Gücümüzü Mirabel kardeşlerin inancından alıyoruz

0
888

Karaca Kaplan

“Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım gerekirse hayatımı da.“

Patria Mercedes Mirabel

Patria, Minerva ve Maria Teresa Mirabel kardeşler, 1930 yılında askeri darbe yaparak Dominik Cumhuriyeti iktidarını ele geçiren ve tam 31 yıl iktidarda kalan diktatör Rafael Trujillo’nun en büyük korkularından biri haline gelmişlerdi. Mirabel kardeşler Trujillo diktatörlüğüne karşı Clandestine örgütünü kurup, eşleriyle birlikte mücadele ederek, defalarca baskılara maruz kalmış ve “büyük bir tehlike” olarak görüldükleri için vatan haini ilan edilerek hapsedilmişlerdi. Trujillo, Mirabel kardeşlerden duyduğu korkuyu, “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabel kardeşlerdir” diyerek ifade de etmiştir. Trujillo’nun yaptığı konuşmadan çok kısa bir süre sonra Mirabel kardeşler, faşist diktatörlüğe karşı verdikleri mücadele sonucunda hapsedilen eşlerini cezaevi ziyaretinden eve dönüş yolunda, askerlerin tecavüzüne uğramış, sopalarla dövülerek öldürülmüş ve bir uçurumdan aşağı atılmışlardı. Trujillo devleti, Mirabel kardeşlerin ölümünün bir trafik kazası olduğunu iddia etmişti ancak halkı kardeşlerin ölümünün bir kaza olduğuna ikna edememiş ve buna karşı düzenlenen büyük protestoları engelleyememişti. Sonuç olarak halkını 31 yıl boyunca zulüm ve baskı ile yöneten Trujillo, Mirabel kardeşlerin ölümünden yaklaşık bir yıl sonra, bir suikast sonucu öldürülmüştü.

Mirabel kardeşlerin verdikleri haklı mücadele ve sonucunda yaşamlarıyla ödedikleri bedel, kadınlara karşı uygulanan erkek ve devlet şiddetinin en acı örneklerinden biridir. Mirabel kardeşlerin katledilmesine atfen Latin Amerika Kadın Kurultayı 1981 yılında 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü olarak ilan etmişti. 25 Kasım, 1999 yılında ise Birleşmiş Milletler tarafından resmi olarak Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan edildi. Peki o günden bugüne neler değişti? Resmiyette var olan mücadele günü, kadınları ve LGBTİ bireylere yönelik, erkek ve devlet şiddetini engelleyebildi mi?

Engellenmesinin aksine artık kadınlara ve LGBTİ bireylere karşı şiddet günümüzde daha sistematik bir şekilde uygulanıyor. Nerdeyse her gün farklı bir cinayet veya şüpheli ölüm, taciz ve tecavüz haberleri ile başlıyoruz güne. Türkiye’de 2021 yılında kasım ayına kadar 225 kadın cinayeti işlendi ve 160 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Cinsiyete dayalı olarak kadınlara ve LGBTİ bireylere yönelik duygusal, psikolojik, ekonomik, cinsel ve fiziksel şiddet ile baskının her geçen gün daha köklü ve büyük bir boyuta geldiğine şahit oluyoruz. Bunun sebebi ise yaşadığımız erkek egemen sistemin içerisinde devletin şiddeti uygulayanın ta kendisi olmasıdır. Şiddeti ve ayrımcılığı, yasalarıyla ve çeşitli nefret söylemleriyle körükleyen; kadınları ve LGBTİ bireyleri yok sayan, aşağılayan ve şiddet uygulayanları destekleyen ise devletin ta kendisidir.

Türkiye’nin geçtiğimiz temmuz ayında AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla, İstanbul Sözleşmesi adıyla bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çıkması bunun en bariz örneğidir. 2011 yılında 45 ülke tarafından imzalanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi devletlerin bu konudaki sorumluklarını belirleyen, devletleri hukuki anlamda bağlayan uluslararası bir anlaşmadır. Sözleşmeden Türkiye’nin çekilmesi, her gün katledilen, tecavüze uğrayan, taciz ve şiddete maruz kalan kadınlara ve LGBTİ bireylere verilmek istenen bir gözdağıdır. İstenilenin ve hedeflenenin aksine, erkek egemen sistem altında ezilenler, örgütlü bir şekilde mücadele etmekteler. Kadınlar ve LGBTİ bireyler, Türkiye’nin en büyük ve güçlü muhalefetlerinden birisidir. Baskının ve zulmün olduğu yerde mücadele de vardır!

Mücadeleye devam etme gücümüzü 17 yaşındayken erkek arkadaşı tarafından canice katledilen Münevver Karabulut’tan, minibüste tek başına kalıp tecavüze direndiği için öldürülen Özgecan Aslan’dan, tecavüz edildikten sonra öldürülüp bir plazanın 20. katından atılan Şule Çet’ten, eski erkek arkadaşı tarafından vahşice katledilen Pınar Gültekin’den, transfobi yüzünden seks işçiliği yapmak zorunda kalıp, bir erkek tarafından yakılarak öldürülen Hande Kader’den, eski eşi tarafından çocuğunun gözleri önünde bıçaklanan Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” haykırışından alıyoruz! Öz savunma hakkını kullanıp, kendisine silah zoruyla tecavüz eden kişiyi öldüren Nevin Yıldırım’dan ve kendisini fuhşa zorlayan erkeği öldüren Çilem Doğan’dan alıyoruz gücümüzü! Bu devlet kadın katillerini korurken, ödül gibi “cezalara” çarptırırken, hatta katilleri serbest bırakırken, öz savunma hakkını kullanan kadınları ise hapsediyor.

Kadınların ve LGBTİ bireylerin yaşam haklarını tehdit eden bir hamle de Polonya’dan geldi. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekildiği süreç içerisinde, Polonya da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme hazırlıklarına başladı. İktidarda olan milliyetçi muhafazakarlar, İstanbul Sözleşmesi’nin “Katolik aile değerlerine aykırı” olduğu gerekçesiyle anlaşmayı feshetme hazırlıkları içinde olduklarını belirttiler. Yakın zamanda Polonya’da kürtajı fiilen yasaklayan kürtaj yasağı yürürlüğe girmişti. Yasa, kürtaja yalnızca tecavüz, ensest ve hamilelik annenin hayatını riske soktuğu durumlarda izin veriyor. Bu uygulama da devletin kadınlar üzerinde kullandığı bir şiddet türüdür.

Ne Türkiye’de ne Polonya’da ne de dünyanın başka yerlerinde gerici ve muhafazakar uygulamalar, şiddet ve baskı sessizce karşıladı. Binlerce kadın ve LGBTİ birey sokaklara dökülüp yaşam hakkını güçlü ve öfkeli bir şekilde savundu ve savunmaya devam ediyor hala.

Mücadelemizi güçlü kılan öfkemizdir! Maruz kaldığımız baskı, taciz, tecavüz, şiddet ve cinayetlere karşı asla azalmayan, aksine daima büyüyen bir öfkemiz var! Evde, sokakta, okulda, üniversitede, iş yerinde, özetle yaşamın var olduğu her yerde duygusal, psikolojik, ekonomik, cinsel ve fiziksel şiddete, sömürüye maruz kalıyoruz. Bütün bu baskılara rağmen daima sesimizi yükseltip, sokakları da, meydanları da boş bırakmıyoruz! Bu düzeni değiştirmek için örgütlü mücadelenin şart olduğunu biliyor ve Mirabel kardeşlerin inançlarıyla çıkıyoruz sokaklara. Çünkü biliyoruz: Başka bir dünya mümkün!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.