İsveç’in Müslüman nüfusla başı dertte

2
1294

Hamza Yalçın

Son günlerde İsveç kökenli Arapça internet yayınlarında İsveç Sosyal Hizmetler Kurumu’nun (Socialtjänsten) Müslüman çocukları ailelerinden kaçırttığı söylentisi yayıldı. İsveç medyası ve Başbakan dahil yetkililer, ülkenin dezenformasyon ve istikrarsızlaştırma kampanyasıyla karşı karşıya olduğunu ve hatta kampanyanın, yetkililerin açıklamalarını takip ederek onları boşa çıkaracak şekilde sürdürüldüğünü belirtiyorlar.

Hafta başında Stockholm merkezinde gösteri yapan yüzlerce Müslüman, çocukların ailelerinden zorla alınmasını protesto ettiler. Özellikle sosyal medyada dolaşan, ağlayan çocuk resimlerinin İsveç yetkililerini çok rahatsız ettiği hissedilmektedir. Yukarıdaki gazete haberinde ulusal istihbarat teşkilatının bu siteleri takipte olduğu belirtiliyor. Yetkililer, göçmenlerin İsveç hakkındaki görüşlerini, resmi kurumlarla değil de birbirleriyle iletişim içinde oluşturuyor olmalarının kampanyaya hız kazandırdığını ifade ediyorlar

İsveç’te aile ortamının çocuğun gelişmesine uygun görülmeyen durumlarda, çocuklar ailelerinden alınıp kurumların belirleyeceği şekilde yetiştiriliyorlar. Göçmen çocukları ve haliyle Müslüman aileler göründüğü kadarıyla bu konuda sosyal hizmet kurumlarıyla çelişkiye düşenlerin başında geliyor. Müslüman kökenli nüfusun İsveç’e uyum sağlamakta zorlandıkları açıktır. Resmî kurumların da biraz önyargılı olduklarına hem tanığım hem de çok yerde bunu okudum. 

Evet, devleti rahatsız eden süreç yayınla kalmayıp eyleme dönüştü. Hatta bu sürecin içinde Türkiye kökenli bir kişinin başkanı olduğu yeni bir parti ismi bile ortaya çıktı. Kampanyadan rahatsız oldukları görünen yetkililer karşı atağa geçerken biz de bu vesileyle Avrupa’da ve İsveç’te İslam olgusuna biraz bakalım. 

Bilindiği gibi Avrupa’da Müslüman kitle en çok Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık’ta yaşıyor. Her bir ülkenin nüfusuna kıyasla bakıldığında ise AB ülkeleri arasında yüzde 11’i aşkın Müslüman nüfus ile Bulgaristan başı çekiyor. Onu yüzde 8,8 oranla Fransa izliyor. Üçüncü sıradaki ülke ise yüzde 8,1 oranla İsveç’tir

Avrupa nüfusunun Müslümanlaşmakta olduğu endişesi, pek açıktan dile getirilmese de en çok ilgi çeken konulardan biridir. 2010 yılında toplam nüfusun yüzde 3,8’ini oluşturduğu tahmin edilen Avrupa’da, Müslüman nüfusun (19,5 milyon) 2016 ortalarında 25,5 milyonla yüzde 4,9’a ulaştığı tahmin ediliyor. Hesaplamaya AB üyesi olmayan İsviçre ve Norveç dahildir. 2050 yılında Avrupa’daki Müslüman nüfusun ne kadar olacağı projeksiyonları yapılmaktadır. Avrupa’nın Müslümanlık tarafından tehdit edildiği algısı özellikle Fransız aşırı sağcı politikacılar tarafından dile getiriliyor. Buradan da Avrupa ülkelerinde açıkçası İslamofobik bir ulusal kimliğe doğru bir gelişme yaşanıyor.

İsveç’te göçmen denilince akla Müslümanlar geliyor

Okuduğum yazıların birinde 1953 yılında İsveç’te toplam 500 Müslüman olduğu yazıyor. Sayının 2016 yılında 810 bine ulaştığı ve giderek artmakta olduğu belirtiliyor. Yazıda İsveç’e 1980 öncesinde gelen Müslümanlar arasında çoğunluğu Türklerin oluşturduğu belirtilmektedir. Bunlar çalışmak için gelen insanlardır. 1980’li yıllarda Irak’taki savaş ortamında Saddam yönetiminden kaçan Iraklılar ve Kürtler geliyor. Onları Humeyni yönetiminden kaçan İranlılar izliyor. Sonra Bosna-Hersek, Etiyopya, Somali, Kosova ve Arnavutluk Müslümanları yoğun geliyorlar. Son olarak da Suriye ve Afganistan’dan yoğun göçler bilinmektedir. Bu bilgiler bizim bildiklerimize uymaktadır. 

Devlet İstatistik Kurumu (SCB) verilerine göre Suriyeli göçmenler tüm göçmen nüfus içinde açık arayla önde giderken, onları en yakından Iraklı göçmenler izliyor. Sonuç olarak çeşitli nedenlerle İsveç’e göçmüş kitle içinde Müslüman göçmenler gayet belirgin bir çoğunluk oluşturuyorlar. Uyum konusunda yaşanan zorlukların bu görünümü çok daha belirgin duruma getirdiği açıktır. Geçtiğimiz yılın sonunda yapılan bir araştırma, çocukların ailelerinden zorla alınması riskinin yabancı kökenli ailelerde iki kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Bunu Müslüman kökenli nüfus diye okumak abartı olmayacaktır. 

Bununla birlikte İsveç diğer Avrupa ülkelerine kıyasla dinsel kimliğin önde olduğu bir ülke değildir. Hatta bir kaynak, İsveç halkının Avrupa halkları arasında Müslümanlara en açık halklardan birisi olduğunu veriyor. Bu kaynakta İsveç’in nüfusunun sadece yüzde 15’i ulusal kimliğinde Hristiyan değerlerin önemini yüksek görürken, nüfusun yüzde 80’i Müslüman akraba kabul etmeye açık görünüyor. İsveç halkının genelde dincilikten uzak olduğu açıktır ama söz konusu araştırma 2015-2017 tarihlidir. Ayrıca soruda Müslümanlarla Yahudiler birlikte sorulmuştur. Avrupa’da Yahudiler konusunda en azından görünüşte yoğun bir pozitif duyarlılık bulunmaktadır. Ayrıca araştırmanın yapıldığı zamandan bu yana İsveç’te yabancı düşmanı parti İsveç Demokratları (SD), oylarını belirgin bir şekilde artırdı. SD, 2014 seçimlerinde oyların yüzde 12,9’unu alırken 2018 seçimlerinde bu oran yüzde 17,5’e çıktı. SD’nin aldığı oy oranı 2010 seçimlerinde yüzde 7 idi. Yabancı düşmanlığı mevcut durumda İslam düşmanlığına denk düşüyor.

Kuzey ülkelerinde İslamofobiyi temel alan bir faşist hareket de hesaba katılmalıdır. İsveç’in komşusu Norveç’te 2011 yılında bir gün içinde 77 kişiyi birden öldüren katil Anders Breivik son duruşmaya, “Beyaz ulusumuzun katledilmesine son” dövizleriyle gelmişti.  Breivik serbest kalırsa yoluna parlamenter mücadeleyle devam edeceğini açıkladı. Breivik gibi ırkçıların İsveç parlamentosunda siyaset yapmaları bana imkansız görünmüyor. 

Bunlara bir de Müslüman-Yahudi kutuplaşmasını eklerseniz hayli farklı bir tabloyla karşılaşabilirsiniz. İsveç’te Yahudi cemaatlerine kayıtlı 6 bin Yahudi bulunuyor. Yahudiler devletçe tanınan önem verilen bir azınlıktır. Son olarak geçtiğimiz yıl (13-14 Ekim 2021) Malmö’de yapılan Uluslararası Soykırım Toplantısı’nda Yahudiliğin bir kez daha Avrupa kültürünün ayrılmaz parçası olduğu hatırlatılmış ve gerek eğitim kurumlarının ve sosyal medyanın, gerekse toplumun bu kabulünün arkasında durması kararlaştırılmıştır. Konferansın gerekçesi olarak ifade edilen “toplumda artan Yahudi düşmanlığı” akla Müslüman nüfusu getirmektedir.

Çocukların ailelerinden zorla alınması uygulamasına dayanılarak İsveç hakkında “faşist ülke” algısı yaratılması karşısında Başbakan Magdalena Andersson söz alma ihtiyacı duydu. Başbakan Magdalena Andersson, İsveç’in dezenformasyon kampanyasıyla istikrarsızlığa sürüklenmeye çalışıldığını ileri sürdü ve kampanyanın arkasında duran internet sitelerinin şiddet yanlısı dinci örgütlerle yakınlığını ima etti

Dezenformasyon kampanyası medyada hararetle tartışılırken başında Türkiye kökenli Mikael Yüksel’in bulunduğu bir parti ilanı basında yer buldu. Mikael Yüksel faşist ülkücülerle bağı olduğu gerekçesiyle Merkez Parti isimli (C) liberal sağ partinin 2018 seçimlerinde hem aday listesinden çıkarılmış hem de partiden ihraç edilmişti. 11 Eylül’de yapılacak parlamento seçimlerine 30 belediyede ve bölgede katılacağını açıklayan Nyans isimli parti, İsveç’te İslam düşmanlığını, ayrımcılığı, Müslüman kökenli gençlerin artan oranda karıştığı uyuşturucu, çeteleşme ve şiddet olaylarını gündeme getirmeye hazırlanıyor ve Müslümanların Yahudiler gibi özel statüye sahip olmasını savunuyor. 

İsveç’te İslam, Hristiyanlıktan sonra en büyük dini oluşturuyor. İsveç’te özel okullar devlet tarafından finanse edilmektedir. Müslümanlar da bu olanaktan yararlanmaya başlayınca hükümet Müslüman özel okullar hakkında İsveç İstihbarat Teşkilatı SÄPO’nun raporlarına dayanarak dini özel okullar üzerindeki denetimi artıracağını bildirdi. Müslüman özel okullar teröre eğilimli çevrelerle ilişkilendiriliyor ve bu okulların özellikle erkek egemen anlayışa dayalı eğitim vermelerinden rahatsızlık duyuluyor. Erkek egemen değerlerle ilgili endişenin anlaşılması daha kolay olabilir. Ancak terör yanlısı çevreler konusunda çok önemli görüş ayrılığı olduğu açıktır. İsveç’te mesela Hamas terörist bir örgüt, İsrail devleti ise meşru demokratik bir devlet  kabul edilmekteyken, Ortadoğu ülkelerindeki ve Avrupa’daki Müslümanlar ise İsrail’i terörist görmektedirler. Bu çelişkinin Avrupa’da gerginlik yaratacağı açıktır.

İsveç, Avrupa’da sosyal adalet bakımından ortalarda yer almakla birlikte sosyal eşitsizliğin 1990 yılından bu yana en hızlı arttığı ülkedir.(*) Özellikle göçmen kitle, sosyal adaletsizliklerden çok etkilenmektedir. İsveç kriminalleşmenin yoğun yaşandığı bir ülkedir. Ölümle sonuçlanan silahlı saldırılar ve büyüyen uyuşturucu pazarı bu konuda dikkat çekmektedir. İsveç yetkilileri çeteleşme konusunda “klan” kavramını geliştirdiler ve çeteleşmenin akrabalık bağlarına dayandığını saptadılar. 

Ülkede artan göreli yoksulluk gençlik içindeki asayiş sorunlarını keskinleştirmektedir. Beş çocuktan birisinin göreli yoksul olduğu belirtilmektedir. Yabancı kökenli gençlerde yarıdan fazla olan bu oran bazı yerleşim bölgelerinde yüzde 80’e ulaşmaktadır. İsveç’te çocuklar açlık çekmiyor kuşkusuz ama göreli yoksulluk da sosyal barışı tehdit eden önemli sosyal sorunlara yol açıyor.

Müslüman nüfusun dünyada en hızlı artan nüfus olmasına dikkat çekilirken, İslamofobi emperyalistlerin Afganistan’a, Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya ve Türkiye’ye müdahaleleriyle İslam adına ortaya çıkan çirkin manzaranın sorumlusu olarak Müslümanları göstermektedir. Bu yaklaşım İslam’ın gericileşmesine hizmet ediyor. İsveç’te sosyal eşitsizlikler hızla artarken asayiş ve uyum sorunlarını yoğun yaşayan Müslüman kökenli insanlar “kötülüklerin kaynağı” damgasına maruz kalmaktadırlar. “İsveç’i Müslümanlar bozuyor” algısı sosyal adaletsizlikleri artıran ve baskıcı bir rejim isteyen burjuvazinin de işine gelmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi yabancı düşmanı İsveç Demokratları (SD) adlı parti İslamofobiyi kışkırtarak oyunu arttırmaktadır.

Türkiye’de dinci baskıya, İsveç’te İslamofobiye karşı mücadele etmek zorunda kalıyoruz. İsveç’te gelişen çeteleşme ve namus baskısının açıktan tartışılmaması İslamofobiye istismar alanı sağladı. İsveç Sosyal Demokratları (S) ve Sol Parti (V), bu konuda Merkez Parti (C) isimli neo-liberallerle paralel politikalar izleyerek artan sorunları görmezden gelme yolunu seçtiler. Çeteleşmeyi ve namus baskısını gündeme getirmeye çalışan sosyalist kesim ise ırkçı muamelesiyle dıştalandı. Bu suçlamalara İsveç Odak olarak biz de maruz kaldık.

Müslüman kesimde görülen dinsel tutuculuk ve kadınlara aşağı statü tanınması, Müslüman kitlenin burjuva topluma entegrasyonunu zorlaştırmaktadır. Batılı egemenler Ortadoğu’da laikliğe daha yakın Libya ve Suriye gibi rejimleri hep düşman gördüler. İslamiyet’in dayanışmacı yanlarını da ön plana çıkararak Müslümanları gericiliğin etkisinden kurtarmaya çalışan sosyalistleri ise zaten dıştalıyorlar. Geriye İslam’ı evcilleştirmek için yaratılan Ilımlı İslam kalıyor. Belki de İsveç’e çok sayıda Gülen tarikatı taraftarının mülteci olarak kabul edilmesi bununla ilgilidir. Son olarak ise imamları Cuma Namazı’nda devletin tarafında yer almaya çağırma adımı duyuldu.

(*) Göran Therborn, Daniel Suhonen & Jesper Weithz(red). 2021. Klass i Sverige: Ojämlikheten, makten och politiken i det 21:a århundradet. Arkiv förlag

2 YORUMLAR

  1. *Türk solunun bir kesimi, çocukluktaki Kuran kursları ve dinsel koşullanmalardan etkilenmiştir; beyinsel sakatlığını ömür boyu taşır. Avrupa kültürünü ve uygarlığını sindirmeyen kanniballerin barbarlıklarını da “göçmen hakları” sanarak savunanların başında bu “cahil kalmakta şampiyon” olan sahte sol kafalar gelir. İnsanlığın başına bela olan, feodal sömürücülüğü savunan, kendi mezhebi dışındakilerin kafasını kesmeği meslek sayan, çocuk ciğeri yerken video çekimi yaparak övünen barbarlar, Avrupa’da en sadist suçları işliyorlar. Eyyamcı (lümpen) sol (ve elbette siyonist propaganda yuvaları olan yahudi vakıfları), duygu sömürüsü yapmağı seçerek islamı normal bir öğreti gibi gösdteriyorlar. Bu durumda en örnek müslüman Recep Tayyip ERDOĞAN’dır, çünkü her ilkelliğin ve din tüccarlığının şampiyonudur. Avrupalı patriotlara sataşmağı seven güdümlü zırzoplarla beyni dumura uğramış moruklardan öğreneceğimiz hiçbirşey yok. Kısaca; gerçek sol, Nasyonal Sosyalistlerle ve tüm antisiyonist devinimlerle (hareketlerle) dayanışma içinde olmalı, işgalci yağmacıların camilerini başlarına yıkmalıdır. Başka kurtuşu yolu var diyenler, meyhaneden dışarı çıkıp gerçeklere bakmağı öğrensiler!*

  2. Ayşe somut sonuçlara göre haklısın,
    İslamcı işçi sınıfından kitlelerinin bu düzen içinde ilken bile üretime katılım hakkı ve olanakları eşliğinde, demokratik intigrasyon denilen sorumluluğa katılma ile birarada kendi sınıfının sorunlarına odaklanmasının başarılabileceğini, böylece sadece dine göre değil, sınıfın sosyalitesine göre evrimleşebileceğini ve bunun gerektiğini unutamayız.
    Bütün yığınlar kökeninde ataerkil geleneklerden gelmiştir, ama toplumsal üretim ve kültürel aktivasyon etrafında sınıfa kazandırılabileceği gerçeğini biliyoruz,
    Keza sosyalizmde yapılacak olanda budur, insanları toplumsal sorumluluk yükümlendirmiş ve o çerçevede denetim altına alarak geliştirmek bilimsel olarak ön görülmüş ve sosyalist dünya görüşünün insanlığı değiştirmesinin belirli metodu halini almıştır.
    Ama islam kültürünün katı ve fundamentalist, gericiliği belirli bir din olduğu tesbiti doğru , o yüzden islam yığınlarının değişimi diğerlerine göre daha çetindir, fakat hiç başarılmaz değil.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.