Cemalettin Can
ABD emperyalistlerinin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP); Arap Baharı adı verilen son süreç ile yeniden canlandı. ABD; Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşler, Filistin’de ise Hamas ile arayı yapmış görünüyor. Bölgede Şii-Sünni bloklaşması yaşanıyor. Bu yazımızda söz konusu gelişmeler ışığında Alevilik, Kürt Ulusal Hareketi ve Türkiye solunu tartışacağız.
Tunus ve Mısır’da sempati toplayan Arap Baharı’nda henüz ilk perde dahi kapanmamıştı ki, sahne alan emperyalist saldırganlık oldu. Libya ve Suriye’de sürekli kan akıyor. ABD emperyalistleri halk hareketlerini manipüle ederek Uyumlu (anlamından hareketle bu yazıda ‘Ilımlı’ yerine ‘Uyumlu’yu kullanacağız) İslamcı yönetimler oluşturmaya çalışıyorlar. Batılı basın bu süreçte tipik ikiyüzlü tarzıyla propaganda cihazı olarak çalışıyor.
Emperyalistler Libya Halkı’nı isyana kışkırttıktan sonra NATO da sivilleri korumak iddiasıyla müdahaleye karar verdi. Emperyalist Batı basını demokrasinin ve Libya Halkı’nın savunucusu pozlarında Kaddafi aleyhine yoğun bir kampanyaya girişti. Batı basınında Kaddafi’nin askerlerine isyancıların ırzına geçmeleri için Viagra dağıttığı ‘haber’i bile yer aldı. Kaddafi, İslam dünyasında kadına daha saygılı liderlerden biri bilinir. Buna rağmen sıradan Batılı insan Libya’ya saldırılar öncesinde Kaddafi aleyhtarı propagandalar nedeniyle bu iddialara gözü kapalı inanacak durumdaydı. Uluslararası Af Örgütü’nün bir görevlisi konuyu ciddiye alıp inceleme amacı ile Libya’da üç ay kalmış ise de, iddiayı doğrulayacak tek bir olay bile bulamamış. Sonra benzeri iddiaları İran için de kullandılar. (Her iki haber de 25 Haziran tarihli linkte: http://www.dn.se/nyheter/varlden/fangna-regimkritiker-valdtas-i-fangelserna). İran Rejimi’nin muhalifleri yıldırmak için cezaevlerinde sistemli olarak kadınların ırzına geçilmesi yöntemini uyguladığını iddia ettiler.
Bu arada ABD ve müttefikleri tarafından Afganistan, Libya, Irak ve diğer ülkelerde yürütülen, sivillerin ölümüyle sonuçlanan sayısız saldırıya ilişkin haberler ise, sıradan insanların tepkisini çekmeyecek şekilde veriliyor.
Türkiye model ülke
Halkları Uyumlu İslam yoluyla emperyalizme bağlamayı amaçlayan iktidar değişikliği Türkiye’de yağdan kıl çeker gibi gerçekleştirilmişti. Önce Erbakan tasfiye edilip yarattığı hareket Erdoğanların hizmetine verildi. Emperyalizmle daha uyumlu AKP iktidara getirildi. Uzun yıllardır CIA eliyle geliştirilmekte olan Gülen hareketi ile AKP arasında ittifak kuruldu ve süreç içinde eski devlet ve toplum yapısı değiştirildi.
Türkiye şimdi (Batılıların Ilımlı İslam dedikleri) Uyumlu İslam’a model ülkedir. Uyumlu İslam’ın en örgütlü gücü olan Gülen Cemaati’nin öncelikle polis teşkilatını ele geçirme süreci Hanefi Avcı (Haliç’te Yaşayan Simonlar) ve özellikle de Ahmet Şık (İmamın Ordusu) tarafından detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Sonra yargı ve ordu da çeşitli operasyonlarla Uyumlu İslam’ın emrine verildi. Uyumlu İslam adını verdiğimiz dinci gericilik şimdi demokrasi kılığında ilerlemeye devam ediyor. Sırada Kürt meselesinin Amerikancı çözümü var gibi görünüyor.
Türkiye Oligarşisi bölgede ABD politikaları doğrultusundaki rejim değişikliklerinin alt yapısını örmekte. Dışişleri Bakanı’nın “Komşularla sıfır sorun” olarak formüle ettiği çizgi pratikte ABD’nin Ortadoğu politikalarını uygulamak olarak gerçekleşti. AKP Hükümeti komşu Suriye ve İran ile iyi geçinmek için hem ABD’ye hem İsrail’e kafa tutuyor göründü. Kamuoyunda “Artık ABD’ye meydan okuyoruz” havası yayıldı. Hatta Ecevit’in bir ara Clinton karşısındaki fotoğrafı ile Erdoğan’ın Obama ile eşit ilişkilerdeymiş izlenimi veren yan yana fotoğrafları yayınlandı. İlk fotoğrafta Ecevit ayakta ve her zamanki sıkıntılı haliyle dururken Clinton onun karşısında masa üstünde oturuyordu. Ecevit’in sıkıntılı olması sebepsiz değildi çünkü o Ortadoğu’da ABD’nin kurmaya çalıştığı düzene ikna olmamıştı. Erdoğan rahattı çünkü Batılılarla anlaşarak işbaşına gelmişti.
Batıda hiyerarşik ilişkiler biçim değiştirmiştir. Eski biçimlerle bakıldığında ast ile üst çok eşit gibi dururlar. Doğu’da hala geçerli olan geleneksel ilişkilere takılmış insanlar Batı’da amir-memur ilişkisi kalmamış sanır. Oysa çok daha güçlü bir hiyerarşi söz konusudur. Geçmişte Özal da bir yandan Batılılar karşısında rahat davranışlar sergilerken aslında emperyalistlerin emrinden çıkmıyordu. Irak’a saldırının en büyük destekçilerinden biri oldu. AKP; Özal’ın çizgisini ulusal kişilikli pozlarda yürütüyor. Bu politika ile İsrail’e karşı İran ve Suriye’nin yanında tavır alıyormuş gibi görünerek gerek içeride gerekse dışarıda itibar kazanıyor.
İran’ın AKP’nin sahte dostluğunu yuttuğunu hiç sanmıyoruz ama Türkiye’de az inanan çıkmadı. Biri de Suriye kökenli yazar Hüsnü Mahalli idi. Hüsnü Mahalli uzun süre ateşli AKP yanlısı yazılar yazdı. Mahalli, Başbakan’ın yakınlarına ait Yeni Şafak gazetesinden kovulduktan sonra dahi AKP ve Erdoğan yanlısı yazılarına devam etti; AKP’ye yıllarca övgüler düzerek Erdoğan’ın ve AKP iktidarının dışarıdaki imaj yaratma çabasına destek oldu. Hüsnü Mahalli bu desteğini Libya’ya saldırı arifesinde de sürdürdü. Kaddafi’nin nasıl bir deli ve halk düşmanı olduğunu anlata anlata bitiremezken, birden bire Suriye’de olaylar çıktı. Mahalli’nin aklı o zaman başına geldi.
Türkiye burjuvazisi “sıfır sorun” politikasıyla bir yandan Suriye ve Libya’nın sırtından büyük karlar elde ederken diğer yandan o ülkelerin altlarını oymaya çalıştı. “Araplar bizi arkadan vurdu” diyenler, Cezayir, Irak vb önceki örnekleri aratmayacak biçimde Arapları bir kez daha arkadan vuruyordu. Geçmişte ABD Kaddafi’nin konutunu bombalayıp kızını öldürdüğünde Özal ABD yerine kızı öldürülen Kaddafi’yi kınamıştı. Kaddafi’nin bu kez de oğlu öldürüldü. Özal çizgisinin devamcısı Erdoğan Hükümeti de Kaddafi’yi kınadı. Saldırgan NATO’ya değil Kaddafi’ye “Git!” dediler. ABD’ye kafa tutan Türkiye’nin güçlü lideri diye takdim edilen Erdoğan günü geldiğinde Suriye’yi de ortada bıraktı.
AKP çizgisi ile Katar Emiri’nin televizyonu (Aljazeera) birbirini çok andırıyor. İkisi de Batı karşısında bağımsız görünüm vermeye özen gösterirken aslında emperyalizme çalışıyorlar.
Uyumlu İslam ve Alevilik
Uyumlu İslam, yeni-liberalizme uydurulmuş İslam’dır. Bir Uyumlu İslam modeli olarak Fethullahçılık Batı hizmetine sunulmuş Türk—İslam sentezidir. Fethullahçılık zaten CIA aracılığıyla geliştirildi. MİT eski yöneticilerinden Osman Nuri Gündeş (İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı, 2010) de bunu söylüyor. Gülen eğitimi ele geçirdi. “Altın Nesil” yetiştirme iddiası ile Türkiye’nin yeni yöneticilerinin
çoğunu kendi okullarında eğitti. Tertip ve sahtekarlık gibi araçlara dayanan burjuva dayanışması yoluyla onların önünü açtı. Ayrıca Fethullahçılar dünyanın dört bir yanında İngilizce-Türkçe öğrenim veren okullar açtılar. ABD emperyalistleri Fethullahçılık aracılığıyla bütün Türkiye elitine, yani toplumun önde gelen kuşağına damgasını vurmuş oluyor. Günümüzde en kalabalık cemaat Gülen cemaati (22 Haziran, http://www.haberturk. com/gundem/haber/641873- turkiyenin-en-buyuk-cemaati-hangisi). Çünkü arkasında CIA var, polis var, para ve iktidar var.
Türkiye’deki dinci rejim İslam’ı yeni-liberalizme uyduruyor. Yeni liberalizm bireyi sosyal bağlarından ve güvencelerinden kopararak yalnızlaştırıyor. Din yalnız ve çaresiz insana sığınacak liman oluyor. Cemaat bağları bireye, Siyonistlerin dayanışmasını andıran burjuva dayanışması ile bir çıkar olanağı da sağlıyor. Cemaata katılan hem dini-bütün ve ahlaklı kişi sayılarak bu ilişkiden manevi doyum elde ediyor, hem de türlü menfaatlar sağlıyor. Örneğin ticari dayanışmadan faydalanabiliyor, iş bulabiliyor, bir işte yükselebiliyor, üniversiteye girebiliyor, bedava yurt veya burs bulabiliyor, yurt dışına öğrenci, memur vb olarak çıkabiliyor, akademik kadro sahibi olabiliyor, polis olabiliyor, devlet memuru olabiliyor vb. Cemaat sınav sorularının çalınması örneklerinde olduğu gibi hırsızlık dahil her türlü yol ile taraftarlarını destekliyor. Karşılarındaki güçleri ise özel hayata ilişkin bilgi toplama gibi yine her türlü ahlak dışı metotları da kullanarak saf dışı ediyorlar.
Bir hırsızlık ülkesi olan Türkiye’de herkesin yolsuzlukları ortaya çıkarken kimse Cemaatin yolsuzluklarının üzerine gidemiyor. Cemaat kurulu otoritelerle işbirliği temelinde düzen içinde yükselmeyi esas alan bir eğitim ve dayanışma ile köşe başlarını hızla tutuyor. Bu özellikleri ile Cemaat Batılı emperyalistlerin ve Siyonizm’in gözdesi oluyor. Şimdilerde Cemaat Avrupa’daki Türk varlığı içinde de sürekli ilerleme halinde. Çünkü AB ülkelerindeki burjuva itaat ilişkileri, cemaatin otoritelere itaati esas alan yeni-liberal dinciliği ile çok uyumlu.
Şimdilerde Aleviler ile Kürtlerin mevcut sisteme entegre edilmesi için uğraşılıyor. Buna Alevi ve Kürt açılımı adını veriyorlar. Kürt açılımı hem başarılı oldu hem de başarısız. Başarılı oldu, çünkü AKP Kürt Halkı’nın büyük bölümünün oyunu aldı. Başarısız kaldı, çünkü PKK geriletilemedi ve henüz operasyondan geçirilemedi. Alevi açılımı ise hala bekletiliyor.
AKP Kürtleri Sünnilik yoluyla örgütlüyor. Alevi Kürtlerin büyük bir bölümü ise Kılıçdaroğlu geldikten sonra tekrar CHP’ye döndü. Sünnilik Osmanlı’nın diniydi. Geleneksel Kürt egemenleri Osmanlı devletinde din nedeniyle görece muteber kesimdi. Kürt egemenleri padişah ile aynı mezhebi paylaşmaları dolayısıyla kendilerini iktidarda görüyorlardı. Özellikle Yavuz Sultan Selim döneminden sonra Kürt egemenleri, örneğin İdris-i Bitlisi, ile iktidar arasındaki işbirliği gelişti. Bu işbirliği özellikle Aleviliği hedef aldı ve Alevi katliamlarına yol açtı. Kürt egemenleri Alevi katliamları yoluyla topraklarını genişletti ve güçlendiler. Cumhuriyetten sonra Sünnilik gene egemen mezhepti ancak eski ayrıcalıklarının bir kısmını kaybetti. Bunu büyük adaletsizlik ve zulüm olarak algıladılar. “Kendi vatanımızda paryayız”, diye hoşnutsuzluklarını dile getirdiler.
Dersim isyanının bastırılmasıyla birlikte Sünniliğin önü yeniden açıldı. Menderes iktidarından sonraki çok parti rejimlerinde ise bu süreç hızlandı. Kürdistan sağcı partilerin oy deposu olmakla kalmadı geleneksel Kürt egemenleri ulusal kimlikleriyle olmasa da dinsel hüviyetleriyle iktidarda olma duygusu yaşadılar. Sağcı partilerin “Din bizi birleştiriyor” derken kastettikleri budur. Din onları zaman zaman Alevi katliamlarına varan Sünni tahakkümü noktasında birleştiriyordu. Bu birleşmenin tarihteki bir başka biçimi de Ermeni katliamları olmuştu.
12 Eylül Darbesi sonrası Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı da din kullanılmaktaydı. Bu politika dönemin şartlarında tarikatların güç ve etkinliğini artıracaktı. Geleneksel laiklik tehlikeye girmekteydi. Önlem olarak Alevilik desteklendi. Bir devlet tertibi olan Sivas Katliamı Alevilerde öfke yaratmıştı. Kürt Ulusal Hareketi Aleviliği etkilemeye çalışmaktaydı. Küskün Alevi kitlenin elde tutulması için Alevilere tolerans gösterilmeye başladı. Özellikle irticayı birinci tehdit olarak gören 28 Şubat süreci Alevilerin devlet içinde önlerini açmıştı. Devlet içinde her zamankinden daha fazla tolerans gören Aleviler iktidara geldiklerini sanacak kadar rahatladılar.
28 Şubat Darbesi ile Erbakan’ın önü kesilmişti ama bu sadece İslamiyet’i terbiye etmeye hizmet etti. Daha Amerikancı olan Gülen Cemaati’nin önünü açtı ve AKP’yi iktidara getirdi. AKP; ABD emperyalizminin Uyumlu İslam politikasını hayata geçirme misyonu ile iş başına getirilmişti. Geleneksel laikliği korumaya çalışan güçler bu kez AKP iktidarına karşı Alevi kesime dayanmaya çalıştılar. Milyonlarca insanın sel gibi aktığı Cumhuriyet mitinglerinin gövdesini Aleviler oluşturmaktaydı. Alevilerle geleneksel laikliği savunan kesimler dinci baskılar korkusuyla Cumhuriyet mitinglerinde bir araya getirildiler.
Orduyu geleneksel düzenin bekçisi gören kitle ordudan destek bulamayacaktı. Çünkü ordu üst kademesi kesin bir tutum alarak Hükümetle birlikte mitinglerin karşısında saf tuttu. Cumhuriyet mitinglerinin başını çeken eski generaller ise kitlelerin çığ gibi aktığı mitingleri sürdürmeyi göze alamadılar. Kolayca birbirlerine düştüler. Birbirlerini satarak AKP’nin yolunu açtılar. CHP yöneticilerinden Süheyl Batum “Ordu kağıttan kaplanmış. ABD ordunun altını oymuş” diyecekti.
Genelkurmayı, polisi ve devlet üst yönetimini sıkıca elinde tutan AKP; ABD’nin de etkin desteği ile Cumhuriyet mitinglerini saf dışı ederek sürecin önünü kesti. Daha ileri gitmeye cesaret edemeyen eski generaller patır patır döküldüler. Ardından AKP, zaferini perçinlemek için Ergenekon operasyonlarını başlattı.
Solun önemli kesimi Ergenekon operasyonlarını askeri darbeyi önlemek maksatlı sandı ve çeşitli biçimlerde destek oldu. Oysa operasyonların kendisi bir darbeci örgütlenme tarafından yürütülmekteydi ve ordu ile yargıda Alevi tasfiyesi şeklinde gerçekleşti.
Şimdi demokratikleşme görünümü altında dinci tahakkümün önü sürekli açılıyor. Anayasa referandumu ile yüksek yargının da düşürülmesiyle hem yasama hem yürütme hem de yargı Uyumlu İslam’ın kontrolüne geçti. Anayasa değişikliği referandumunda Alevi karşıtlığı önemli rol oynayacaktı. CHP’nin başındaki Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökeni üzerinde duruldu. Toplumun büyük kısmını oluşturan Sünni kesim içindeki önyargılar “Alevilerden mi, yoksa bizden mi yanasınız?” ikilemine düşürecek şekilde gayet sinsice kullanıldı. Alevi düşmanlığı MHP tabanını da AKP cephesine çekti.
Şimdi Aleviliğin bu düzenin neresine yerleştirilebileceği sorunu var.
ABD emperyalizmi Genişletilmiş Ortadoğu adı verilen bölgede egemenliğini terbiye edilmiş İslamcı akımlara dayandırma çabası içinde. Bölgede dinsel bir kutuplaşma gelişiyor. İslam dünyasında bir tarafta ABD ile işbirliği içindeki Sünni akımlar var. Suudi Arabistan, Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşler, Filistin’de Hamas, Türkiye’de AKP-Gülen Cemaati. ABD; Mısır’da Müslüman Kardeşler ile geleneksel laik güçler arasında yakınlaşma sağladı. Mübarek iktidarına karşı laik muhalefet sokağa döküldü. Geride Müslüman Kardeşler ile anlaşmış olan ordu ve ABD vardı. Müslüman Kardeşler düşük profil gösterdiler. Mübarek gerideki ittifakı görünce teslim oldu. Libya’da Kaddafi ve Suriye’de Esad direndiler. Çünkü Esad’ı destekleyen bir Alevi kesim var. Kaddafi’nin ise kendi aşireti olan bir halk tabanı söz konusu. Mübarek’in bir tek devleti vardı. Onu da ABD kullandırtmadı.
İslam ülkelerinde diğer uçta ise İran-Suriye-Hizbullah Şii-Alevi cephesi bulunuyor. ABD emperyalistlerinin Irak’ta kurdukları rejim güçlü bir işbirlikçi Şii taban yaratamadı. İran orada hem ABD’ye Saddam’ı ezdirdi hem de Şii kesimi örgütledi. ABD muhtemelen Irak’ta milli yanın dinsel yana ağır basacağı düşüncesiyle Şiileri kolayca İran’dan kopararak işbirlikçileştirebileceğini düşünmüştü. Ancak öyle olmadı. Şii kesim işgalden kazançlı çıktığı halde ABD’den çok İran’a yanaştı. ABD’nin Irak’ı işgali İran’ın inisiyatifini artıran sonuçlara yol açtı. İran; Lübnan’daki Hizbullah ile de bağlarını kuvvetlendirdi. Hizbullah hızla gelişti. İran ayrıca Suriye ile ittifak yaptı. Sünni Hamas dahi bir süre İran cephesinde yer aldı. Fakat Türkiye’nin ve diğer Sünni ülkelerin çabası ile Hamas İran cephesinden uzaklaşmakta. Hamas’ın sisteme dahil edilmesinde AKP Hükümeti’nin önemli rolü oldu.
Artık Türkiye bölgede Uyumlu İslam’ın politikalarını yürütmekte. Aleviler bu süreçte kendilerini tehdit altında hissetmekte. Kürt Ulusal Hareketi onlara bir kanal açabilir. Ancak Alevi Türklerin bu koşullarda Kürt Ulusal Hareketi’ne ilgisi zayıf kalır. Kaldı ki, Alevilik Kürt Ulusal Hareketi içinde de sorunlarla karşı karşıya. Tıpkı yargıda ve orduda Alevi tasfiyesi gibi Kürt Ulusal Hareketi içinde de Alevi tasfiyesi yönünde baskılar yaşanmakta. ABD yanlısı açıklamalarıyla tanınan ve bir süredir Kürt Ulusal Hareketi’nin dışına düşmüş olan Osman Öcalan; Ulusal Hareket içinde Duran Kalkan, Rıza Altun, Mustafa Karasu gibi Alevi kökenli liderlerin fazla ağırlık edindiklerini ve tasfiye edilmeleri gerektiğini çeşitli şekillerde dile getirdi. Alevi kökenli liderlerin aynı zamanda sola genelde daha yakın durmaları da yeni düzen açısından sorun yaratacaktır.
Sol Hareket ve Birlik
Emperyalizm Kürt Halkı’nın hamisi rolüyle Kürt sorununun çözümünü dayatıyor. Eğer özel bir terslik olmazsa devlet ile Kürt Ulusal Hareketi arasında bir barışa gidilecek. CHP’nin bu barışa engel çıkaracağını sanmıyoruz. MHP’nin de seçim öncesi yaşadığı operasyonlar nedeni ile ciddi engel çıkarmasını beklemiyoruz. ABD; çözüme engel olacak güçleri tasfiye etmeye kararlı görünüyor.
Sol hareket; savaşın sürmesinden siyasal bir güç olarak en büyük zararı gören kesimdir. Çünkü savaş ülkede milliyetçi bir kutuplaşmaya yol açıyor ve devrimcilerin alanı daralıyor. Savaşın sona ermesi devrimcilerin yararınadır. Sol hareketin çözümden kazançlı çıkabilmesinin koşullarından biri bu süreçte ne AKP’ye ne CHP’ye ne de Kürt Ulusal Hareketi’ne yedeklenmemektir. AKP-Gülen ittifakı, CHP ve Kürt Ulusal Hareketi solu bu süreçte kendilerine yedeklemeye çalışacaklar. İktidar umudu uzun süredir kaybolmuş olan sol içinde, kendi dışındaki güçlerin yedeği olma eğilimi güçlenmektedir. Önemli bir sol kesim AKP-Gülen iktidarının gölgesinde liberal bir sol tutuma kaydı. Bu tutum bir dönem ÖDP’yi de etkisine almıştı. Türkiye sol hareketinin bir kısmı da Türk ulusalcılığına kaydı. Başka bir önemli kısım Kürt Ulusal Hareketi’nin saflarına geçti. Kimileri de Alevi hareketini çıkış yolu görmekteler ve devrimci örgütlenmeyi bırakarak Alevi hareketine geçtiler.
Kendine güvensizlik saflarımızı da çok etkiledi ve etkiliyor. 1990’lı yılların sonunda aldığımız darbelerle Hareketin liderliği dağıtıldıktan sonra saflarımızda umutsuzluk ve yılgınlık gelişti. Toparlanma çabaları yerine bir legal partiye katılmak için koşulların olgunlaşmasını beklemek tavrı giderek ağırlık kazanmaya başladı. Kafalarının arkasında “Biz bir şey yapamayız, bir legal partiye gidelim” fikri oluşan bazı insanlar alttan alta elbirliği ve dışımızdaki siyasi güçlerle de işbirliği içinde tasfiyeci bir rol oynadılar.
Şimdilerdeki Ulusal Hareket’in yedeği olmaya çıkacak yaklaşımlarla, içimizdeki tasfiyeciliği aynı nitelikte görüyoruz. “Biz devrimciler bu dönemde kendi başımıza bir şey yapamayız, mutlaka bir tarafa yaslanmalıyız” görüşü devrimci bir görüş değildir. Türkiye solu 1960’lı yıllarda öz gücüne dayanarak mücadele etme tutumu geliştirdi. Bu tutumu ileriye götürmek gerekir. Alevi hareketi ile de Kürt Ulusal Hareketi ile de çalışılabilir. Ancak sosyalistler hiç bir gücün yedeği olamazlar.
Ulusal Hareket’in desteği ile milletvekili seçilen Ertuğrul Kürkçü Radikal’deki ( 13 Haziran 2011) yazısında solun geçmişte Kürt Halkı’nın ulusal sorununu yeterince anlayamama yanlışını eleştirirken bu kez Özgürlük Hareketi adını verdiği Ulusal Hareket’in artçılığının teorisini yapıyor. Ertuğrul Kürkçü yazısında Ulusal Hareket’in peşine takılmayanları tutarlı sosyalist olmamakla suçlayacak kadar ileri gidiyor.
Ertuğrul Kürkçü gibi bir mücadele geçmişi olan insanların Kürt Ulusal Hareketi aracılığı ile Meclis’e gelmeleri olumlu sonuçlar yaratabilir. Yeter ki bu insanlar orada sol kimlikleriyle davranabilsinler. Geldikleri yeri emperyalizme ve yeni-liberalizme karşı mücadele için bir kürsü haline getirmeye çalışsınlar. Ertuğrul Kürkçü yazısında; BDP içinde kalmalarının bir vefa borcu olduğunu belirtiyor. Onları BDP kitlesi seçti, BDP grubu içinde yer almalarını anlayışla karşılayabiliriz. Ama aynı zamanda onlar sosyalist insanlar. BDP onların sosyalist kimliğine saygı göstermelidir. Sosyalist milletvekillerin Türkiye solunu Ulusal Hareket’in peşine düşmeye çağırmak yerine Mecliste sosyalist grup kurmalarını ve TBMM kürsüsünden emperyalizme ve yeni-liberalizme karşı Türkiye halklarının ve sosyalizmin sesini dile getirmelerini bekleriz. Kürt Ulusal Hareketi ile en etkili dayanışmanın yolu da budur.
Türkiye solunun birliğini başka güçlere bel bağlayarak arama çabalarını olumlu karşılamıyoruz. Solun birliği için bizim önerimiz, düzene ve geleneksel sola alternatif bir Eğitim ve Dayanışma Hareketi geliştirmektir (Bakınız, Eğitim ve Dayanışma Hareketimiz, Hamza Yalçın 2010). Türkiye solunun kendi gerçekliği ile yüzleşerek yenilenmeye ihtiyacı var. Solda, burjuva düzene özgü insan ilişkileri sorgulanamadığı sürece örgütlerden birinin büyümesi veya çeşitli örgütlerin bir araya gelmesi ile birlik sağlanamıyor.
[…] *Ortadoğu’daki Son Gelişmeler IşığındaKürt Hareketi, Alevilik ve Sol […]