F, S ve Y Tipi Tecrit Zindanları

0
561

Gökhan Kalkan

Devrimci-demokrat yazarlara reva görülen Silivri hapishanelerini basından okuyor, dinliyor ve haliyle öfkeleniyoruz. Bir de F, S ve Y Tipi zindanlar var. Basında pek yazılmıyor ancak bu ülkenin özgürlük savaşçıları asıl oralarda tutuluyorlar.

İlk tecrit hapishanesi olan F tiplerinin pazarlanması telaşı vardı. Ünlü/ünsüz basın mensupları tellal çıkarmışçanıza ilan ediyorlardı: “Çok güzel, aaa iki katlı villa gibi!” diyordu biri aslında sadece 20 m² olan yere. “Kendi bahçesi de var” diyordu betondan 8×5 alanı olan 10 m yükseklikte 50 cm kalınlıkta perde duvarlara.. “Çok rahat edecekti herkes” 3 kişilik hücrelerden oluşan ve toplam en fazla 9 kişinin olacağı bir koridorda, hiç birbirini görme şansı olmayan ve nükleer sığınak kapısını akla getiren dangur tungur açılan kapılara sahip üçerli hücrelerde.

Devlet deyince cansız bir şey hayal ediliyor ya duvar gibi, fakat onun solungaçları var kan emici vantuzları, ezen öğüten dişleri, safra yayan ateş püskürten keseleri var bürokrat, kalın bir zırhı var ölü ve yaralılardan çaresizlerden ve çıkarcı “kendini feda” eden kolluk kuvvetlerinden.. Beyni var kocaman pastanın %99’nu zenginlere paylaştıran. Ondan yaptı F tiplerini, sonra tek kişilik olacak belirli saatler havalandırmayı çıkılacak S ve Y tiplerini. S ve Y tipleri denilen hapishaneler sadece alfabetik olarak değil aynı zamanda F tiplerinde uygulanan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının sıradanlaştırılması…
Ağır mahpuslara F tiplerinde uygulanan infaz rejimi, genel olarak kötünün en kötüsüdür! Onlar üçer kişilik hücrelerde kalmazlar. Neredeyse günün 23 saati tekli hücrede geçirmeye mecbur bırakılıyorlar, İdare ve Gözlem Kurulu’nun uygun gördüğü 45 dk veya 1 saat havalandırmayı çıkarılma bile tredman (emir-itaat) uygulamalarına bağlı; arkadaş görüşleri yok, görüşleri aile üyeleri ile bile 15 günde 1, telefon görüşmeleri sınırlı…

2002 yılında, ilk hapishaneye girdiğim sırada İdare ve Gözlem Kurulu “kurallar” yazılı bir kağıt dağıtıyordu, tabii biz onların verdiği hiçbir şeyi almıyorduk, bunun için gardiyanlara zimmet yapıyorlardı ki bize getirip imzalatsınlar, onlar da kağıtları getirip hücreye atıp, kaçıyorlardı.

Sincan’daydık. Sincan F Tipi Hapishane, o zaman çok önemseniyordu çünkü ilk F Tipi hapishanelerdendi ve “kurallar” için mahpuslara çok baskı eziyet yapılıyordu, şimdi de öyle sürüyor. Direniş de hat safhadaydı: Açlık grevleri peş peşe geliyordu, tredmanlara uymuyorduk, kapı dövmeleri yapıyorduk, kendi kurallarımızla görüşe çıkmak istiyorduk; onlar da işkence ile cevap veriyordu.

Mahpusların yaşamlarını engellemek için ceza içinde cezalar, yasaklar almış başını gidiyordu. Öyle ki, birbirimize gönderdiğimiz çaydanlık gibi eşyalar dahi “İdare ve Gözlem Kurulu”ndan geçiyordu.

Direniş zayıfladı, kimi gruplar kendi başına hereket ediyor kimileri baskılara boyun eğiyor kimileri baştan direnişte olmadıklarını ilan ediyordu. Hapishane yönetiminin yaptırım gücü ve kendilerine güveni arttı. O güvenin etkisi şimdi de S ve Y tipi hapishaneleri yaratıyor. Direniş yaşanmamasına güveniyorlar; ailelerin örgütsüzlüğüne, örgütlülüğün dağınıklığına güveniyorlar daha çok. Ve tabii ki planları, bu süreci yavaş yavaş kabul ettirmek, ince ince sürece yedirmek.

S ve Y tiplerinde 20 metrekarelik salonun bir penceresi var, bazı arkadaşlar fanus diyor. Salon aynı zamanda mutfak ve tuvaleti de içeriyor. 

Aradan 21 yıl geçmiş, İdare ve Gözlem Kurulu askeri hapishanelerden çıkıp nerelere gelmiş, bize nasıl “yavaş yavaş” benimsetilmiş, görebiliyoruz. Mesela tek kişilik hücrede kalmak ağır tecrittir ama çeşitli mahpuslar tek kişilik hücrelerde kalmak için dilekçeler veriyor, Kurul ise bunu hemen kabul ediyordu. Oraya giden arkadaşlar yazı yazıp kitap çalışması yapıyordu.

Nasıl bir katkı yaptıklarının farkında olmadan -belki de farkında olarak- atölye, yazı, resim, bilgisayar kursları derken Kurul’un gücü arttı çünkü bunlar o kuruldan geçiyordu. Bu olanaklardan yararlanmak isteyenler Kurul’un dayattığı kurallara sıkı sıkıya uymak zorundaydı. Tabi daha sınırlı olan tek kişilik hücrelerdeki yoldaşların çıkarılması için mücadele ediyorduk biz de. O zaman ben de bu kursların sosyal bir yanı olduğunu düşündüm; arkadaşlarla, dostlarla görüşüp haberleşmek ve karara varmak için. Ama tabi kazın ayağı öyle değil, hepsi tredmana bağlı, her an izlenme ve gözetlenmeye bağlı. Gözlem Kurulu bu sosyal yanı isterse cezaya dönüştürüyor isterse ödüle, disiplin cezasını istediği kadar ağır belirliyor; ister kınıyor, ister hücreye atıyor. Bunu bir hak olarak kullanmak da, tredman uygulaması olarak görmek de mümkün ama maalesef sınırlı alanda alternatifi de yok, bazı gruplar bir iki arkadaşı içeride başlanan işleri atölyenin olanaklarını kullanarak bitirmek üzere görevle gönderiyordu. Fakat o zaman da atölyenin bir hak olarak herkesin kullanması gerektiği tartışması çıkıyor. “Hak”kı kullanmak için de dayatılan kurallara boyun eğmek gerekiyor.

Tabii adamların uzun erimli planları var. Mesela o zaman 41 tane F tipi vardı ve en az ayda bir kez bir araya gelip kararlar alıp bunları önce pilot hapishanelerde uyguluyorlar; duruma göre yayıyor ya da “özenilecek” hapishaneler yaratıyorlar. Örneğin mahpuslar aralarında haberleşiyor: “Giresun’da arkadaş var atölye serbestmiş, çok iyiymiş oraya sevk iste!”. Tabii Giresun’da boyun eğme geçerlidir. Atölyeler ne yazık ki tutsakları sistematik olarak bölmeyi amaçlamaktadır.

Bu durumlar önce Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu’nu (CMK) parçaladı sonra aramızdaki bağları. Sonra küsmeye başladık birbirimize. Örneğin bir dönem TKPML ve MLKP, DHKP-C ile bağları kesme kararı alınca hapishane tredmanı hızlandı. Yeni koordinasyon girişimleri başarısız kaldı kalıyor, her grup kendi kafasına göre davranmak istiyor.

PKK zaten ayrı davranıyor ve büyük bir kütlesi olduğu için her konuda etkisi büyük oluyordu ve genellikle faydacı davranışları devrimci gruplara tecrit olarak yansıyordu. Atölyeye çıkan bir arkadaşın bilmeden bile ayakkabı çıkarması bize görüş yasağı olarak dönüyordu mesela. İdare, “Size ne oluyor lan baldırı çıplaklar” diyordu. Eee bizde baş açık yalın ayak.. Yani bunlar yapılan büyük hatalar ve ihmaller olarak bize tecrit olarak döndü, dayatılan kurallar arttı.

Ayrıca yalnızca hapishanelerden, içeriden tecridi, tredmanı kırmak kolay değil; dışarısı bu işin önemini kavrayamadı. Aileler, avukatlar, dernekler ve örgütler işi savsakladı hatta bazıları yaşamı kendilerinden ibaret sanıp oluruna baktı. Örneğin 2000 yılından bu yana ziyaretçisi gitmeyen arkadaşlar var! Bu hak ihlallerinin engellenmesi imkansız ise o zaman örgütlülük her düzeyde kendisini gereksizleştirmiş oluyor!

Ben toplamda 3 kez tutuklandım ve çoğunlukla ağır tecrit altında tutuldum, en son tutuklandığımda ise 15 ay hiç olmayan bir cezayı yattım. Her üçünde de sadece bir kez avukat ziyareti ile serbest kaldım.

Anlatılacak çok mesele vardır elbette; benim kendi deneyimim aslında bu toplamda tüm yoldaşların deneyimidir ve buradan şu sonuç çıkmaktadır: ÖRGÜTLENMEK, ÖRGÜTLENMEK, ÖRGÜTLENMEK.

Örgüt yoksa tek başına bir hiçsin. Ne sistemde bir değerin olur ne de insanca yaşarsın. Günler kandırmaca ile geçer ve en çok kendini kandırırsın. Örgütlenmek ile de iş bitmez. Daha sonra örgütleri örgütlemelisin, daha büyüğünü. Hala CMK’nın önemini anlamayan kafalar var! İçeride tek bir beden gibi hareket eden yüzlerce insanın nasıl bir etkisi olduğu kavramak gerekiyor.

CMK’nın dağılmasından sonra “müdür görüşü” tek tek şahıs adına yapılıyor mesela ve bu benimsendi. Normalde müdürle temsilciler görüşür ve temsilcilerin arkasında da kolektif örgütlülüğün gücü vardır. “Birey ol kurtul” mantığı ile görüşe çıkana “kolaylık” sağlandı ve bu iyi bir şeymiş gibi yayıldı. Sonra bağımsızlar müdür görüşüne çıktı sonra “herkes tek tek davranacak, yoksa yok” dendi. Böylece mektup atmak, kantinden bir şeyler sipariş etmek, kurslara çıkmak, sohbet görüşmelerine çıkmak… Yani nereyse nefes almak dahi dilekçeye ve müdürle görüşme şartına bağlandı. En sonunda dilekçeler de yetersiz hale geldi.

Söylemek istediğim, kendi deneyimimden çıkardığım ders, S ve Y tipleri ile hapisteki yoldaşları ve bizi daha zorlu bir süreç bekliyor. Tecriti boşa çıkarmak için elimizden geleni yapalım, avukatları teşvik edelim daha sık gitsinler, derneklerimizde bu konuda daha çok toplantı yapalım, her görüşe gitmeye çalışalım, her fırsatta mektup yazalım; içeriye çorap çamaşır ne olursa gönderelim; asla vazgeçmeyelim onlar sadece bizim çocuğumuz değil her birisi vazgeçilmez cihan parçasıdır; bu bilinçle sahip çıkalım tüm yoldaşların yaşam ihtiyaçlarını gözetelim…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.