AFETi FELAKETE ÇEVİRMEK: ACININ TUTANAKLARI!

0
469

Erol Zavar- Mahmut Soner

6 Şubat Sabahı ülke bir kez daha başımıza yıkıldı, 8 saat geçmeden bir kez daha…11 ilde 10 binden fazla bina yıkılırken on- binlerce bina artık oturulamaz halde. Şu ana kadar açıklanan can kaybı 50 bini aşmış durumda. Deprem anına kadar sevdikleriyle birliktelikte gülen, ağlayan, birlikte sofraya oturan; komşusuyla “külünü” paylaşan, hayaller kuran; minik elleriyle annelerinin, babalarının yüzlerini okşayan; sokakta yaşıtlarıyla oynayan, gençliğinin baharında caddelerde “Piyasa yapan”, ömrünün sonunda çocukları ve torunlarına daha iyi bir gelecek bırakmak için didinen, onlara yük olmaktan korkan; henüz ilk çığlığıyla dünyaya merhaba demiş, annesinden başka hiçbir şey: tanımayan bebek, çocuk, genç, yetişkin yaşlı 50 binden fazla canımız artık aramızda yok!

Şimdi burjuvazi hükümeti, muhalefeti, medyası, yargısı, kolluk güçleri ve kısım akademisyeniyle günah keçisi arayışında. Siyasi iktidar kendisi dışında herkesi, hatta tanrıyı suçluyor. Herkesin bir suçlusu var, herkes birbirini gösteriyor. Halksa enkaz altında suskun enkaz üstünde enkazda kalanlara yardım isteği dışında yine suskun. Ve bu suskunluk devam ettiği sürece, her deprem sonrası birileri kader planı diyecek, birileri birbirlerini suçlayacak, bazı müteahhitler hapse atılacak: bizlerse ölülerimizi gömüp aylarca yıllarca konut, iş,aş yokluğun perişanlık çekecek ve bir süre sonra yavaş yavaş unutmaya başlayacağız. Sonra 4-5 büyüklüğünde depremler olduğunda TV de birkaç yorumcu büyük depreme dikkat çekecek, birkaç vekil konuyu mecliste gündeme getirecek ama sonra, hiçbir şey olmamış gibi, tek adım atılmayacak bir sonraki depreme kadar… Ve o da felakete dönüştürecek.

DEPREM NEDEN FELAKETE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ?

Başta İstanbul ve Maraş Türkoğlu bölgesi olmak üzere ülkenin birçok yerinde deprem beklenirken; bina ve kontrolleri, güçlendirmeleri, okullarda, işyerlerinde, ordu ve poliste deprem, deprem anı ve sonrasına dair eğitimler ve bu yıkımlara karşı acil müdahale araçları, kurtulan kurtarılanlar için gerekli barınma, gıda, yiyecek, ısıtma gereçlerinin tıbbi malzemelerin depolanması, kurtarma ekip ve ekipmanlarının hazır hale getirilmesi gibi temel hazırlıklar yapılmadığı gibi konu hakkında Meclis’te muhalefet partilerinin verdiği genel görüşme öneriler siyasal iktidar ve ortağı tarafından reddedildi, hatta Türkiye’nin deprem konusunda yeterliliğini tartışmaya açmak, bu saatte yapılacak insanlık dışı bir yaklaşımdır” (İçişleri Bakanı) suçlamasıyla karşılandı!

Siyasal iktidar zaten akıl dışı bir anlayışla, ülkede ne varsa kendisinin yaptığı, kendisinden önce ülkede hiçbir şeyin olmadığını -ambulans bile yokmuş! – her şeyi kendisinin bildiğini, başka kimsenin bir şey bilmediğini ve iktidarın yaptıklarını kimsenin sorgulama hakkı olmadığın düşündüğünden telaş halinde. Bu yüzden depreme yönelik tek hazırlığın içinde olmadı ve deprem sonrasında “her şeyin kontrol altında olduğu” algısıyla kendini kandırdığından kılını bile kıpırdatmadı. Daha ilk gün tüm enkazlara ulaşıldığı, vatandaşlara her türlü yardımın yapıldığı söylendi. Oysa gerçek bunun tam tersiydi.

2018 Mayısında,1 ay sonra yapılacak seçim için, yetersiz yönetmeliklere dahi aykırı yapılan, kaçak ya da kaçak eklentisi olan binalar için imar affı çıkarıldı ve bu af 2019 yerel seçimleri için uzatıldı. Bir afla iki seçim onbinlerce çürük yapıya ruhsat verildi. Mimarlar Odası, İnşaat Mühendisleri Odası’nın, muhalefet partileri milletvekillerinin tüm uyarıları bir depremde bu binaların yıkılacağı, insanların öleceği, felaket yaşanacağı, bu affın çıkarılmaması istemleri aynı kibirle reddedildi. İşte bu imar affı depremin felakete dönüşmesine muazzam bir katkı yaptı.

Felakete dönüşme nedenlerinden biri de yapı denetim yetkisinin inşaat Mühendisleri Odası’ndan alınıp çoğunluğu AKP’li olan inşaat firmalarının kurduğu yapı denetim şirketlerine verilmesidir. Böylece bu inşaat firmaları, kendi kendilerini “denetler” hale geldi. Bunun sonucu da gerek inşaat aşamasında eksik malzeme kullanımının gerek zemin etütleri sırasında eksikliklerin raporda rüşvetle gizlenebilmesine kapı açıldı. Hatay’da siyasal ilişkileri olan parti mensubu sahipleri olan beş inşaat şirketi tarafından yapı denetim şirketleri kurulduğu söyleniyor. Malatya’da 1 yıl önce yapılan ve “Depreme dayanıklı birinci sınıf malzeme ve işçilikle yapılmıştır” belgeli bir bina depremde yerle bir oldu. Tüm bu hazırlıksızlık, yolsuzluk gibi nedenlerle 6 Şubat depremlerinde onbinlerce bina yıkıldı. Çoğunun imar affı ile ruhsatlandırılmış ve yapı denetim şirketlerinden onaylı binalar olduğu ifade ediliyor. Böylece bir doğal olgu olan deprem, afet, siyasal iktidar ve temsil ettigi burjuvazi tarafından felakete çevrilmiş oldu.

FELAKET İÇİNDE FELAKET

Deprem için hiçbir hazırlık yapılmadığından ortaya çıkan felaket, siyasal! iktidarın anti hümanizm ve demokrasinin kırıntısı dahi olmayan merkeziyetçiliği nedeniyle boyutlandı ve felaket içinde felakete dönüştü. Depreme hazırlık olmadığı gibi deprem sonrasına da hazırlık olmadığı anlaşıldı. Bu, önce enkaz altındakilerin kurtarılması ve ilk yardımların ulaştırılmasında görüldü. Öyle ki, Maraş, Hatay, Adıyaman illeri ile Nurhak, Elbistan, Pazarcık, Samandağ, Gölbaşı, İskenderun gibi ilçeler ile köylerinin hemen hemen tamamında günlerce, müdahale edilmedi. Her şeyin AFAD’a bağlanması, AFAD’ın da kendisi organizasyon yapmak yerine “izin makamı” olarak örgütlemesi, temel davranışının siyasal fayda biçiminde tezahür etmesi nedeniyle gönüllüler ve özellikle “rakip” siyasal parti belediyelerinin yardımların zap turap altına almaya çalışmaktan, enkazlara profesyonel ekip ve ekipman gönderilmesi örgütlemeye zamanı kalmadığı anlaşılıyor. Bunun en çarpıcı örneği Zonguldak’tan bölgeye aynı gün yetişebilecek maden işçilerinin AFAD’ın izni için tam 3 gün bekletilmesidir. Bu üç gün boyunca Hatay adeta kaderine terkedilmiş haldeydi. Tüm çalışmaların AFAD iznine bağlanması, tamamen, afetlerden bile siyasi rant çıkartılması ve halkın iç dayanışmasının burjuva sınıf tarafından engellenmesi içindir. Bu karar 12 ilde yüzlerce binlerce insanın ölümüne neden oldu.

Oysa AFAD, taleplere izin verip vermeme incelemesi yerine -ki, böyle geri bir uygulama için dahi afet öncesi mekanizmasının kurutması gerekirdi!- girilmemiş yerlere hızla yönlendirme yapamalıydı. Bu bir afettir ve hızlı etkili kitlesel müdahale gerekirdi Bu müdahalenin karmaşa yaşanmadan yapılması, çalışmaların hızla organize edilmesi, siyasal hesap gütmeyen açık, demokratik bir anlayış gerektirir. AFAD, afetlere karşı görev yapabilecek nitelikte eğitim almış yöneticiler yerine genel olarak siyasal İktidara bağlı ve çoğunluğu İmam Hatip veya ilahiyat mezun olduğu için atanmış kişiler tarafından yönetilmektedir. Bu yüzden, böylesi büyük bir afete kendi dar siyasal çerçevesiyle yaklaşmış, tek bir çalışmayı bile doğru düzgün organize edememiş, felaket içinde felakete neler olmuştur. Bu durum İçişleri Bakanı tarafından da “AFAD’ın 7300 personeli vardır. 7300 kişiyle böyle büyük bir afete, hatta herhangi bir afete müdahale etmek mümkün değildir” denilerek itiraf edilmiştir. Madem bu biliniyordu, personel sayısı neden yeterli seviyeye ulaştırılmadı, bu yetersiz sayıya rağmen her şey neden AFAD’a bağlandı sorularının da cevabı verilmelidir.

AFAD, Bakan’ın itiraf ettiği üzere duruma müdahale edemediği gibi; enerjisinin büyük kısmını, müdahale edenleri, dayanışmaya koşanları engellemekle, yapıcı harekete geçiren eleştirilere cevap yetiştirerek harcama becerisini göstermiştir. Askerin hızla sahaya inme talebine önce cevap verilmemiş, sonra bu talepte bulunanlar Cumhurbaşkanı’ndan hakaret görmüş, asker ve polise “şerefsiz” demekle itham edilmiştir. Oysa bu talepte bulunanlar, çalışmaların çok yetersiz olduğunu, 3500 civarında ki asker sayısının 80-100 bine çıkarılmasını dile getirmiştir. Hem insan gücü hem ulaştırma teknik güç açısından, disiplinli hareket edilmesi bakımdan ordu, en donanımlı kurumdur. Böyle bir afette “her şeyi ben yaparım yapamıyorsam da yaptırmam” mantığı, ucu halk düşmanlığına dek çıkabilecek bir aymazlıktır. Görevini hızla yerine getirirken düzeltilebilecek ufak tefek karmaşaya neden olmak ya da çeşitli sebeplerle başarısız olmak suç değildir. Suç, gerekli anda, görevi yapmakta tereddüt etmek, insiyatif kullanmamak, insiyatif kullananı engellemektir.

Hazırsızlığın bir sonucuda binalar yıkılmadan kaçabilen, binası yıkılmasa da hasar aldığı için dışarda kalan ve enkazdan çıkarılanların, barınma, yiyecek, içecek, ısınma ve hijyen gibi en acil sorunlarının günlerce çözülmemesi oldu. Depremin üzerinden geçen bir buçuk aydan fazla zamana rağmen halen çadır bulamayan aileler var. -10 derecede, günlerce uykusuz, aç, susuz bekledi insanlar. Öyle ki 3. gün bir dillim ekmeğe kavuşan kendini şanslı saydı ve 7. gün askeri helikopterlerle köylere yardım ulaştırılmakla övünülse de çok sayıda köy, birkaç kez ekmek ulaştırılması dışında yardım görmemiştir. Birçok köye yardım gönüllüler tarafından götürülmektedir ve halen bölgede içme-temizlik suyu, tuvalet, hijyen sorunu yaşanmaktadır. Eleştirilere hamasetle cevap yetiştirilmeye çalışılması, eleştirilerin not edilmesi bu gerçeği gizlemek içindir.

KENTLER TERK EDİLMEMELİDİR

Siyasi iktidar daha depremin 2. gününde evleri yıkılan insanlara bölgeyi terk etme çağrısı yapmıştır. Bunca yolsuzluk nedeniyle ilk anda kulağa doğruymuş gibi gelen bu çağrı çok fazla sakınca barındırıyor. Öncelikle yıllardır bu bölgeden Erzincan’a değin uzanan bir yay üzerinde demografik çalışmalar yapıldığı biliniyor. Maraş katliamı, Sivas’ta iki kez katliam yapılması, Adıyaman’ın tarikatlarla kuşatılması, Alevilere dönük baskılar, köy boşaltmalar bu demografik çalışmanın tezahürüydü. Şimdi, dün yarım kalanın ilerletilmesi gündemdedir.

Bölgeyi terk edenlerin gittikleri yerlerde çok büyük zorluklar yaşayacakları bellidir. Üstelik topraklarına geri dönmeleri de çok zor olacaktır. Çünkü yeniden barınacakları bir ev yapılana dek yıllar geçecek, bu sırada çocuklar okula yazılacak, geçinmek için bir işe girilecek, geçici diye kurulan hayat kalıcılaşacak. En önemlisiyse bölge dışında, mağdur, muhtaç psikolojisi yakayı bırakmayacak.

Bölgenin terk edilmesi, evini, sokağını, komşusunu, kentini, tarihini, kültürünü siyasi iktidar ve inşaat şirketlerine, halkı ezen sermayenin inisiyatifine bırakmak demektir. Bölge halkı tek yönlü kendi düşüncesinin alınmadığı, dışlandığı bir şekilde deprem konutları yapım planını kabul etmemeli ölüm, yıkım, acıları üzerinden yeni rantlar üretilmesine izin vermemeli. Sürecin her adımına meslek odaları, barolar, belediyelerin katılımı sağlanmalıdır ve kitlesel olarak kendisi de katılmalıdır. Böyle bir yıkımın ardından yaraların sarılması, yaşamın kurulması temsili demokrasiye bırakılamaz. Doğrudan demokrasi, sürecin işleyişinin halkın lehine sürmesinin tek biçimidir.

KADER PLANI- ASRIN FELAKETI

Siyasal iktidar yaptığı hiçbir şeyin, hiçbir olumsuzluğu sorumluluğunu almıyor. İktidarda olmasına rağmen, çoğu kez muhalefeti suçluyor, doğal afetlerde ise kader diyerek suçu tanrıya atıyor. Bu sefer de öyle oldu. Ancak bu kez dindar çevreler buna tepki gösterdi. Bu önemlidir. Bu söylem tepki görünce hızla felaketin büyüklüğüne vurgu yapıldı, “asrın felaketi” dendi. 1999 depremi için de aynı şey söylenmişti. Ancak kitleler, felaketin depremden değil, binalar ve yıkım sonrası koordinasyonsuzluktan olduğunu buna prim vermede sorumluluğun aç gözlülükte, kar hırsında, kısacası kapitalizmden dolayı olduğu açık olarak görülüyor geniş kitleler tarafından. Bu da önemlidir. Bu gerçeğin bilince dönüşmesi sağlanmalıdır. Çünkü kapitalizm, yedikçe acıkan, sermaye birikiminin durmaksızın büyümesi gereken bir sistemdir. Artık sermaye mutlak artı değer oranını da nispi artı değer oranını da artırarak büyütmenin sınırına dayandığından, sermaye birikiminin hızını artırmak için her türlü hile hurda, Insan canına kasıt meşru hale getirilmiştir. Sonrada tüm bu kötülükleri halkın inancını istismar ederek gizlemeye, daha kötüsü o inanaç üzerinden kabul ettirmeye çalışırlar..

NE YAPMALI?

Yıllar önce Haiti’yi vuran ve onbinlerce insanın ölümüne yol açan deprem sonrası, kimi önerilerde bulunmuştuk. Tekrar olması pahasına değinmek gerekiyor. Öncelikle çağımızın yıkımlar felaketler çağı olduğunun bilince çıkarılması gerekiyor. Deprem bölgesinde yaşıyoruz, ayrıca iklim değişikliğine yol açan çevre kirletimi nedeniyle aşırı sıcak ve soğuk hava dalgaları, bu yüzden artan fırtına, kasırga, seller, yangınlar nedeniyle oluşan afetler günlük bir parçası haline getirildi. İstelik burjuvazinin artık yönetememesi, bu nedenle salt kitleleri bastırmaya odaklanması nedeniyle tüm bu afetler felaketlere dönüşüyor. Bu nedenle komünist, devrimci, ileri tüm kesimlerin afetleri güncel konu haline getirmesi; öncesi, sonrası, sonrası için yapılacaklara dair planlama yapması gerekmektedir. Bu konuda tüm yapılarla koordinasyan kurulmalı, dışımızdaki kurtarma, yardım, dayanışma örgütlenmeleriyle, meslek odalarıyla ilişkiler geliştirilmeli, onlardan gerekli bilgilenme – eğitim desteği alınmalı ve bu konuda tüm insanlarımıza hiç olmazsa asgari ölçüde egitim sağlanmalıdır. Sağlık ve hukuk bilgiler de edinilmelidir.

Afet öncesi için bina yapım kriterlerin beklenen en yüksek ölçekli depremden daha büyüğüne göre belirlenmesi, ülke genelinde dayanıksız binalarda yaşayanların, varolan boş, fazla konutlara yerleştirilerek, binaların yenilenmesi, yenileme giderlerinin deprem vergilerinden karşılanması, zenginlerin lüks harcamalarına bunun için ek vergi konulması, binaların yenilenmesine, kent planlarının meslek odaları, yerel yönetimler ile halkın katılımının esas alınması taleplere toplumun tüm kesimlerince sahiplenilmesi için uğraşılmalıdır. Ayrıca tüm konularda okullarda, fabrikalarda, madenlerde, diğer iş yerlerinde, işsizler için halk eğitim merkezlerinde, eğitim verilmesi de talep edilmelidir. Deprem sonrası toplanma alanları, kurtulanlar için barınma, beslenme, ısınma, hijyen, sağlık hizmeti gibi ihtiyaçlar ve yıkılan sanayi ve tarım hayvancılık için önceden depolama vb çalışmaların yapılması, kaynak ayrılması; afet planlarının halktan kaçırılıp bir avuç insanın halka yabancılaştığı dolayısıyla halka karşı bir olgu olmaktan çıkarılması için de talep baskı oluşturulması.

Deprem sonrası için insanlarımızın önceden oluşturulacak planlara uygun davranabilecekleri donanıma ulaştırılması için eğitim-pratik yapılmalıdır. Özellikle deprem-afet bölgelerine gidildiğinde, bölge halkından kurtulanların günlük yaşamın örgütlenmesine katılımını sağlamanın, böylece mağdur, muhtaç, eziklik içindeki edilgen ve yıkıcı psikolojiden kurtarılması gerekliliği bu depremde yakıcı şekilde görülmüştür.

Tüm bunların yazıldığı kadar kolay olmadığı açıktır. Üstelik bir de burjuvazi ve onun devleti tarafından çeşitli engellemelere maruz kalınacağı bellidir. Ancak yine de düşünmek, başlamak önemlidir. Sadece konuyu gündeme atmak bile başarı olacaktır. Sonrası pratik içinde adım adım gelişecektir. Esas önemli olan dayanışmayı kitlelerden kitlelere doğru örmek, insiyatifi tamamen burjuvaziye bırakmamaktır. Halkı mağdur ezilen psikolojisinden yüreklerine çöken enkazdan çıkarmak en önemli iştir. Bugün halen deprem bölgesinde özellikle Hatay, Adıyaman, Maraş ve tüm köyler için gereken budur.

KALPLERE ÇÖKEN ENKAZI KALDIRMAK

Deprem bölgesine halkın “depremzede” olarak kalması, sadece yitirdiklerine ağlayıp yiyecek, giyecek vb yardımları beklemekle yetinmemesi çok önemlidir. Mağdur mazlum psikolojisi, enkazın bir kez de yüreğe çökmesi demektir. Bu nedenle daha ilk andan itibaren yaşamı örgütlenmeye girişilmelidir. Deprem için bölge ulaşan gönüllülerin yapması gereken ilk şey budur. Depremden sonra bir parça ekmeğin, bir şişe suyun ulaştırılmadığı yer sayısı, 2. 3. güne kadar çok büyüktü. Halk, buz gibi geceleri sokakta uykusuz geçirmek zorunda kaldı, aç kaldı, su bulamadı. Bunları civardaki marketlerden karşılamak mümkündü ama hem başkasının malını izinsiz almama, hem harama el uzatmama kültürü hem de ilk şokla sadece enkazları tırnaklarıyla kazıyarak sevdiklerini, komşularını kurtarmaktan, öte bir şey düşünecek durumda değillerdi. Bu yüzden oraya ulaşanlar, elde çadır vb olmasa da derme çatma, bir ölçüde soğuktan koruyacak, barınacak yer kurmasını, ısınabilmek için düzenekler kurmasını civardan yiyecek bularak ortak kazan kaynatmasını; örgütlenmeyi düşünebilmeli özellikle kurtulan çocuklar ve yaşlıların fiziksel ve psikolojik sağlığı hızla korunabilmeli. Enkazlarda çalışanlar acıyla beraber umut da taşıdıklarından ruhsal çöküşe bir süre dayanacaktır. Ancak enkazda çalışmayanlar boş oturdukça, hiçbir şey yapmadan bekledikçe soğuk açlık ve uykusuzluğun da vurmasıyla ruhsal çöküntüye uğrarlar. Oysa hem enkazda uğraşan yakınları ve hem de kendileri için barınak- yiyecek- ısınma sorununu sermaye uğraşmaları ruhsal çöküntüyü engelleyecektir. Aynı zamanda, daha ilk andan amatörce, diş-tırnaklada olsa tüm yüreğiyle enkaz altında kalanları çıkarmaya çalışanların güçlerini toparlamaları için muazzam bir katkı sağlamış olacaklardır.

Bugün halen bölgede insanlar yiyecek, içecek, çadır ve ısınma gereçi bekliyor. Halen insanlar tuvalet bulamıyor. Hem tuvalet hem çöp sorunu yüzünden salgın hastalık riski kapıda. Kış aylarında olmasaydık salgın çoktan başlamıştı. Bu sorunların çözümlenmesini beklerken bir yandan da geçici de olsa çözüm üretme işine girişilmesi, çözüm üretilmesi, sorun kökten çözülene dek hastalık vb riskleri azaltacaktır… Bireysel çabaların, bireysel kurtulma çabasının yerine, topluca, dayanışmayla kurtulma çabası alırsa, bunun bireysel faydasınında çok daha yüksek olacağı görülecektir. Halk bu şekilde insiyatifi ele alırsa gönüllüler çöken enkazı da hızla kaldırabilecek acıyı dirençle harmanlayabilecek. Oluşabilecek tüm psikolojik travmaların daha hızlı atlatılmasını da sağlayabilecektir.

Bunu yapmak aynı zamanda adalet sağlama hesap sorma bilincini de güçlendirme işlevi de görecektir. Böylece suçun birkaç müteahhite de yıkılarak gerçek suçluların kurtulmasını engellemek için de yararlı olacaktır. Bu hem kalanlarımıza hem de şu ana dek yitirdiğimiz bildiğimiz 50 binin üzerindeki canımıza da bir borçtur. Aynı zamanda gerçeğin de toprak altına gömülmesine izin vermemektir.

Mart 2023

           

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.