Özgür ve sömürüsüz bir yaşam için insan hakları

0
298

Ahmet Fazıl Tamer

Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık (1948) her yıl insan haklarının tartışıldığı, bilançoların çıkarıldığı bir gün olma özelliğine de sahiptir.

İnsan hakları insanların devletlere ya da devlet benzeri otorite ve güce sahip yapılara karşı yönelttikleri talep ve iddialardan oluşmaktadır. Bireylerin birbirleri ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıklar ve hak talepleri insan hakları alanına girmemektedir.

Belirtilmesi gereken diğer önemli bir husus da dayanışma içinde yaşanılan ve doğaya karşı kolektif bir mücadele verilen, bugünkü devlet yapılarıyla örtüşen bir mekanizmanın bulunmadığı ortaklaşacı toplumlarda insan haklarından bahsetmek de mümkün değildi. İnsanlar arasındaki gerilimin bugünkü gibi keskin olmadığı, ortaya çıkan sorunların kolektifin iradesi, gelenekleri ve kuralları ile çözülebiliyor olduğu bu toplumlarda bildiğimiz anlamda hukuk da yoktu, dolayısıyla hak da ve insan hakları da.

Ne zamanki üretim araçlarındaki mülkiyet özelleşti, bireyselleşti başkasının emeğine ve payına düşen ürünlere el koyma yani sömürü, kölelik düzeni de ortaya çıktı. Ezenler sömürüyü kendilerine hak ilan edince, ezilenler de buna karşı kendi haklarını ilan etti. Ezenlerin sömürü hakkıyla ezilenlerin insan hakkı birlikte doğdu. Her insan hakkı iddiasının da bir ideolojisi oldu. Dinler ilk çıkışlarında zulme, sömürüye karşı isyanın sesiydiler. Eski dayanışmacı toplumların özlemini dile getiren komünal fikirler ve pratikler dünyanın değişik bölgelerinde boy verdiler. Kısa sürelerle bulundukları alanlarda yaşama şansına sahip oldular. Ama güçlü, çözümleyici ideolojik yaklaşımların yokluğunda ve geri tarihsel, ekonomik, teknolojik koşullar altında bunlar uzun vadede varlıklarını sürdüremediler. Özgürlük çığlığıyla ortaya çıkan dinler bir süre sonra özgürlük düşmanlarının, sömürücülerin ellerinde bir araç oldular.

Burjuva liberal ideolojiler, akımlar, devrimler ilk başlarda feodalizme karşı insan özgürlüğünün ve dolayısıyla sömürüye karşı mücadelenin bayraktarlığını yapsalar da iş emeklerinden başka güçleri ve sermayeleri olmayanların taleplerinin karşılanmasına geldiğinde eşitlik, özgürlük, kardeşlik, adalet kavramları bir yana atıldı ve ardından da emekçilerin ezilmesini meşrulaştırmak için dönüşüm geçirdiler. Samimiyetle bu amaçlar için mücadele edenler bozguncu, yıkıcı, dinsiz, anarşist, terörist ilan edildiler.

Marks bir sistemi anlamak için onun en gelişmiş olduğu yeri incelemek gerektiğini söylemişti.

Hak ve özgürlüklerin bugün ne durumda olduğunu anlamak için de bu kavramların en çok savunulduğu ve uygulandığının ileri sürüldüğü yerlere yani Batılı devletlere bakmak faydalı olacaktır.

Demokrasi ve özgürlüklerin, hakların şampiyonluğunu yapan bu devletler bugün evrensel insan hakları bildirgesinde yer alan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi sözleşmelerde ifade edilen ilkeleri uluslararası alanda sonuna kadar çiğnemekten geri durmamaktalar. Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Ukrayna vd. ülkelerde başta yaşam hakkı ihlalleri ve işkence olmak üzere batılı devletler dünyanın dört bir yanındaki ihlallerin ya doğrudan sorumlusu ya da işbirlikçi iktidarlar aracılığıyla bunların destekçisi konumunda. Dünyanın dört bir yanında, hatta Avrupa’da ABD’nin gizli, hukuk dışı hapishaneleri bulunmakta.

Neden oldukları savaşlar, ekonomik sömürü ve destekledikleri diktatörler nedeniyle ülkelerinden kaçmak zorunda kalan mülteciler Avrupa ve ABD sınırlarında polis, asker marifetiyle geri itiliyor. Akdenizde her yıl binlerce mülteci can veriyor.

İngiltere mültecileri Ruanda’ya, Danimarka ise Kosova’ya gönderme niyetinde.

İtalya’da 2016-2017 yıllarında Akdeniz’de 404 mülteciyi kurtaran gönüllü ekiplere kurtardıkları her kişi için 20 yıl hapis ve 15.000 Euro istemli dava açıldı.

İsveç siyasi hükümlü Mahmut Tat’ı NATO pazarlıkları karşısında Türkiye’ye iade etti.Birçok batı devleti kesinleşmiş hapis cezalarına rağmen Türkiye’li ilticacılar hakkında sınırdışı kararları verebiliyor.

Haksızlık sadece mültecilere karşı değil. İçte de hak ihlalleri artıyor.

Almanya iklim aktivistlerini para ve hapis cezaları ile durdurmaya çalışıyor.Ukrayna savaşında batının politikasını eleştirenler susturuluyor, hain ilan ediliyor. Rusya’nın savaş politikası açıkça Rus düşmanlığına, ırkçılığa vardırılıyor. Rus sanatçılar, sporcular uluslararası alanda engelleniyor.

Avrupa’da çeşitli ülkelerde demokratik gösteri haklarını kullananlar para ve hapis cezaları ile susturulmak isteniyor.

Geçmişte Avrupa devletlerinin devrimci muhaliflere karşı insan haklarını nasıl ayaklar altına aldıklarını hatırlamak bu noktada önemlidir. Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu RAF örgütü üyesi 4 devrimci Alman devleti tarafından 1976 ve 1977 yıllarında cezaevinde öldürüldü ve bu cinayetlere intihar süsü verilmek istendi. Saldırılarda bazı tutsaklar da yaralandı.RAF örgütünün 2 Eylül 1977 tarihinde işverenler sendikası başkanı Hans Martin Schleyer’i kaçırdığı dönemde savaş dönemi kuralları uygulandı. Parlamento kapatıldı, basın sansür edildi. Gazeteciler bir şey yazmadan önce bakanlığa yazdıklarını onaylatmak zorundaydılar. Mahpusların avukatları ile görüşmeleri engellendi ve on yıllarca, bir işkence yöntemi olan tecrit altında tutuldular. İspanya’da bağımsızlık mücadelesi veren ETA, Britanya’da IRA üyeleri işkencelere maruz kaldı, cezaevlerinde tecride alındılar. 1981 yılında IRA ve INLA örgütleri üyesi 10 tutsak açlık grevinde yaşamını yitirdi.

Sömürü, haksızlık ve adaletsizliğe neden olan sistemleri tehlikeye girdiğinde “medeni” ülkelerin içte ve dışarıda neler yaptıkları ortada.Bütün bunlar insanlık tarihinde belirtildiği gibi kolektif mülkiyetin, kolektif yaşamın son bulması ve değişik nedenlerle bir grup insanın üretim araçlarının mülkiyetini kendilerine mal etmesiyle başladı.

Bir kez ezenlerin hak ve hukuku doğduktan sonra ezilenler de kendi hak ve hukuklarını yarattılar. İnsan hakları da ve hukuku da bu mücadele sürecinde doğdu.

Bu bağlamda insan hakları ve hukuku sömürücü azınlığın kendi hukukuna karşı bizim alternatifimizdir.

İnsan hakları ne ezeli ne de ebedidir. Bizim olan elimizden alındığında ve buna hak dendiğinde biz de kendi hakkımızı yarattık.

Keyfi vergilere, haksız tutuklama, hapis ve sürgünlere karşı 1215 yılında İngiltere kralı ve derebeyler arasında imzalanan Magna Carta ile kralın yetkileri kısıtlandı.

Keyfi gözaltı ve tutuklamalara karşı 1679 tarihli Habeas Corpus Bildirgesi ile hakim kararı olmadan özgürlükten mahrumiyet olamayacağı güvencesi sağlandı.

Muhalif her türlü örgütlenmeyi yasaklayan ve dini gericiliğe dayanan feodal zincirlere karşı burjuva devrimleri ile örgütlenme, seçme, seçilme hakları sağlandı, geliştirildi. Sömürgeleştirme politikalarına karşı ulusların kendi kaderini tayin hakkı savunuldu, kabul ettirildi.

Egemenler çevreyi kirlettiğinde, iklimi bozduğunda çevre ve doğal yaşamı koruma hakkı ilan edildi.Kadın sömürüsüne karşı kadın hakları, çocuk sömürüsüne karşı çocuk hakları kabul edildi.İnsan merkezli yaşam hakkı dayatmasına karşı hayvan hakları kabul edildi.

Yani insan hakları bizlerin doğuştan sahip olduğumuz haklar değil, bizim olanın elimizden alınmasıyla mücadele ile doğan haklardır. Bizim olanı, yani özgürlüğümüzü tamamen kazandığımızda, yani emeğimizin değerlerine el konulmadığı bir sistemi, yani dayanışmacı bir toplumsal düzeni yeniden yarattığımızda, sömürme hakkı ortadan kalktığında, insan hakları da ortadan kalkacak, komünal, eşitlikçi bir düzende doğallığında insanca bir yaşama ulaşacağız.

O zamana kadar yaşasın insan hakları!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.