SSCB’nin kuruluşunu kutlarken

0
357

Selçuk Şahin Polat

25 Ekim 1917 tarihli Ekim devrimi, emperyalistlerin ve zalimlerin ruhunda ve kalplerinde inanılmaz acılara neden olurken, Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, 30 Aralık 1922’de, Beyaz Rusya SSC, Ukrayna SSC, Orta Asya ve Kafkas Cumhuriyetleriyle birleşip Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) adını alarak, tüm ezilen halkların ve ulusların kalbinde taht kurdu. Çünkü bu tarihte kurulan SSCB, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı’nı gerçek anlamda hayata geçiren, gerçekten bağımsız ve demokratik bir devletin kendisiydi.

1917 tarihli Sovyet devrimi, dünyanın kara coğrafyasının yüzde 12’sini oluştururken, 1922 yılında kurulan SSCB ile bu, yüzde 15 oranına, dünya nüfusu içindeki oranı da yüzde 7’den yüzde 9’lara çıkmıştı. Bu yüzeysel gelişmeler, ne yazık ki içsel süreç olarak yaşanamadı. Lenin’in ölüm sonrası SSCB, ne acıdır ki komünizm yolunda ilerleyemedi ve 1990 yılında yıkıldı.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) kuruluşunu, bu açıdan geldiğimiz bu aşamada, buruk ve acı içinde kutluyoruz. Eğer, 1917 Ekim Devrimi ve SSCB’nin kuruluşundan gereken doğru dersleri çıkartabilirsek, belki acımızı bir miktar hafifletebiliriz.

1- SSCB’NİN ULUSLARA ÖĞRETTİKLERİ

Dünyada ve Türkiye’de sınıf mücadelesi, ezenler adına başarılı ve hızla devam ediyor. Diğer tarafta ne yazık ki ezilenler, örgütsüz ve bilinçsiz durumda. Onların temsilcisi olması gereken komünistler de aynı şekilde, SSCB’nin yıkılması ve Çin’in kapitalizm yolunda ilerlemesiyle yollarını bulamaz durumdalar. Ne var ki bu acı sona rağmen, uluslara atılması gereken doğru adımı, SSCB’nin gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu anlamlı farklılığı ve SSCB’nin kuruluşunun önemini bilince çıkartmak için, uluslaşma sürecinin seyir defterine bakarak, burjuvazi ile proletaryanın bu süreçte hangi rolleri ve görevleri üstlendiklerini açığa çıkartabilir ve bunlara, ülkemizdeki dersleri de ekleyebiliriz. Bu koşullarda; proletarya hareketini yaratacak komünistlerin yakalaması gereken halka, yıkım ve yenilgilerden gereken doğru dersleri çıkartabilmek ve buna uygun adımları atabilmek olmalıdır. Sovyet devriminin başarısı ve acı sonuyla ilgili dersleri bir başka yazı başlığı altında ele alarak, SSCB’nin kuruluşundan, genel olarak aşağıdaki dersleri çıkartabiliriz.

a- Uluslar, esas olarak burjuva devrim sürecinde oluştu ve geliştiler. Feodalizm döneminde ise, ulus olmanın gereği olan, yurttaşlık-ortak duyguyu oluşturacak toprak-ortak pazar-dil-felsefe vb. kazanımlardan yoksun etnik yapılar mevcuttu. Bütün bu ekonomik, sosyal ve ideolojik süreçler, tıpkı özgürlük-laiklik-insan hakları vb. siyasi değerler gibi, burjuva demokratik devrim sürecinde gelişti ve olgunlaştı. Diğer bir anlatımla; burjuva demokratik devrim ve aydınlanma, demokratik hak ve özgürlükler vb.’leri gibi, aynı zamanda etnik yapılara, ulusal kişiliği kazandıran demokratik bir sürecin de adıdır. Sonuçta da bu etnik yapılar, demokratik devrim sürecinde ekonomik-siyasi-kültürel-coğrafi vb. ortak çıkarları olan uluslar haline geldiler. Buradan çıkan temel sonuç; uluslaşma, burjuva demokratik devrimlerin bir ürünüdür.

BURJUVAZİNİN GERİCİLEŞMESİYLE BİRLİKTE

b- Ne var ki burjuvazinin gericileşme sürecine girdiği 1800’lerden itibaren, ‘büyük’ uluslar emperyalizm yoluna, ‘küçük’ uluslar da onların uydusu olma sürecine girerek, demokratik uluslaşmanın önünü kapatmışlar ve halkları, kapitalizm kalesine hapsetmişlerdir. Burjuva Demokratik devrim sürecini terk eden burjuvazi, uluslaşmayı; bağımsız ülkelerde milliyetçilik-şovenizm-ırkçılık ve faşizm adı altında iki biçimde hayata geçirdi: birincisi, açık diktatörlük yani faşizm(1930’larda ki Almanya-İtalya-İspanya, Portekiz ve askeri diktatörlüklerdeki) biçiminde. İkincisi ise, Osmanlı’nın İttihatçı dönemi- Eski Güney Afrika-Suriye-Irak ve Türkiye’de uygulanan Tekçi Üniter Devlet adı verilen kapalı diktatörlükler biçiminde.   

c- Ayrıca, emperyalist ülkelerdeki (İngiltere-İspanya-İsviçre vb.) uluslar, egemen ulusun merkezi denetimi altına alınıp (anti demokratik) otonom etnik yapılar haline getirildiler. Bu yapılanma, görüldüğü gibi bir egemen ulus, diğerleri de kendi kaderlerini tayin hakkı ellerinden alınmış(sözde bu hak var) ezilen uluslar statüsü içinde olanlar biçiminde oluştu. Bu sisteme de Çokçu Üniter Devlet biçimi adı verebiliriz. 

PROLETARYANIN DEVREYE GİRMESİYLE BİRLİKTE    

Proletaryanın iktidarını kuran Rus komünistleri, uluslaşma sürecini demokrasi mücadelesinin bir parçası, hem de en önemli parçası olarak ele aldılar. Bunun pratikteki anlamı; İçteki Uluslar olarak kendi gelecekleriyle ilgili gerçekten bağımsız karar verme haklarının (UKKTH) onlara tanınması idi. Dışardaki uluslar olarak anlamı da; emperyalizme karşı çıktıkları ve komünistlerin serbestçe çalışmasına müsaade ettikleri oranda da ulusların desteklenmeleri yönündeydi.

Bu ilkeler pratikte aşağıdaki gibi gerçekleşmiştir:

a- Sovyet iktidarının demokratik uluslaşma siyasetinin bir sonucu olarak içteki uluslardan Finlandiya ve de Çar iktidarı boyunca tahakküm altında olan Polonya, bağımsız iki ülke haline geldiler. Diğer yanda içteki uluslardan Ukrayna, Orta Asya ve Kafkas halkları, Ekim devriminde proletaryanın dayandığı egemen ulus olan Büyük-Rus halkıyla birlikte, aynı devlet yapısında demokratik ilkeler etrafında olmayı seçerek, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini(SSCB) kurdular.

b- Lenin, Komünist Enternasyonel’in 1920’deki kongresinde dışardaki uluslara ilişkin şunları söylüyordu:

“Bu terim değişikliğinin anlamı şudur ki, biz, sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri, devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde (abç) desteklemeliyiz. Eğer bu koşullar yerine getirilmezse, bu ülkelerde reformcu burjuvaziye karşı (ki bunlara II. Enternasyonal kahramanları da dâhildir.) savaşım veririz.” (Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları s.210.) (Aktaranlar; Lenin’e Dönüş. Ütopya Yayınevi. Sf. 268. SAİT SATILMIŞ-MEHMET İNANÇ TURAN)

Ekim devriminden hemen sonra Türkiye’de ulusal burjuva hareket, ülke işgaline karşı çıkıp, emperyalistlerle mücadeleye başlamıştı ve bu konuşma da özellikle Türkiye’yi ilgilendiriyordu.

2- SSCB’NİN TÜRK KOMÜNİST HAREKETİNE ÖĞRETTİKLERİ

Sovyet iktidarının, ülkemizdeki ‘Burjuva Kurtuluş Hareketini’ iki nedenle desteklediğini görüyoruz. Birincisi, Rusya’daki emperyalist kuşatma ve iç savaşta, Türkiye’deki Boğazların oynadığı önem açısından, ikincisi de M. Kemal liderliğinde ki hareketin Sovyetlerle sıcak ilişkiler kurması ve bu yönde yüzeysel de olsa bazı adımlar atması nedeniyledir. Bu yüzeysellik veya sahtelik kısa zamanda kendini gösterdi fakat Sovyet İktidarı, Türkiye’ye desteğini her şeye rağmen esas olarak boğazlar nedeniyle devam ettirdi. M. Kemal Hareketi, Sovyet İktidarının bu zaafını(Boğazların önemi) fark ederek onlarla olan sıcak ilişki ve demeçlerini, 1920 sonu itibariyle soğutmaya ve düşmanlığa dönüştürdü. Bu konuda birkaç örnek vererek okuyucuyu aydınlatabilir ve proletarya hareketi açısından bu dersleri bilince çıkartabiliriz: Birincisi, Lenin’in Üçüncü Komünist Enternasyonel’deki temmuz ayında ki konuşmasından 2-3 ay sonra M. Kemal, 18 Ekim 1920’ de Türk Komünist Partisi’ni kurdurdu. Bu kuruluşu da gizli yazışmalarında, ‘tabii tedbir olarak’ ve ‘Hükümet’in malumatı tahtında’ diye açıklamıştır. Daha gülüncü ise, partiyi C. Bayar, R. Orbay, F. Çakmak gibi gerici antikomünistlere kurdurtmuş olmasıdır. Nedeni bellidir: Lenin’in 3. Enternasyonal’deki konuşması ciddiye alınarak, bunun gereği olarak sahte ‘TKP’ kurulmuştur. Göz boyamanın Türkçesi yani!  Parti iki ay sonra kapatılmıştır zaten. İkincisi, Yeşil Ordu adı verilen anti-emperyalist gizli örgütlenmeye izin verilmiş fakat komünistlerin, özellikle de Çerkez Ethem’in etkin olmasıyla birlikte 1920 sonlarında Yeşil Ordu tez elden kapatılmıştırÜçüncüsü,1921 yılı itibariyle tüm Komünist kuruluşlar ve kişilere yönelik baskı artmış ve tüm komünist kuruluşlar kapatılıp yasadışı ilan edilmiştir. Çoğu devrimci rahat çalışamaz hale gelmiştir. Dördüncüsü ise, hepimizin ezbere bildiği M. Suphi ve arkadaşlarının katlidir. M. Suphi, Sovyetler Birliği’nin politikasına uygun biçimde M. Kemal ile yakın ilişki kurmaya başlamış, hatta birçok militanı, Türkiye’ye savaşmak için göndermişti. M. Suphi, kendini ve arkadaşlarını büyük bir heyecan ve şevkle, Mustafa Kemal’in insafına bırakıp, Türkiye’ye geçmeye karar verdikten sonra, ilişkinin eğretiliği ne yazık ki büyük acılar sonucu bilince çıkartılabilmiştir. Hâlbuki Sovyet destekli Komünist Parti Başkanı M. Suphi, Lenin’in 1917 Şubat devrimine olan yaklaşımını ciddi biçimde analiz edip ona göre davransa ve ilişkileri buna göre düzenlemiş olsaydı, sanırım tarihte çok şey değişik biçimde gelişmiş olacaktı. Bu öngörüsüzlük ise(ki bu yola girmemesi doğaldı) ölümcül bir hatayı beraberinde getirmiş oldu. Ayrıca Lenin’in liderliğindeki SSCB iktidarının, Suphi ve arkadaşlarının katline ilişkin sessiz kalması (ki M. Kemal, bu sessizliği önceden gören liderdir), çözmemiz gereken ve belki de almamız gereken derslerin en önemlisidir.

SSCB’nin kuruluşunu, tüm devrimlerin komünist toplumunun inşasına giden yolda, kalıcı geri dönüşler yaşamadan ilerlemesi adına bir kere daha kutluyor ve selamlıyorum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.