Açlık ve yoksulluk toplumun çok büyük kesimini kuşatan ve giderek derinleşen bir soruna dönüşmüş durumda. Toplumun çok büyük kesimi için mutlu yaşamanın giderek zorlaştığı ülkemizde her 100 kişiden neredeyse 90’ı temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. İhtiyaçlarını sorunsuz şekilde karşılayanların oranı ise bir avuç. Ekonomik açıdan mutlu azınlık olarak tarif edilenlerin yanında mutsuz çoğunluğun sayısı hızla artıyor. Gelir eşitsizliği derinleşiyor. Gelir eşitsizliğinin yarattığı zenginlikten beslenen milyonerin sayısı da artıyor. Yaşamını sürdürmekte zorlanan insanların çok büyük çoğunluğu hayatı borçlu olarak yaşıyorlar. Çocuklardan, gençlere, ileri yaşlardan, emeklisine kadar toplumun çok büyük kesimi adeta açlıkla boğuşuyor.
Yoksulluğun toplumda nasıl hissedildiği hakkında sorduğumuz soruya emekçilerin verdiği bazı yanıtları paylaşıyoruz.

Meryem Mercan (Belediye işçisi):
Yoksulluk değil adeta açlığı yaşıyoruz. Gün geçtikçe alım gücümüz düşüyor. Bu hayat şartlarından memnun değiliz. Bu gidişata göre davranarak nerede ne ucuzsa orada alışveriş yapıyoruz. Markaya bakmıyoruz artık. Aldığımız ürün lezzetli midir, değil midir bakmıyoruz. Sağlıklı beslenmiyoruz. Pazarlardan hangi tezgâh ucuzsa oradan alıyoruz. Günü kurtarmaya çalışıyoruz. Bu da bizim yaşam kalitemizi çok etkiliyor. Sosyalleşmiyoruz. Bu durum bizim moral ve motivasyonumuzu düşürüyor, mutsuz hale geliyoruz.
En başta yoksulluk tabii ki psikolojimizi bozuyor. Çünkü hayatımızın garantili olduğunu düşünemiyoruz. İnsani yaşamak, barınma, giyinme gibi ihtiyaçlarımızın karşılanmadığını hissediyoruz. En başta da başımıza bir iş geldiği zaman, hastalandığımız zaman hastanelerde ne olacağımızı bilemiyoruz. Devlet hastaneleri yetersiz, özel hastaneler çok pahalı ve para tuzağı olduğu için güvenemiyoruz. Gıda olarak sağlıklı gıdaya zaten ulaşamıyoruz. Ulaştığımız gıdalar da kısıtlı oluyor. Bu da bizim bünyemizi etkiliyor tabii ki. Bağışıklık sistemimizi etkiliyor, vücudumuzun direnci düşüyor. Yaşadığımız mutsuzluk bulaşıcı bir şekilde etrafımıza da yayılıyor. Herkes birbirinin boğazına sarılacak gibi oluyor. En ufak bir durumda sürü psikolojisiyle insanlar birbirine etkiliyor, çünkü mutsuz insan yanındakini de mutsuz yapıyor. Hayata olumsuz bakıyoruz. Geleceğimizi güvende de görmüyoruz, çocuklarımız için kaygılanıyoruz. Kendimizi motive etmeye çalışıyoruz, etrafımızdakileri motive etmeye çalışıyoruz. Yani mutlu olmak için bireysel olarak uğraşıyoruz. Ama bütçemiz yetmediği için en küçük şeylerden bile taviz veriyoruz. Ufak etkinliklere bile katılmak masraflı olduğu için şehir hayatında yaşamak zaten çok zor hale geliyor. Bir deniz kenarına gidemiyoruz, bir orman kıyısına gidemiyoruz. Gittiğin zaman bir sürü masraf. Sosyalleşip sinemaya, tiyatroya gidemiyoruz. Her şey çok fazla masraflı. Sadece hayatımızı günlük kabuğumuzun içinde yaşıyoruz. Bu da bizi içe kapanık yapıyor ve insani özelliklerimizi kaybediyoruz.
Cem Adıyaman (Torna işçisi):
Bir genç olarak hayat pahalılığını neredeyse her alanda hissediyorum. Özellikle market alışverişi yaparken ya da dışarıda bir kahve içmek istediğimde fiyatlar gözümde büyüyor. Eskiden rahatça alabileceğim şeyleri artık iki kere düşünüyorum. Kira fiyatları uçmuş durumda. Ulaşım masrafları da her geçen gün artıyor, bazen bir yerden bir yere gitmek bile lüks geliyor. Geleceğe dair umut etmek zorlaşıyor çünkü bugünü bile zor geçiriyoruz. Sosyal hayat da daraldı, sinemaya gitmek, bir konsere katılmak bile artık bütçeyi zorluyor. Sadece cüzdanı değil, ruh hâlimizi de etkiliyor. Kısacası hayat pahalılığı gençliğimizden çalıyor.
Aldığım maaş daha cebe girmeden eriyip gidiyor. Her şeyin fiyatı artarken maaş yerinde sayıyor gibi geliyor. Gelecek kaygısıyla yaşıyoruz. Tasarruf yapmak hayal oldu artık. sadece “bugün nasıl geçer” diye düşünmekle geçiyor zaman.


Mehmet (Çağrı merkezi emekçisi)
Zannediyorum ki hepimize söylenen yalanların en başında “çalışanın kazanacağı” var. Çalışan, sanki çalıştığı için cezalandırılıyor. Yoksulluğun bizim suçumuz olduğu yanılgısı içinde her gün sağlıksız yiyecekler yiyip hastalanmanın, hasta garantisi verilmiş hastahanelerde sürünerek ertelenmenin kısır döngüsü içinde yoksulluk en temel sorunlardan birini oluşturuyor.
Yoksulluğun kader olmaktan çıktığı dünyanın arzusunu duymamın sebebi yarın telefon, bilgisayar ya da kulaklığımın bozulmasının, önümüzdeki 2-3 ay arkadaşımla kahve içmemi engellemesini istememem. Buna ulaşmak zorundayız. Eğitim almak gibi basit bir hakka sahip olabilmek için bile öğrenciler bugün çalışmak zorunda kalıyor.
Yoksulluk sebep olduğu kadar çarpandır. Yoksulluk oranı arttıkça yaşadıklarımızın sebep olduğu problemler de büyüyor. Temel insan hakları bile tartışmaya açık hale geliyor.
Bu karanlıkla baş edebilmenin, yoksulluk sorununu çözebilmenin tek yolu insanı harcadığı kadar insan sayan anlayışı ortadan kaldırabilmekten geçiyor. Bunu yapmak için de tek yol birlikte hareket edebilmektir.


Zeynep Gökçek: (Emekli)
Hem yurttaş olarak hem de emekli bir insan olarak hayat pahalılığını nasıl hissettiğimi değil nasıl yaşadığımı anlatmam gerekir. Haksız kazanç ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin sonucunda oluşan hayat pahalılığı yüzünden en temel ihtiyaçlarımız olan barınma ve beslenme ihtiyaçlarımızı karşılayamaz duruma geldik. Hayat pahalılığı yaşamın her alanında yoğun bir şekilde hissediliyor. Sağlıklı beslenme şöyle dursun yaşamın devamı için gerekli olan gıdaya ulaşmak bile sorun haline gelmiştir. Haliyle emekliler ve emeğiyle geçinen insanlar için sosyal kültürel aktivitelerin yapılması da gündem olmaktan tamamen çıkmış durumda. Uzun lafın kısası hayat pahalılığının benim yaşantımdaki karşılığını, en temel ihtiyaçlarımdan sürekli tavizde bulunmak şeklinde sürüp gidiyor.