Hamza Yalçın
Yaşadığım mahalle kuşlar ve tavşanlarla doludur. En çok martıları ve güvercinleri görüyorum. Kendilerine ayrılan alanları birbirleriyle itişip kakışmadan paylaştıklarını gözlemledim. Bir istisna hariç: Ne zaman kuşlara yemek atsam, martılar oradaysa güvercinleri ve diğer küçük kuşları kovalayarak sırf kendileri yemeye çalışıyorlar. Bu kaba kuvvet uygulaması burjuvaziyi hatırlatıyor. Onun dışında birbirlerine saldırdıklarına rastlamamıştım. Yanlış anlaşılmasın, bu barışçı görünen kuşların sanıyorum hepsi birden yerdeki solucanları yiyorlar.
Geçen gün hava almak için evden çıkmışken yaklaşık 100 adım yürüdükten sonra irice bir martının, altına aldığı bir kuşu gagaladığını gördüm. Üzerine çullandığı kuşu şişliyormuş ya da hayvancağızın gövdesine hançer saplıyormuş gibi agresifçe gagalıyordu. Önce ölmüş bir kuşu yemekte olduğunu düşündüm. Kuşun belli belirsiz hareket etmesinden henüz ölmediğini fark ettim. Yapacak acil işlerim olduğu için görmezden gelmek aklımdan geçti. Saldırıya uğrayan kuşa yardım teşebbüsünün çok zamanımı alacağının farkındaydım. Ancak hayat mücadelesi veren zavallı hayvanı kim görse dayanamazdı.
Martıyı kovaladıktan sonra zavallı hayvanın bir güvercin olduğunu anladım. Saldırıya uğradığı yerden uzaklaşmaya çalışırken zaman zaman uçmaya kalkışıyor uçamıyor, sadece hızlı hızlı yürüyebiliyordu. Belki uzun süredir hiç bir canlı hayvana dokunmamış olmam ve son yıllardaki salgınlar nedeniyle kuşları salgın hastalık kaynağı görüyor olmam nedenleriyle o sırada işte olan ev arkadaşıma telefon ederek naylon poşet temin etmesini istedim. İşten çıkmasına yakın saatlerdi. Martı, ayakları üzerinde doğrulmuş ve kaçacak yer arayan güvercinin etrafında Azrail gibi uçuyor, fırsat kolluyordu. Bir an martı yaklaşınca güvercin yanıma doğru koştu. Ben martıyı kovalayınca güvercin yanımda durmayıp geldiği yana doğru kaçtı. Ev arkadaşım gelinceye kadar olağanüstü gergin bekledim. Güvercin, haliyle, yakınım olmuştu. Hatta bir ara aklıma Baba filminde evlat rolündeki Al Paçino’nun saldırıya uğrayacağını anladığı babası Marlon Brando’yu hastanede beklemesi sahnesi bile geldi. Kendimi öldürülmeye çalışılan zavallı hayvanla yakınlaştırmam nedeniyle dehşet içindeydim. Diğer yandan ise hayvandan hastalık kapma endişesi ve planladığım işlerin yatacağı düşüncesiyle olağanüstü gerilmiştim.
Beklerken Türkiye’deki annemi arayıp hatırını sordum. O da beni sorunca güvercinden söz ettim. Konuşmayı kısa kesti ki bana engel olmasın. Yoldan geçenlere yandaki güvercini gösterip durumu açıklayarak naylon poşet sordum. Hiç birisinde yoktu.
Ev arkadaşım güvercine yaklaşmak konusunda benden daha tereddütlüydü. Sanıyorum o da benim gibi güvercinin onu gagalamasından hatta belki çırpınıp üstünü başını berbat etmesinden endişe ediyordu. Yakalayıp elimi naylon poşetle yalıtarak tuttuğum kuşu eve getirdik. Onu balkona koyduk. Küçük bir naylon kasede ıslatılmış bulgur verdik. Çok isteksiz duruyordu. Martıların balkon yakınlarında uçmasından tedirgin olduk. İkimiz de balkona açılan odada pencere kenarında oturmaya başladık. Aşırı gergin ruh halim ve belki de aynı zamanda ev arkadaşımın güvercine benden daha az yakın durması yüzünden ev arkadaşımla iletişime epeyce kapalıydım. Daha ziyade kendi başıma davranıyordum. İnternetten numaralarını bulduğum veterinerlere telefon ettim. Çeşitli telefon görüşmelerinden öğrendim ki yabani hayvanlara ayrı veterinerlikler bakıyormuş. Aynı zamanda güvercinlerin ne yediğini internetten araştırdım. Arkadaşım doğrudan inisiyatif almasa bile aslında gayet ilgili ve yardımcı olma çabasındaydı. Çok gergin olduğum için onu takip edemiyordum. Birlikte markete gidip personele de sorduk. Biz alışverişe giderken balkondaki kuşu nasıl martıların saldırsından koruyacağımızı düşünürken arkadaşın önerisiyle güvercini bir karton içine koyup odaya getirdik. Martılar odaya giremesinler diye balkon kapısını kapattık.
Döndüğümüzde kuş, kanatları yardımıyla kartondan çıkıp evde kaçışmaya başlayınca iyileşeceğine umudumuz artmıştı. Evi kirletmesin, diye onu balkona kovalayıp dışarı çıktım. Kuşun gece balkonda emniyette kalması için çareler ararken tekrar alışverişe giderek plastik bir kova satın aldım. Onu delerek geceleyin kuşun üzerine kapatmayı düşünmüştüm. Alışveriş sepetlerinin kafes işlevi göreceği aklıma geldi. Ödünç vermezlerdi. Çalmaktan başka yol göremedim fakat çalmadım. Arkadaş balkonu naylonla kuşatmak gibi bir öneri getirdiği halde kuşlar naylonu deler düşüncesiyle itibar etmedim. O da ısrar etmedi.
Arkadaşın bir an kartona bakarken güvercinin kanını görmesini martının güvercine kan kokusu yüzünden saldırmış olduğu şeklindeki tezimi desteklediğini düşündüm. Arkadaşım ise güvercinin saldırıya uğramasını, martının onu kaçamayacak durumda görmesiyle açıklıyordu. O, “Yahya Kemal Beyatlı martılar üzerine şiir yazmış ama…” diye başlayarak martıların çok bencil olduklarını söyledikçe ben de Yahya Kemal’in daha bencil olduğunu düşünüyordum. Hayvanın yaralı olduğunu bildiğimiz halde her ikimiz de hayvanın yaralarını görmeye cesaret edemedik.
Güvercin aldığımız yiyecekleri yemiyor, su da içmiyordu. İnternetten araştırırken güvercinlerin et yediklerini de okumuştum. O gün öğlen, bir önceki günden kalan tavuk etini yemiştim. Aslında ben de bir çok sosyalist gibi tutarsız vegan eğilimlere sahibimdir. Yani hem et yer hem de bundan suçluluk duyarım. Çöpe attığım kemikleri çıkarıp sıyırarak yaralı güvercine tavuk eti vermeyi düşündüm fakat suçluluk duygumu aklıma getirdiği için, yapmadım. İnsana insan eti vermek gibi gelmişti o an.
İnternette bulduğum veterinerlere telefon ederken veterinerlik okumayı düşünen ve o alanda pratik yapmış olduğunu bildiğim, arkadaşlarımızın kızı, bir gence telefon ettim. Ulaşamadım. Balkonunda güvercinler görmüş olduğum Fransa’daki arkadaşımı arayarak öğüt almak istedim. Arkadaş güvercinin iyileşeceğine inanan sakin bir sesle kendisinin de yaralı bir güvercine yardım ettiğini ancak iyileşen güvercinin ilerleyen günlerde gidip arkadaşlarını yardım gördüğü balkona getirdiğini ve balkonun bu yüzden hep pis olduğunu yakınarak söyledi. ”Sonraki sorun o, bu bir kurtulsun hele”, diye yanıt verdim. Hayvandan bit-pire ve mikrop kapacağım endişesi ve balkonun kirleneceği endişesi beni bir yandan rahatsız ederken diğer yandan ise bencillikle alakalı bir titizlik geliyordu. Arkadaşım güvercinin sakinleştikten sonra yemek yiyeceğini söyleyince endişem azalmış ve hayvanın getirdiğimiz yiyecekleri yiyerek hızla iyileşeceğine umudum artmıştı. O konuşmadan sonra veterinerleri aramaya da son verdim.
Akşam ilerleyen saatlerde ev arkadaşımın önerisiyle dışarı çıkıp yürüdük. Güvercini balkondan içeri almak için yanına yaklaştım. Ona sevgiyle kendisini korumak istediğimizi söyledim. Beni sakince dinlediğini hissettim.
Dönüşte kuşu kontrol ettik. Onu kartonun içinde muhafaza etmeye devam ettik. İçinden kaçamasın diye daha dar ve derin kartonu seçtim. Gece yatmadan önce güvercin kaçıp da evi kirletmesin bencilliğiyle karton kutuyu ayrıca bir plastik çamaşır sepetinin içine koydum. Aslında plastik kabın altına toprak koyabilir, kartonu iptal edebilirdim. Bir şey olmaz, diye düşündüm ve yapmadım. Marketten satın aldığım kovayı nedense unutmuştum.
Geceleyin uyandıkça gidip güvercin yaşıyor mu, yemek yemiş mi, diye kutuya baktım. Hayvanın yaşatılması, sadece düşüncelerimi değil rüyamı da kapladı: Güvercin yaşıyor mu, diye gidip bakıyorum. Gözleri güçlü bir şekilde parlıyor. Tam sevinmişken parlayan gözün güvercinin üstündeki siyah bir kediye ait olduğunu fark ederek uyanıyorum! Ancak gidip güvercine bakmaya uzun süre cesaret edemiyorum. Odamda bir şeyler okuyorum. Sabah sporunu yapıp kendimi toparladıktan nice sonra odaya gidip bakıyorum.
İyileşmesini umarken korktuğumun başıma gelmiş olduğu gerçeğiyle karşılaşıyorum. Güvercinin kafası önüne düşmüş, kanatları yarı açık.
Yenilmiştik. Karton kutuyu plastik sepetin içinden alıp ölmüş güvercini dışarıdan aldığım yere götürdüm. Bir gün öncesinden konuştuğumuz bir arkadaşın sözü de aklıma geliyordu. “Doğanın kanunu, karışmaya gerek yok”, diyordu. Sonra benzer durumda kendisinin de dayanamayıp yardım etmeye çalışacağını söylemişti. Belki eti, yaşayan kuşlara yarar, diye düşündüm. Yemek çanağını karton kutudan aldım ve içindekileri hayvanların yemesi için yere döktüm. Kuşu kartondan elimle değil kartonu yana çevirerek çıkardım. Zavallı kuşun ayakları havada pençeleri bir şeye tutunmaya çalışıyormuş gibi kaskatıydı. Uzaklaştıktan sonra martıların oraya yoğunlaşarak uçuştuklarını gördüm. Gidip hayvanı yediler mi, diye baktım. Güvercinin ölüsü olduğu gibi duruyordu. Sonradan içim daha fazla acımasın bencilliğiyle oradan geçmemeye önem verdim.
*
Ölen canlı sana ne kadar yakınsa acısı o kadar şiddetli oluyor. Saldırıya uğramış olması beni onunla yakınlaştırırken kendimi koruma bencilliğim ondan uzaklaştırıyordu. Belki de onu kartona koymamız iyileşmesine engel oldu. Neden sabah uyandıktan sonra hemen görmeye gitmediğimi ve neden beklediğimi bilemiyorum. Güvercinle ilgilendikten sonra bitlenmiş gibi sürekli kaşınmamı, ona yemek vermek için kullandığım plastik kaseye, kuşun evde ve balkonda ayak bastığı yerlere hastalık bulaştırıcı gözüyle bakmamı ve kuşu düşündükçe hala kaşınıyor olmamı iyi insan olma idealimle bağdaştırmıyorum. Marketteki büyük alışveriş sepetlerinden birini yürütüp getirseydim belki kuş kurtulurdu, diye de pişmanlık duyuyorum.
İlk gün tam anlamıyla terörize olmuştum. Ölüm hadisesiyle birlikte matem havası oluştu. Güvercine yakınlık göstermeye çalışırken ona haksızlık ettiğim, onu hakir gördüğüm, duygusu ise beni çok ezdi.
Hiç bir devrimci, çaresizleri hakir görmeyi kendisine yakıştıramaz. Yazmak terapi olur, düşüncesiyle yazmaya karar verdim.