Rıza AYDIN
Bir türkümüz, “kardeşin duymaz eloğlu duyar” der. Âşık Veysel’in de eli, yurdu, köyü kıymetini bildi mi bilmem ama elin oğlu diye bileceğimiz UNESCO bir kadirbilirlik edip 2023 yılını “Âşık Veysel Yılı” ilan etmiş. Adettendir bu yıl, Âşık Veysel yılı dolayısıyla, Veysel’i anlatan yazılar yazılıp, anma toplantıları yapılır. Bu vesile ile bende, Veysel’le ilgili düşüncelerimi öz olarak toparlayıp yazayım istiyorum.
Gözleri görmeyen, resmi bir okul eğitimi almamış olan Âşık Veysel’in, nasıl olup da kendi kendini böylesine yetkinleştirdiği benim için hep bir muammaydı. Kafamdaki bu sorunu, Seyit Kemal Karaalioğlu’nun, “Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi” adlı kitabındaki, “VEVSEL’İN YAŞAM ÖYKÜSÜ” başlıklı bölümdeki Veysel’le yapılan şu konuşma çözdü.
O muhabbette Âşık Veysel, geliştiği ortamı şöyle anlatmış:
“Ortaköy’de bir Mustafa Abdal Tekkesi vardı. Yıkıldı sonra, yerine karakol, ortaokul yapıldı. Hasan Baba ve Arapoğlu Derviş Mehmet, babalarıydı bu tekkenin… İkisi de mücerret idi. Mücerret demek, dünya evine girmemiş, avrada uçkur çözmemiş demek… İlmiyle tanınmış kimselerden oluşurdu mücerretler. Üç gün, beş gün bazen bir ay kalırdım tekkelerde. En çok Hasan Babayı severdim. Olgun bir insandı. Cömertti.”(1)
“… Mustafa Abdal Tekkesinin mücerretleri Hasan Baba ile Arapoğlu Derviş Mehmet, uzun zaman Hacı Bektaş Dergâhına hizmet etmiş, tek kulaklarını deldirip mengüç taktırdıktan sonra, öbür kulaklarını da deldirmek için Kerbela’nın yolunu tutmuşlardı. …
Kulaklarında çifte mengüçle Kerbela’dan döndüklerinde, Hacı Bektaş’tan ellerine “İcazet Kâğıdı” verilip Ortaköy’ün Mustafa Abdal Tekkesi’ne mücerret derviş “Baba” olarak atandılar. Biri tekkenin yıkık döküğünü onarmakla uğraştı, diğeri cer (2) yapıp un, bulgur, yarma, yağ, davar topladı. Ünleri, ilimlerinin derinliği az zamanda tüm çevre köylere yayıldı. Ortaköy’ün kadınları Tekkede hizmetçi durmak için birbirleri ile yarışıyor, kimi Hasan Baba’nın, kimi Derviş Mehmet’in eteğini öpüyordu. Mücerretlerin elini öpüp, köşedeki postunun üstüne ilişti Veysel, Hasan Baba ‘Hadikai Şühada’dan bölümler okuyordu. Ortalık kararıncaya dek, Hazret-i Ali’nin, Hazreti Peygamber’in yaptıklarından, kırklardan, On İki imamlardan, Hasan, Hüseyin’in başına gelenlerden söz edip, gözyaşı döktüler.” (3)
“Âşık Veysel, ’78 yıllık bir hayat bu diyor. ‘bir günde, bir ayda, anlatmakla bitmez.”
“Âşık Veysel Karaca Ahmet adında ‘Şatıroğullarından’ bir çiftçinin oğlu. Bir çiçek
hastalığı sonu gözlerini kaybetmiş, babasının aldığı bir sazla, on yaşından itibaren sazla şiir söylemeye başlamıştır, ‘Alâ’ adında bir saz şairi ona ustalık etmiş; daha sonra köylerine gelip giden âşıkları dinledikçe şiir ve müzik merakı gelişmiş. Sivas’ta düzenlenen ‘Halk Âşıkları Bayramı’na (1931) katıldığı günden sonra, tam bir ‘âşık’ olarak, yanında vefalı bir arkadaşla, sazla yurdu adım adım dolaştı.”(4)
Seyit Kemal Karalioğlu’nun Veysel’le yaptığı bu konuşmadan anladığım kadarıyla Veysel’in eğitimi de olgunlaşması da Ortaköy’deki Mustafa Abdal Tekkesinde olmuş. 1894 doğumlu olan Veysel, 1925’de tekkeler kapatıldığında 31 yaşında. 31 yaş az bir yaş değil, Âşık Veysel 31 yaşına kadar Mustafa Abdal Teknesi’nin dost meclislerindeki, o muhabbet ortamlarından gerekli gıdayı almış. Mustafa Abdal Tekkesi kapatıldıktan sonraki eğitimini,bir nevi stajını da aşağıda anlatacağım Selman Baba’nın yanına gidip, gelerek yapmış.
Âşık Veysel’in bu anlatımında ki, bazı yerlerin altını çizip, bilince çıkarmak gerekiyor. Hacı Bektaş Dergâhının geleneğinde, dervişlerin kulağını deldirip, “Mengüç” denilen küpe takılması, bir mertebe, yani gelişmişlik seviyesini gösteren merhalelerin işaretidir. Bunu günümüz de ki, akademik âlemle kıyaslayacak olursak, dervişin bir kulağını deldirip, mengüç takılmayı hak etmesi, o seviyeye gelmesi, günümüz akademik dilindeki doktora yapmaya denk, çift Mengüç ise profesör olmak gibi bir mertebeye denk geliyor olmalı. Âşık Veysel’in bu anlatımından anlaşıldığına göre, bir dervişin, eline “İcazet Kâğıdı verip”, Hacı Bektaş Dergâhından, taşrada ki bir tekkeye yetkili gönderile bilmesi için, dervişin iki kulağını da deldirip, iki mengüçlü olması (5) gerekiyormuş.
Burada merak ettiğim iki sorudan, birincisi şu: Ortaköy’deki Mustafa Abdal Tekkesi’nin dervişleri, tekkeler kapatıldıktan sonra acaba ne yapmışlar, nereye gitmişler; bu iki dervişin akıbeti hakkında şimdiye kadar ne bir soru soran olmuş, ne de kimse bunu araştırmış. Soru cevaptan önemlidir derler, ben bu soruyu sorup, araştırılmasını talep ediyorum.
Merak ettiğim ikinci soru da şu: 1925’de Dergâhlar ile Tekkeler kapatıldıktan sonra, Âşık Veysel’in bir nevi eğitimini tamamlayıp, yanında staj yaptığı Selman Baba’nın durumu.
Tesadüfen öğrenip, araştırmaya başlayana kadar, Selman Baba’nın yöreye gelişi hakkında yanlış bilgiler vardı. Selman Baba’nın Hacı Bektaş Dergâhı kapatıldıktan sonra yöreye yani Emlek bölgesine geldiği gibi yanlış bir bilgi dolaşıyordu. Biz Selman Baba’nın hayatının son dönemlerini yaşadığı, kabrinin de bulunduğu, Meçit Köyünde, Selman Babanın kapı komşusu olan Garip abi ile konuyu konuşurken, Garip Haskül bizi aydınlatan şu bilgileri verdi. Selman Baba, Dergâhlar ile Tekkeler kapatılmadan çok evvel, Hacı Bektaş Dergâhından, Hardal Köyü‘nün yakınında ki “Hakkı Baba Tekkesi” ya da “Kerim Ali Baba Tekkesi” diye bilinen tekkeye gönderilmiş. Yörede tanınıp, çok sevilen bir şahsiyet olduğu için, tekkeler kapatılınca, Peyik’li Dursun Efendi diye tanın Dursun Özüdoğru, gelip Selman Babı Peyik Köyüne götürmüş. Selman Baba, Peyik Köyün de bir müddet kaldıktan sonra Emlek Kale Köyüne gelmiş. Selman Baba, Kale Köyünde yaşarken de, Mecit Köyüne imece usulü ile köylüler bir ev yapıp, Selman Baba’yı Meçit Köyüne getirmişler; Selman Baba hayatının kalan kısmını Meçit Köyünde geçirmiş, kabri de burada.
Meçitli, Garip Hasgül’ün bu anlatımları, o güne kadar okuyup, duyduklarımdan tamamen farklıydı. Bu bilgileri teyit etmek için, Peyikli, Dursun Özüdoğru’nun torunları olanhem İbrahim Özüdoğru’yla hem de kardeşi Dursun Özüdoğru’yla konuştum, hem de Peyikli tanıklarıma sordum, soruşturdum bu bilgilerin doğru olduğunu, söylediler. Selman Baba, 1947 yılında bu dünyadan göçtüğünde yani öldüğünde Âşık Veysel 53 yaşında. Âşık Veysel 53 yaşına kadar tekkelerde derviş olan babaların rahleyi tedrisatından geçmiş; bu üzerine düşünülecek önemli bir tespit.
Ortaköy ile Hardal köyünün arası 10 kilometre. Demek ki, Selman Baba tekkeler kapatılmadan evvel yöredeymiş, Âşık Veysel ile Selman Baba’nın tekkeler kapatılmadan evvel şahsen tanışıp, tanışmadıklarını bilmiyorum ama birbirlerinden haberli olduklarından emin olabiliriz. Benim burada anlayamadığım ya da merak ettiğim asıl şey şu: Kerim Ali Baba Tekkesinin babası, Selman Baya’yı sahiplenip, ona kol kanat geren yöre halkı, aynı şeyi Ortaköy’deki iki baba için niye yapmamışlar. Ortaköy de ki Mustafa Abdal Tekkesinin Babaları olan Derviş Hasan Baba ile Arapoğlu Derviş Mehmet’in akıbetlerinin ne olmuş, bunu şimdiye kadar sorup araştıran kimse olmamış.
Seyit Kemal Karalioğlu’nun yazısında, Âşık Veysel için, “Alâ’ adlı bir saz şairi ona ustalık etmiş” diye bir cümle var ama “AL” denen o saz şairi hakkında başka hiçbir bilgi verilmemiş. Ha burada unutmadan not edelim ki, Seyit Kemal Karalioğlu, Veysel’in öğrenip alışması için verilen ilk sazının da Mustafa Abdal Tekkesinde geldiğini söylüyor.
Bütün bu bilgilerden sonra benim vardığım sonuç şu: Âşık Veysel, hem temel bilgileri hem de kültürünü Ortaköy’de ki Mustafa Abdal Tekkesinin Babaları olan, Hasan Baba ile Arapoğlu Derviş Mehmet’ten alıyor. Tekkeler kapatıldığında 31 yalında olan Âşık Veysel, bundan sonra da vakti zamanında Kerim Ali Baba Tekkesinin babası olan Selman Baba’nın yanına gidip gelerek, bu bilgilerini perçinliyor. Selman Baba 1947 yılında öldüğünde, Âşık Veysel 53 yaşında. Bunları görmeden, bu hakikatleri bilmeden, Âşık Veysel’i anlamaya çalışmak, Taptuk Emre’nin Dergâhını bilmeden Yunus Emre’yi anlamaya çalışmak gibi beyhude bir çaba olur. Fuat Köprülü’nün, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde, “… her şahsiyet hatta Yunus Emre gibi iptidai ve işlenmemiş bir lisana rûhun his inceliklerini samimiyetle yaşatacak ilahi bir mahiyet veren dâhiler bile, mutlaka sosyal çevrelerinin bir mahsulüdür”(6) dediği gibi Veysel de bu sosyal çevrenin bir ürünü. Âşık Veysel’in kültürel temelinde, Mustafa Abdal Tekkesin sosyal ortamından aldığı bilgiler vardır. Bundan dolayı da Âşık Veysel’in deyişlerinde, rafine edilip, damıtılmış bir tekke kültürünün etkileri görülüyor; bu kültürü iyi bilmeyenler, Veysel’in deyişlerindeki bu kültürün izlerini görmeyebilirler.
Âşık Veysel’in hayatını öz olarak şöyle özetleyebiliriz. 1894’de dünyaya gelen Veysel’in yedi sekiz yaşlarında gözleri kör oluyor. Veysel’in dervişçi olan babası, Veysel on yaşına geldiğinde, Ortaköy’deki Mustafa Abdal Tekkesinin dervişlerinden bir saz alıp, oğluna veriyor. Âşık Veysel, 1925 yılında tekkeler kapatılana kadar Mustafa Abdal Tekkesine gidip gelip orada kalıyor. Tekkeler kapatıldığında 31 yaşında olan Veysel, bundan sonra da, vakti zamanında Kerim Ali Baba Tekkesinin dervişi olan Salman Babanın yanına gidip geliyor.Kırk yaşına kadar usta malı deyişler söyleyen Âşık Veysel, kırk yaşından sonra kendi deyişlerini söylemeye başlıyor. Selman Baba öldüğünde Veysel 53 yaşında.
Saz çalıp deyişler söyleyen, dostlarının yardımıyla (7) yurdun çeşitli yerlerine gidip gelmeye başlayan Âşık Veysel, 1931 yılında Sivas’ta yapılan Âşıklar Bayramına katıldığında 37 yaşında. Veysel, Sivas da yapılan Âşıklar Bayramına katıldığı bu süreçte, Ahmet Kutsu Tecer ile Muzaffer Sarısözen’le tanışıyor. Âşık Veysel 1940 yılında Köy Enstitülerinde öğretmenliğe başladığında 46 yaşında. Yukarda Fuat Köprülünün, Yunus Emre’yi anlatışında söylediği gibi söyleyerek sözü bağlarsak, Âşık Veysel de yaşadığı bu sosyal çevrenin bir mahsulüdür.
Yazımı daha fazla uzatmadan, Âşık Veysel’in deyişlerine sinmiş olan bu kültürün etkilerini gösteren bazı deyişlerini – bazı şiirlerini koyarak yazımı bitiriyorum. Bir muhabbet ortamında Âşık Veysel’in bu deyişleri üzerine muhabbetler etmenin nasip olmasını dileğimle.
Aşk ile diyorum.
21 Şubat 2023. Kaymak Köyü.
KIRK YAŞIMDAN SONRA
Kırk yaşımdan sonra kalbime ilham
Erişti Mevlâdan bir ihsan oldu
Hakk’ı bilenlere hazırdır her an
İnkâr edenlere sır nihan oldu
Varlık nokrasını açık gösterdi
İrâde-i cüz’ün eline verdi
Hakk’ı bilen her eşyayı Hak gördü
Vücudun şehrine o sultan oldu
Sağda solda arşta kürste her yerde
Hazırdır münkirin gözünde perde
Diyen bilmez bilen demez bir ferde
Akıl ermen sırrı bir süphan oldu
Zâhir batın her irenkten görünür
Gâni doğar amma gâhi bulunur
Nerde baksan orda hazır bulunur
Kim demiş hakkında lâmekan oldu
Nuru ile bu âlemi kapladı
Âzimdir kerimdir gafurdur adı
Sefil Veysel Hak’tan ister muradı
Muratlar verecek cömertkân oldu
.…..
SAKLARIM GÖZÜNDE GÜZELLİĞİNİ
Saklarım gözümde güzelliğini
Her nereye baksam sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda
Aşkımın temeli sen bir âlemsin
Sevgi muhabbetsin dilde kelâmsın
Merhabasın dosttan gelen selamsın
Duyarak alırım sen varsın orda
Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar
Renklerin içinde nakşını saklar
Karanlık geceler aydın şafaklar
Uyanır cümle âlem sen varsın orda
Mevcudatta olan kudreti kuvvet
Senden hâsıl oldu sen verdin hayat
Yoktur senden başka ilanihayet
İnanıp kanmışım sen varsın orda
Hu çeker iniler çalınan sazlar
Kükremiş dalgalar coşar denizler
Güneş doğar perdelenir yıldızlar
Saçar kıvılcımlar sen varsın orda
Veysel’i söyleten sen oldun mutlak
Gezer daldan dala yorulur ahmak
Sen ağaç misali biz dalda yaprak
Meyve çekirdeksin sen varsın orda
…….
GÖZ GEZDİRDİM DÖRT KÖŞEYİ ARADIM
Göz gezdirdim dört köşeyi aradım
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
İstersen dünyayı gez adım adım
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
Coşar deli gönül misâl-i derya
Mecnun’a sahrada göründü Leyla
Gördüğün güzellik hepisi Mevlâ
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
Her nesnede mevcuttur her cesette can
Anın için dedik biz ona Cânân
Evvel âhir odur onundur ferman
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
Bahar gelir çiçek olur açılır
Zaman zaman yağmur olur saçılır
Ehl-i aşka mey görünür içilir
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
Neyin ne olacak elde neyin var
Karaca’oğlan Dertli Yunus soyum var
Mansur’a benzeyen bazı huyum var
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
O cihana sığmaz ondadır cihan
O mekâna sığmaz ondadır mekân
O devrana sığmaz ondadır devran
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
Hayyam’a görünmüş kadehte meyde
Neyzen’e görünmüş kamışta neyde
Veysel’e görünür mevcut her şeyde
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
……
GEZERKEN AKLIMIN EVİNE VARDIM
Gezerken aklımın evine vardım
Akıl gitmiş fikir evde yoğidi
Üslubum takındım usula sordum
Akılın evinde hırt’hış çoğidi
Akıl bezirgandır gezer getirir
Düvazene onu tartar oturur
Zihin çeker ambarına götürür
Fikir orda hükmü cârı bey idi
Baktım ki gayrete durmaz çalışır
Tamah onu görür güler yılışır
Kanaatle tamah durmaz sürtüşür
Tamah bilmem kimden almış öğüdü
Şehavet (8) tamaha vurunca yıktı
Hırs meydana bir velvele bıraktı
Sabır hırsın duluğuna bir çaktı
Kinle kibir ele aldı ağıdı
Baktım ki yalana geldi dikildi
Gerçek geldi yalan kaçtı sıkıldı
Ararken gerçekler yalanı buldu
Hele görsen orda seyir çoğidi
Yalanı görünce bereket kaçtı
Vicdan ile yalan bir kavralaştı
Vicdan yalanları çiğnedi geçti
Her ana doğurmaz böyle yiğidi
Fikir geldi düzenledi o şarı
Döğe döğe barıştırdı onları
Kahretti yalanı kovdu dışarı
Pişmemişti daha yalan çiğ idi
Bunların hepisi mevcut Veysel’de
Yoktur diyeceğim emare elde
Çamuruma karışmıştı temelde
Sabır bunun cümlesine beğ idi
……
GÜZELLİĞİN ON PAR’ETMEZ
Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki âşk olmasa
Eylenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kâleme
Derdin dermandır yâreme
İsmin yayılmaz âleme
Âşıklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun Kurt ile gezerdi
Fikir başka baş’k olmasa
Güzel yüzün görülmezdi
Bu âşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve Maşuk olmasa
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana âşık olmasa
……
(1) Seyit Kemal Karaalioğlu. Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1986, cV. S 532. Kitabın bu bölümünü Fikri KAYA, Sivas, Cumhuriyet Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezinde aktarmış. Benim bu bilgilerden bu tezden dolayı haberim oldu, sora kitaptaki bölümün tümüne eriştim.
(2) Çar: çağrı yaptı diyor sanırım.
(3) Seyit Kemal Karaalioğlu. Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1986,cV.s533
(4) Seyit Kemal Karaalioğlu. Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1986, cV. s 534
(5) Mengüç takılan dervişin bir olumsuzluğu olursa, dervişin kulağındaki Mengüç kulaktan çıkarılıp, derviş tekeden dışarı salınırmış; “Eski kulağı kesiklerden, yaman bir asamdır, tabiri buradan doğmuş.
(6) Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı yayını, 6.cı baskı, sayfa 217
(7) Âşık Veysel’in gelişmesinde Tekkelerin rolünü anlayamayanlar, Veysel’in bir yerlere gitmesi için Veysel’e yardım eden dostlarının Veysel’i geliştirdiğini sanıp, böyle anlattılar.
(8) Cömert, eli açık