Ekim Devrimi’nin yıldönümü

0
322

İşçi sınıfının ilk defa devlet aygıtının başına geçip, yani iktidarı alıp, onu yönetmeye başladığı an Paris Komünü’dür. Komüncüler, 71 gün iktidarda kalabilmişler.

Rivayettir, Lenin iktidara gelişlerinin yetmiş ikinci gününde, karlar üzerinde oynayarak, Paris Komünü’nden bir gün fazla iktidarda kalmayı başararak tarihe geçtik, diye sevinç gösterileri yaparak oyun oynamış derler.

Marx’ın, Fransız devrim tarihi üzerine üç önemli eseri vardır, bunlardan “Fransa’da İç Savaş” adını verdiği kitabında Paris Komünü’nün derslerini anlatır. Lenin’in, ”Marksizm’in Üç Bileşeni, Üç Öğretisi” başlıklı bir yazısı vardır; bu yazıda tarihi materyalizmi anlamak isteyenlerin hatta Marksizm’i anlamak isteyenlerin bu kitapları etüt etmeleri gerektiğini söylediği için, bu kitabı bir iki kez okumuş, dostlarıma da okumalarını önermiştim.

Bu yıl, Ekim Devrimi’nin yüz beşinci yılı. (Yazı 2022 yılında yazılmıştır. 2023 yılı, Ekim Devrimi’nin 106. yıl dönümüdür. – Odak) Ekim Devrimi’nin yıl dönümünde onu düşünüp, Ekim Devrimi’nin dersleri üzerine muhabbet edelim istiyordum. Pir Sultan, “Bizden ihtiyarlar bizden uludur” der, ben de Pir Sultan üstadım gibi, bizden ihtiyarların bizden daha tecrübeli, daha bilgili olduğuna inandığım için bu konuda iki dostumu arayıp, konuştum ama onlardan bir adım gelmeyince bu işi de ben yapayım bari, diye düşündüm.

Marksizm’de en çetrefil konunun, Marksizm’in devlete bakışı ile “proletarya demokrasisi” olduğuna inanırım.

Marksizm’e göre iki devlet şekli vardır, egemenlerin iktidarda olup, devleti egemenler lehine yönettiği devlet şekilleri ile proletaryanın iktidarda olup, ezilenlerin lehine – yararına devleti yönettiği, devlet biçimleridir.

Marksizm, burjuvazinin devlete egemen olup, devleti egemen sınıflar lehine yönettiği bütün devlet biçimlerine – parlamenter demokrasiden monarşiye, faşizmden askeri diktatörlüklerin tümüne birden – burjuva diktatörlüğü derler. Lenin, -Ekim Devrimi’nden sonra 1918’de yazdığı- “Dönek Kautsky” kitabında, monarşi ile parlamenter demokrasi birer devlet biçimidir, bunlar da özünde burjuva diktatörlüğünün devlet biçimleridir, der.

Lenin, 1917 yılının Şubat ayında Rusya’da devrim olduğunda İsviçre’dedir. İsviçre’den, Rusya’ya gitmek için yola çıkmadan evvel, Marksistlerin yazdıkları yazılar içinde, devlet konusunun işlendiği bölümleri “mavi kaplı bir deftere” kaydetmiş, bu defterin de başına bir iş gelmesi halinde yayımlamasını yoldaşı Kamanev’e vasiyet eylemiştir. Türkçe’de “Marksizm’de Devlet Üzerine” diye bilinen kitap bu kitaptır, bu kitap, “mavi kaplı defter” diye bilinir.

Daha sonra Lenin, 1917 Ekim Devrimi öncesi aranırken, bu defterden yararlanarak “Devlet ve İhtilal” kitabını yazmıştır; konuyu ne kadar önemsediği buradan belli. Bunun için bu iki kitap, birbiri ile karıştırılır. Mesela Tarık Ali bile, Lenin’i anlattığı “Ayna Korkusu” adlı romanında, bu iki kitabı birbirine karıştırmış; ama yine de siz, dediklerimle yetinmeyip bu romanı okuyun, nasıl anlatıldığını kendiniz görün isterim.

Paris Komünü, devlette proletarya hakimiyetinin olduğu, “proletarya demokrasi” de diyebileceğimiz proletarya diktatörlüğünün bir biçimiydi; Marx da, Lenin de, Paris Komünü’nü proletarya diktatörlüğünün demokrasi biçimi olarak anıp, öyle anlatırlar; bunun için proletarya hakimiyeti olan proletarya diktatörlüğünün biçimleri konuşulacaksa Paris Komünü’nün bilinmesi elzemdir.

Paris Komünü, proletarya hakimiyetinin yani proletarya diktatörlüğünün demokrasi biçimiydi, ya Sovyetler’deki neydi? Bunları birbiri ile kıyaslamak gerekir.

Aslında sorunu şöyle de koymak mümkün, Sovyet Devrimi, Paris Komünü’nden fazla yaşadı ama geriye miras olarak sosyalistlere ne bıraktı?

Sovyet Devrimi’nden bize yani günümüz sosyalistlerine kalan miras çoktur ama ben bugün devlet ile demokrasi konusu üzerinde durmak istiyorum.

Rusya’da devrim süreci 1917 yılının Şubat ayında başlar, bundan dolayı asıl devrim Şubat’ta olur, desem yanlış olmaz.

1917 Şubatı’nda, Çarlığın devlet cihazı parçalanıp, yıkılarak “Sovyet” denilen meclisler sistemi ile “Geçici Hükümet” denilen iki kurum oluşur.

İşçi meclisleri, köylü meclisleri, asker meclisleri oluşur, bunların da ortaklaşa oluşturduğu “Yüksek Sovyet” vardır.

Lenin, 1917 Nisanı’nda, İsviçre’den kalkıp, Petrograt‘a gelen, Alman Genel Kurmayı’nın kontrolündeki meşhur trenle Rusya’ya vardığında, Çarlık yıkılmış, yerine Sovyet denen devlet sistemi ile “Geçici Hükümet” denilen bir hükümet biçimi oluşmuştur.

Lenin, 1917 Nisanı’nda Rusya’ya gelince önce, “kahrolsun on kapitalist bakan” sloganını atıyor. Bu, Geçici Hükümet içindeki kapitalist olan 10 bakanın görevden alınmasını istemek anlamına geliyor.

Daha sonra Lenin, Geçici Hükümet’in fesih edilip, bütün iktidarı Sovyet denen meclislerin almasını hedefleyen “bütün iktidar Sovyetler’e” şiarını ortaya atıyor; bu iki sloganın söylediği durumu tarihi süreçler olarak düşünmek gerek.

Sovyet’in, Geçici Hükümeti fesih edip, bütün iktidarı nasıl alacağı epeyce tartışılıyor; Lenin’in, “Nisan tezleri” kitabının ana konusu bunlardır. Lenin’in Nisan Tezleri kitabı, “İki Taktik” kitabı ile beraber, tarihi süreçleri inceleyerek özenle okunmalıdır (Mesela İki Taktik’te, Demokratik Devrim’den sonra işçi sınıfı temsilcilerinin hükümette yer almasına Millerandizm, der.)

Sovyet sisteminde, meclise temsilci seçip gönderenlerin, istedikleri an temsilcilerini değiştirme hakları olduğu için, zaman içinde Sovyetler’deki Bolşevik delegeler – vekiller sayıca daha arttığı için “Yüksek Sovyet” denen İşçi, köylü, asker Sovyeti’nin başına, Bolşevikleri temsilen Troçki seçiliyor.

Lenin, Rusya da, ikili bir iktidar olduğunu, bir ülkede – bir devlette ikili iktidarın uzun süre birlikte yaşayamayacağını, bundan dolayı da bu iktidarlardan birinin, diğerini yok edeceğini, Geçici Hükümet’in burjuva devlet modeli olduğunu, “Sovyetin ise Paris Komünü tipinde bir iktidar modeli olduğu için”, Geçici Hükümet’in lağvedilip, bütün iktidarın Sovyet’e devredilmesi gerektiğini söylüyor, Nisan Tezleri kitabının ana konuları bunlar.

Aslında Sovyet böyle bir karar alıp, Geçici Hükümet’e son verebilir miydi? Bu hep tartışılır. Bence bu mümkündü ama Lenin acele ediyor; “bu gün erken, yarın geç olabilir” diyordu.

Sonunda Sovyet böyle bir karar alıp, Geçici Hükümet’i ortadan kaldırmadığı için, bu işi Bolşevik Partisi yapıyor; Bolşevik Partisi’nin bu kararı alış süreci de çok sancılı olur, ama konumuz bu olmadığı için buraya dokunup, geçiyorum. Bolşevik Partisi’nin, Kışlık Sarayı basılıp, Geçici Hükümet’in ortadan kaldırılarak iktidarın alınacağı günün kararı, Merkez Komite’de kararlaştırılınca, Merkez Komitesi’nde ki iki üyenin -Kamenev ile Ziniyev’in- bunu kamu oyuna açıkladığı için, bu kararın günü değiştiriliyor. Sonuç olarak Bolşevik Parti güçleri, -bir gece- Kışlık Sarayı basıp, Geçici Hükümet’ten iktidarı alıyorlar.

Bolşeviklerin iktidarı aldığı dönem, Sovyet içinde çokça parti var, bunların çoğu da Sosyalist parti ya da gurup niteliğinde.

Rusya’da o tarihsel koşulların, bir işçi iktidarı için uygun olmadığına inandıkları için hiçbir sosyalist parti ya da gurup Bolşevikler ile koalisyon kurup, iktidarı paylaşmaya yanaşmıyor, sadece kendi kendilerine “Sosyalist Devrimci” diyen “SR” harfleri ile gösterilen gurup, Bolşeviklerle hükümette görev alıyor.

Sosyalist Devrimci (SR) denilen bu gurup da, Brest Litovsk barış anlaşması sürecinde 40 yıldır Rusya’nın elinde bulunan Kars gibi 6 Liva’dan (şehirden, yerden) Bolşevikler çekilince, Sosyalist Devrimciler, hükümetten ayrılıp, Bolşevikler’e karşı savaş açıyorlar. İşte bu süreçte, 18 Ağustos 1918’de Lenin’i, Fanya Kaplan adında bir SR (Sosyal Devrimci) kadın vuruyor. İşler alt üst olup, büsbütün karışıyor. Lenin hemen ölmüyor ama bu yaranın etkisi ile 21 Ocak 1924’de ölüyor.

Konu da süreç de çok daha detaylı ama fazla uzatmayım.

Sonuç olarak Bolşevikler, ülkedeki iç savaşın da zorlamasıyla, Sovyet içindeki bütün partileri kapatıp, Bolşevik Partisi içindeki fraksiyon denilen gurupları bile yasaklıyorlar. Önceleri iç savaşın bir gereği olarak, geçici bir önlem sanılan bu eğilim, Lenin’in 21 Ocak 1924’te ölüp, Stalin’in Sovyet yönetimin başına geçmesi ile kalıcı hale geliyor. O dönemde, hem Sovyet içindeki partilerin hem de kurucu meclisin kapatılmasını, günü güne eleştirip, uyarıda bulunan belki de tek kişi Rosa Luxemburg oluyor. Bunun için Rosa Luxemburg’un eleştirel tutumu çok değerli. Rosa Luxemburg 15 Ocak 1919’da, çok erken bir dönemde öldürülüyor, ölmese daha etkili eleştiriler yapardı diye inanıyorum.

1917’de Ekim Devrimi olduğunda, Bolşevik Partisi Merkez Komitesi üyesi olan Adolf Joffe’nin 16 Kasım 1927’de intihar ederken Troçki’ye hitaben yazdığı mektuptan sonra Troçki, Stalin’in tek kişi yönetimine karşı kesin tavır alıp, mücadele etmeye başlıyor ama iş işten geçmiş, atı alan da Üsküdar’ı geçmiş oluyor.

Süreç içinde SSCB’de sosyalist iktidar, tek partili bir sisteme; partiye Stalin ya da Enver Hoca gibi bir liderin hükmettiği kötü bir sisteme dönüşüyor. Bundan sonra da, dünyada Sosyalist iktidar denilince, Sovyetler’de Stalin’in tek kişi yönetimi, Arnavutluk’ta Enver Hoca yönetimi gibi tek kişi yönetimleri anlaşılır oluyor, sosyalist bir demokrasinin de olabileceği, sosyalist rejimlerde de çoğulcu, demokratik bir sistemin olabileceği akıllara bile gelmiyor. Asıl vahim olan da bu. Bizim içinde yetiştiğimiz sosyalist kuşak, işte bu enkazın içinde büyüyüp şekillendi. Biz sosyalist bir demokrasi nasıldır, nasıl olur diye düşünüp, üzerinde muhabbetler edemedik – etmedik.

Bilimsel yöntem, meramını kıyaslamalarla anlatır. 2022 Türkiye’sinde, AKP+MHP diktatörlüğünün nasıl olduğunu, ne yöne doğru evrildiğini bir düşünün. Buna rağmen Türkiye’de partiler var, meslek örgütleri mesela, barolar, tabip odaları, TMMOB vb. var; dernekler var, dikta yönetimini eleştirebiliyorlar; Stalin’in ya da Enver Hoca’nın sosyalist yönetiminde Türkiye’nin bugünü kadar bile muhalefetin olmasını hayal etmek bile zor hale geliyor; “Sosyalist Gerçekçilik” diye uydurulan bir edebiyat akımı, yazarların bile parti politikalarına uygun edebiyat yapmasını öneriyorlar.

Lenin’den, Troçki’den, Stalin’den, Enver Hoca’dan bize devredilen Sosyalist iktidar mirası işte bu. Bununla hesaplaşamayan bir sol, sosyalist hareket iflah olamaz; benim inancım bu. Bence dünyada sosyalizmin gelişemiyor olmasının bir nedeni bu, yani sosyalist demokrasi konusunu günce hale getirip işleyememesi, diğeri de enternasyonel örgütlenmenin olmayışı.

*

Bence, 12 Eylül öncesinde yaşanılan, sol içi silahlı çatışmaların, hatta sol içi iç savaşın, asıl nedeni de bu anlayışın yani sosyalist bir demokrasi anlayışının olmaması sonucu olduğuna inanıyorum. Eğer solda, sosyalist bir demokrasi anlayışı olsaydı, sol gurup ya da partilerle bir kurum içinde birlikte olma, oraları birlikte paylaşmayı bilseydik sol içi çatışmalar olmazdı, en azından o kadar olmazdı.

Bir yerde –diyelim ki bu sendikada, dernekte ya da mahallede- güçlenen sosyalist bir gurup, orada çoğulcu sosyalist bir yapı oluşturmak yerine, kendisinden başka hiçbir gurubun yaşamasına hayat hakkı tanımıyordu; sol içi çatışmalar da buradan çıkıyordu. 12 Eylül öncesindeki gençlik derneklerine, mesela Dev-Genç’e, sendikalara, DİSK’e, sosyalist grupların güçlü olduğu semtlere, bölgelere bakın, orada tek bir siyasi gurup vardır, güçlü olan bu grup, başka bir siyasi gurubun orada barınıp, yaşamasına fiilen meydan vermezdi. 12 Eylül’den sonra bile, İstanbul’da 1 Mayıs mahallesinde güçlü olan bir gurup, orada HDP’nin muadili olan partinin büro açmasına karşı çıktığı için sorunlar yaşanmıştı diye biliyorum.

Bizim dönemin sosyalist gençliğinin sosyalizmden anladığı, Stalinvari bir tek kişi yönetimiydi; Kamboçya’da ki Pol Pot – Kızıl Kmerler bu iklimin bir ürünüdür.

Mesela 1 Mayıs 1977 de yayım hayatına başlatıp, 1980 darbesine kadar 3 yıl yayım hayatını sürdüren, tirajı yüz binleri bulan, Devrimci Yol Dergisi’nde sosyalist demokrasi üzerine bir yazı yayımladığını hatırlayan var mı? Bütün sosyalist dergiler böyleydi. Sosyalistlerin gündeminde sosyalist demokrasi yoktu.

Ben Avrupa’ya gidip, geldikçe, Adana’daki eski dönemden kalma sosyalist arkadaşlarımı bulup, onlarla izlenimlerimi konuşurum. Hatta Halk Evi’nde bir sohbet toplantısı yapmak istedim ama gerekmez dediler.

Benim Avrupa’da görüp, arkadaşlarıma anlattığım şudur: Biz Türkiye’de günah keçisini bulmuşuz: Sol, sosyalizm 12 Eylül darbesi sonucu Türkiye’de geriledi, diyoruz. Peki ya Avrupa’da ne oldu da geriledi? Bu soru da, cevabı da yok.

Bence enternasyonal ruhtan kopup, milli sınırlara – milliciliğe sürüklenen, tek parti yönetimleri gibi yönetim modelleri ile tanınan, öyle kabul edilen bir sosyalizmin gelişme şansı yoktur. Sosyalistler bu geçmişle yüzleşip, sosyalist bir demokrasi anlayışına sahip olmalıdırlar; çok sesli, çok partili, sosyalist bir demokrasi anlayışı hakim olmadan sosyalizm cazip hale gelmez – gelemez.

Bu gün, 30 Ekim sabahı, Ekim Devrimi’nin yıldönümü sürecinde bunları yazıp dostlarım ile muhabbet edeyim istedim.

Aşk ile.

30 Ekim 2022

Ek:

MARKSİZM VE DEVLET ÜZERİNE

BU KİTAP:

1917 Nisanı’nda Lenin İsviçre’den Rusya’ya dönerken, elyazması Marksizm, Devlet Üzerine adlı mavi kaplı 48 sayfalık not defteri ile diğer materyallerini güvenlik açısından yurt dışında bıraktı. 1917 Temmuzu’nda Kamenev’e yolladığı bir mektupta: “Söz aramızda; eğer beni yok ederlerse, not defterim Marksizm, Devlet Üzerine’yi senin yayımlamanı isteyeceğim… (Onu Stockholm’da bıraktım), Mavi ciltlidir. Marx ile Engels’ten bütün aktarmaları, aynı şekilde Kautsky’nin Pannekoek’e karşı yazdıklarından aktarmaları, bazı düşünceleri, notları ile formülleştirmeleri kapsamaktadır. Bir haftalık bir çalışmadan sonra yayımlanabileceğini umuyorum. Önemli olduğu kanısındayım, çünkü yalnız Plekhanov değil, Kautsky bile her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdı” (Seçme Eserler, cilt 36, s. 454) ifadeleri yer alır.

Lenin, Marksizm, Devlet Üzerine’yi Zürih’te Ocak – Şubat 1917 arasında yazdı. Bu eserin malzemelerinden Devlet ve İhtilal’i hazırlamada faydalandı. İlk defa 1930’da Lenin’den Derlemeler XIV’de yayımlandı.

Temmuz 1917 olaylarından sonra Razliv İstasyonu’nda saklanırken Devlet ve İhtilâl’in hazırlanması için bu not defterine iktiyaç duymuş, kendisine iletilmesini istemişti. Lenin’in Marksizm, Devlet Üzerine’si çok önemli bir eserdir. Bu eseri okuyunca, Lenin’in bilimsel araştırma metodunu , onun uluslararası sosyalist, işçi hareketinin en karmaşık teorik ve pratik sorunlarının öğrenme ve çözme çabasını gösterir.

Marksizm, Devlet Üzerine’yi okurken: oportünistleri, anarşistleri, küçük burjuva ideologlarını, revizyonistleri, ultra – emperyalistleri, anti-Marksistleri, pasifistlerin, provokatörleri, milliyetçileri, komplocuları, sosyal şovenistleri, kariyeristleri, sahte – Marksistleri, vb. bir yığın hainleri (devrim – simyacılarını) görecek, onları isimleri ile tanıyacaksınız.

Marksizim, Devlet Üzerine’yi elimizdeki olanaklar içinde okurlarımıza sunabiliyoruz, eserin orijinal basımı Lenin’in özel işaretlerini kapsamaktaydı, biz bu işaretleri koyamadık. Eserin tamamını verdiğimiz kanısındayız. Bu eseri okurlarımıza kıvançla sunarız.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.