İsrail-Filistin sorunu üzerine – I

0
506

Selçuk Şahin Polat

Bu soruna objektif olarak bakabilmek ne yazık ki oldukça zor hale getirilmiş durumda. Yaratılan bilgi kirliliğinin ötesinde, bakışları eğen ve büken güçlü odaklar mevcut. Ayrıca bazı kesimlerin açık fakat adı konmamış kaçınılmaz angajmanları, bu güç odaklarının etkisini genişletmekte ve soruna nesnel yaklaşma imkânlarını daralmaktadır. Bu keşmekeş ortamında sadece barış çağrıları, insanlığa bir umut vermektedir. Fakat barış çağrıları da pratikte karşılığı olmayan güzel bir seda olarak gök kubbede yankılanmaktadır sadece.

Sorunu aşağıdaki temel ilke çerçevesinde ele alarak, çözüm yoluna girebiliriz diye düşünüyorum:

Yani; temel ilkeyi hatırlayarak işe başlayabiliriz: Uluslaşma sürecinin demokratik içeriği. Uluslaşma, burjuva devrimiyle başlayan bir süreçtir. Daha öncesinden uluslar ve böyle bir kavram yoktur. Sadece aşiretler-klan-boy vb. bugünkü adları taşıyan gruplar vardır. Fakat kendilerini dini inançla tarif eden bazı gruplar da bu uluslaşma sürecinden geçmedikleri halde, ulus kavramını kullanmışlardır. Bunların içinde Yahudi toplumu ilk sırayı almaktadır.

Hâlbuki uluslaşma, feodalizme ve onun donmuş gerici kalıplarına karşı çıkan burjuva devriminin adımlarından biridir. Tıpkı insan hakları, düşünme-eylem-yazma özgürlüğü, laiklik vb. demokratik ve ileri adımlar gibi! Bu nedenle, uluslaşma demokratik bir süreç olup, onun bu niteliğini her zaman ölçü almak zorundayız. Emperyalizmin uluslaşma kavramını nasıl gericileştirdiğini hatırlayalım: Önce tek bir etnik yapıyı kapsayan ve koruyan milliyetçilik, sonra diğer uluslara karşı düşmanlığı içeren ırkçılık ve faşizm.

Uluslaşmanın demokratik içeriğini gözetmede bize rehberlik eden Lenin’den de bir örnek verebilirim:

“(…) biz, sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri, devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde (abç) desteklemeliyiz. Eğer bu koşullar yerine getirilmezse, bu ülkelerde reformcu burjuvaziye karşı (ki bunlara II. Enternasyonal kahramanları da dahildir) savaşım veririz.” (Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları s. 210) (Aktaranlar; Lenin’e Dönüş. Ütopya Yayınevi. s. 268. SAİT SATILMIŞ-MEHMET İNANÇ TURAN)

Özetle buradan çıkan özlü sonuç şudur: Bir ulusal mücadele yani “burjuva kurtuluş hareketi” demokratik değilse ona karşı çıkmalı ve savaşım vermeliyiz.

İkinci bir sorunu da dile getirmeliyim sanırım! Bu da yaşadığımız çağda komünizmin devre dışı kaldığı ama emperyalizmin iki kutuplu at oynattığı bir gerçeğin kendisidir. Ne yazık ki bu iki kutuplu güçler, proletarya mücadelesi içinde olan veya olmaya çalışan kesimleri etkileyebiliyorlar. Örneğin Ukrayna-Rus savaşına bakalım. Gerçekten bu savaşta proletarya ve temsilcilerinin destekleyeceği bir taraf var mı? Elbette ki yok! Bir tarafta Ukrayna ulusunun kendi kaderine kendisinin karar vermesi hakkına saygı göstermeyen ve askeri müdahalede bulunan kapitalist Rusya iktidarı, diğer tarafta faşizme hayran ve Batı emperyalizmin kuklası Ukrayna yönetimi. Bu açıdan bu savaşta doğru ajitasyon ve taktik hem Rusya hem de Ukrayna emekçi kitlelerinin silahlarını kendi yönetimlerine doğrultmaları ve barışı sağlamaları olmalıdır. Pratikte bugün için bir karşılığı olmasa da bu ajitasyon (taktik) emekçilerin biricik silahıdır. ABD emperyalizmini geriletiyor, diyerek Rusya’yı; “ulusal savaş veriyor” diyerek Ukrayna’yı destekleyen devrimci unsurlara çağrımdır: Birincilere; merak etmeyin savaş her iki kesimi de geriletecektir. İkincilere; ulusal kurtuluş savaşları hem emperyalizmden destek alınarak hem de faşist yol ve yöntemlerle yürütülemez!

Özetle dünyada halkları ilgilendiren ve gelişen sorunlara ne ABD-Batı, ne de Rus-Çin-İran ekseninden bakarak çözüm üretebiliriz. Bu nedenle İsrail-Filistin sorununa da bu iki kutbun etki alanı dışına çıkarak bakmalıyız.

İsrail-Filistin sorununun çözüm nedir ve ajitasyonumuz ne olmalıdır?

İsrail, dini ve yapay bir devlet olmasına rağmen bu süreci demokratik ve reformcu niteliklerle yürütmek isteyen bir muhalefete sahip! Ayrıca geç kalmış uluslaşma sürecini yaşayan bir topluluktur. Tıpkı Kürt halkının yaşadıkları gibi! Tek fark, birinin yukarıdan kurulmuş bir devleti var, diğerinin ise hem devleti yok hem de 5 ayrı ülkeye dağıtılmış durumda.

Yahudi adı verilen İsrail toplumunun ABD’nin yönlendirmesinden çıkıp, demokratik bir uluslaşma sürecine ihtiyacı bulunmaktadır. Bu açıdan toplum içindeki demokratik muhalefet, desteklememiz gereken esas güçtür. Sonuçta bugünkü iktidarı veya onun yaptığı hiçbir şeyi desteklememeliyiz. Bu destek, ABD emperyalizmini ve CIA’yı desteklemekle aynı şey demektir.

Filistin adı verilen toplum da uluslaşmasını gerçek anlamda tamamlamamıştır. Bu toplumun Y. Arafat liderliğinde yürüttüğü uluslaşma mücadelesi, onun ölümüyle yarım kalmış, ABD ve yandaşları tarafından radikal dinciler örgütlenerek akamete uğratılmıştır. HAMAS gibi gerici bir örgütün organize ettiği son askerî harekât, öznel ve nesnel olarak anti insani ve demokratik olmayan anti ulusal bir mücadeledir. Bu açıdan, Filistin halkını temsil etmeyen bu gerici ve insanlık düşmanı HAMAS’ı desteklemek, Lenin’in de belirlediği ilkeye aykırı anti-Marxist bir tavırdır. Bu açıdan Filistin halkının uluslaşması sürecini tamamlaması için demokratik ve devrimci muhalefeti geliştirmesi gerekmektedir. Bizim destekleyeceğimiz güç işte budur. Eğer böyle bir güç yoksa dahi, bu yönde ajitasyon yapmaya devam etmeliyiz.

Sonuçta, İsrail ve Filistin halkının uluslaşma sürecini ve bu süreci yürütenleri: “(…) gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri, devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde (abç) desteklemeliyiz.”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.