Aşılanmalı mı, aşılanmamalı mı?

0
1899

Sadece ülkemizde, Avrupa’da değil tüm dünyada bir hayalet dolaşıyor; ‘domuz gribi’. Mart, Nisan aylarından bu yana domuz gribi ile yatıp, domuz gribi ile kalkıyoruz. Eğer resmi ve günlük basına bakılırsa, insanlığın varlığını tehdit eden bir tehlike ile karşı karşıyayız.

Biraz Tarih

İnsanlık tarihinde gerçekten de büyük kıyımlara neden olmuş salgınlar bulunuyor. Orta Çağ’da avrupa nüfusunun üçte birinin hayatına mal olan veba salgını akla ilk gelenidir. Kolera da, geçtiğimiz yüzyıllarda insanlığa büyük kayıplar verdiren salgınlara neden oldu. 1990’ların başında Latin Amerika ülkelerinde yaşanan salgında 400 bin kolera vakası tesbit edilirken bunlardan 12 bini hayatını kaybetti. Bir de son dönemlerde sürekli örnek olarak verilen ‘İspanya Gribi’ var. Birinci Dünya Savaşı sonrası koşularda ortaya çıkan bu virüsün yaklaşık yirmi milyon kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir. Çok yakın tarihten aklımızda kalanlar ise ‘Deli Dana’ ve ‘Kuş Gribi’ salgınlarıdır. Özünde hayvanları tehdit eden o salgınlarda da bugünküne benzer senaryolar duyduk ve okuduk. Ancak hiç bir felaket senaryosu gerçekleşmedi. Bugün medya ve toplum bu hastalıkların varlığını bile unutmuş sanki.
Dünyaya biz insanlardan önce gelmiş ve bir ihtimal insan nesli tükendiğinde de dünyadaki varlıklarını devam ettirecek olan mikro organizmaların insanlık için bir tehdit oluşturmadığını iddia edecek değiliz. İnsanlık tıbbın gelişimi ve genel hijyen koşullarının iyileştirilmesi sayesinde mikro organizmalarla mücadelesinde önemli başarılar elde etti. Ancak yaşadıklarımızın da gösterdiği gibi bu kalıcı bir başarı değildi.

Biraz Biyoloji

Influenza Virüsü, bir çok canlıda bulunabilen bir virüs. Insan için patojen(hastalık yapma yeteneği) olanı bildiğimiz grip enfeksiyonuna neden oluyor. Bu enfeksiyon halk arasında soğuk algınlığı için de kullanılan basit grip (rino virüslerinin neden olduğu) ile karıştırılmamalı. Yüksek ateş, aşırı bitkinlik ve eklem ağrıları ile kendini dışa vuran bu hastalık ciddi bir hastalıktır ve her yıl özellikle de kış aylarında başta yaşlılar olmak üzere bağışıklık sistemi zayıf, onbinlerce insanın da ölümüne neden olmaktadır. Son yıllarda yaygınlaşan mevsimsel grip aşıları ile yukarda saydığımız risk grupları bu virüsten korunmaya calışılmaktadır. Ancak grip virüsünün sürekli değişim geçirmesi nedeniyle bu uygulamanın başarı oranı da hayli düşüktür. Mutasyon da denilen virüsün sürekli değişime uğramasının biz insanlar açısından anlamı, o virüse karşı hiç bir zaman yüzde yüz bağışık olamayışımızdır. Oysa buna karşın değişime uğramayan bir virüsle karşılaşır ve hastalığı atlatırsak, vücudumuzun ürettiği ve o virüsle her karşılaşmada hızla üreteceği antikorlar sayesinde ömür boyu bağışık hale geliriz. Örneğin kızamık virüsü böyledir. Buradan hareketle tıp, aşıları uygulamaya soktu. Yani insanlara aktif olarak, hastalık yapma riski düşürülmüş mikroplar bulaştırılıp, vücudun antikor üretmesi sağlanarak o mikroba karşı bağışıklık sağlanmaktadır. Bu satırların yazarı olarak tıppın en önemli iki-üç buluşundan birisinin aşı uygulaması olduğuna inandığımı da belirteyim.

Bazı Olgular

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre nisan ayından bu yana (06.11.2009) dünya çapında 482300 insanda pandemik influenza (H1N1) virüsü tesbit edildi. 6071 kişinin ise bu virüsten dolayı öldüğü bildirilmiş. Bu verilere göre domuz gribinden ölüm oranı yüzde 1.25. Yalnız bu istatiksel verilerin bir açmazı var. Dünya Sağlık Örgütüne bildirilen hastalık sayısı gerçek sayıyı kesinlikle yansıtmamaktadır, şöyle ki, virüsü kapmakla birlikte hastalanmayan, ya da hafif geçiren veya test ugulanmayanları hesaba kattığımızda virüsün bulaştığı insan sayısının verilen rakamın kat kat fazlası olduğu aşikardır. Oysa ölüm oranı için ise tam tersi bir durum söz konusu. Verilen ölüm vakalarında, ölülerde domuz gribi virüsüne rastlansa da, gerçek ölüm nedeninin bu virüs olup olmadığı bir çoğunda kesin olarak bilinememektedir. Dolayısı ile bu sayıda ise bir abartı söz konusudur.
Sağlık Bakanlığı’nın 8 Kasımda yaptığı açıklamasında ülkemizdeki toplam pandemik virüs kaybı 27 olarak verilmektedir. Toplam hasta sayısı ile ilgili çok aktüel bir bilgiye ise ulaşamadık. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın 1 Kasım’da Afyonkarahisar’da yaptığı konuşma güncel duruma yeterince ışık tutuyor. Bakan, laboratuvarlarda tesbit edilen hasta sayısının 1800’ü geçtiğini ancak gerçek sayının bunun kat kat üzerinde olduğunun bilindiğini söylüyor.

Bu veriler ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İster domuz gribi istersek pandemik influenza diyelim, bu virüs mevcut haliyle insanlığı tehdit eden bir virüs değildir. Ağır hastalığa ve ölümlere yol açma oranı mevsimsel influenzadan daha yüksek değildir. Karşılaştırma yapılabilmesi için söyleyelim; sadece Almanya’da her yıl yaklaşık 15 bin kişinin mevsimsel gripten öldüğü tahmin edilmektedir. Dünyamızda sonu kesin ölüm demek olan AIDS hastası 33 milyon insan yaşıyor, insanlık AIDS’e şimdiye kadar 14 milyon kurban verdi. Her on saniyede bir kişi tüberkülozdan ölmektedir. Yine UNICEF verilerine göre yerküremizde günde beş yaş altı 30 bin, evet yanlış okumadınız 30 bin çocuk engellenebilir ya da tedavi edilebilir hastalıklar yüzünden hayatını kaybetmektedir.

Biraz Politika

Virüsün ilk tesbit edildiği ve bir yandan yayılmasına engel olunmaya çalışıldığı bir yandan da verebileceği zararları tahmin edip tedbirlerin alınmaya çalışıldığı bir ortamda ilk ugulamaya sokulan karantina çabası işe yaramadı. Bunun üzerine hemen hemen bütün devletler en akıllıca tedbir olarak, hijyen uygulamalarını en üst seviyeye çıkartmayı ve olabilecek en hızlı bir şekilde kitlesel aşı uygulamasına geçmeyi uygun gördüler. İlaç tekellerinin laboratuvarları harıl harıl yeni aşının geliştirilmesi ile ugraşırken, domuz virüsü de büyük bir hızla tüm dünyaya yayılıyordu. Ancak virüs yayıldıkça, korkulduğu ve tahmin edildiği kadar patojen olmadığı da açığa çıkıyordu. Bu aşamadan sonra sadece ülkemizde değil tüm dünyada yeni bir tartışma başladı; kitlesel aşılama uygulamasına gerek var mı yok mu tartışması. Her iki tarafın da kendince geçerli gerekçeleri var. Aşıyı önerenler, daha çok, aşının verebileceği muhtemel zararların, hastalıkla kıyaslanamayacak kadar az olmasını ileri sürüyorlar. Aşı karşıtları ise, ilkin ortada kitlesel bir aşılamayı haklı kılacak bir tehdit olmadığı, ikinci olarak da aşıların aceleye getirildiği, güvenliği konusunda yeterince veri olmadığı savlarını dile getiriyorlar.
Halkın aşıya karşı güveni Almanya’da ordu mensupları ve bürokratlar için güçlendirici (adjuvan) içermeyen ayrı bir aşının ısmarlandığının açığa çıkması ile iyice sarsıldı. Başbakan Merkel, kendisinin de halk için ısmarlanan aşıdan olacağını açıklayarak tepkileri yatıştırmaya, halkı aşı yaptırmaya ikna etmeye çalıştı. Ülkemizdeki durum ise Sağlık Bakanı ve Başbakan arasındaki tartışma nedeniyle iyice karmaşık hale geldi. Sağlık Bakanlığı ve tıp alanında uzman tüm kuruluşlar halkı aşı olmaya çağırırken, başbaşan Erdoğan, bakanın açıklamasının aksine aşı olmayı düşünmediğini söyledi. Başbakan, halkın neredeyse aşı olmaya zorlandığı bir atmosferin varlığına dikkat çekip, aşılamanın gönüllük temelinde olması gerektiğini dile getirdi. Istanbul Tabip Odası’nın internet sitesinde yapılan bir ankette de tabiplerin üçte ikisinin aşı olmayı düşünmedikleri, yine üçte ikisinin de hastalarına aşı olmayı önermeyecekleri (09.11.09 itibariyle) sonucu vardı.
Tüm bu verilere rağmen siyasal erkin kitlesel aşılama kararındaki ısrarını ve büyük medya kuruluşlarının bu konudaki destekleyici tutumunu görüp de, bu iki kurumun mevcut ortamı toplum üzerindeki güçlerini test ettikleri bir olanak olarak gördükleri fikrine kapılmamak elde değil.

Biraz Ekonomi

İşin bir de ekonomik boyutu var. Aceleye getirilip aşılar ısmarlandı ya, zayii olsun istenmiyor galiba. Madem parasını verdik, bari kullanalım aşıları diye düşünülüyor sanki. Domuz gribi virüsünün ilaç tekellerinin laboratuvarlarında üretilip meydana salındığı tezi ne kadar ciddiye alınabilir bilemiyoruz ancak, yine de bu işten en karlı çıkanlar onlar oldu. AstraZeneca ve GlaxoSmithKline gibi ilaç devleri, aşı üretimi sayesinde milyonlarca dolar ek girdi sağladılar.

Sonuç

Hijyen kurallarına dikkat etmek sadece ‘domuz gribi’ nedeniyle değil genelde halk sağlığı açısından da önemlidir. ‘Biz Türküz, bize bir şey olmaz’ inancının ne çernobil sonrasında ne de AIDS salgınında işe yaramadığını görmüş olmalıyız. Sağlıklı bir ortamda yaşamak, sağlığı koruyucu tedbirlerden yararlanmak ve sağlığı bozulduğunda da her türlü tedavi olanağına sahip olmak her bireyin hakkı olmalıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.