Ayşe Bulut Yazdı: Gecenin evinde yangın çıkaranlar, kadınlar…

0
1559

Ayşe Bulut 

Olağan dönemlerimiz var mı, diye düşünmeye başladım. OHAL ve beraberinde gelen KHK’lar sürecini düşünürken…

Olağan dönemlerde; TBMM KHK yetkisini kullanabilmekte (mad.91) , buna ek olarak, olağanüstü hal ve sıkıyönetim durumlarında da (mad. 121-3 ve 122-3) bu yetkiyi kullanabilme yetkisini elinde bulundurmaktadır.

Geldiğimiz bugün, direnç ayakları olarak bütün bu sözde prosedürleri de altüst eden gerçekliklerle yaşamak zorunda kalan bir toplum ve yine direnmeye çalışan bazı sivil toplum kuruluşları ve de sırf kadınlar karşımıza çıkıyor. Günün nesnel koşullarının tam da dayattığı gibi… Yok edilmek istenenler, yasalarla sindirilmeye çalışılanların sesi kimi zaman cılız kalsa da, yine de duyuluyor. Ancak asıl duyması gerekenler sağır kalmakta ısrar ediyorlar.

15 Temmuz sözde darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL; yayınlanan 26 KHK’larla (Kanun Hükmünde Kararnameler) tüm acımasızlığıyla toplumun üzerine, özellikle binlerce kurumun kapatılması ve mesnetsiz ihraçlarıyla vicdansızca çöreklendi ve de çöreklenmeye devam ediyor. Günümüze kadar da beş kez ve her defasında en az üç ay süreyle uzatılan OHAL, kararnamelerle sayısız yasak, tutuklama ve ihraçlarla toplum içinde onmaz bir hezeyana yol açmış durumda.

Kadınlar, KHK ve OHAL çerçevesinde değerlendirme yapacak olursak;

Devletin anayasasının değiştirilemeyen yedi maddesinden biri olan “ Laiklik” ilkesine aykırı bir yapılanma olarak legalize edilmiş ceberut bir kurumumuz var: “Diyanet İşleri Başkanlığı”… Önceden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın temel amacı, devletin hedeflediği “toplumsal yaşamın faşist politik sünni- İslamcı dönüşümünü sağlamak” yönünde seyir almaktaydı. Ancak AKP iktidara geldikten sonra Diyanet, tüm kurumlardan ve anayasadan üstün tutuluyor, toplumu dönüştürmek için amaçlanan her plan Diyanet ağzı ile fetvalaşıp adeta kanun hükmü oluyor.

Hatırlanacak olursa Diyanet, geçtiğimiz günlerde “9 yaşında bir kız çocuğunun evlenebilir” diye bir fetva verdi ve bu halk içinde hem bir bölünme hem de derin bir infial uyandırdı. Tepkiler sonrasında küçük çocukların evlenme yaş sınırı konusunda düzeltme yapma yoluna gittiler, en son düzeltmeyi ise bizzat Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez “aile” konu başlıklı Cuma hutbesinde “İslam’da evliliğe özel önem verildiğini, çocuk yaştaki çocukların evlenmesine izin olmadığını” lütfen söyleyerek güya nokta koymuş oldu. Gelin görün ki ‘’bir babanın öz kızına-çocuğuna şehvet duyabileceği’’ni de söyleyen de “netekim” aynı Diyanet’in resmi sitesiydi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi yaz-boza çevirdikleri 4+4+4 eğitim sistemleri içinde çocuklara dini eğitimi dayatıp “Kabe’de tavaf , namaz kılma, abdest alma öğretilirken ‘’ kadının erkeğe itaat etmesi gerekir, erkeğin sözünden çıkması günahtır’’ diye kendi zihniyetleri kadar geri bir konuyu da resmi din dersi ile öğretime sokmuş bulunuyor…

“Bir kimse yüzüne ya da mesajla eşine boş ol derse boşanabilir”, “Kadınların kaşlarını alması caiz değildir” açıklamalar yapan devletin Diyanet’i aracılığı ile iktidarın inşa etmek istediği zihniyettir. Bu tür pek çok örneği yan yana getirdiğimizde ortada bir yanlışlıktan söz edilemeyeceği gibi aksine bilinçlice ‘kadın ve çocuk düşmanı bir diyanet=devlet’ halinde bir ceberutun krallığını görüyoruz. Bu yüz yüze olduğumuz ve pençelerini kafamıza geçirmiş olan Ak Devlet, Diyanet ‘i eliyle; Türkiye toplumsal yaşamının temellerini dini esaslar, özellikle de kadın düşmanlığı ve kadının hiçleşmesi, nesneleşmesi üzerinde yükseltmeye iman etmiş, Işidyen-İslamist bir devlet politikasını yürüttüğünü pekala görebiliyoruz. İzlenen bu politikanın bir sonucu olarak, Türkiye’de çocuk yaşta evlendirilen, okul sıralarından ve oyun parklarında oynarken düğüne giden kız çocuklarının sayısı 2016 yılında 181 bin 36 olarak açıklanmıştı.

Diyanet, dini referans alarak kadınlara, toplumsal rol-görev tanımlaması yapmış oluyor. Dolayısıyla yine bu diyanet, bu haliyle toplumda bir de ‘toplumsal erkeklik’in ve erkeklikte pervasızlığının’ önünü de alabildiğine açmış oluyor. Artık kadına yönelik her türlü aşağılama, şiddet, taciz, tecavüz ve katliam meşrulaştırılıp toplumsallaştırılmış oluyor. Bugünkü mahkemeler de maalesef, bu meşrulaştırmanın ancak noter rolünü oynamakla yetiniyor. Devlet işleyişinin bütününe bakılırsa devletin, bütün kurumları Diyanet’in temel yaklaşımını referans alarak işliyor. Durum böyle olunca kadın siliniyor, kadının adı hiçbir yerde kabul görmüyor.

Kadın ve Aile Bakanı olan kadın, Ensar Vakfı yurtlarında tecavüze uğrayan erkek çocuk için vicdansızca ‘’bir kereden bir şey olmaz’’; aile için “evde kadın börek yapamazsa yuva dağılır” gibi açıklamalarıyla ancak sistemin değirmenine su taşıma görevi yapıyor . Görüyoruz ki bu bakanlık, ancak iktidar zihniyetinin kadın ve çocuklara yönelik cebir, şiddet ve tecavüz olaylarını meşrulaştırma propagandacılığından başka bir şey yapmıyor. Kadın ve Aile Bakanlığı’nı kuran AKP, güya bu bakanlığı kadınlara ne kadar önem verdiğini göstermek ve kadınların sorunlarını çözmek için kurmuştu değil mi? Şu halimizin trajikomikliğine bakın ki bildiğimiz bütün doğrular artık tersten okutuluyor.

Hamdolsun ki (!) 15 Temmuz 2016‘dan beri bize yaşatılan bir OHAL’imiz var. Demokrasiden, insan haklarından uzak bir belirsiz bir sürecin girdaplarındayız. Artık OHAL kandırmacası ve KHK kabusuyla kadınların yükselen direnç ve mücadelesi, gerekçesiz ve keyfiyetle ve artan zorbalık ve hukuksuzlukla üstüne bastırılıp engellenip sindiriliyor. Bunu görmek için sadece 696 nolu KHK’ya bakmamız bile mahkumu edildiğimiz bu OHAL’e, kökten karşı çıkmamıza ziyadesiyle yetiyor. Bu madde erkeklerin katlettiği kadınlarla ilgili yargılamalarda erkeklere ‘iyi hal indirimi’ ve ‘haksız tahrik indirimi’ gibi erkeği kollayan düzenlemeler getirerek erkek şiddetini adeta teşvik ediyor. Burada trajikomik olarak; ‘kol kırılır yen içinde kalır’ mantığıyla alınan kararların hukuk ile bağdaştığının dayatılması… Oysa hukuk herkes içindir ve herkesin hakkını aynı eşitlikle kollar. Bizdeki bu uygulama kadının şiddete uğradığı ve katledildiği davalarda bırakın caydırıcı olmayı aksine yüreklendirerek erkeğe bir de güvence sunuyor. Devlet kadının savunmasız kalmasını amaçlıyor. Bunun için de iktidar çıkardığı yasalar bu kandırmaca OHAL ve kanunumsu KHK’larıyla kadınları, çocukları LGBT’leri aşağılayıp ötekileştirip; uzun vadede ise sindirerek, köleleştirilmiş, itaat eden ‘ötekilerin örgütsüz toplumunu yaratmayı hedefliyor. KHK’lar ve OHAL, yalnızca toplumsal sivil yaşamı etkilemekle kalmayıp, kişiliksiz ve belleksiz bir toplum yaratmayı hedefliyor.

Köleleşip hiçleşmemek adına yalnız direnmek kalıyor kadına! Bu ilkel eril toplumdan kurtulmak, yaşam ve öz savunma hakkını savunmak için bile kadının, örgütlenerek bu mevcut faşist erke karşı mücadele vermekten başka çare kalmıyor .Yani yine ve hep aslolan örgütlü mücadele oluyor .

Netekim geçtiğimiz günlerde doksanın üzerinde kadın ve LGBTİ örgütü, ortak metinle OHAL’e alışmadıklarını da haykırarak hukuk istemeleri, OHAL’in kadınlar üzerindeki yıkıcı etkilerini dillendirmeleri bu ötekiler grubunun farkındalığı olarak ses buluyor. Kadınlar farklı kentlerde yaptıkları basın açıklamaları ve toplantılarla, bu olağanüstü durumun kadınlar üzerinde açtığı tahribatın boyutlarını gözler önüne seren açıklama ve beyanlarda bulunuyorlar. Değişik zaman, şehir ve mekânlarda, panellerle kadınlar OHAL’in yaşamlarına getirdiği olumsuz etkileri dile getirip cezaevlerinde artan kadın sayısı, işlerinden atılan-işgücünde kayıp veren kadınlar ve yalnızlaştırılan kadınlar bu panellerde işlenen ana konular arasında yerlerini alıyor. OHAL’in acımasızca etkilediği olağanüstü halin hiç son bulmadığı, zulmün dinmediği Güneydoğu’da, yaşama yeniden eksilerek başlayan, sosyal yaşamdan adım adım koparılmaya çalışılan kadınlar da panellerde hep konuşulan konular olarak yerini koruyor.

İçinde olduğumuz zamanın şartlarında tüm bunlar mücadelenin amansızlığına da işaret ediyor.

Hal böyle olunca direnmek kalıyor kadına. Bu ilkel eril toplumdan kurtulmak, yaşam ve öz savunma hakkını savunmak için bile kadının, örgütlenerek bu mevcut faşist erke karşı mücadele vermekten başka çare kalmıyor. Yani yine ve hep aslolan örgütlü mücadele oluyor.

Gördüğümüz ve tanık olduğumuz üzere toplum ve kadınlar olarak yaşamlarımızı, en temel haklarımızı savunmak için dayanışmadan başka şansımız kalmadığını söylüyoruz. Yani yine ve hep aslolan örgütlü mücadele diyoruz.

Bir kez daha şiddete karşı yaşamı değerli kılacağız diyoruz.

KADINA YÖNELİK MASKELENMİŞ HER TÜRLÜ DEVLET TERÖRÜNE HAYIR!

YAŞASIN DAYANIŞMA!

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELE!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.