öyle bir etki yaratmıştı ki Avrupa burjuvazisi işçilerin Ekim Devrimi’nin tarafına geçmemesi için onların bir yığın demokratik hak ve özgürlüklerini kabul etti. Bağımlı ve sömürülen ülkeler Ekim Devrimi’nden destek alarak emperyalizme karşı mücadeleye giriştiler.

İlk büyük zaferi Sovyetler Birliği’nin müttefiki Kemalist hareket kazandı. Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’de sosyalizm, Kemalistleri tedirgin edecek denli büyük prestij kazanmıştı. Ekim Devrimi’nin yardımları sayesinde sömürge ve bağımlı ülkelerde yükselen mücadeleler sonucu klasik sömürgecilik sistemi çökecekti.

İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’ya çok kısa zamanda diz çöktürmüş olan Hitler orduları Kızıl Ordu tarafından yenilgiye uğratıldılar. Avrupa’nın ve dünyanın Hitler’den ve Mussolini’den kurtarılmasına Sovyetler Birliği ve onun müttefiki devrimci hareketler öncülük etti. İkinci Dünya Savaşı bittiğinde dünya coğrafyasının üçte biri Ekim Devrimi ile ortaya çıkan iktidar ve onun müttefiki olan sosyalist güçler tarafından zapt edilmişti. Sovyetler Brliği lideri Stalin dünyanın en prestijli insanı olmuştu. Sovyetler Birliği ABD’den sonra en büyük kuvvet haline gelmişti. Asya’da Afrika’da ve Latin Amerika’da anti-emperyalist mücadeleler yükseliyordu. Vietnam’ın emperyalist işgale karşı direnişi ilerici insanlığın gönlünü fethediyor ve Che Guevara “İki, üç daha fazla Vietnam yaratmalıyız!” diyordu.

Bu güzel gelişmelere rağmen yirminci yüzyıl ne yazık ki Nazım’ın ve ilerici insanlığın beklediği gibi sonuçlanmadı. Son gülen çok kötü güldü. Adına yeni-liberalizm denen, tekelci sermayenin açgözlü ve saldırgan ekonomik rejimi daha 1990’lı yılların başında zaferini ilan etti. Sağlanan zafere emperyalizmin simgesi olmuş ABD- İngiltere devletleri ittifakı öncülük ediyordu. Devrimle kurulmuş ve uzun yıllar dünyanın imrendiği ülke olan Yugoslavya Batılı ülkelerin yürüttüğü yıkıcı çalışmalar ile iç savaşa sürüklendi ve parçalandı. Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Doğu Bloku çöktü.

Dünya uzun bir karanlık döneme gömülürken ABD emperyalistlerinin muteber görüp lanse ettiği Fukuyama adlı bir yazar 1989 yılında yazdığı Tarihin Sonu adlı makalesinde insanlığın toplumsal ve siyasal gelişme yolundaki son durağına ulaşıldığını, devrimler çağının bittiğini ve artık özgürlük mücadelesinde kahramanlık döneminin geride kaldığını yazıyordu. O düşünceler solda da etkili olacak ve liberalizmi güçlendirecekti.

Çöküş sürecine biraz daha yakından bakalım.

Ekim Devrimi’nin zaafları ve çöküş süreci

Sovyetler Birliği’nin ve onun damgasını vurduğu sistemin yıkılması, beklenmeyen bir gelişme oldu. Bu çöküş ezilenlerin mücadele azmine indirilmiş büyük bir darbe oldu. İnsanlık yeni-liberalizmin peşine düşerek örgütlü mücadeleden kaçışıyordu. Zaten on yıllardır anti-komünist propaganda Batı’da “Stalin, Lenin, Troçki, Che Guevara ile Hitler özgürlüğün düşmanları katillerdir”, düşüncesini empoze ediyordu. Örgütün ne denli gereksiz ve zararlı olduğu düşüncesi eğitimde, bilimde, sanatta, edebiyatta vb çok yaygın ve derinlemesine işlendi. Örgütlülükten kaçış ortamında sendikalar ve ezilenlerin hak arama örgütleri adeta solmaya başladılar. Kolektif mücadelenin yerini bireysel kurtuluş çabaları aldı. Bu yaklaşım sosyalizme sızdıkça sol, direnişçi niteliğinden uzaklaştı ve liberalleşti.

Yaşananların bir başka ders çıkarma çabası, süreci Stalin sonrası üzerinde kurguladı. Bu yaklaşıma göre süreç Stalin sonrasında raydan çıkmıştı. Başka bir yaygın çaba Troçkist yaklaşımdı. Onlar ise karşı-devrim sürecinin Stalin’den geldiğini iddia ediyorlardı.

Yaşanan başarısızlık asıl olarak tarihsel zorlukların ürünüdür. Stalin ve Troçki hem devrime büyük katkılarda bulunmuş hem de ona zarar vermiş liderlerdir.

Ekim Devrimi ile kurulan iktidar, ülkenin ekonomik bakımdan geri ve demokrasi tecrübesinden uzak olması, cehalet, açlık, iç savaş, emperyalist işgal ve tehditler gibi devasa sorunlarla baş edebilmek için tekniğe, üretime, silaha, askere ve gizli polise önem verirken yoğunlaşılması gereken asıl alanı ihmal etti: Devrim yeni-insan ilişkileri geliştirerek, insanın insana yabancılaşmasını ortadan kaldıramadı. İnsanlar arasındaki ilişkilerdeki temel yol göstericilik, meta üretimi anlayışı temelindeki maddi teşvikler ve onun üzerinde ise bürokrasinin egemenliği oldu. Bu yüzden devrim, sosyalizmin özgürleştirici hedefinden uzaklaştı ve haliyle kapitalizme kalıcı bir alternatif sağlayamadı. Kurulan sistem bir tarz sosyal devlet kapitalizmiydi.

Ekim Devrimi’nin en zayıf yanlarından birisi, yeni-insan ilişkileri geliştirilmesi ile çok yakından ilişkili olan sosyalist demokrasinin ihmal edilmesiydi. Sendikalar ve devrim sırasında kurulmuş halk örgütleri olan sovyetler ve diğer demokratik kitle örgütleri partiye bağlandılar. Troçki, iktidarın işçilerden alınıp partiye devredildiği bu süreçte baştaki liderlerden biriydi ve o dönem partinin iktidarı tekelinde toplamasını Stalin’den daha fazla savunuyordu. Kitleler giderek iktidardan uzaklaştırıldıkça bütün iktidar partinin, merkez komitesinin ve en son da bir tek liderin elinde toplanacaktı. Devrimci iktidarın olağanüstü koşullarda savunulması çabası içinde gündeme gelen aşırı şiddet yüzünden toplumda bir  korku kültürü oluştu. Proletarya diktatörlüğü yerine parti ve polis devleti oluştu.

Bu süreçte partinin halkla ilişkisi büyük ölçüde, sorgulamayı ve eleştirici düşünceyi dıştalayan propagandaya dayandı. Devrimci iktidarın kitlelerle kurduğu ilişki manipülasyon temelinde gidiyordu. Halkın iktidarı sorgulama yeteneği geriletildi.

Devrim sadece Rusya’daki halk inisiyatifini ele geçirip onu parti iktidarıyla sınırlamakla kalmadı, bunu devrimci partilerin üye olduğu Komünist Enternasyonal örgütü aracılığıyla temel bir anlayış olarak diğer ülkelerin partilerine de yaydı. Sovyetler Birliği, dünya devrimini desteklemek için büyük fedakarlıklar etmişti ama Parti işçi sınıfı iktidarı yerine kendi iktidarını temel alınca bu tutum onun dünya devrimine yaklaşımı da etkiledi. Devletle bütünleşen Sovyetler Birliği Komünist Partisi, SBKP, kendisini dünya devrimci hareketinin merkezi saydı ve bütün devrimci hareketleri kendisine bağladı. Devrimci enternasyonalizmin yerini hegemonyacı büyük devlet  politikaları almaya başladı. Örneğin Doğu Almanya, Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerde yapılan devrimler başarılarını Kızıl Ordu desteğine borçluydular. Bu deneyim Afganistan’da tekrarlanınca çok kötü sonuçlara yol açacaktı. Diğer partiler giderek SBKP’nin propaganda araçları haline geldiler. İçeride bürokratlaşan devrim dışarıda giderek emperyalizme karşı mücadeleyi “barış içinde bir arada yaşama” aldı verilen, dünya kapitalist düzeniyle uzlaşma politikasına dönüştürdüler. Bu politikalarla SBKP Türkiye’deki TKP gibi sınıf uzlaşmacı ve reformist partileri tercih eden bir duruma gelecekti.

1980’lerin sonlarında 1990’ların başlarında  gerçekleşen karşı-devrimlere direniş olmadı. Çünkü artık ayrıcalığa ve adaletsizliğe bulaşmış olan iktidardaki bürokrasi halka yabancılaşmıştı ve sevilmiyordu. Halkın kendisi sosyalist bilinçten uzaklaşmıştı. Çoktan beri iktidardan dışlanmış olan emekçi sınıflar gelişmelere seyirci kaldılar.

Bazı Dersler

Bizce dünyanın ve ülkemizin içinden geçtiği bu dönemde Ekim Devrimi’nden çıkarılacak en önemli ders, devrimci örgütün ve devrimci mücadelenin önemidir. Reel-sosyalizm gerileyip çökünce dünya yaşanmaz duruma geldi. Yeni-liberalizm ezilenlerin bir araya gelmesini önlemek için sosyalist harekete anti-örgüt, anti-ideoloji ve anti-lider düşüncesini empoze etti. Bu düşünceler ezilenleri savunmasız bırakıyor.

Tarih gösterdi ki devrimci mücadeleyi geliştirmek için öncü parti zorunludur. Ekim Devrimi öncü partiyle yapıldı. Emperyalist kuşatma, iç savaş ve ekonomik başarılar öncü parti sayesinde kazanıldı. Nazizme karşı zafer öncü parti sayesinde kazanıldı. Sadece Rusya’da değil Çin’de, Vietnam’da, Küba’da vb bütün devrimci başarılar, faşizme karşı mücadelede sağlanan bütün başarılar öncü partilerin sayesinde gerçekleşti. Öncü partilerin kurulamadığı yerlerde hiçbir devrimci kazanım sağlanamadı.

Diğer yandan ise devrime liderlik eden öncü partiler giderek parti iktidarı kurdular. Öncü parti anlayışının gözden geçirilmesi ve onun özellikle Ekim Devrimi sonrası yaşanan bürokratik bozulmalardan arındırılması gerektiği açıktır. Bu anlamda devrimci örgüt sınıfı ve halkı mücadelenin nesnesi değil öznesi görmelidir. Sınıf ve halk hareketini manipüle etmeyi değil onun bir parçası, ileri unsuru olmayı esas almalıdır ve bu anlayışla kitlelerin kendi inisiyatifini desteklemeye çalışmalıdır. Devrimci eğitim ve devrimci bilinç, parti tarafından hazırlanmış fikirlerin insanlara empoze edilmesine değil devrimci eleştiriciliğe ve eşitler diyaloğu temelinde bir karşılıklı öğrenme sürecine dayanmalıdır (Bakınız Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi). Ezilenler bu mücadelenin, hem düşüncede hem de eylemde, aktörleri olmalıdır. Bilinçlendirme adı altında insanları propagandayla koşullandırma ve kitle hareketini manipüle etme anlayışı özgürlüğe değil örgüt iktidarına çıkar.

Sovyetler Birliği örneği gösterdi ki devrimci hareketin en büyük dayanağı onu savunacak örgütlü ve bilinçli insanlardır. Reel-sosyalizmin yıkıldığı ülkelerde insanlar birbirileriyle ve toplumla bireyciliği aşacakları bir ilişki içinde değillerdi. Sistem insanın insana yabancılaşmasını aşacak yerde onu kışkırttı. Bu hususu önce Mao sonra da Kastro ve Che eleştirdiler. Sonuçta ne siyasi polis ne de ordular devrimi savunmadılar. Devrimci hareket asıl dikkatini kapitalist toplumun yarattığı yabancılaşmayı aşacak ve sisteme alternatif yeni-insan ilişkileri yaratmaya ve bu temelde örgütlenmeye vermelidir.

Ekim devriminden çıkarılacak en önemli derslerden birisi de Türkiye devrimci hareketinin bağımsız çizgide gelişmesidir.

Sosyalizm tecrübeleri açıkça gösterdi ki başka partilerin yörüngesinde devrimcilik olmuyor. Sovyetler Birliği Komünist Partisi başka partileri kendisine bağladıysa bu diğer partilerin de katkısıyla oldu. Kısa yoldan başarılar sağlamaya ve kuvvet kazanmaya çalışan partiler SBKP’ye, Çin Komünist Partisi ÇKP’ye ya da Arnavutluk Emek Partisi AEP’ye yaslandılar. Sonra hepsi de hayal kırıklığına uğradı. Güçlü partilerin hegemonyacılığı ve onlara hayran olanların müritlikleri yüzünden sosyalist harekette muazzam bir bağnazlık gelişti. Devrimci eleştiriciliği yok eden bu bağnazlık nedeniyle sosyalizmin sorunları tartışılamadı.  Sovyetler Birliği Gorbaçov döneminde piyasa kapitalizmine geçerken bile onun takipçisi partiler ve devrimciler hala Gorbaçov’u savunuyorlardı. Reel-sosyalizm adı verilen ülkelerde yaşayan insanlar bu bağnazlık nedeniyle yaşadıkları sorunu sosyalizmden bildiler ve çıkış yolu olarak kapitalizmi gördüler.

Egemen partilere en ufak eleştiri, özellikle müritlerin kraldan çok kralcı tavırları nedeniyle anti-sovyetizm olarak görülüyordu. Hatta SBKP, ÇKP ve AEP gibi egemen partiler, yörüngelerinde tuttukları partileri kendi iç iktidar mücadelelerine alet ettiler. Bu yüzden örneğin Troçki on yıllarca hain ilan edildi, Troçkistler dünyanın her yerinde faşistlerle bir tutuldular, sosyalizm adına saldırılara uğradılar. Yugoslavya’da devrimci lider Tito, SBKP liderliği ile ayrı düştü diye emperyalizmin ajanı gösterildi. Kendilerini enternasyonalist sayan SBKP yörüngesindeki partiler ile ÇKP ve AEP yanlısı partilerin taraftarları arasında akıl almaz kavgalar gelişti. Bunlar sosyalist hareketin tarihinin utanç verici sayfalarıdır.

Devrimci eleştiricilik sosyalizmin ruhudur. Hiçbir devrimci parti hiçbir örgüt ve liderler devrimci eleştirinin üzerinde tutulamaz. Hiçbir devrimci örgüt kendisinden daha ileride ve başarılı diye başka ülkelerin deneyimlerini taklit etmemeli ve kendi politikasını kendisi belirlemelidir. Her ülkede devrim o ülkenin özgün dinamiklerine dayanarak gelişebilir. Türkiye devrimci hareketi doğruyla yanlışı kendi kafasıyla düşünerek bulmalıdır.

Devrim ve sosyalizm bugün daha çok gerekli

Ekim Devrimi ile kurulan sistemin yıkılmasının dünyaya barış, refah ve özgürlük getireceğini bekleyen liberaller ile büyük tehlikelere dikkat çeken sosyalistler arasında yaşanan tartışma 2003 yılında Irak’ın işgali sırasında bile devam ediyordu. Liberaller ABD’nin işgalci konsepti sayesinde diktatörlüklerin yıkılacağını vazediyorlardı. Bu yaklaşımla ve “Yetmez ama evet” olarak simgeleşen bir tutumla AKP-Cemaat ittifakını destekleyeceklerdi. ABD emperyalizminin attığı adımların barış ve huzur getirmesini bekleyenler daha sonra IŞİD ve Türkiye’de mevcut diktayla karşılaştıklarında bile neden o denli büyük hataya düştüklerini sorgulamadılar. Irak’ta Saddam’ın yıkılmasının ardından çoğu mezhep çatışmaları sonucu 3,5 milyondan fazla insan öldü. Emperyalistler Irak’ın mezhep çatışmalarına gireceğini bile bile ülkeyi işgal ettiler. Libya aynı akibet uğradı. Türkiye’de koyu bir mezhepçi rejim işbaşına geldi. Suriye’de mezhep çatışmaları tetiklendi. Büyük Ortadoğu adı verilen ve İslamiyetin çoğunluk olduğu ülkeler mezhep çatışmalarına sürükleniyor.

Ekim Devrimi’ni yaratan ihtiyaç şimdi daha fazla. Yoksulluk ve gelir adaletsizliğiyle mücadele kuruluşu Oxfam’ın belirttiğine göre 1997 yılında dünyada yaratılmış olan servetin % 82’lik bölümü en zengin % 1’lik kesimin cebine gitti. ABD’de bir CEO’nun 1 günlük kazancı, ortalama işçinin 1 yıllık toplam ücretine eşit. Gene ABD’deki en büyük 5 moda markalarından birinin bir CEO’sunun 4 günlük ücreti Bangladeş’teki bir tekstil işçisinin bir hayat boyu kazancına eşit. Sadece 8 insanın sahip olduğu zenginlik dünya nüfusunun yarısının sahip olduğu zenginliğe eşit.

Hızla gelişen ekonomiler arasında gösterilen Brezilya, Nijerya gibi ülkelerde sosyal adaletsizlikler ve yolsuzluklar skandal düzeyde. Buna tepki duyan ama çare göremeyen halk, Brezilya’nın başına bir faşisti seçti. Emperyalist ülkelerde de aşırı sağcı ve ırkçı partiler güçleniyor. Yeni-liberalizmin izole edip birbirine yabancılaştırdığı insanlar rekabet sistemi içinde altta kalmama mücadelesi yüzünden artan bir gerilim içinde yaşıyorlar. İnsanlar ortak bir gelecek için birlikte mücadele yolundan uzaklaştıkça milliyetçiliğin, dinciliğin ve dikta rejimlerinin önü açılıyor.

Kapitalist ülkelerin reel-sosyalizme karşı zaferi çok daha berbat bir dünyaya yol açtı. Halk kitleleri giderek daha çok güçsüzleşiyorken burjuva devletler daha baskıcı hale geliyorlar. Birleşmiş Milletler İklim Paneli’nin son raporuna göre, kapitalist sistemin yol açtığı küresel ısınma yüzünden geri dönülemez bir çevre felaketi hızla yaklaşıyor. Bu felaketi önlemek için insanlığın on yıl kadar az bir zamanı kaldı.

Ekim Devrimi tarihsel olarak çok elverişsiz bir ülkede yapılmış olduğu için erken bir devrimdi. Bu yüzden sağlıklı bir sistem kurma olanağını bulamadı. Ama iyi ki Ekim Devrimi oldu. İnsanlık onun sayesinde büyük kazanımlar ve deneyimler yaşadı. Sovyetler Birliği’nin çöktüğü 1990’lı yılların ardından dünyada ve özellikle 2000’li yılların başlarında Ortadoğu’da yaşananlar emperyalizmin ve kapitalizmin nasıl bir sistem olduğunu bir kez daha gösterdi. Karşı-devrim yirminci asırdan bile daha ”sefil ve yüz kızartıcı” bir dünyaya ve gericiliğe yol açtı. Bu sorunlardan kaçış imkansızdır. Yirmi birinci asır Türkiyesi Marks, Lenin, Mao, Kastro, Che, Hüseyin İnan, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakka gibi devrimcileri örnek alan umutlu, dürüst ve mücadeleci insanları bekliyor.

Hamza Yalçın

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.