Hamza Yalçın
2022 yılında daha savaş başlamadan önce de işaret etmiştik. Sosyalist güçler arasındaki yaygın karamsarlığa rağmen dünyadaki gelişmeler emperyalistlerin aleyhine ve hatta ezilenlerin lehine devam ediyor. “Tek kutuplu dünya” gerilerken “çok kutuplu” adı verilen daha adaletli bir dünya düzeni oluşuyor. En önemlisi ise ezilenlerin kendi gelecekleri doğrultusunda artan örgütlenme ve mücadele olanaklarıdır. Öte yandan ise sol gelişemediğinde onun yerine faşizm gelişiyor.
ABD dünya egemenliğini elinden kaçırmamak için kıyasıya mücadele ediyor. Batılılar sık sık “Rusya’nın Ukrayna’da savaşı kazanmasına izin veremeyiz”, diyorlar. Çöküşleri hızlanacaktır çünkü. Liberaller Batılı emperyalistlerin egemenliğinin çökmesi halinde “Otoriter devletler gelecek!” diye korkutuyor. Bir kısım sol bu korkutmalardan etkileniyor. Halbuki en büyük tehlike ABD’nin dünya imparatorluğu kurmasıydı. Zaten “otoriter devletler” vb. sağcı gelişmeler en çok bu sürecin ürünüdür.
BRICS’in genişlemesi Batılı güçlerin gerilemesi açısından önemlidir. Şimdi biraz BRICS üzerinde duralım.
BRICS’in endişelendiren yükselişi
BRICS’in Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’daki 15’inci toplantısının beş üyeli grubun 11’e çıkarılması kararıyla sonuçlanması ABD emperyalizminin dünya egemenliği için alarm zillerini çaldı. BRICS bilindiği gibi Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika adlı ülkelerin İngilizce baş harflerinden oluşuyor. Batılı ülkelerin dünya egemenliğinden rahatsız olan ülkelerden Rusya, Hindistan ve Çin 2001’de bir araya geliyorlar (RIC) ve çok kutuplu bir dünya için aralarında görüşüyorlar. 2009’da Brezilya katılınca BRIC oluşuyor. 2010’da onlara Güney Afrika katılıyor. Şimdi bu topluluğa girmek için resmen müracaat eden 42 ülke içinden Etyopya, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, İran ve Arjantin 2024 yılı 1 Ocak’tan itibaren birliğe tam üye olacaklar.
BRICS topluluğu genişleme öncesinde dünya nüfusunun yüzde 40’ından fazlasını kapsıyordu. BRICS yeni üyelerle birlikte dünya nüfusunun yüzde 46’sını, GSMH’nın da yüzde 36’ını kontrol ediyor olacak. En büyük nüfusa sahip iki ülke Hindistan ve Çin’dir. BRICS ülkeleri daha genişleme öncesinden ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Kanada’nın oluşturduğu en büyük 7 Batılı ekonomiden (G7) satın alma paritesi bakımından daha fazla üretiyor. Genişleme kararıyla birlikte dünya petrol üretiminin yüzde 47’sini BRICS+ kontrol edecek. Tarım ürünlerinin çoğunu onlar kontrol edecekler. Madenlerin çoğunu onlar kontrol edecek. Bu ülkeler G7 gibi birbirine benzer nitelik taşımıyorlar. Ticareti de henüz esas olarak kendi içlerinde yapmıyorlar. Hatta Hindistan ile Çin arasında çok ciddi rekabet ve sınır anlaşmazlığı sorunu var. Üstelik mesela Hindistan’ın, Suudi Arabistan’ın, BAE ve İran’ın siyasal sistemlerinin demokrasi ve özgürlüklerle alakası bulunmuyor. Gene de Batı’nın dayattığı 200 yıllık düzeni değiştirmek konusunda bir irade oluşturdular.
Batılı sistem kendi içinde bir parça özgürlükçü olsa bile hem 30-40 yıldır faşizm yolunda gidiyor hem de Yugoslavya’da, Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de gördüğümüz gibi halklara büyük zararlar veriyorlar.
Birliğin Yeni Kalkınma Bankası adında henüz Dünya Bankası’ndan çok küçük bir de kredi fonu var. Birliğin altına dayalı ortak bir para birimi için de çalışacağı düşünülüyordu fakat buna henüz girişemediler. Gene de aralarındaki ticareti kendi ulusal paralarıyla yapma kararı almaları doların egemenliğini tehdit etmek açısından çok önemli görülüyor.
Dolar dünya döviz rezervlerinde yüzde 60’ın altına düşmüş iken dünya ticaretinin yüzde 80’inden fazlası hala dolarla yapılıyor. Doların dünya egemenliği ABD’nin diğer ülkelerin gelişmesini sistematik olarak baltalama, onları kontrol etme, gerekli gördüğünde onlara ekonomik yaptırımlar uygulama, hem de hatta karşılıksız dolar basarak bedelini dünyaya ödetme olanağı sağlıyor. Almanya ve AB ülkeleri bile bağımlılık ilişkileri yüzünden Ukrayna savaşına katıldılar. Kendilerine düpedüz zarar veren bu ilişkilerden çıkamıyorlar.
BRICS ve özellikle Çin’in az gelişmiş ülkelerle girdiği ilişkiler daha eşitlikçi ve karşılıklı gelişmeye daha elverişli bulunuyor.
BRICS dolar ve ABD hegemonyasının ortadan kaldırılması yönünde etkili bir adımdır. Büyük miktarda dolar rezervine, dinamik bir ekonomiye ve ileri tekniğe sahip olan Çin az gelişmiş ülkelere altyapı konularında cazip yardımlar sunmaktadır. Kendisini bir üretim merkezi durumuna getirmiş olan Çin, Bir Kuşak Bir Yol Projesi ile genişlemiş ve güney ülkeleriyle entegre bir dünya pazarı yaratmaya çalışıyor. ABD bu süreci baltalamaya çalışıyor.
Batılı güçlerin yedeğindeki sol gözden kaçırıyor
Batılı propagandanın etkisindeki sol çok kutuplu dünyayı otoriterleşme görüyor. Oysa “otoriterleşme”nin asıl sebebi Batılı güçlerin demokrasi adı altındaki saldırılarıdır. Liberal demokrasi adı verilen eski düzen demokrasi adına Batılı ülkelerin gizli servisleri tarafından manipüle edilen sivil toplum kuruluşlarının güdümündeki feminizm, cinsiyet eşitliği ve çevre hareketleri gerçekte emeğin ve emekçinin köleleşmesiyle paralel gelişti. (Eleştiri feminizme, cinsiyet eşitliğine ve çevre hareketlerine değil, bunların manipüle edilmiş biçimlerinedir.) Proleter sınıf bilinci alabildiğine geriletildi. Dünyada az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki uçurum arttı. Emeçiler servetin ve iktidarın dışına düşürüldü. ABD’de gerçek ücretler 1974 yılından bu yana yükselmedi. Gerçekte her biri Batılı özel savaş örgütü niteliği taşıyan sivil toplum kurumları dünyadaki mezhepsel ve milli çelişkileri de manipüle ettiler. AKP iktidarının Türkiye’nin başına bela edilmesi; Ukrayna, Romanya ve Gürcistan’daki pembe devrim hareketleri; Libya’yı mahveden ve Irak-Suriye’de IŞİD’in sahne almasıyla sonuçlanan Arap Baharı ağırlıkla bu şekilde gerçekleşti.
Emperyalist tekeller her fırsatı ezilenleri soymak için kullandı. Korona krizi servet eşitsizliklerini artırdı. Şimdi Ukrayna savaşı AB ülkelerinde ekonomik sorunları artırıyor. AB ülkelerinin başını çeken ve dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi Almanya durgunluğa girdi. Büyümüyor. Ekonomiler durgunlaşırken tekellerin karı artıyor. Sermaye özel ellerde yoğunlaşıyor.
ABD Ukrayna savaşını kışkırtarak AB ülkelerini kendisine bağladı. Almanya’yı adeta kafesledi. Almanya Rusya’dan ucuz enerji ve Çin’den ucuz mal sağlıyordu. Hem Rusya hem de Çin Alman ekonomisi için çok uygun pazar durumundaydı. ABD Rusya ile Almanya’nın ekonomik bağını kopardı. Almanya ve bazı Avrupa ülkeleri aslında Rusya ve Çin ile ilişkileri sayesinde gelişeceklerdi. En son ABD emperyalistleri Almanya’nın petrol boru hattını bombaladılar. Sosyal demokrat Yeşiller koalisyonu bu saldırıya ses çıkaramadığı gibi Almanya’ya ihanet etti.
Batılı neo-liberal güçlerin yenilgisi Batı’da gerçek solun önün açabilir. Çin’de kamuculuğun ve halkın yaşam düzeyinin yükseltmesi, Çin’i sosyal refah ülkesi yapmak projesi Batıdaki ve dünyadaki işçi hareketlerinin toparlanması yolunda büyük olanak sunacaktır. Kapitalizm ayakta kalabilmek için işçi haklarına ve sosyal haklara saldırıya ara vermek zorunda kalacaktır. Nitekim Almanya hükümeti sosyal harcamaları fazla azaltmamaya önem veriyor ve hatta yer yer iş saatlerini düşürmeyi planlıyor.
Artan olanaklar ve büyüyen tehlike
Şimdi Batılı ülkelerde toplumsal protestoların yükselmesi zamanıdır. Hem AB ülkelerinde hem de İngiltere’de yoksullaşan halklar çeşitli eylemlere girişiyorlar. Almanya hükümeti sosyal harcamaların çok fazla azalmasının önüne, yoksulları sevdiğinden değil isyanları engellemek için geçiyor. Bu eylemlerin küresel bir isyana dönüşmesi o ülkelerdeki sol hareketlerin bağımsız inisiyatifine bağlıdır. Eylemler Avrupa’da gelişirse Türkiye bundan çok derinden etkilenecektir. Türkiye bir işçi ülkesidir. Türkiye’nin liseli ve üniversiteli gençliği de çok büyük bir devrimci potansiyele sahiptir.
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi tehlike de çok büyük. Sol hareket küreselcilerin etkisinde olduğundan sisteme karşı halkın tepkileri devrimci sonuçlar yaratamadığı gibi faşizan hareketler tarafından manipüle ediliyor. Sol yerine mesela Fransa’da Le Pen, Almanya’da AfD, İtalya’da Meloni, Macaristan’da Orban gibi sağcı güçler geliştiler. Avrupa’da muhalefet bağımsız çizgide gidemezse faşizan hareketlerin daha fazla gelişmesi büyük bir olasılıktır.
Türkiye’de tehlike ne yazık ki daha büyüktür. Sosyalist hareket bağımsız bir çizgide güçlerini kontrol edemezse Türkiye’de muhalefetin faşizmi yenilgiye uğratma şansı bulunmuyor. Tarih şâhittir: Türkiye solu 12 Eylül darbesinden bu yana tersine çevrilememiş bir sağcılaşma süreci yaşıyor. Dünya çapındaki bu süreç Brezilya ve Venezüela gibi bazı ülkelerde tersine çevrilebildi. Türkiye’de sosyalist hareket, 1970’li yıllardaki muazzam mücadele olanaklarına rağmen, güçlerini birleştirememesi yüzünden 12 Eylül 1980 darbesiyle kolayca yenilgiye uğratılıp kökten tasfiye edilmeye başladı. Halkın yükselen mücadelesi ve çok büyük devrimci özveriler ne yazık ki boşa gitti. Türkiye solu bu süreçte Batılı liberal solun büyük ölçüde etkisine girdi. Zayıflayan sol bu sefer de yükselen ezilen ulus milliyetçiliğinin güdümüne girerek dünya ve ülke gerçekliğine yabancılaşmaya başladı. Bağımsız çizgide kalabilmeyi başaran örgütler ise birleştirici değil grupçu bir yol tuttular. Sosyalist hareket bu şartlarda etkisizleşmeye devam ederken dinci faşizm iktidara geldi ve örgütlendi. Türkiye’nin faşistleşme sürecine karşı güçlü bir direniş hattı kurulamadı.
Mücadeleyi grubunun gelişmesine indirgeyen anlayışla bütün başarımız örgütümüzün propagandasını yapmak ve etkisiz Türkiye solu içindeki kendi durumumuzu önlere çıkarmak olacaktır. 1970’lerden bu yana çeşitli grupların güçlenmesini ve zayıflamasını izliyoruz. Çok kısa süreli gelişmeler dışında sosyalist hareket bir bütün olarak zayıflıyor. Bu süreçte karşılaşılan devrimci olanaklar ise boşa çıkarılıyor. Gezi Direnişi bile yenilgiyle sonuçlandı. Örgütler grup başarıları peşinde çalışırken 6 Şubat büyük deprem felaketi karşısında tarihsel bir halk seferberliği örmenin fırsatı kaçırıldı. Böyle bir sol sistem içine hapsolmuş soldur.
İşaret etiğimiz çok önemli tehlikelere rağmen dünyada süreç dünya egemeni Batılı emperyalist güçlerin aleyhine gelişiyor. Dünya güçler ilişkisindeki olağanüstü değişmeler sayesinde Türkiye’nin emperyalist sömürü ve egemenlikten kurtulma olanakları artıyor. Türkiye’de işçi sınıfının toplam nüfusa oranı ve ülkenin merkezlerinde yoğunlaşması artar, eğitim düzeyi yükselirken işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki kutuplaşma gelişiyor. Haklarından yoksun bırakılan işçiler yurdun çok çeşitli yerlerinde eylem halindeler. Bu süreçte işçi sınıfı arasında örgütlenebilen sosyalist güçlerin öğrenci gençlikle buluşması olanakları artacaktır. Bu gelişme eğer halkın laiklik yanlısı talepleriyle birleşirse ülkemizde çok büyük bir sosyalist aydınlanma yaşanacaktır. Türkiye uzun yıllardır ilk kez devrimci çalışmaya olağanüstü elverişli hale gelmiş durumda. Yeter ki devrimci örgütler örgütlenme cesaretini ve iradesini ortaya koyabilsinler. Yeter ki sosyalist hareket ezilen ulus milliyetçiliğinden bağımsızlaşmayı göze alabilsin. Eğer sosyalist güçler olarak bağımsız devrimci çizgide aktifleşebilir ve aramızda koordinasyon sağlayabilirsek halkımıza ve insanlığa hizmet edebilmek için çok büyük imkanlara kavuşacağız.