Kulübelere Barış*

0
283

Enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik, genişleyen ve derinleşen yoksulluk ve açlık, geleceğe dair umutsuzluk gibi nedenlerle emekçi kitlelerin birbirlerine karşı uyguladıkları şiddet ve kırım, ülke tarihinde hiç olmadığı kadar yaygınlaştı. Ülke bir sivil çatışma alanına döndü. Adeta emekçiler arasında bir iç savaş yaşanıyor. 

Ev sahipleri ve kiracılar arasında süregiden kavgalar; sokaklarda yan baktın bakmadım gibi basit nedenlerle başlayıp birden büyüyen kavgalar ve çatışmalar; ailelerin akrabaların mahalle kavgaları; üç kuruşluk alacak-verecek yüzünden işlenen cinayetler; taksicilerin müşterilerine ve müşteri kapmak için birbirlerine karşı şiddeti; ‘’doktor dövebilme özgürlüğüne sahip olma’’ övüncüyle sağlık emekçilerine karşı yaygınlaşan şiddet; belediye otobüslerinde yaşanan kavgalar; esnafın müşterilerine saldırıları ya da tersi… Toplumsal bir cinnet hali mevcut. Buna bir de kadın cinayetlerini, çete ve mafyaların sokak terörünü eklersek, halk için tablonun ne kadar ağır olduğunu, adeta bir can pazarı içinde bulunduğunu anlarız. Üstelik konumuz gereği düzenin şiddetini eklemeden! 

Tüm bunların arasında, son dönemde öne çıkan, ev sahiplerinin kiracılarına karşı saldırıları oldu. Öyle ki, iş baltalarla ev basmalara, çocuklarının önlerinde anne ve babalarını dövmeye, ağza alınmayacak küfürler etmeye vardı iş. Mesele, artan pahalılıktan bunalan ev sahiplerinin- tümü değill elbet, kimi de bundan zenginleşme peşinde- aynı sıkıntı içinde olan kiracılardan 6-7 kata dek varan kira artışı yapmalarını istemesi. Bunca zammı yapamayan kiracılardan evi boşaltması isteniyor. Kiracılar buna yanaşmayınca da malum şiddet devreye giriyor.  

Siyasal iktidar ise ‘’fırsatçılara geçit vermeyeceğiz’’, ‘Yasal düzenleme yapacağız’’ sözleriyle durumu idare ediyor. Araya girmeye hiç niyeti yok. Araya girenin dayağı yediğini, iki tarafın birden öfkesini kendi üzerine çekeceğini biliyor. Zira tüm bu kavgaların; cinayetlerin temel nedeninin ülkenin ekonomik olarak uzun yıllar çıkamayacağı bir darboğaza sürüklenmesi ve yoksullardan zenginlere servet transferinin görülmemiş ölçüde hız kazanması olduğunu da çok iyi biliyor.  

Bugün işçi ve emekçiler önceki yılları kat be kat aşan bir hayat pahalılığının yarattığı derin bir yoksullaşma içinde varlık yokluk arası bir noktada hayata tutunmaya çalışıyor. Enflasyon ve asla onun hızına yetişemeyen ücret artışları, başta işçiler olmak üzere; emekçiler ve alt düzey memurları sefalete sürükledi. Ğlke ekonomisi, kapitalist gelişmenin yetersizliği nedeniyle teknoloji üretiminden çok, ucuz emek gücüyle üretilen ana malı ve kimi tarım ürünleri ihracatına dayandığından, doğanın emperyalist tekellerce talanı ve bu talanı derinleşen dış borçlarla dönebiliyor. Bu nedenle her ücret artışı, enflasyon ve vergi artışlarıyla fazlasıyla geri alınıyor. Hatta şuan her ücret artışı, işçi ve emekçileri daha fazla yoksullaştırıyor. 

Bu durum yalnızca hükümetin beceriksizliği ya da açgözlülükle her şeyi kendisine almak istemesiyle açıklanamaz. Bu biliiniyor zaten. İşin diğer boyutu, kapitalizmin kendi sınırlarına dayanması, üretici güçleri hızla yıkıma sürükleme noktasına ulaşmasıdır. Kapitalizmin artık kitlelere sunabileceği ‘’refaha ulaşma’’ yalanı bile yoktur. Sunacağı ve sunduğu tek şey yoksulluk ve yıkımdır.  

Kapitalizmin üretici güçleri yıkıma uğratması, toplumu da çürüten bir olgudur. İşçi ve emekçi sınıflar, kapitalizme henüz bütünüyle cephe almadıklarından, onun yarattığı yıkımı, içsel bir yıkım olarak yaşamaktan da kaçınamıyorlar. 

Emekçiler İç Dayanışmalarını Kurmalı, Kavgayı Sınıf Düşmanlarına Karşı Vermelidir! 

(…) Pir Sultanın dostlar yardım etmez mi/ Mazlumlar bağında güller bitmez mi/ Gayrı çektiğimiz yetmez mi/ Kalkalım bakalım nic’olursa olsun.’’ (Pir Sultan Abdal) 

İşçi ve emekçiler hallerinden hoşnutsuz, çoğunlukla gelecekten ümidi kesmiş, salt günü kurtarma derdindedir. Bu durumu yaratan düzene duydukları çaresizliğin yarattığı öfke içe doğru, kendileri gibi emekçilere patlıyor. Bu durum düzeni aşamama, ona yedeklenme halidir. Zira herkesin kendinden zayıf olana, kendi gibi olana öfkesini kusması, içine girdiği yoksulluk ve sefaleti, onun elindekini alarak aşabileceği yanılgısıyla hareket etmesi,  tam da kapitalizmin ve onun kültürünün özetidir: Altta kalanın canı çıksın, üste çıkmak için alttakilerini ez. Emekçiler açısından bu, tam bir çürüme halidir, derin bir-ahlaki, insani vicdani yozlaşma olduğu gibi, kendi öz varlığına karşıda düşmanlıktır.  

Emekçiler, yaşamlarını boğan sömürü ve baskıya karşı dayanışma içinde olduklarında, düzene cepheden tavır almaya başladıklarında, daha o ilk anda, nefes aldıklarını hissetmeye başlayacaklardır. Gelecek umudu, tam da o geleceği fethetmeye karar verildiğinde oluşur. Çaresizlik böyle özgüvene dönüşür. 

Bu nedenle emekçiler, birazcık fazla para için, ya da çaresizlik içinde hissettikleri öfkeyle baltalarını kendileri gibi olanlara çekmemeli; öfkelerini onlara batağa, yoksulluğa iten düzene yöneltmelidir. Bilinmelidir ki, emekçilerin kendi içlerindeki rekabet, bu kavga cinayetler de düzenin kitle kontrol araçlarından biri… 

Düzenin kolluk gücünün, yargısının; siyasal iktidarın bütün kavgalarda çok araya girmemesi, toplumsal her eyemde binlercesi toplanan polislerin, bu tür kavgalarda üç beş kişiyle ayırma çabası dışında varlık göstermemesi, birçok durumda yol vermesi dikkat çekicidir. Çünkü şfkenin düzene yönelmeden bu şekilde parlayıp sönümlenmesi çıkarlarınadır. Bireysel suç işleyenlerin sıklıkla hapishanelerden bırakılmaları, bu suçların kitleleri birbirine düşürürken, suç işleyenler açısından düzen dışı arayışları ortadan kaldırması, mağdurlarıysa düzenden çözüm beklemeye, ona sığınmaya itmesindendir.  

Ancak bu var olan ve adeta emekçiler için iç savaşa dönüşen durum, düzenin istediği kadarını çoktan aştı. Bu öfkenin, bu çatışmaların bir anda sorunun kaynağına, sınıf düşmanlarına dönmesi uzak değildir. Şimdi esas olan, emekçilerin birbirine yönelen öfke ve şiddetini önleyecek, bunu esas hedefine yöneltecek kanalları açmak için çaba harcamaktır.  

Eylül 2023  

Erol Zavar-Mahmut Soner.

*“Kulübelere Barış, Saraylara Savaş” sloganı ilk olarak 1789 Fransız devriminde kullanılmış sonrasında Alman devrimci Georg Büchner’in köylülere hitaben yazdığı “Hessen Halk Bildirisi” ile günümüze kadar güncelliğini korumuştur.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.