Hamza Yalçın
İlerici kitlelerin hayal kırıklığına uğratıldığı bu süreçten sol güçler çok önemli kazanımlarla çıkabilir. Önce Rusya’nın ve NATO cephesinin seçimlere bakışına kısaca değinelim. Ardından da süreci tartışacağız.
Türkiye’deki seçim Rusya’da ve Batı cephesinde çok ilgi gördü. Rusya’nın TASS ajansı, seçim hakkında o gün farklı aralıklarla dört haber birden yayınladı. Ajansın o günkü haberlerinde aynı sıklıkla ele alınan başka konu yoktu. Haberlerde tarafsız yaklaşım hakimdi. Seçime bir kaç gün kala Kılıçdaroğlu’nun NATO yanlısı demeç verdiği Amerikan WSJ gazetesinde seçim gününün farklı zamanlarında 2 haberini birden gördük. Ocak ayında Erdoğan’ı kapak yapan İngiliz Economist dergisi Erdoğan aleyhine çok umutlanmıştı. Dergi, 4 Mayıs’ta aynı konuda yayına devam ediyordu. NATO’ya girmesi geciktiği için Erdoğan’a kızgın olan İsveç burjuva basını, sonucu umutla bekliyordu.
Kılıçdaroğlu’nu diktatörlükten kurtuluş için hiç değilse nefes alma imkanı gören sosyalist dostlarla tartışırken aklımıza, “İkisinin birden kaybedeceği formül yok mudur?” sorusu geliyordu. Bu seçimde en önemli aktörler dinci rejim tarafı ile NATO tarafıydı. Evet, ikisi birden kaybetti! CHP, iddia edildiği gibi halkın aptallığından değil, halkı enayi koyan NATO’cular yüzünden kaybetti.
CHP yönetimi Erdoğan’a karşı sağa yanaşma taktiğiyle diğer sağ partilere, CHP’lilerin oyuyla, rüyalarında bile görmeyecekleri kadar çok sayıda milletvekili kazandırdı. CHP 20 yıllık AKP iktidarı boyunca, ana muhalefet partisi olduğu halde, sağcı politikaları yüzünden bir adım ileriye gidemedi. AKP yüzde yüz enflasyona, muazzam çürümeye, dinci baskıya ve devletin ihmali yüzünden depremin korkunç bir felakete dönüşmesine rağmen son seçimlerde 21 yıl önce iktidara geldiği seçimdeki kadar oy aldı. AKP’nin seçimlerde hile yaparak Erdoğan’ı önde gösterdiği büyük olasılıktır fakat Cumhurbaşkanlığı seçimini de kazanacak görünmektedir. Sonuç ise AKP ve Erdoğan’ın başarısı değil muhalefetin başarısızlığıdır.
Ana muhalefet partisi CHP’nin içinde çok önemli bir sol potansiyel var fakat CHP yönetiminden bir şey beklenemez. Şimdi CHP’nin bugünkü durumdan daha fazla sağa kayması bile güçlü olasılıktır. Onlar halkın yüzde 80’inin sağcı olduğu düşüncesine saplanmışlar ve hala sağcılaşmamış gördükleri kısmı da Ekmeleddin, Davutoğlu ve Babacan gibi politikacılara oy verdirerek sağcılaştırmaya çalışmaktadırlar. Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı geleneği tarafından kurulmuş olan CHP’nin liderlerinin NATO’culukta AKP’ye fark atacak kadar sağcılaşması belki de Türkiye’ye özgü bir paradokstur. Bu durum Kılıçdaroğlu’nun bir operasyon lider olduğu iddialarını da kuvvetlendiriyor. 2008 tarihli bir belge (Linkteki belgede 72. sayfaya bakınız) bu iddialara destek oluşturuyor. Wikileaks belgelerinde de benzeri kanıtların olduğu iddia ediliyor (Onur Öymen-Ayşenur Arslan).
Burada bir yanılgımızı ifade etmeden geçemeyiz. Kılıçdaroğlu’nun başa gelmesini CHP’nin sola yakınlaşması olarak algılamıştık. Kılıçdaroğlu yanılgımızı çabuk düzeltti fakat, Baykal’ın kaset skandalının arkasında ABD’nin bulunduğu apaçık olmasına rağmen, Kılıçdaroğlu’nun Batılıların ve ABD’nin kuvvetli tercihi olduğunu anlamamız zaman aldı. Yalçın Küçük onun CHP’ye Fethullah Gülen tarafından getirildiğini ısrarla ifade ediyordu.
Bu seçimlerde CHP ile ittifak yapmış olan Kürt ulusal hareketi de halkın asılsız yere umutlandırılmasında önemli rol oynadı. Kürt ulusal hareketinin Batı yanlısı tutumunu ve Türkiye solunu yedekleme politikasını değiştirmesini beklemek de sonuç vermez. Kürt milli hareketi Sovyetler Birliği çöktükten (1991) sonra, ihtiyatlı adımlarla da olsa sürekli Batı emperyalizmine yanaştı. Kürt siyasal hareketi Suriye’de IŞİD saldırısına karşı Suriye’yi savunan ulusal güçler yerine Ortadoğu’yu mahveden ABD ile ittifaka girdi. Sonra bu ittifakı, emperyalist işgalin parçası olmaya dönüştürdü. Kürt hareketi 1990’lı yıllardan bu yana Türkiye solunu yedeklemeye başladı. Bu da Türkiye solunun kimyasının bozulmasına önemli katkıda bulundu. (*)
Sürece devrimci yönde müdahale etmek istiyorsak, kendi sorumluluğumuz üzerinde yoğunlaşmalıyız. AKP’ye karşı olan halkın NATO’cular tarafından manipüle edilebilmesinin en önemli sebebi ülkemizde etkili bir anti-emperyalist devrimci odağın varolmamasıdır. Anti-emperyalist solun önemli bir kısmı ne yazık ki birlik çizgisinde değildir. Anti-emperyalist çizgide ve bağımsız sol tutumda bir birlik izlenimi veren Sosyalist Güç Birliği ise deprem felaketi karşısında dahi solda birlik inisiyatifi gösteremedi. Birliği oluşturan örgütler seçimlerde de birleşemediler. Bu örgütlerin çoğunluğunun “Bir oy Kılıçdaroğlu’na” tutumunda birleşmesi ise solun bağımsızlığına açıktan aykırı oldu.
Bu ortamda seçimlerin tek umut gösterilmesi, halkın Erdoğan’a karşı tepkilerinin NATO’cular tarafından manipüle edilmesine hizmet etti. Seçimleri “soluklanma olanağı” göstermek de NATO’cu manipülasyonu gözardı etmek oldu. Bu yaklaşımla Türkiye solunda “1 oy Kılıçdaroğlu’na bir oy partimize” sloganını benimseyen sol hareketler ne yazık ki NATO’culuk tarafından yedeklenmiş duruma düştüler. Bunu fark edenlerin ısrarla “bir nefes alalım” gerekçesi yorgunluk ifadesi de olabilir ki, bu da bir soru işareti yaratacaktır: Halkın dinciliğe karşı 20 yıldır ısrarla direndiği koşullarda bile mücadele edemeyenler yarın nasıl mücadele edeceklerdir? Gerçekten de halk saflarında AKP’ye güçlü tepkiler nedeniyle devrimci örgütlenme bakımından çok uygun bir ortam vardı ve şimdi daha çok var.
Burada Odak’ın temsil ettiği siyasal hareketin tutumuna geleceğiz. Odak böyle bir dönemde mücadeleyi geliştirmeyi başaramayan, uzun süredir dağınık ve moralsiz durumda bir devrimci hareketi temsil ediyor. Hareket bu yıl deprem dayanışmasında bir yandan aktif olmaya çalışırken bir yandan da solda bu konuda birlik olanağı aradı. İkisinde de zayıf kaldık. Şu anda depremzedelerle dayanışmayı çocuklara burs yardımı üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Odak, yayınlarında, seçimlerden umutlanmamayı ısrarla savunurken aynı zamanda seçimleri toplumda gelişen deprem dayanışması inisiyatiflerine katkıda bulunmak için olanak gördü. Ne yazık ki bu konuda örgütlü ve inisiyatifli davranmamadı. Halbuki bugün ülkede devrimci geçmişi olan en zayıf bir sol grup bile, merkezi ve aktif davranması halinde, etkili olma imkanına sahiptir. Odak devrimci geçmişine uygun olarak örgütlü ve militanca çalışabilirse liberal bir çevre durumundan kurtularak sola ve halka büyük hizmetlerde bulunacak potansiyele sahiptir.
NATO’cuların umutlandırdığı milyonlar şimdi hayal kırıklığı içindeler. Halbuki AKP bu seçimlerden birinci çıkmış olmasına rağmen çok geriledi. Bu haliyle AKP’nin dincilik davasını yürütme şansı kalmıyor. Suriye politikasında da Rusya’nın önerdiği çözüme yanaşması zorunludur. Dolayısıyla NATO’culuğun seçimleri kazanamamış olması halk açısından asla kayıp görülemez.
Halk değişim istiyor. Bu yüzden dinci ve çürümüş rejimden kurtulmak isteyen milyonlarca insan NATO’cu olmasına bakmadan Kılıçdaroğlu’na oy verdi. Bu insanların büyük kısmının gönlü kuşkusuz sosyalizmden yanadır. Aralarında mücadele yolunda büyük bedeller ödemiş ve ödeyebilecek devrimci güçler de bulunuyor.
Kılıçdaroğlu’na oy vermeyenlerin hepsini dinci ve faşist görmek de çok yanlıştır. Bu kesimin gözardı edilemeyecek bir kısmı, gericilik ve şovenizm tarafından etkilenmiş olmakla birlikte, emperyalizme karşı yurtseverlik duygularıyla davrandı. Bu insanların sola kazanılmaları mümkün ve gereklidir. Onların milliyetçi ve dinsel önyargıları dikkate alınmalıdır. Halkın ilerici ve devrimci potansiyelini kavrayabilmemiz ve açığa çıkarabilmemiz için soldaki Türk alerjisinden (Türkofobi) bağımsızlaşmamız gerekiyor.
Kimse moralini bozmasın. NATO’cular kaybetti diye ülke AKP’ye teslim olmaz. Gelişmeler devrimcilerin daha çok lehinedir. Yeter ki sosyalist hareket kendisini anti emperyalist geleneğimize bağlı tutumla birlikçi ve militanca bir temelde yeniden örgütleyebilsin.
(*) Bu politika Kürt hareketine özgü bir kusur değildi ve ne yazık ki solda egemen olan reel-sosyalizm geleneğine uygundu. Maalesef sol hareketlerin geneli birbirini yedeklemeye çalışmaktadırlar. Arada dayanışma yerine rekabet ve egemenlik ilişkisi ağır basmaktadır. Hatta Kürt hareketi, çok daha güçlü olmasının da etkisiyle, bu konuda Türkiye solundaki gruplardan daha esnek ve başarılı davrandı. Kürt hareketi güçlü olduğu için Türkiye solunu yedeklemekte etkili oldu. Kürt hareketinin Batılı güçlerle yakınlaşması Türkiye solunda liberalizmin gelişmesini körükledi. Kürt hareketinin AKP iktidarı ile ittifakı döneminde süreç daha zararlı boyutlara ulaştı. Türkiye solunun bağımsızlığını savunanlar şovenizmle suçlandılar. Kürt siyasal hareketi kendisinin çizgisine girmeyen örgütlerin bölünmesine destek çıktı. ÖDP ve TKP bu süreçten bölünerek zarar gördü. Sol örgütlerde yer alan disiplinsiz ve niteliksizleşmiş insanlar Kürt hareketini destek alınacak yer gördüler. Sosyalist hareketin düşünce ve eylemde Kürt milli hareketinden bağımsızlaşması gerekir.