Hiroşima ve Nagazaki’den yıllar sonra: İnsanlığın ve doğanın varlığı hala tehlike altında

0
371

Karaca Kaplan

78 yıl önce, 6 Ağustos 1945’te, saat 08.16’da insanlık tarihinin en kısa zamanında, belki de en büyük ve en acımasız katliamı işlendi: Hiroşima Katliamı!

Bir ABD uçağından kentin üzerine bırakılan “Little Boy” isimli atom bombası, 600 metre yükseklikten atılmış ve düşüşünün 43’üncü saniyesinde patlayıp, şehir merkezinin yüzde 80’ini yerle bir etmişti. Bu acımasız saldırı ile yaklaşık 80 bin kişi, saniyeler içerisinde ölmüştü. Bombanın patlama anında oluşan mantar bulutu 13 kilometre havaya yükselmiş, dört bin dereceye varan sıcaklıkta insanlar tam anlamıyla bir anda buharlaşmıştı. Bombanın yakıcı-yıkıcı etkisi öyle büyüktü ki, ölen insanlardan bazılarından geriye kalan tek şey, kendi gölgeleri olmuştu. Atomik gölgeler olarak adlandırılan bu şey, bombanın patlama anında oluşan kimyasal bir reaksiyon sonucunda insan gölgelerinin, hayalimizin bile zor kavrayacağı bir şekilde yere işlenmesine sebep olmaktaydı.

Bombanın etkisiyle oluşan “Atomik Gölgeler”

Katliam, etrafa saçılan nükleer radyasyon olaylarına sebep oldu. Bunun sonucunda, aylar sonra bile insanlar yaşamlarını yitirdi. Toplamda 200 bin insandan söz ediliyor! Bu büyük katliama sebep olan ABD, “gücünü” göstermek ve egemenliğini korumak için yetmezmiş gibi bir de Nagazaki kentine “Fat Man” isimli atom bombası ile saldırdı ve bu ikinci saldırıda da 70 bin kişi, belki de saniyeler içerisinde yok oldu. 3 gün arayla gerçekleştirilen iki saldırı sonucunda toplamda 280 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. Dönemin ABD Başkanı Harry Truman, “Deney büyük bir başarıya ulaştı” diyordu: Katliamla övünerek ve “gerekliliğini” vurgulayarak…

Hiroşima ve Nagazaki’yi yerle bir eden bombalar, 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin o dönemki başkanı Franklin Roosevelt tarafından başlatılan “Manhattan Projesi” kapsamında, New Meksiko’daki Los Alamos isimli bölgede geliştirilmişti. Projenin geliştirilme sebebi ya da “bahanesi” ise, Alman bilim insanlarının atom bombası üzerinde çalıştıkları ve Hitler’in bu bombayı kullanmak niyetinde olduğu şüphesiydi. Bu bilgiyi 1939 yılında Roosevelt’e aktaran kişiler de dünyaca ünlü bilim insanı Albert Einstein ve onun meslektaşı Leó Szilárd idi. Manhattan Projesi’nin Los Alamos’taki laboratuvarının başına fizikçi Robert Oppenheimer getirilmişti. Oppenheimer ile birlikte dünyanın farklı yerlerinden gelen fizikçiler ile beraber toplamda yaklaşık 120 bin kişinin çalıştığı projede dünyanın ilk atom bombasını geliştirmiş ve bir test esnasında bomba “başarıyla” patlatılmıştı. İşte o proje kapsamında geliştirilen iki bomba da bahsettiğimiz bu kentlerin üzerine bırakıldı.

Bombaların ilk test edilişi ile eş zamanlı, Temmuz 1945’te Almanya’da Potsdam Konferansı gerçekleştirildi. Nazi Almanyası’nın yenilmiş olmasıyla Avrupa’da “kartların yeniden karıldığı” süreci tartışmak için İngiltere Başbakanı Churchill, Roosevelt’in ölümünden sonra onun yerine geçen ABD Başkanı Truman ve SSCB lideri Stalin’in katıldığı toplantıda, Almanya’nın akıbeti hakkında yapılan tartışmaların yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı’nda Mihver İttifakı’nın ortağı Japonya’ya bir ültimatom gönderilmesine karar verilmiş ve teslim olma çağrısı da yapılmıştı. Toplantı esnasında önemli bir detay da Truman’ın Stalin’e, ellerindeki yeni bir silahtan, atom bombasının varlığından bahsetmesiydi. İfade edilenlere göre Stalin bombanın varlığından “çoktan” haberdardı. Manhattan projesinin önemli bir parçası olan ve Nazi Almanya’sından Almanya Komünist Partisi üyesi olduğu için kaçmak zorunda kalan fizikçi Klaus Fuchs bu bilgiyi Sovyetler Birliği’ne gizlice aktarmıştı.

Potsdam Konferansından bir kare: Temmuz 1945

Nazilerin yenilgisinden sonra atom bombasının varlığından haberi olan birçok bilim insanı aslında ABD’ye artık savaşın sonuna gelindiğini, bombanın gerekliliğinin ortadan kalktığını ifade etmiş, nükleer silahlanma yarışının tehlikeleri konusunda ABD’ye uyarılarda bulunmuştu. Bu uyarılarda bulunanlar arasında Einstein da yer alır. Einstein ABD’ye yolladığı ikinci mektubunda projeden derhal vazgeçilmesini ister. Ancak projede askeri direktör olan Leslie Groves’in söylediği ileri sürülen, “Bombayı yapmaktaki asıl amaç Sovyetler’e boyun eğdirmektir” ifadeleri, ABD’nin hedefini açıkça ortaya koymaktadır.

ABD’nin Japonya’ya düzenlediği bu korkunç katliamın “gerekliliğini” bugün dahi savunanlar var. Bizlerse Manhattan Projesi’nin asıl amacını iyi biliyoruz: Ne Nazi Almanya’sını mağlup etmek ne de dünyayı kurtarmaktı! Zaten Nazileri baştan büyük bir tehlike görselerdi, Hitler’in faşizmi geliştirmesine, öteki ülkeleri işgal ederek katliamlar yapmasına; Nazilerin komünistlere ve ilerici işçilere dönük vahşice saldırılarına göz yummazlardı. Şu açıktır ki, ABD Nazilere karşı “suskunluğunu” ancak Hitler’in emperyalist hedefleri, kendileri için bir tehdit haline geldiği vakit bozdu.

Müttefik savaş koalisyonu, ortak bir anti-faşist kuruluş değil, emperyalist hedefleri olan devletler arasında “çıkar birliği” idi. Dolayısıyla atom bombasının geliştirilmesi de emperyalist devletler arasında bir güç savaşıyla ortaya çıkmıştı. Bombaların Japonya’ya karşı kullanılmasının savaşın askeri yönü üzerinde hiçbir etkisi olmamıştı. Tek etki işin siyasi boyutu, yani ABD’nin hegemonyasının kuvvetlenmesiydi.

ABD’nin yüz binlerce insanın vahşice öldürülmesine sebep olan atom bombaları, onu savaşın “gerçek galibi” gibi göstermiş, rakibi Sovyetler Birliği’ne karşı uluslararası çapta kendince bir “üstünlük” kurabilmişti. Hiroşima ve Nagazaki katliamları, kapitalist dünyada hegemonyasını pekiştirmek isteyen bir devletin sembolü haline gelse de insanlık tarihinde bir utanç tablosu olarak anılır da olmuştu.

Peki bu katliamlardan hangi dersler çıkarıldı? Sorulması gerek asıl soru bu.

Hiroşima ve Nagazaki’ye yapılan saldırılar, emperyalistlerin güçlerini pekiştirmek için nükleer silahlara varıncaya kadar her türlü insanlık dışı saldırı stratejilerini kullanmaya hazır olduklarını bizlere açıkça gösterdi. Mayıs 2023’te Hiroşima kentinde gerçekleştirilen G7 zirvesinde, nükleer silahsızlanmaya ilişkin planlar tartışılarak “bir daha asla” çağrısı yapılmıştı. Bunu vurgulayan G7 ülkelerinin üçünün nükleer güç olması ve kalan dördünün ABD’nin nükleer silahları koruması altında olduğu gerçekliği durumun ikiyüzlülüğünü de ortaya koymaktadır. Dünya, 78 yıl sonra yeniden bir nükleer savaş konusunu tartışıyor. ABD’nin Ukrayna-Rusya savaşında olayı, 78 yıl önceki gibi kısa bir anda olmasa da, hegemonyasını korumak uğruna insanlığı ve tüm canlılığı yok edecek düzeye getirmesini hepimiz açıkça görebiliyoruz.

Emperyalizm var oldukça, insanlığın varlığı her zaman tehlike altında olacaktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.