OHAL BU HAL! ARTIK TOPLUM SUSMAMALI!

0
642

Nuray Ertaş

Deprem olurken Samsun’daydım, uyanıktım, kızımla birlikte oturuyordum. Sabaha karşı sallanmaya başladık. 4 civarı şiddette bir deprem olduğunu düşündüm. Malum Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın 50-60 km uzağındayız. Öncü deprem olduğunu düşünüp inmeye karar vermeden önce depremin yakınımızda olup olmadığndan emin olma gereksinimi duydum. Ben AFAD ve Kandilli’nin deprem kaydını niye paylaşmadığına söylenirken kızım Twitter’a baktı ve afetin yerini ve boyutlarını algılamaya başladık. Samsun’u bile sallayan deprem çok büyük olmalıydı. Ulusal kabusun benim dünyamda başladığı andı.

Kör topal da olsa kurumların çalıştırıldığı bir üçüncü dünya ülkesi olsaydık; saat yedi civarında da Süleyman Soylu geçti ekran karşısına. On tane ilin doğrudan etkilendiği bir açıklama yapılınca; kısmi seferberlik ilan edileceğini (veya edildiğini) bu açıklamadan sonra ülkenin her yerindeki AFAD, Kızılay, Karayolları, Bakanlıklar, Havayolları, Denizyolları, Sağlık Müdürlükleri, Türk Silahlı Kuvvetleri, Valilikler, İşveren örgütleri, İşçi örgütleri, Meslek odaları (özellikle TTB ve TMMOB), sivil yardım kuruluşları gibi kuruluşların yetkililleri ile olağanüstü toplantı yapılmasını, derhal (zaten tüm kurumlarda hazır bulunan) eylem planlarının uygulanmasını beklerdim. Ve bunları hayata geçirmek devlet mekanizması için çok zor olmaması gereken süreçlerdi.

Dedim ya kör topal da olsa kurumların çalıştırıldığı bir üçüncü dünya ülkesi olsaydık; daha gün ışımadan kriz masasının çoktan kurulmuş olduğunu, gün ışırken bir yanda enkaz başında kurtarma ekipleri çalışırken; diğer yanda çadırların, tuvaletlerin kurulduğu; bir başka yanda da sahra hastanesinin kurulduğu görüntüleri izlerdik. Deprem çok güçlüydü, etkilenen bölge çok genişti ve yıkım çok büyüktü. Elbette her yere yetişilemeyebilirdi ama halk desteğiyle, uluslararası dayanışmayla yıkımın zararı şimdikine göre çok daha azaltılabilirdi. Evet kurumların işletilebildiği bir üçüncü dünya ülkesinde bunlar yapılıyor olurdu.

Oysa daha sabahın köründe Süleyman Soylu’yu dinlerken bunların hiç birisinin olmayacağına emindim. Yaptıkları yapacakları için emsal oluşturmaya yetiyordu. Zira ülkede layıkıyla çalışabilir kurumsal bir yapı bırakmadıklarını, kurumları arpalık olarak kullandıklarını, başlarına liyakat sahibi olmayan, çoğu İmam Hatip ve ya İlahiyat mezunu ama mutlaka hepsi yandaş kişileri getirdiklerini biliyorduk.

Üstelik daha önceki afetlerde sergiledikleri tavır da ortada. Bugün yaptıklarını orman yangınlarında, Elazığ- Malatya depreminde, Sinop’taki sel baskınında ve daha bir çok olayda gördük, yaşadık. Hangi olayda klasikleşmiş ifadeyle “bir devlet ciddiyeti” sergilediler ki!

Keşke yanılsaydım. Keşke yanılsaydık.

Baktıkları her şeyi rant, ülkeyi yağmalanması gereken ganimet olarak gören bu sığ, üstelik beceriksiz kafa tabii ki bu depreme de farklı bakmayacaktı.

Daha ilk gün ‘kurtarma ekiplerinin her noktaya ulaştığını’ söyleyen de oldu, 140 binden fazla nüfusu olan ve yerle bir olan ‘Elbistan’a 20 kişilik ekip yollandığını’ söyleyen de. ‘Yıkılan binaların kendilerinden (AKP) önce yapılan binalar olduğunu’ söyleyen de oldu, ‘herşeyin kontrol altında olduğunu, esas sıkıntının sosyal medyadan yayılan yanlış haberler olduğunu’ söyleyen de. Yüzü hiç kızarmadan “Binalarda şehitlerimiz var, yaralılar da var. Onların da birçoğu deprem binalarından değil, depremden kaçarken yaralananlar vesaire vesaire.” diyen Nebati bu ülkenin ekonomisini yönetiyor. Şaka gibi ama komik değil.

Depremin bugün beşinci günü de bitti. Tek tük mucize kurtuluşlara dün de denk geldik. Daha ulaşılmayan enkaz bölgeleri var. AKPli “yetkili”lerin ilk gün yaptığı açıklamaların hiç birisinin doğru olmadığı günün ilerleyen saatlerinde büyük ölçüde, ikinci gün ise tamamen ortaya çıktı. Devlet yönettiğini zannedenler her şeyin; başında ilahiyatçı birisinin olduğu AFAD kontrolünde koordine edileceğini iddia ederek (bu koordinasyonu da beceremeyerek) ilk kırk sekiz saat neredeyse kurtarma çalışmalarının yürütülmesini engellediler. Bölgeye yoğun gidişler ve kurtarma faaliyetleri iktidar ve AFAD’a rağmen halk ve STK’ların inisiyatif almasıyla üçüncü gün başladı.

İktidarın rant ekonomisi, deprem için ayrılan kaynakların şu yada bu maskeyle zimmete geçirilmesi bir çok kenti yerle bir etti. Depremdeki kritik ilk kırk sekiz saat kaybettirilerek ölümlerin çok daha fazla artmasına neden olundu. Kimliği tespit edilen ölü sayısı yirmi bini geçti. Yaralıların sayısı seksen binin üzerinde. Tüm bunların tek sebebi lamı cimi yok doğrudan iktidardır.

Ülkeyi yirmi yıldır algıyla yönetmeye alıştılar. Bu felaketin sonuçlarını da algıyla yönetebileceklerini sandılar. Fakat yıkım algıyla yönetilebilecek boyutun çok çok üstünde. Ölümü, açlığı, soğuğu, çaresizliği algıyla yönetmek bir yere kadar. İki yüz bin kilometrekarelik alan yerle bir oldu. 20 milyon civarında insan etkilendi. Resmi açıklamaya göre 12 binden fazla bina ve 66 binden fazla bağımsız bölüm yıkıldı. Koordinasyon halen tam sağlanamadı, Kurtarma sürecinin henüz yarısı bile tamamlanamadı. Değil kırsal bölgeler il merkezlerinde bile girilmemiş yerler var. Sokaktan güvenli bir yere alınamamış binlerce insan var. Yiyeceğe, giyeceğe ulaşamamış, sağlık hizmetlerinden yararlanamayan binler, belki de milyonlar var. Başta yardım dernekleri ve sosyalist gruplar olmak üzere şoföründen fırıncısına, inşaat işçisinden madencisine, eczacısından doktoruna, mühendisinden teknik uzmanına kadar toplumun her kesiminden, her katmanından insanın canhıraş çabaları sayesinde deprem bölgesinde hem kurtarma çalışmaları yürütülüyor, hem koordinasyon sağlanmaya çalışılıyor.

Yaptıkları ve yirmi yıldır gözümüze soktukları yollar yıkıldı, hava alanları yıkıldı, hastaneler yıkıldı. Binalar yıkıldı insanlar öldü, enkaz altında ölmeyenlerin çoğu soğuktan donarak öldü. Profesyonel yardım ekipleri engellendi, gönüllüler engellendi, kapanan yollar açılmadı, halkın topladığı yardımlar ihtiyaç sahiplerine yererince ulaştırılmadı, hatta toplandıkları şehirlerden çıkarılmasında bile keyfi engellemeler yaratıldı. Tutmadı. Halk ne AFAD’a ne de Kızılay’a güvenmedi. AHBAP’a güvenenlerin sayısı AFAD’a güvenenlerden daha fazla oldu. İnsanlar ya kendi sandıklarını oluşturdu ya da güvenilir bulduğu STK’lar aracılığıyla yardımlarını ulaştırmanın yolunu buldu.

Halen enkaz altındaki insan sayısı bilinmiyor. Kimliği açıklanmayan insan sayısı bilinmiyor. Yağma haberleri almış başını gidiyor. Organ mafyasından, tırları soyanlara kadar birçok hikaye sosyal medyaya yansıyor. Yağma ve tecavüz haberleri yabancılar üzerinden senaryolaştırılarak yabancılara yönelik tepki hızlı bir şekilde körükleniyor. Alana yönlendirdiklerini iddia ettikleri asker ve polisin ortalıkta görünmediği haberleri geliyor. AKP iç savaş koşulları yaratmaya çalışıyor söylentileri ortalıkta dolaşıyor. Depremde ölen öldü, ölmeyenler soğuk, açlık ve hastalık yetmemiş gibi bir de yankesicilerle boğuşuyor.

O’nlara rağmen dayanışma hız kesmiyor. Çok kızıyorlar. Tehdit dilini ilk günden itibaren hiç aksatmadılar, her gün biraz daha yüksek sesle kullanmaya devam ediyorlar. Bir yandan AHBAP gibi dernekler hedefe oturtulurken diğer yandan hem sosyal medya kullanıcılarını hem de medyayı baskı altına almaya çalışıyor, üst üste soruşturmalar açıyorlar, tutukluyorlar.

İktidar ve satılmış yalaka medyası tehdit ve hakaret dilini sürdüre dursun toplumun önemli bir kesiminde çırpınışlar, yardım kampanyaları, kurtarma çalışmalarına katılma çabaları halen devam ediyor. Bu çabaları, AKP’nin her fırsatta aşağıladığı muhalif kesimler sergiliyor. İnsanlar üç kuruşluk gelirleri ile yaralara merhem olmaya çalışıyorlar. Koli koli, tır tır yardımlar gönderiyor, AFAD’ı aşabildikleri ölçüde ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlar. Evler açılıyor, odalar paylaşılıyor. Bu çabaların başını çoğu yerde sosyalistler çekiyor.

Söylemezsek olmaz. ‘Yıllardır ülke kaynaklarını arpalık olarak kullanan, AKP’nin açık desteğiyle iyice semirmiş ve her biri holdingleşmiş vakıflar ne yapıyor’ diye merak ettim. Bu kenelerin yüzlerce medresesi, okulu, yurdu var. Binlerce hatta onbinlerce kişiyi doyuracak kapasitede aşevleri var. Holdingleri var. Ama neredeyse hiç birisi depremzedelerin kullanımına açılmadı. (Neredeyse diyorum çünkü ben hiçbirini görmedim ama belki bir iki tanesi yardıma gitmiştir.) Bol bol dua ediyor ve yine gariban halktan bağış istiyorlar. Bazı belediyeler (Kayseri) deprem bölgesine seyyar mescid taşıyorlar. Muhtemelen torpille işe girmiş olan resmi görevlileri kurtarma alanlarında tekbir çekiyorlar. İnsanlar ölülerini defnetmek için dini ritüelleri yerine getirecek imam bulamıyor. Cenazeleri saracak kefen bulamıyor. Ama 15 Temmuz’da yüz binden fazla camiden aynı anda ezan okumak için seferber olanların hiç birisi afet bölgesinde bulunamıyor.

Büyük çoğunluğu Emine Erdoğan ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya ait olan özel hastaneler, değil deprem bölgesine lojistik sağlamak bölgedeki hastanelerini kapatmış durumdalar. Eczacılar Birliği’nin gönüllü eczacıları deprem bölgesinde ama; sahte ilaçları bire bin kar koyarak satan yandaş ilaç şirketleri ortalıkta yoklar.

Bugün altıncı gün. Acı büyük. Feryatlara öfke ve isyan eşlik ediyor. İlk gün “Cumhur İttifakı olarak sahadayız” dediler, yalandı. Üçüncü gün “bu siyaset üstü bir durum, elbirliğiyle bu yıkımın üstesinden gelmeliyiz” dediler, yalandı. “Para vereceğiz” dediler, “vergi borçlarınızı erteledik” dediler. Hatta yıkılmadık ev kalmayan şehirde “fatura ödemelerini erteledik” bile dediler. Tutmadı. Artık kimsenin bunları da duymak istemediğini gördüler şimdi tehdit diline sarıldılar. “Defter tutuyoruz” diyorlar. “Siz kimsiniz?” diyorlar. “Yağmacılık yapanlara da bu acıyı siyasi yağmaya dönüştürmek isteyenlere de müsaade etmeyeceğiz.” diyorlar.

Yıkımın acısı, çaresizlik, ölümler çırılçıplak, gözlerimizin önünde serili bir şekilde duruyor. Hem deprem bölgesinde hem de ülkenin genelinde öfke çok büyük.

İşte tam da bu nedenle ilan edildi OHAL. Güya “Arama kurtarma faaliyetlerinin ve sonrasındaki çalışmaların süratle yürütülebilmesinin temini için” OHAL ilan etmişler. Sevsinler gerekçenizi. “Arama kurtarma faaliyetlerinin süratle yürütülmesi”nden kastettikleri; ölüyü diriyi hesaba katmadan en kısa sürede ortalığı düzlemek, “sonrasındaki çalışmalar”dan kastettikleri de; derhal yıkım bölgelerinin rantını yandaşlara peşkeş çekmek. Çoktan hangi bölgeyi kime, hangi işi hangi şirkete vereceklerini planlamaya, pazarlıklarını yapmaya başlamışlar hatta tamamlamışlardır bile. Gözlerinde ne acıdan ne üzüntüden eser yok. Utanmasalar ellerini ovuşturacak, şükür namazı kılacaklar (belki de kılmışlardır). Bunları yapabilmek için öfkeyi duyulmaz, görünmez kılmak istiyorlar. Halkı afet bölgesinden uzak tutmak, yaşanan dramları yazılamaz, okunamaz hale getirmek, olası tepkilere en baştan ön almak istiyorlar. Afet bölgesinin ülkenin diğer kesimleriyle bağını kesmek istiyorlar. Sonra da OHAL’i seçimler için kullanmak istiyorlar. Yine tüm tuşlara basmış görünüyorlar.

Bu oyun artık tutmamalı. Halk susmamalı, OHAL, bu hal oyunlarını bozmalı. Bu süreç bu iktidarın ipliğinin pazara çıktığı en trajik ve en keskin uçlu süreçtir. Buradan direniş örgütlenmeli, halkın tekrar tekrar bu acılara maruz kalmaması, kenelerin toplumun kanını artık emmemesi, yaşanılır bir çevrede insanca yaşamın gerçekleştirilebilmesi için herkes küçük hesapları bir kenara bırakarak sorumluluk almalıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.