Amerika Birleşik Devletleri’nde Polis Şiddeti: Irkçılık, Tarihsellik ve Sınıfsallık

0
550

İbrahim Öker

Mayıs 2020’de ABD tarihinin en büyük kalkışmalarından birine şahit olduk. Böylesi toplumsal bir kalkışmayı tetikleyen olay, 9 dakika 29 saniye boyunca polis şiddetini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bir videoydu.[1] Kanımca, bu olayı faklı kılan şey, Afrika kökenli ABD vatandaşının maruz kaldığı şiddetin “nefsi müdafaa” olarak meşrulaştırılamayacak kadar vahşice olmasıydı. Bu nedenle, medya kanallarında bahsi geçen eylemin meşrulaştırılmasına yönelik açıklamalara pek tanık olmadık. Aksine, birçok yetkili ve siyasi, olaya dahil olan polisleri kınayan ve kitlelere desteklerini dile getiren mesajlar yayınladı. Yaklaşmakta olan başkanlık seçimleri (Kasım 2020), sosyal medya aracılığıyla videonun hızlıca yayılması, kitleleri mobilize edebilecek örgütlü toplulukların ellerini taşın altına koyması gibi faktörler geniş çaplı ayaklanmaların sebeplerinden birkaçı olarak değerlendirilebilir. Bu ayaklanmaların neyi ne kadar değiştirdiği ise hala muamma: ABD polisi protestolar sırasında ve sonrasında şiddet içeren eylemlerine devam etti. Protestolar boyunca, artık hepimizin o veya bu şekilde maruz kaldığı veya haberdar olduğu plastik mermilerden, biber gazlarından ve coplardan birçok ABD vatandaşı nasibini aldı. Daha da vahimi, ABD polisi hız kesmeden can almaya devam etti. 2020’de 1.127, 2021’de ise şu ana kadar 878 kişi ABD demokrasisinin muhafızları tarafından katledilerek resmi istatistikler arasında kendilerine yer buldu

Tabii ABD’deki polis şiddetinin boyutlarını anlamak için yalnızca bu istatistiklere ve son birkaç yılda yaşananlara bakmak yeterli değil. Bu şiddetin, çoğunlukla kimleri hedef aldığı ve nasıl bir tarihsel arka planının olduğu detaylı bir biçimde tartışılmalıdır.

ABD’de polis şiddetine maruz kalarak hayatları ellerinden alınan, daha doğrusu katledilen, insanların büyük çoğunluğunu Afrika kökenli Amerikan vatandaşları (Siyahlar) oluşturuyor. Beyazlara kıyasla, siyahların polis tarafından öldürülme olasılıkları neredeyse 3 kat daha fazla (ABD’nin en önemli metropollerinden biri olan Şikago’da bu oran 22 kat!). Daha da çarpıcı olan, öldürülen siyahların, beyazlara kıyasla, silahsız olma olasılıkları 1,3 kat daha düşük. Yani potansiyel tehdit oluşturdukları bahanesiyle öldürülen siyahların üzerinden çoğu zaman silah bile çıkmıyor. Aynı durum Latin Amerika kökenli ABD vatandaşları (Hispanik) için de geçerli. Hispaniklerin polis şiddetine maruz kalma olasılıkları, beyazlara kıyasla, neredeyse 2 kat fazla iken; öldürülen Hispaniklerin silahsız olma olasılıkları nerdeyse %50 daha düşük. Aynı kıyaslamayı ABD’deki diğer etnik/ırksal gruplar için yapmak şu aşamada pek mümkün değil; ancak olası bir kıyasın bize ne tür sonuçlar vereceğini tahmin etmek pek de güç değil.

ABD’de kolluk kuvvetlerinin ortaya çıkış amacına ve yıllar içinde nasıl bir “evrim” geçirdiğine baktığımızda, bazı grupların neden polis şiddetine daha fazla maruz kaldığını görmek oldukça kolaylaşıyor. ABD’de kolluk kuvvetlerinin doğuşu, güney eyaletlerinden biri olan South Carolina’daki köle sahiplerinin, kölelerinin kaçmasını engellemek amacıyla atlı devriye kuvvetleri oluşturma çabalarıyla örtüşür. İlk defa 1704’te ortaya çıkan bu devriyeler, çoğunluğu siyahlardan oluşan kölelerin kaçmalarını engellemek için her türlü şiddete başvurmuş ve modern anlamda ırkçı bir kolluk kuvvetinin doğuşuna ön ayak olmuşlardır. Örneğin, 1838 senesinde, Boston’da ihdas edilen ilk polis departmanı bu atlı devriyelerin izinden gitmiş ve güney eyaletlerinden Jim Crow yasalarının yarattığı baskılardan kaçan siyahlara kuzey eyaletlerinde türlü işkenceler yaşatmıştır. 1865 senesine gelindiğinde siyahlara karşı ırkçı şiddet eğilimleriyle bilinen Ku Klux Klan (KKK) başta olma üzere birçok ırkçı grup ortaya çıkmış, bu grupların üyeleri kolluk kuvvetlerine katılmaya başlamıştır. Takip eden senelerde güneyden kuzeye göçün artması—ki göç edenlerin birçoğu siyahtı—kuzey eyaletlerindeki kolluk kuvveti mensuplarının bir anlamda iştahını kabartmış ve siyahlara yönelik polis şiddeti giderek artmıştır.

ABD tarihi boyunca kolluk kuvvetlerinin bu bağlamda en “önemli” görevlerinden biri, Jim Crow yasalarının dayattığı siyah ve beyazların toplumsal alanlarda bir arada bulunmaması gerekliliğini hayata geçirmek idi. 1900’lerin ortalarına kadar yürürlükte kalan bu yasalar, siyahların beyazlarla bir araya gelmemeleri amacıyla farklı okullarda eğitim almaları, farklı toplu taşıma araçlarıyla yolculuk etmeleri, farklı restoranlara gitmeleri gibi pratikleri zorunlu kılıyordu. Tabii bu yasaları uygulayarak ve bunları ihlal edenleri cezalandırarak, siyahlarla beyazların karşılaşmalarını engellemek kolluk kuvvetlerine düşüyordu. Tarihsel dinamiklerin etkisinde kalarak siyahlara kin güdenlerle dolup taşan bu kurumun bahsi geçen yasaları uygulamak için ne tür yollara başvurduğunu tasavvur etmek güç olmasa gerek.

Bir örnek vereyim. 1882-1968 yılları arasında siyahların linç edildiği beş bine yakın vaka yaşanmıştır. Bu vakaların birçoğu, siyahların, beyazlara ayrılan “kamusal alan” sınırlarını ihlal etmeleri nedeniyle yaşanmıştır (şu linkte bir örnek bulabilirsiniz). Kolluk kuvvetleri, bu vakalarda ya beyazların yanında yer alarak direkt taraf olmuş ya da linç eylemlerine dahil olanlara müdahale etmeyerek beyazlara dolaylı olarak destek vermiştir. Bir başka deyişle, işlenen suça sessiz kalarak suçun bir parçası olmuşlardır.

ABD’de kolluk kuvvetlerinin ırkçı tutumunun, Sivil Haklar Hareketi (SHH) olarak bilinen ve amacı kabaca ırksal temelli ayrımcılıkları ortadan kaldırmak olan toplumsal ayaklanmalar sürecinde (1960’lar) tavan yaptığını söylemek mümkündür. Bu süreçte kolluk kuvvetleri bünyesinde militarize birlikler kurulmuş ve SHH protestolarına yönelik müdahaleler giderek daha vahşi bir hal almıştır. 60’lardan bu yana da siyahlarla kolluk kuvveleri arasında yaşanan sürtüşmeler hız kesmeden devam etmektedir.

Kısacası, basına yansıyan ırkçı polis şiddeti haberleri, kökleri oldukça eskilere dayanan pratiklerin son derece üzücü ve insanlık dışı uzantılarıdır. (Siyah) köleleri özgürlük yolundan uzak tutmak için ve sadece ten renkleri yüzünden baskı ve mahrumiyete mahkûm edilmiş bir topluluğun her hak arayışına onlarca can alarak karşılık veren bir kurumdan farklı bir şey beklemek pek de doğru olmaz. 

Bitirmeden önce iki şeyin daha altını çizmek istiyorum. Evet, siyahlar ABD’de polis şiddetine en çok maruz kalan topluluk. Fakat, her siyah da polis şiddetine aynı ölçüde maruz kalmıyor. Wall Street’te (ABD’nin en büyük finans merkezi) milyon dolarlar kazanıp, plazadaki evlerinden (veya şatolarından) lüks otomobilleriyle seyahat eden siyahlarla (sayıları az, kabul ediyorum) Şikago’nun güneyinde (siyahların yoğun yaşadığı ve yoksulluğuyla ünlü bir bölge) evsiz olarak hayatına devam eden siyahların polis şiddetine maruz kalma olasılığının aynı olduğunu düşünmek naiflik olur. Yani, polis şiddetinin ırkçılığını vurgularken sınıfsallığını göz ardı etmemek gerek.

Bir de ten renginden, ırktan, etnik kimlikten öte polis şiddetinin emekçileri nasıl hedef aldığını atlamamak gerek. 1920’lerin başından bu yana emekçilerin hak arama mücadelelerine, sendikalaşma haklarına ve sendikalaşan emekçilere yönelik şiddeti göz ardı etmek yine polis şiddetinin boyutlarını anlamamıza engel olur. Bu meselenin tarihsel olarak en göze çarpan örneği 1937 Şikago demir-çelik işleri protestolarıdır. Bu tarihte yaklaşık 85 bin emekçi hak arayışı için ayaklanmış; ancak, oldukça ciddi bir polis şiddetiyle karşılaşmıştır. Protestolar sırasında 10 emekçi öldürülmüş, binlercesi de polis coplarından nasibini almıştır. Bu protestolara katılan işçilerin hepsi siyah değildi; fakat polis şiddeti en az siyahlara yönelik şiddet kadar vahşiydi. Hayatını kaybeden bu 10 emekçinin kim olduğuna dair yeterli bilgiye ulaşamadım; ancak hepsinin siyah olduğunu varsaymak yanlış olur. Bunu varsaysak bile burada polis şiddetinin ırkçı saiklerle değil, dayanışan işçileri baskılamak amacıyla tezahür ettiği aşikardır. Bu gibi örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Bunun için de ABD’deki polis şiddetinin yalnızca ırkçı yönünü değil sınıfsal yönünü de düşünmek gerekir.

Daha da önemlisi, polis şiddetini irdelemek için yalnızca bir ülkenin kolluk kuvvetine odaklanmak da yeterli değildir. Dünyanın her köşesinden bu tarz haberler alıyoruz ve bazı süreçler aslında hepimize çok tanıdık. Bir de bence polis şiddetini düşünürken mevzuya bireylerin ötesinde kurumun kendisinin neye hizmet ettiğini düşünerek bakmak gerekir.


[1] Yazı boyunca çeşitli kaynaklara referans veriyorum. Konunun doğası gereği, Türkçe kaynak bulmakta zorlandığım için bu kaynakların hemen hepsi İngilizce. Dilim dönüğünce kaynaklardaki bilgileri çevirmeye ve anlamlı bir halde aktarmaya çalışıyorum. Eksik gedik kaldıysa, affola.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.