Hükümet 696 sayılı KHK ile 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında askerleri linç eden ve askerin başını kesen yobazları “vatan kurtaran kahraman” ilan edip cezadan muaf tuttu. Kararname “15 Temmuz darbe girişimi ve girişimin devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması için müdahale eden sivillerin cezai sorumluluğu doğmayacağı” hükmünü taşıyor. Kimileri bu KHK’nın sadece 15 Temmuz darbe girişimiyle sınırlı olduğunu ileri sürüyor ama kararname ile asıl amaçlanan önceki dönem değil gelecek dönemdir.
“Dergimiz Odak, 15 Temmuz darbe girişiminin daha başından iktidarın kontrolünde bir gelişme olduğunu aynı gün görüp ifade etmişti. O süreçte Erdoğan’ı canla başla destekleyen ve Yenikapı mitinginde onunla birlikte boy gösteren CHP sözcüleri nice zaman sonra da olsa “kontrollü darbe” ifadesini kullanacaklardı. Yani aslında kolayca önlenecek bir girişim kasten önlenmediği gibi bir de kışkırtılmıştı. Amaç, o girişimi kullanarak diktatörlüğün önünü açmaktı.”
Ölümler plana inandırıcılık kazandıracaktı. Darbe girişiminin hemen ardından olağanüstü hal ilan edildi. Anayasanın değiştirilmesi ve başkanlık sistemi için adım işte o olağanüstü hal koşullarında yapılan sahte referandumla atıldı. Hatta AKP iktidarı o sahte referandumu bile kaybetmiş olduğu halde kendisini galip ilan etti. CHP iç savaş çıkar korkusuyla oyların çalınması karşısında sustu.
k696 sayılı kararnameye Erdoğan’ın yol arkadaşı Abdullah Gül bile bir Twit mesajı atarak itiraz etti: “15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı arkasına bakmadan sokağa çıkıp direnen kahraman vatandaşlarımızı koruma amacıyla çıkartıldığını düşündüğüm 696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir.” Görüldüğü gibi Gül itirazına 15 Temmuz olayları sırasında askerleri linç eden, kışkırtılmış gericileri kahraman ilan ederek başlıyor. Gül’ün itirazı çok tutarsız ve korkakça olduğu halde bir şeye dikkat çekmesi bakımından önemlidir.
Bu kararname devlet ve din adına Erdoğan’ın saltanatını savunmak için sivil faşist saldırılara yasallık tanıyor. Geçtiğimiz Kasım ayında çıkan bir KHK ile sadece resmi sıfat taşıyan, resmi görevi yerine getirenlere bu yetki verilmişti.
Hatırlanacağı gibi AKP, 2013 Haziran direnişine darbe teşebbüsü demişti. Aynı yıl, 17-25 Aralık 2013 tarihinde yolsuzlukların ortaya çıkarılmasına da darbe girişimi teşhisi koydu. Saltanatı tehdit eden her şey terörizm.
Her iki adımın atılmasının Rıza Sarraf’ın (adamın soyadına hem Sarraf hem de Zarrab deniliyor) yargılanması dönemine denk gelmesi önemlidir. Sarraf davasından Türkiye’ye mali yaptırım çıkması bekleniyor. Mali yaptırımın ise ekonomiyi sarsacak etkiler yaratacağı düşünülüyor.
Ekonomik zorlukların halk tarafından derinden hissedilmeye başladığı görülüyor. 23.12.2017 tarihli Hürriyet gazetesi haberinde (www.hur-riyet.com.tr/ak-parti-anketi-ekonomi-ilk-kez-ilk-sirada-40688143) bu konuda çok çarpıcı bir bilgi vardı. Habere göre hükümetin yaptırdığı son anketlerin hepsinde halkın baş kaygısı işsizlik ve hayat pahalılığı çıkmış. Haber bu durumun tümüyle yeni olduğunu belirtiyor.
“Batılı ülkelerle ilişkilerin kötüleştiği ve seçmen tabanının daraldığı bir dönemde hayat pahalılığı ve işsizliğin en önemli sorun görülmesi saltanat için büyük tehdittir. İşte iç savaşı Erdoğan iktidarı bu tehdidi karşılamak için düşündü. Muhalefet hazırlıksız yakalanacağı bir iç savaştan kaçınmaya çalışırken, Erdoğan bir yandan Batıya karşı korunmak amacıyla Rusya, Irak ve İran’la ittifak yapmak istiyor bir yandan da içeride kuvvet kazanmak amacıyla dinci gericiliği ve şovenist milliyetçiliği körüklüyor. Kürt hareketiyle savaşı kışkırtacak ki halkın gündemini değiştirsin.”
Odak, iç savaş tehdidi karşısında Türkiye solunun, Kemalistler ve Kürt ulusal hareketi ile birlikte direnişini savunuyor. Kimilerine olanaksız görünen bu yaklaşım özellikle içinde bulunduğumuz dönemde en gerçekçi olanıdır.
4 Ocak 2018