Yunanistanlı Devrimcilerle Nazım’dan Belli’ye, KKE’den HDP’ye ve SYRİZA’ya Uzanan Bir Sohbet

0
1457

imagesberkin

Röpörtaj: Barış Onay

 

 

Birkaç hafta evvel Nazım Günleri vardı Yunanistan’da. Komünist Partisinin gelenekselleştirmeye çalıştığı Nazım Günleri…

Ben de o günlerde oradaydım. Bir kısım etkinliğe katılma imkanım olmuştu. Komünist şair ve yazar Nazım, memleketimizde olduğu gibi, kıyının öte yakasında, Yunanistan’da da tanınıyor ve seviliyor. Yunanistan Komünist Partisi’nin saflarında, Hitler faşizmine karşı yürütülen gerilla savaşına katılan, Türkiye Devrimci Hareketi’nin liderlerinden Kapetan Kemal’e* nasıl sahip çıkıyorsa KKE, Nazım’a da öyle sahip çıkıyor.

Yunanistan’da, kendi memleketimin dışında yani, bu duyguları yaşamama vesile olan şey elbetteki halklarımızın devrimci değerleridir. Ben bu duyguları hissettim Yunanistan’da.

 

image3NazımKKE

3 Haziran 1963’te hayatını kaybeden Nazım, Türkiye’de olduğu gibi Yunanistan’da da anıldı. Ben de bu vesileyle hem onu anmak, hem de şahsında düzenlenen etkinlikte yer alan Yunanistanlı devrimcilerle bir söyleşi gerçekleştirmek istedim.

Bu söyleşiyi sizlerle de paylaşıyorum.

-Merhaba arkadaşlar!

Dimitris – Murat: Merhaba!

-Sizlerle Yunanistan, Türkiye, Nazım Hikmet ve mücadele üzerine sohbet etme teklifimi kabul ettiğiniz için şimdiden teşekkür ederim…

Dimitris – Murat: Biz teşekkür ederiz…

-Şöyle başlayayım isterseniz: Türkiye’de Komünist Parti faaliyetlerinin yasadışı olduğu çetin dönemleri mücadele içerisinde; gerek hapishanede, gerekse sürgünde ama mücadelesine sahip çıkarak geçiren Nazım Hikmet, siz Yunanistanlı gençler için ne anlam ifade ediyor?

Dimitris: Bir örnektir bizim için kendisi. Böyle bir insanı ancak gururla anabiliriz. Gurur duyuyoruz ondan. O bir Türk ve biz Yunanlı olsak da onun yaptıklarından; kimliğinden gurur duyabiliyoruz. Rehber olarak kabul edilebilecek bir geçmişi var.

Murat: Genelde Yunanistan’da iyi bilinen birisi. 80’li ve 90’lı yıllarda şiirleri ve yazıları Yunanca olarak yayınlanıyordu dergilerde ve gazetelerde.

Dimitris: Bu yıl düzenlenen film gösterileri, söyleşiler ve müzik dinletileri ile tanıyabildim onu. Komünizme inanmış bir insan olarak tanıdım. Ve bu inançtan beslendiğini, bu inançtan güç aldığını gördüm. Nazım’ın Yunanistan’da anılması gurur verici bir şey!

Murat: Benim için de gerçekten örnek birisi. Ama söylemeliyim ki, bu etkinliğe kadar onu ben de tanımıyordum. Onun üzerine bir araştırmam, okumam falan yoktu. Neden bu böyle oldu? diye sorabilirsiniz… Böyle oldu, çünkü memleketten uzak olunca, yurtdışında yaşamak zorunda olunca yani, malesef böyle şeylere de hakim olamıyor insan. Yani Türkiye’ye uzak kaldığımdan, oraya dair birçok konuya yabancıyım mesela. Birçok olaya, şahsiyete yabancıyım. Ama bu etkinliğin burada olması, Nazım’ın Yunanistan’da anılıyor olması benim için fazladan bir gurur kaynağı oldu tabii ki. Evet, benim için çok gurur verici bir şeydir Nazım Hikmet gibi bir insanın yaşamış olması. Kendisini de şöyle anıyorum: Tüm zor koşullara, uzun yıllar süren hapis ve sürgün hayatına rağmen inandıklarının arkasında olması, onun gerçekten inanmış bir komünist olduğunu anlatıyor bana. Yıllarca süren sürgün ve hapise rağmen davasını satmayan, bu uğurda vatandaşlıktan çıkartılan bir insan olmak zor. Ama bu insan onu yapmış. Onu böyle anıyorum.

-Murat, 12 Eylül ile sürgün hayatına maruz kalmış bir ailenin çocuğu olarak Türkçeyi, kah Türkiye’ye gide gele, kah ailesi ile Türkçe dilinde konuşarak öğrenmiş bir arkadaş. Bu mesele; gurbette bir insanın anadilinde konuşabilmesi yani, kimi örneklerde tam tersi yönde bir gelişme gösterebiliyorken, Yunanistan’da doğup büyüyen Murat’ta farklı bir yol izlemiş. Sohbetimizi de Murat’ın Türkçe-Yunanca tercümanlığı ile yapıyoruz; Murat, söyleşimizin Türkçe kısımlarını Dimitris’e Yunanca olarak aktarıyor ve Dimitris de sohbetimize dahil oluyor böylelikle.

– ”Nazım Günleri” boyunca izlediğiniz filmler, söyleşiler, müzik dinletileri, paneller ve diğer etkinliklerden sonra Nazım Hikmet’ten geriye aklınızda ne kaldı?

Dimitris: Daha önceden beri bildiğim bir şarkı vardı. Onu burada da dinlettiler. Ve öğrendim ki, sözleri Nazım’ın bir şiirinden alıntılar yapılarak düzenlenmiş. Şimdi ise katıldığım bu etkinliklerden sonra bana ”Nazım” dediğinizde bu şarkı ve o şiir geliyor aklıma.

Murat: Nazım Hikmet’ten bana geriye şu kaldı: ”Bir fikrin önüne, hiç kimse, hiçbir koşulda geçemez!” Eğer inanmış bir insan varsa karşınızda, önüne hangi engeli koyarsanız koyun, onu engelleyemezsiniz. Benim aklımda Nazım Hikmet’ten geriye bu kaldı!

– Genel bir soru olacak ama; bir bütün olarak baktığınızda Türkiye Halkı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Murat: Evet, çok genel bir soru bu.

-Mesela Yunan halkını Türklere sorduğumuzda onlar Yunanlar hakkında bildiklerini anlatır. Genelde de savaş yıllarında, mübadele günlerinde yaşanan acılardan söz ederler. Ermeni soykırımı, Kıbrıs meselesi ile ilgili konulardan oluşturulan önyargılardan yola çıkılarak anlatırlar mesela anlatacaklarını. Bunu ben tam tersinden size soruyorum: Türkler hakkındaki fikriniz nedir?

Babaannem Türkçe konuşuyor!

Dimitris: Birbirimize çok benzediğimizi söyleyebilirim hemen. Ve kültürel olarak çok yakınız birbirimize. Benim babaannem Gürcistan’dan göçmüş bir Yunanlı. Ve Türkçe’yi biliyor. Genelde de Türklerle alışverişi olan bir insan. Kendisi Selanik’te yaşıyor. Oradaki Türklerle de Türkçe konuşuyorlar. Türkiye’den gelip giden insanlarla aralarında bir bağ var. Türkiye’den göçenlerle de… Köyünde de, özellilkle Türkçe bilen insanlarla ilişki kurmaya çalışıyor. Yakınlık geliştiriyor. Kültürlerimiz neredeyse aynı ve bu sebeple ben de yakın hissediyorum Türkleri kendime. Zaten asıl olarak bizi ayrıştıran değil, birleştiren şeylerin ön planda olduğunu düşünüyorum ben. Bu ortak değerlere sahip çıkmamız gerekir.

– Halklarımız arasında bir düşmanlıktan söz ediliyor? Siz bu sözü edilen düşmanlıkla ilgili hangi fikirlere sahipsiniz? Resmi tarih bizlere düşmanlıktan söz ediyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Dimitris: Resmi tarihe bakmaya gerek yok. Yani yalnızca resmi tarihe bakmak pek doğru olmaz. Bugüne de bakmak gerekir. Bugünü okumak fayda sağlar. Haberlerde mesela sürekli görüyoruz. ”Ege kimin? Ege kime ait?” gibi başlıklarla tartışmalar açarak, sanal krizler yaratan, bu yolla her iki tarafa da milliyetçilik pompalayan bir tarz var. Ve bu tartışmalar her defasında halkların değil, burjuvazinin lehine sonuçlanıyor. Burda böyle işliyor süreç. Onlar zenginlikleri asla paylaşmaz! Türkiye’ye hakim değilim ama sanıyorum, öyle tahmin ediyorum ki, Türkiye’de de böyle oluyordur. ”Tarafsız (Gri) Bölgeler” üzerinden, Kıbrıs üzerinden sürdürülen gerginlikler bunun en belirgin örneğidir mesela. Bu bölgeler üzerinde bir kapışma var. Ama asıl olarak bu burjuvazinin kapışmasıdır. Bunun halka yansıması, ”Eğer o bölge bizim olursa, orada hak iddia edebilirsek, petrol çıkartabilirsek mesela oralardan, daha iyi ekonomimiz olur, daha iyi bir duruma gelebiliriz.” şeklinde oluyor. Yani, vatana, devlete bir katkısı olur, hepimiz fayda sağlarız, şeklinde propaganda ediliyor konu. Ama aslında, burjuvazi bu yolla yalnızca halkı kandırarak yanına çekmeyi hedefliyor. Yoksa gerçekte kesinlikle böyle bir niyetleri olamaz. Belki oradan bir ”zenginlik” elde edilir ama bunu geniş yığınlarla paylaşacakları iddiası koca bir aldatmacadır!

Murat: Bu düşmanlığın halklar arasında gerçekte olmayan, egemenlerce üretilen suni bir düşmanlık olduğunu düşünüyorum. Ve bunları resmi tarihte göremeyiz. Bunları ancak gerçek tarih yazar. Her iki ülkenin de NATO üyesi olduğunu, Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte davrandıklarını biliyoruz. NATO ve ABD politikalarını uygulayan hükümetlerin halkları savaş ve zorla korkutarak, birbirlerine düşmanlaştırarak kendi kirli yüzlerini, politikalarını gizliyorlar. Irkçılığı ve düşmanlığı bilinçlice körükleyerek bu düzeni sürdürüyorlar. Başka türlü, halkların kardeş olduğu ortamda mesela, emperyalist politikaları bu denli alçakça uygulayamazlar. Bunu iyi bildikleri için savaşı, ırkçılığı ve düşmanlığı canlı tutuyorlar. Silaha, bombaya, askeri aygıtlara yapılan bunca yatırımın bir sebebi var: 1) Komşu halklara karşı, dış tehdit iddiasını canlı tutarak, iç kamuoyunu terörize etmek, korkutmak ve devlet etrafında kenetlenmesini sağlamak, 2) Gelişebilecek isyan hareketi varsa, onu hemen ezmek. En sert şekilde bastırmak.

Kendi halkım için kötü söz edilmesi üzüntü verici!

Burada daha çok şey söylemek isterim ama beni en çok üzen şey şudur:

Ben neticede ailesi 12 Eylül’den darbe yemiş bir gencim. Ve burada doğdum, büyüdüm. Burada okudum. Buradaki eğitim sisteminde bana Türk halkının dost olduğu anlatılmadı. Bu üzücü bir şey. Düşünün, ben de bir Türküm ve zorunlu olarak eğitim aldığım ülkede bana kendi halkımın kötü olduğu söyleniyor. Bunun aynısının Türkiye’de de olduğunu biliyorum. Halklar bu sayede birbirine karşı düşmanlaştırılırken, burjuva sınıfı karına kar, parasına para katıyor. Yani düşmanlık, halkların düşmanlığı burjuva sınıfına yarıyor. Ama ben küçük yaşta annem ve babamdan öğrenmiştim ki, bunun aynısı Türkiye’de Kürtlere karşı, Yunanlara, Ermenilere karşı yapılıyor. Yani ırkçılık her yerde aynı amaca hizmet ediyor. Ve en kötüsü burjuva sınıfı, tarihi kendi işine geldiği gibi yazıyor. Oysa Türkiye’de yaşayan veya Yunanistan’da yaşayan bir insanın sıkıntısı gerçekte nedir? İşsizlik, açlık, hayat pahalılığı falan. Nasıl kiramı öderim, nasıl elektrik faturasını öderim, çocuklarıma yiyecek ekmek nasıl götürebilirim? Sorunu daha çok bunlardır bence insanların. Yani, ”Tarafsız Bölge” kime aittir veya ”Kıbrıs Kime aittir” gibi konuların, insanların birinci sorunu olduğunu, hatta sorunu olduğunu sanmıyorum.

-Bir dönem sıkça ”Türk-Yunan kardeşliği” bağlamında etkinlikler organize ediliyordu. Bunların etkisi nedir sizce?

Dimitris: Selanik’teyken Yöresel Danslar Okulu’ndaydım. Ve bu dönemde Türkiye’den gelen sanatçılar oluyordu. Onların etkinliklerine gidiyordum ve onlarla ilişkilerimiz iyiydi. Bu amaçla yapılan etkinlikler olduğunu öğrenmiştim. Ve güzeldi.

Murat: Ben de Alexiu ve Sezen Aksu konserlerini biliyorum. Paris Alexiu ve Sezen Aksu’nun iyi arkadaş olduğunu öğrenmiştim. Türkiye’deki bazı etkinliklerin açılışına Paris Alexiu’yu davet etmişlerdi. Ve Sezen, o benim kendi öz kardeşim gibi gördüğüm birisi, demişti. Bu tip organizasyonların elbette toplumlar üzerinde etkisi vardır. Bunun dışında Dalaras var. Meşhurdur. Türkçe’den uyarladığı şarkıları olduğu gibi, onun söylediği bazı şarkılar da Türkçe’ye çevrilmiştir. Bunlar insanlara bir mesajdır aynı zamanda. Güzel mesejlar.

– Yunan toplumu bu etkinlikleri nasıl değerlendiriyor, bir fikriniz var mı?

Dimitris: Toplumu değiştirip dönüştürme anlamında ciddi bir etkisi olmuyordur. Etkisi hiç yok değil, var ama, köklü değişikler için bu tip organizasyonlar yeterli değil. Daha çok sanatsal etkinlik boyutunda kalıyor. Yani, bu etkinliği duyanlar, ”Bak Yunanlarla Türkler arasındaki tüm sorunlar halloldu!” falan demiyor. Bu etkinlikler, ticari organizasyonlara dönüştü artık. Sokaktaki insanların da olaya bu gözle baktığını sanıyorum. Murat: Ben de Dimitris gibi düşünüyorum. Belki konuyla alakalı olan, konunun niteliğinden etkilenmiş insanlar vardır. Ama kardeşliğin yalnızca böyle şarkılarla falan gelmeyeceğini insanlar da görüyordur herhalde. Ben, ne Türkiye tarafında, ne de Yunan tarafında bu etkinliklerin kendi başına, köklü değişikliklere hizmet ettiğini düşünmüyorum. Evet, bir etkisi muhakkak var. Yok demiyorum ama yalnızca sanatsal ve ticari kaygılar güdülerek yapılan etkinlikler olduğunu halk da görüyor ve onlarda da ciddi değişimler olmuyor diye düşünüyorum. Bu sorunları yalnızca bu yöntemlerle halledemeyiz demiştim az önce. Aslında bu son söylediğimi kastetmiştim.

– SYRİZA’nın iktidar olması özellilkle benim ülkemde büyük bir umut yarattı. Sonrasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yükselen coşkuyu gördük. Kıbrıs’ta, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini sosyalistlerin desteklediği adayın kazandığını duyduk. Bütün bunlar sosyalizme olan ilginin artması olarak açıklanamaz mı sizce?

İnsanlara sosyalizmi anlatamadık…

Dimitris: İnsanlarda böyle bir algı oluştu ve ben dedim ki, insanlarımıza sosyalizmi anlatamamışız demek! Çünkü bu yaşanılanlar sosyalizm falan değil. Ve toplumlarımızın, genel olarak söylüyorum bunu, sosyalizmi bilmediğini sanıyorum. Ama bunun yanında, bir değişim isteği olduğunu da görüyoruz. Toplumlar bir değişim istiyor. Mesela Fransa’da Hollande, Amerika’da Obama başlangıçta topluma öyle mesajlar verdiler ki, Hollande üzerinden Avrupa’da, Obama üzerinden de tüm dünyayı etkileyen bir rüzgar estirdiler. Ve toplumlardaki öfke dalgalanmalarını törpülediler. Yani, insanları yatıştırmakta kullandılar. Alexis Tsipras ve SYRIZA da bunu aynısıdır. Belki bir değişik versiyonudur. SYRIZA yalnızca Yunan toplumunun kabaran öfkesinin törpülenmesinde kullanılan bir argüman değildir bugün. Bu yolla, söylediğiniz gibi, Türkiye ve Kıbrıs gibi Orta-Doğu ile ilişkili, belki Asya ile alakalı bölgelerde, İspanya ve İtalya gibi kriz ve bunalımda olan Avrupa’da ve bir bütün olarak bakınca da dünyada yükselen öfkenin dizginlenmesi için şişirilen bir hareket olduğunu düşünüyorum. Yaratılan umutlar sahtedir… Hala AB ve ABD güdümünden çıkamayacak, NATO’nun kontrolüne hayır diyemeyecek, emperyalist-kapitalist politikaları reddedemeyecek sahtekarlar etkin bugün Yunanistan’da. Değişen bir şey yok. Ve yarattıkları umut, sahte bir umut. İnsanların dizginlenmesi, kafalarının karışması ve sola küsmeleriyle sonuçlanabilecek bir süreç-sonuç var karşımızda. Mesela bakın, seçimlerden önceki, yani iktidar olmadan önceki söylemleri neredeyse sosyalizm propagandasıdır. Ama bugünkü SYRIZA’ya bakın bir de… geçmişin tekrarından başka bir şey göremezsiniz. Kapitalizmin sürdürülebilir olmasından öte bir anlamı ve karşılığı yok SYRIZA’nın. Bu anlamda, yaratılan umutlar sahte umutlardır, diyorum. Ve, sonuç olarak, kitlelerin sosyalizme küsmesi ile sonuçlanabilir sosyalizm macerası. Bu konuya bu perspektifle yaklaşmanızı tavsiye ederim. Yaratılan umut sahte, politikalar kandırmaca…

Murat: Sosyalizm havası estirmiş, halktaki değişim talebini kendi lehlerine çevirmiş olabilirler. Ama yaptıkları ve yapacakları sürdürülebilir kapitalizmden başkası değildir. Ki, kriz döneminde, hele hele Yunanistan’daki kriz döneminde insanları kolayca kandırmaları, bir çözüm olarak kendilerini sunmaları kolaydı ve bunu yaptılar. Zamlar, maaşlardaki kısıtlamalar, işten çıkartmalar… bütün bunlar insanları öfkelendirmişti ve SYRIZA sadece bu konuları işleyerek bile popüler olabileceğini biliyordu. Öyle de yaptılar zaten. Ama bugün bu iddialarını gerçekleştirmekten bile uzaklar. İnsanlarda yarattıkları umut sahte. Emperyalistlerin güdümünden çıkmadıkları, çıkamadıkları ve çıkmayacakları çok açık. İnsanlara yaşanılabilir bir düzen kuracaklarını, yaşanılabilecek bir ülke planladıklarını; sunacaklarını söyleyerek iktidar oldular. Ama bütün bunları emperyalizmin gölgesinde ve kontrolünde yapmaları hayalcilikti, o hayallerin de hayalden öte; bir kandırmacadan ibaret olduğunu bugün hep birlikte görüyoruz.

– SYRIZA’nın insanlara sosyalizm propagandası yaptığını, bunu kullandığını söylüyorsunuz. Alternatif bir düzenden söz ettiler diyorsunuz. Kapitalizmden kurtulmak gerektiğini anlattılar diyorsunuz. Burjuvaziyi koruyan iktidarlar kervanına katılmayacağız, dediler diyorsunuz. Var olandan, mevcut düzenden daha ileri bir sistem sundular o halde. Ve ben de buradan yola çıkarak diyorum ki, insanlar bundan umutlandı. Bu umudu büyütmek, sosyalizme evirmek bizim görevimiz olamaz mı? Meseleye bu şekilde yaklaşamaz mıyız?

SYRIZA, gerçekleştiremeyeceği vaatlerde bulundu…

Murat: Biraz daha fazla maaş, emekçiler için biraz daha az vergi, daha yaşanılabilir bir hayat; güvenceli iş ve gelcek! Burjuva sınıfından alınacak yüksek vergiler! Yalnızca bunları yapmak, -bunların hiçbiri bugün yapılmıyor- bunlar sosyalizm demek değildir. Halk bu vaatlere inandı. SYRIZA’nın aslında kesinlikle gerçekleştiremeyeceği şeyler bunlar. Çünkü SYRIZA sadece bunları bile AB ve ABD emperyalizmine rest çekmeden yapamaz. Böyle, arayı emperyalistlerle bozmak gibi bir niyeti de yok. Ben de şimdi diyorum ki, işte insanlarımızın inandığı şey bu değil, insanlarımızın inandığı şeyi sosyalizm olarak söyleyemeyiz. Bu sosyalizm değil.

Dimitris: İnsanlarımız net bir şekilde değişim istiyordu. SYRIZA ise insanların bu talebini aldı, ona biraz sosyalizm sosu kattı ve kitleleri kandırdı.

Murat: SYRIZA’ya ben HDP’yi de katıytorum. Toplumların ilerlemesine muhakkak olumlu katkıları vardır bu hareketlerin. Ancak, Dimitris’in de dediği gibi, sosyalizmi yalnızca bir sos olarak kullandıklarına inanıyorum. Bu hareketlerin, sistemi değiştirmek değil, tam tersine kapitalizmi daha insani bir boyutta da olsa, sürdürmek gibi bir işlevleri olduğunu inanıyorum. Bu da sosyalizme verilebilecek en büyük zararlardandır. Çünkü bunu sosyalist bir karaktere bürünerek yapıyorlar. Dolayısıyla, aslında halkta sosyalizme doğrudan bir yönelme olduğuna inanmıyorum. Toplumsal değişim, toplumsal devrim iktidardan daha önemlidir.

– Peki insanlardaki değişim talebini, en azından değişime olan talebi sosyalizme; kitle mücadelesine eviremez miyiz? Bu gelişmeleri kestirip atmak, karşı cepheye koymak yerine, en azından sizin de söylediğiniz o insanlardaki değişim isteğini devrim mücadelesiyle buluşturmak için çaba sarf edemez miyiz?

Amacımızın yalnızca bir iktidar meselesi olduğunu düşünmüyorum!

Murat: Bizim görevimiz her koşulda, iktidarda sahte solcular da olsa, her koşulda, mücadele perspektifimizden çıkmadan sürdürmektir yürüyüşümüzü. Yani sahte sol umutlara bel bağlayıp hattımızı değiştirmek bana doğru bir yol gibi gelmiyor. Bizim tek amacımız, tek başına; yalnızca bir iktidar olma meselesi değildir. İktidar yalnızca bir vitrindir. Toplumsal değişim, toplumsal devrim iktidardan daha önemlidir. Devrim, biz iktidar olunca gerçekleşecek diye bir şey yok. Devrim bugünden başlamalı. Ve biz, sahte umutlar yaratarak iktidar olmaktansa, azınlıkta kalarak ama devrimci dinamizmimizi de kaybetmeden, toplumla olan ilişkilerimizi hep canlı tutarak, gerekirse azınlıkta kalarak sosyalizm yolundaki devrim mücadelemizden sapmamalıyız. Meclis, parlamenter sistem, başbakan, bakanlar ve diğerleri… bunların hepsi, kukla tiyatrosundaki birer kukla değiller mi? Hedefimiz böyle, bu şekilde bir iktidar asla olmamalı. Arkalarında burjuvazinin, para babalarının olduğu hareketlerin yarattığı umut, umut değildir kısacası. En azından sosyalizme dair bir umut değildir.

– SYRIZA’nın, HDP’nin yarattığı umuttan bağımsız olarak, insanlardaki yaşanabilir bir memlekete olan özlem ve umuttan söz ediyorum aslında. Bunu değerlendirmekten söz ediyorum. Buna müdehale etmeyi kast ediyorum…

Neden bir mesih bekliyoruz, neden bir kurtarıcı arıyoruz?

Dimitris: Benim için asıl sorun şurda başlıyor: İnsanların bir partiyi kurtarıcı görmeleri. Ya da bir partinin insanlara kurtarıcı gibi sunulması, pazarlanması. Bir liderin, ya da örgütün… ve birilerinin de bunu şişirmesi. İnsanların bir tuzağın içine çekilmesi. Onlarda umut görmesi yani. Kendi sorunlarımıza kendimiz sahip çıkmalıyız. Bir kurtarıcıya bel bağlamak yanlıştır. Belki tek bir oumluluk görebilirim bu gelişmelerde, sosyalizm kelimesi çok sık tekrarlandı ve belki birileri çıkıp bakar, ”Bu sosyalizm nedir?” diye… Bundan öte olumlu bir şey olduğuna inanamıyorum malesef. Yaşadığımızı sosyalizm olarak kabul ederlerse insanlar, tersine bu olumsuz bir şey olur. Bu konuya böyle bakıyorum. Tehlikeli bir durum var: ”Bakın işte solcuları görün, o kadar sosyalizm dediler, sosyalizmi de gördük; beş para etmez!” diyerek sola ve sosyalizme küsen, sağcı politikalara yanaşan kitleler görebiliriz.

-Peki, tekrar sanat ve sanatçılarla ilgili konulara dönecek olursak… dünyada yükselen sosyal ve politik krizleri, bu krizlere karşı mücadeleyi, açlığı, göçmen sorununu, savaşları, işsizliği vs. sanat cephesi sizce bugün nasıl ele alıyor? Sizce yaklaşımları nasıl sanatçıların?

Umutlarımız, dertlerimiz veya mutluluklarımız aynı değil mi?

Murat: Birisinin sanatçı veya ünlü bir isim olması çok önemli değil bence. İnsanların ihtiyaçlarının ve korkularının aynı olduğuna inanıyorum. Aynı umutları, mutlulukları paylaşıyoruz. Daha özgür, daha yaşanılabilir bir hayat, herkesin; dolayısıyla sanatçıların da istediği bir şey. Bu kadar sorunun içinde, günlük yaşamsal kaygıların içinde sanatçıların da, topluma tamamen uzak, çok farklı kaygılar güttüğünü sanmıyorum. Onları toplumun geri kalanından daha elit, özerk felan görmüyorum ve onların bu sorunların çözümünde birincil etken olduklarını düşünmüyorum. Elbetteki katkıları, çabaları ve etkileri var ama temel düzeyde bir etkileri olamaz. Mesela Gezi’ye katılan sanatçıları orada görmek beni fazladan umutlandırmaz. Bu duruma gereğinden fazla önem vermem. Fakat şunu da söylemekte yarar var: Özellikle Gezi’de sanatçıların direnişin yayılması ve gelişmesinde katkıları oldu. Sistemin içinden gelen bu insanların, sokaklarda; bizzat mücadelenin içinde görülmeleri etki yarattı. Burjuva kanallarında diziler, programlar yapan insanlar bunlar.Oralardan gelmeleri etkili oldu. Ama temel olarak, merkezde onların değil de işçi sınıfının olmasını önemsiyorum ben. Sanatçıların sistemle yüzleşme ve ona karşı mücadelede rollerinin sınırlı olduğunu düşünüyorum ve onlara fazladan bir önem vermiyorum bu sebeple.

Dimitris: Bazı sanatçılar var, çok az tabi bunlar. Sanat yaparken, dikkat ettikleri şey insanları düşünmeye, araştırmaya, eleştirel düşünceye yönlendirmek. Yaptıkları şarkılar, şiirler, resimler heykeller felan, buna hizmet ediyor. Ama genelde Yunanistan’da sanat bu amaçlarla değil, para ve şöhret için değerlendiriliyor. Toplumun değişmesi, dönüşmesi ve düşünmesi değil ticari kaygılar ön planda oluyor. Arabesk şarkılar, aşk şarkıları, bir süre sonra insanları asıl sorunlarından uzaklaştıran bir araç haline geliyor. Aynı şeyi tüm dünya sanatçıları için söyleyebilirim. Çok az sayıda sanatçı var, insanları asıl sorunlarına yönlendirmeyi temel amaç olarak kabul edip, buna göre yaşayan. Genel itibariyle bugün sanatçılar, insanları temel sorunlarından uzaklaştıran popüler kültürün birer parçası haline gelmiş durumdalar.

– Ülkemizde Gezi Direnişi yaşandı. Haberiniz olmuştur. Orada direnişçilerin yaratıcı sanatsal örnekleri de vardı. Yaratıcılık, direnişle buluşmuştu. Sanat da öyle… Sizin bu konuya dair gözlemleriniz nelerdir?

Dimitris: Bu söylediğiniz Yunanistan için olağanüstü bir durum değil aslında. Burada görmeye alışık olduğumuz bir durum. Sanatın politikleşmesi anlamında, sanatçının politikleşmesi anlamında söylüyorum bunu. Böyle dönemlerde sokaktaki insanların da sanatsal argümanları kullandığını, bir yandan da politikleştiğini görebiliyorsunuz. Sanat, isyan, öfke ve mücadele bir araya gelebiliyor yani.

”(…) …
Hayallerimizi satmadık ya!”normal_4847996atakan

Murat: Benim sevdiğim bir söz vardı. Gezi’de görmüştüm. ”Ne oldu lan büyük adam olmadıysak! Hayallerimizi satmadık ya!”** (Kendi anlatımından…). Aslında bakınca, günümüzde insanlar bu tuzağa düşüyor. Hepimizin bir hayali vardır muhakkak. Farklı bir yaşama dair kesinlikle hayallerimiz vardır hepimizin. Oysa bakıyorsun, herkes bankacı olmak istiyor. Doktor, avukat, mühendis olmak istiyor. Hayallerini satmış insanlarız. Bu söz ise, o günlerde sanatsal bir ifade ile bize mesaj veriyordu. Bir tokat gibiydi: ”Hayalleriniz sizin her şeyinizdir. Onları satmayın!” İşte bu, sokağın sanatıdır! Ben bu sözle, sanatsal bir yaklaşımla, Gezi günlerinde karşılaştım mesela. Her ay maaşın olacak, tatilin olacak, düzenli bir yaşayışın olacak ve böyle yaşayacaksın… bize, tüm hayallerimize karşılık olarak aslında böylesine basit ve tekdüze bir yaşam sunuyorlar. Ve biz hayallerimizi çok ucuza satabiliyoruz malesef. Benim bunları düşünebilmeme vesile olmuştu bu söz. Nedense hepimiz yalnızca böyle bir hayat sürebilmek için didiniyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki, yine mutsuzuz ve sevdiğimiz işi yapmıyoruz. Çünkü hayallerimiz bu değil. Böyle bir hayalimiz yok. Hayallerimizi satmışız. Ve önünde sonunda bir bakmışız, sistemin bir parçası olmul çıkmışız.

Dimitris: Bir insan yaşadığı durumla alakalı olarak sanat yapar. Sanat yaşadıklarımızdan soyutlanamaz. Yaşadıklarımızdan alakasız bir sanat tutmaz. Sanat yaşamdan etkilenir. İnsanlar yaşadıkları baskılara dayanarak sanat yapıyorlar. Ve evet, bu sayede sanatın politik bir yönelimi oluyor. Sanatı yapanlar insanlarsa ve insanlar da yaşadıklarından etkilenen varlıklarsa, yaşadığımız hayata dair; hissettiklerimizi ifade eden tarzda sanat yapmamız da çok olağan. Olağan olmayan tam tersi aslında. Hiçbir şey olmamış gibi şiirlerde, resimde, müzikte, heykelde sadece aşkı, romantizmi, mutluluğu işlemek… Normal olmayan bu. Oysa hayat acılarla dolu. Ölümlerle, kıtlıkla dolu. Bunlara sanatında yer vermemeyi başarabilmektir aslında doğal ve normal olmayan.

– Devrimci sanatın ve devrimci sanatçının mücadeledeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani bugün durum sizce nedir?

Dimitris: Devrimci sanatın, devrimci sanatçıların mesela Chaplin, Brecht, Nazım gibi sanatçıların yaptıkları çok önemli etkisi olan şeyler aslında. Mesela ben kendimden yola çıkarak söylüyorum, bu sanatçıları izledikten, inceledikten sonra daha rahat yöneliyor insan sosyalizme. Yani bu sanatçılar ve bu sanat anlayışı fazladan katkı sağlıyor mücadeleye, komünizm davasına. Bugünkü etkileşim konusunda ise şöyle bakıyorum: bu isimlerini saydığım devrimci sanatçıların dönemlerinde örneğin, devrimci sanatın yükselmesi normaldir biraz da. Koşullar buna yönelikti çünkü. Çok özel koşullardı. Çok farklı dönemlerdi. Ve o dönemlerde sanatın da bu koşullardan etkilenmesi normaldi. Bugün de devrimci sanat mümkündür ama sözünü ettiğimiz koşullar bugün olmadığından aynı ivmeyi yakalamak pek mümkün değil gibi geliyor bana. Bugün devrimci sanatın pek etkin olmayışını buna bağlayabiliriz. Burada EAM şeklinde ifade edilen bir askeri örgüt vardı. -Mihri Belli’nin de içinde yer aldığı örgüt.- İç savaş yıllarında etkindi. Ona yazılan şarkılar, türküler, şiirler bugün yeniden yazılamaz. O atmosfer bugün yok. İnsanlar o duyguları bugün yaşayamazlar ve hissedemezler. Çünkü o zaman iç savaş vardı. Ve kitleler kolaylıkla anlatılmak istenileni anlıyor; etkileniyorlardı. Bu durum, bugün pek mümkün görünmüyor.

Murat: Nazım’ın hayatı bugün hala konuşulan, örnek alınan bir hayatsa, devrimci sanatın mücadeleye bugün hala etkisi var diyebiliriz. Düşünün yirmili, otuzlu yıllarda ürettiği eserler bugün hala güncelliğini koruyor. Bu, devrimci sanatın bir etkisidir. İzi silinmez bir etki. Sanki bugün yazmış, yeni yazmış kimi şeyleri. Bu, o dönemden bugüne işaret edebilme yeteneği demektir, öngörü demektir. Yani devrimci sanatın etkisi demektir. Ancak bugün o dönemlerdeki gibi olmaması normal. Belki de farklı tarzlarda oluyor bu öfkenin, sistme yönelik tepkinin dışa vurumu. Rap tarzı şarkılarda görebiliyoruz bugün böyle şeyleri. Bu normaldir. Çünkü koşullar farklı, dönem farklı, kültürler değişiyor. Tarz değişmiş olabilir yani. Devrimci sanat bugün de var. Ve etkisi hala güncel. Yeniden üretimi ise tarz değiştirmiş olarak karşımıza çıkıyor belki de. Bunları incelemekte yarar olduğunu düşünüyorum. Farklılaşması, zayıflaması veya etkisizleşmesinin tamamen koşullarla alakalı olduğunu sanıyorum.

– Türkiye’den tanıdığınız başka devrimci sanatçı var mı?

Dimitris – Murat: Ahmet Kaya, Grup Yorum.

– Yunanistan’da durum nedir? Sanatın mücadele ile ilişkisinden söz edebilir misiniz biraz?

Dimitris: Yunanistan’da çok az sanatçı ve nadiren yaptıkları sanatla mücadeleye katkı sunuyor. Yunanistan’da sanat, mücadele içerisinde çok etkin değil.

Murat: İnsanlar bunlara bakmıyor. Devrimci sanat var ama kitlelerle buluşabilmiş değil. Evet, var ama kitlelere ulaşmıyor. İnsanlar da ilgilenmiyor. Bu tarz sanat eğilimleri, daha çok zaten mücadele ile ilişkili olan insalara ulaşıyor. Onlar için de elbette asıl rehber sanat değil. Daha farklı kaynakları vardır devrimcilerin. Elbette devrimci sanatın da katkısı oluyordur ama temel değil.

– Klasik bir soru olacak ama ben de sorayım onu:
“Sanat için sanat mı, halk için sanat mı?“

Dimitris: Bugünkü sanatçıların bu işi ticari kaygılarla yaptığını düşünüyorum. Sorunuza yanıt verecek olursam: Sanat yapmak için yapılan sanat, insanlığa fayda sağlamıyorsa, insanları düşünmeye, sorgulamaya, eleştirmeye yönlendirmiyorsa amacı ve varlığı neye hizmet eder ki! Sanat elbette halk için, halkın yararına yapılmalı. Toplumun sorgulayan, eleştiren, düşünebilen yanlarını geliştirmeye hizmet etmeli. Yoksa neye yarar! Bugünkü sanat, yani sanat dedikleri şey ise, toplumu uyuşturmaktan ibaret. Ve aslında bunları sanat olarak görenler, sanata ihanet ve kötülük ediyorlar. Sanat toplum içindir. Toplumu körelten sanat beş para etmez.

– Son olarak, Nazım gibi, Mihri Belli gibi, Alexis ve Berkin gibi ortak mücadele simgelerimizden yola çıkacak olursak, Yunan ve Türk halkına, mücadelelerimiz hakkında neler söylemek istersiniz?

Yoldaş Kaptan Kemal - Kapetan Kemal, o syntrofos -

Dimitris: İki halk da; Yunan halkı da, Türk halkı da aynı çıkarlara sahip. Çıkarlarımız ortak. İki halkın düşmanı da aynı. Ve iki halkın birlikte hareket etmesi güçlerini arttırır aslında. Ortak mücadele iki halka da kuvvet verir. Ve böyle olması gerçekten çok hayati bir öneme sahiptir. İki halkın da düşmanı ortaktır sonuçta. Halklarımızı böldükleri gibi, mücadelelerimizi de bölmek, etkisizleştirmek istiyorlar!

”(…) … bizim düşmanımız bir Yunanlı değil. Bir Rum, Kürt veya Ermeni, şu veya bu değil!”

Murat: Bizim düşmanımız bir Yunanlı değil. Bir Rum, Kürt veya Ermeni, şu veya bu değil. Benim düşmanım burjuva sınıfıdır. Eğer illaki düşmanlaşacaksak, öfkeleneceksek burjuva sınıfına düşmanlaşalım ve öfkelenelim. İllaki bölüneceksek, işçi sınıfı ve burjuva sınıfı olarak bölünelim.
Bu söylediğimiz sadece Yunan ve Türk halkı için değil tüm dünya halkları için geçerlidir. Tüm dünya halklarının mücadelesi ortaktır. İster Mısır’da, İster Suriye’de, isterse Irak’ta olsun kitlelerin mücadeleleri ortak olmalıdır. Mücadele burjuvaziye karşı ortaklaştırılmalıdır. Ortaklaşırılabilmelidir ki başarı elde edilebilsin. Halklarımızı parçalara ayırdıkları gibi, mücadelelerimizi de bölmek, parçalamak ve etkisizleştirmek istiyorlar. Buna karşı çıkmalıyız. Mücadelelerimizi ortaklaşırmamız hepimize fayda sağlar. Her toplumun çıkarınadır ortak mücadele. Bizi kesin olarak birleştiren şey burjuvaziye karşı mücadeledir.

Dimitris: Hepsinden öte, çok daha küçük bir adım olarak bakacak olursak; küçük ama önemli adımları konuşacak olursak, mesela bu tip söyleşiler bile önemlidir. Bu tip buluşmalar da mücadelelerimizi ortaklaştırmanın bir aracıdır aslında. Birlikteliğimize hizmet eder. Bu çok önemli. Ve bunu bizler yapabiliriz ancak. Bu örneklerin çoğalması senin, benim elimizde olan bir şey. Burjuvalardan bir birliktelik sağlamalarını bekemek hayaldir. Onlar tam tersine bizi ve halklarımızı bölmek için uğraşıyorlar. Biz de tam tersi için uğraşacağız. Herkes yeteneği ve etki alanı oranında mücadeleyi ortaklaştırmalı. Burada yaşananları, buradaki mücadeleyi Türkiye’ye taşımak ve Türkiye’dekini de buraya taşımak insanları birleştirebilecek bir etkendir. Ve bu bir bütün olarak devrimci mücadeleye katkı sağlar. Aynı şekilde biz de Türkiye’deki devrimcilerin fikirlerini buralara taşımakla görevliyiz. Burada paylaşmalıyız. Bunun etkisi olacaktır.

– Ben de sizler gibi düşünüyorum. Bu faliyetler önemli faliyetlerdir.

Dimitris: Biz de sizlerle görüşmek, sizlerle söyleşmek isteriz.

– Elbette yapabiliriz. Hem bu söyleşi için; hem de teklifiniz için teşekkür ederiz.

Dimitris – Murat: Biz teşekkür ederiz.

25 Mayıs 2015

*Mihri Belli, Yunanistan iç savaşına Komünistlerin safında katılır ve gerilla birliğinde takım komutanı olduktan sonra kendisine ”Kapetan Kemal” diye hitap edilir.

Detaylı Anlatım için, Mihri Belli’nin ”İnsanlar Tanıdım” adlı kitabı incelenebilir.

**Gezi Direnişi’nde yitirdiğimiz Ahmet Atakan, bir duvar yazısı önünde çektirdiği fotoğrafla yer etti hafızamızda…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.