Suriye’deki iç savaş ortamının had safhaya çıktığı şu günlerde gerek Türkiye’nin bu konudaki tavrı gerek diğer batı devletlerinin tavrı oldukça dikkat çekici bir hal alırken, Türkiye-Suriye sınırının en önemli noktalarından olan Yayladağı’nda işler hiçte iç açıcı değil. Son üç gündür bu küçük şehirdeyim. 6300 nüfusa sahip olan şehir şu sıralar binlerce Suriyeli “mülteci”ye ev sahipliği yapmakta. Çünkü şimdilik “mülteci” olarak lanse edilseler de bu insanlar bölgenin daimi sakinleri olma yolunda ilerlemekteler. Bu konuda özellikle şehir sakinlerinin hissedilir bir sıkıntısı söz konusu.
“Onlar Suriyeli bir şey olmaz.”
Burada gerçekten bölgedeki ağır savaş koşullarının sıkıntısı yüzünden korkup, kaçan insanlar var. Ancak çoğu zaman askeri kıyafetli insanlara da rastlamak mümkün. Öyle ki bunun gibi durumlar bölge halkının endişe duymasına ve salt güvensiz bir ortam oluşmasına sebebiyet vermiş. Gece yürüyüşe çıkan insanların, askeri kıyafet giyinmiş kişilere ve çuvallarla silahlar taşıdıklarına şahit olmaları ki hemen akabinde bu durumu yolda devriye gezen polislere bildirmelerine dahi şu cevap verilmiş; “Onlar Suriyeli bir şey olmaz.”
Bölgeye dair geniş çaplı yatırımlar, müteahhitlerin iş güzarlığı
Son iki senedir bölgedeki bir çok eski yapı yıkılıp, yerlerine çok katlı apartmanlar yapılmış. Yayladağı nüfusunun kat be katını kaldırabilecek bu yapıların neden yapıldığına dair soru işaretleri kafaları kurcalarken, Suriye’deki karışıklıklar sonrası başta mülteciler, buna bağlı olarak bölgeye atanan çok sayıda asker, polis, doktor gibi kamu görevlileri ve aileleri bu dairelere yerleşmiş durumda. Yani bu mevcut karışıklığı fırsata çevirmeyi bilen bir kesimde söz konusu. Keza mültecilerin bulunduğu çadır kent ve konaklama tesislerine yapılan yardımlar dahi mülteciler tarafından çarşıda pazarda daha da ucuza geri satılmakta. Halkın içerisinde bu durumu bilip eleştirenlerde var. Ancak bundan çıkarı olmasından ötürü sesini çıkarmayan da var. Bunun dışında av malzemeleri satan dükkanlarda genellikle aşırı dinci örgüt üyelerinin kullandığı kafa bandajlarının satılması bir başka dikkat çekici unsur.
Bölge halkının Arapça bilmemesi ayrı bir dezavantaj oluşturmuş durumda. Çoğu zaman bu durum sorun yaşanmamasına yol açarken, kimi zaman da şehir sakinlerinin mültecilerle ufak çaplı tartışmalar yaşadığı bilinmekte. Şehrin hemen hemen her yerinde Suriyeli mültecilerle karşılaşabiliyorsunuz. Çoğu zaman toplu bir şekilde dolaşmaktalar. Bazı grupların çevreye zarar verecek boyutta hareketlerde bulunmaları da söz konusu ki şehir sakinleri tarafından uyarı almaktalar, ancak gene de bu durum onları teskin etmek için çare değil. İnanılmaz bir “kendine güvenme” durumları söz konusu. Şehir sakinleri ise “Başbakan böyle emretmiş” söyleminin dışına çıkmamakta.
Yakalanan bir grup perişan adam
Karşılaştığım ilginç olaylardan biri ise şehrin sağlık merkezinde yaşandı. Üstü başı perişan haldeki 10 kişi, iki grup halinde sağlık merkezine getirildiler.(Üstelik konuşmalarından Türk oldukları da anlaşılmaktaydı.) Burada kayıtları alındıktan sonra götürüldüler. Daha sonra burada görevli arkadaşımızdan kısmen öğrendiğimiz kadarıyla bu kişilerin aldıkları para karşılığında, sınırın diğer tarafına bir şeyin kuryeliğini yapıyor olmalarıydı. Söylentiye göre bu kişiler sınırdan geçmek isterken taşıdıkları bombalar ile yakalanmışlardı.
Her nesle aşılanmış nefret
Mülteci bir ailenin çocuklarıyla sohbet ettim.Yaşları 14-16 arasında değişen bu gençlerin anlattıkları karşısında oldukça şaşırdım. Suriye’nin Lazkiye kentine bağlı yoksul bir köyden buraya tüm aile kaçıp gelmişler.
Buraların çok güzel olduğunu, ancak burada da iyi muamele görmediklerini belirtmekteler. Ancak gene de savaş bitse dahi buralardan gitmek istemediklerini söylediler. Esad ve yönetimi hakkındaki bu tavırlarının sebebini sorduğumda ise pek iç açıcı olmayan sözler işittim onlardan. Çünkü bu insanlara inanılmaz bir nefret aşılanmış. Öyle ki başlıca nefret güttükleri Esad ve Alevilermiş. Bilakis Yayladağı Kaymakamı dahi onlarla ilgilenmediği için onu da “Alevi”dir kesin diyerek suçluyorlar. Nitekim bu insanlar Esad düşse bile ülkelerine dönmeyeceklerini söylemekteler. Çünkü daha katledilecek bir Alevi milleti söz konusu Suriye’de. Nasıl bir zihniyettir ki bir halkı bir başka halka kırdırmayı öğütler evlatlarına? Bu olayı yanlarında kaldığım aileyle paylaştığımda ise bu durumun onları da üzdüğünü ve herkesin birlik içerisinde yaşaması gerektiğini duyduğumda bir nebze de olsa rahatlıyorum. Çünkü böylesine hassas bir ortamda, tüm savaş çığırtkanlıklarına inat barış diye haykırmanın ve birlik olmanın zamanıdır.
Çadır kent ve çevresinde görüntü yasağı Çadır kentlerin bulunduğu bölgeye ise ne gözlem, ne de çekim amaçlı kimselere izin verilmeyeceği belirtilmiş. Gene de sağlık görevlisi arkadaşımızın kaymakamla yaptığı görüşmede aldığı cevap oldukça dikkat çekici oldu; “Belli basın mensupları, belli çerçeveler dahilinde, belli fotoğraflar çekebilir.” (Kim bu basın mensupları acaba?)
Bu yüzden ancak çevresinden fotoğraf çekme şansımız oldu. Ayrıca şehrin en önemli özelliklerinden olan ormanları da yok olmaya yüz tutuyor. Şehrin can damarları olan ormanların sürekli yakıldığı ve büyük çaplı orman yangınlarının çıktığı bilinmekte.
Sınırın ötesinden gelen top sesleri
Önceki gece ise sınırın ötesinden gelen yoğun top atışlarının sesi şehrin semalarında yankılandı. Yaklaşık 2-2.5 saat süren bu olay ve bunun gibi niceleri bölge halkını oldukça tedirgin etmekte. Ancak tüm bunlara rağmen bölgemizden komşumuz Suriye’nin topraklarına Batılı emperyalistlerin ve Körfez ülkelerinin yardımıyla mühimmat ve çeşitli gruplara mensup savaşçılar aktarılmakta. Öyle ki belirli aralıklarla yaşanan elektrik kesin- tileri sırasında bölgeye otobüslerle terörist gruplar ve silahların götürüldüğü biliniyor.
Halklar savaş istemiyor
Son olarak genelde bütün Hatay’da halk, Suriye ile yaşanacak olası bir savaşı kesinlikle reddediyor. Yıllarca sınırın her iki yakasında birlik içinde var olmuş bu insanların ağzından sadece şu cümle çıkıyor;
“Burada iki farklı ülke söz konusu olabilir, ancak bizler tek bir halkız.”
Öyle ki AKP hükümeti tarafından desteklenen ve kollanan mültecilerin birçok farklı bölgedeki olumsuz tavırları, bölge insanını oldukça etkilese de böylesi bir provokasyona halk kanmamaktadır. Batılı emperyalistlerin Esad yönetimini devirmek için her türlü farklı yolu denediği bu coğrafyada, özellikle Suriye’deki mevcut yapıyı, Lideri Beşşar Esad’ın mensup olduğu Alevilik üzerinden yıkma politikası izleyen AKP’nin bu durumu daha da çirkinleştireceği düşüncesi buralardaki Alevi vatandaşlarımızı da tedirgin etmektedir. Üstüne üstlük yandaş medyanın bu konudaki gayretli çalışmaları da bir çok şekilde kendini hissettirmektedir. Tüm bunlar sonunda Suriye’deki mozaik bozulup yerine, aşırı dinci örgütlerin ve daha farklı aşırı grupların başta Aleviler olmak üzere bir çok grubu katletmesi şeklinde sonuçlanırsa tek suçlusu Başbakan ve AKP hükümeti olacaktır.
Vecih CÜZDAN