Aziz Nesin halk gerçekliğimizin bir tarihi, onurlu ve bilge bir aydın

0
834

Müslüm Yalçın

Aziz Nesin, yoksul bir ailenin çocuğu olarak 20 Aralık 1915’te Heybeliada’da doğmuştur. Asıl adı Mehmet Nusret Nesin’dir. Daha sonra Aziz Nesin adını almıştır. Nusret’in Arapça anlamının “tanrı yardımı” olduğunu söyler Aziz Nesin. “Bu tam bize uygun bir addır, çünkü başka hiç bir umutları olmadığı için bütün umutlarını Allah’a bağlamışlardır” der.

Nesin’in ailesi yoksul ve muhafazakar bir ailedir, çok dindardır. Babası Abdulaziz Bey çok tutucudur, gericidir. Abdülhamit yanlısı ve Cumhuriyet düşmanıdır.

Anne İkbal Hanım, evlatlık verildiği ailenin bahçıvanı olan Abdulaziz Bey ile 13 yaşında evlenmiş, on beş yaşında Aziz Nesin’i doğurmuştur; 26 yaşında da veremden ölmüştür. O yıllarda sanatoryumlarda beş aydan fazla kalınmadığı için, beş ay dolunca sanatoryumdan çıkarılmış ve çıkarıldıktan hemen sonra da ölmüştür. Ailede dört çocuğun bakımsızlık ve yoksulluktan öldüğünü düşünecek olursak ne kadar çok sıkıntılar yaşamış, çileli bir aile olduğunu anlamakta zorluk çekmeyiz. İkbal Hanım, oğlu yoksul ve sefil bir hayat yaşamasın, okusun diye o olanaksızlıklar içinde dişi ve tırnağıyla geceli gündüzlü çalışmıştır.

Gündüzleri, başörtülerin kenarına renkli nakış iplikleriyle oya dikerken, gece de Amerikan bezlerinden asker çamaşırları dikmiştir. Onlardan elde ettiği parayla hem yaşamlarını sürdürmeye hem de oğlunu okutmaya çalışmıştır. Neredeyse her zaman yalnızdır çünkü eşi Abdulaziz sık sık kaybolmakta, zaman olur ki bir kaç yıl evine uğramamaktadır. Ev annenin üzerinde yürür. Tek gözlü evlerinde yangın çıktığında, annenin kurtaracağı tek şey dikiş makinasıdır. O, evlenirken çeyiz olarak beraberinde getirdiği tek şeydir ve tek sermayesidir. O kadar yoksuldurlar.

Aziz Nesin Birinci Dünya Savaşı’nın en sıcak, en koyu zamanında dünyaya gelmiştir. Çocukken geçirdiği bir kaza, ona bu savaşı bir daha unutturmayacak kadar belleğine kazınmıştır. Yanlışlıkla bir kamyonun altında kalır, şans eseri kurtulur. Babası öfkesinden neredeyse kamyon şöförünü öldürmek ister fakat hiç bir şey yapamaz, dava bile edemez. Polisler dava edemeyeceğini söylerler ona, çünkü kamyon İngiliz işgal ordusunun kamyonudur, şöför de bir Yunanlıdır. Daha sonraları bu durumu, “Bunları sonra düşündükçe anlıyorum ki, İstanbul yabancı çizmesi altındaymış” diye yorumlar Aziz Nesin.

Hafızlıktan Subaylığa Eğitim ve Gelişim Süreci

Aziz Nesin’in çocukluğu yoksulluk içinde geçer. Ailesi çok yoksuldur ve evleri yoksulluktan tamtakırdır. Ama evlerinde, aile arasında güçlü bir bağ vardır, özellikle annesi ve babası Aziz Nesin’i gözleri gibi sakınırlar. O, onca yoksulluğun, onca garipliğin içinde onların tek ışığıdır. Cömertçe bir sevgi gösterirler ona. Ailenin onu yetiştirmesinde dürüstlük, doğruluk temel ilke olmuştur. Gerici, din eğitimleri verilirken, bir sofu gibi yetiştirilirken bile doğruluktan vazgeçmezler. Aile kendi hallerinde, daima helal ekmekleriyle geçinmek ister. Aziz Nesin, o dobra dobra haliyle babası için, “Gerici, çok yobaz, mendebur adamın biri” derken bile onun doğruluğunu, dürüstlüğünü çok sever, bazı kitaplarını babasının ismiyle yazar. Baba Abdulaziz Bey, Abdülhamit yanlısıdır ve Cumhuriyet’e karşıdır. Aziz Nesin yine babasıyla ilgili düşüncelerini dile getirirken aralarında en az 300 yıllık bir fark olduğunu belirtir.

Eğitiminde baba belirleyici olmuştur. Aziz Nesin Kuran okutulan mahalle mekteplerine gider ve daha sekiz yaşındayken hafız olur, oysa anne İkmal Hanım onun modern devlet okullarında okumasını, oğlunun sofu gibi yetişmemesini istemiştir. Aile dostları Ali Galip, Aziz Nesin’in eğitiminde etkili olur. Ali Galip Fransızca, Farsça, Arapça dillerinin yanında yüksek matematik bilen, şiirler yazan, besteler yapan, zamanına göre devrimci, ilerici bir kişidir. Şeyhleri, hocaları pek sevmez, onlardan uzak durur. Bağnazlığa, yobazlığa, sofuluğa karşı olan, dürüst bir insandır. Aziz Nesin, “Beni Ali Galp amca okuttu” der.

Baba Abdulaziz Bey oğlunu çok sevmektedir ve ona sevgisini göstermekten hiç çekinmez, onu bağrına basar. “Oğulcuğum” diye sever onu. Aziz Nesin babasının da annesini de çok iyi anlamaktadır. Babasına yazdığı bir şiir onun bütün duygularını ifade etmektedir:

Dünyaların en iyi babası benim babamdır./ Düşmandır düşüncelerimiz,/ Dosttur ellerimiz./ Dünyada tek elini öptüğüm,/ Babamdır./ Kırkını geçtin, adam olmadın der,/ Başım önümde/ dinlerim,/ Önünde tek baş eğdiğim babamdır./ Sabahlara dek Kur’an okur/ Anamın ruhuna,/ İnanır ona kavuşacağına./ Bana gâvur der/ Diş bilemeden/ Dünyada tek bağışladığı ben,/ Tek bağışladığım odur./ Başım derde girdikçe bakar çocuklarıma,/ Bi türlü ölemiyorum der senin yüzünden,/ Çocuklar ortada kalacak,/ Ölemez kahrımdan benim,/ Yaşamak zorunda benim yüzümden./ Gözlerindeki ateş bakışlarında söner,/ Tuttuğun altın olsun der./ Çocukluğumu tek anlayan odur,/ Dünyaların en iyi babası benim babamdır…

Babası o kadar çok ortadan kaybolur ki, Aziz Nesin’in babasız çocukların gittiği Darüşşafaka’ya yazılmasında bir sakınca görmezler.

Nesin’in anıları içinde annesi de özel bir yer tutar. Annesini pek az görmüş, pek az onunla birlikte olabilmiştir. Annesinden ve çocukluğundan çok erken ayrılmıştır; anne sevgisini, duygusunu, çocukluğunu neredeyse hiç yaşayamamıştır. Bu Aziz Nesin’in bütün yaşamı boyunca aklından çıkaramayacağı kadar yüreğine işler.

“Ben bütün kadınlardan annemi aradım” der. Çünkü onun için ölebilecek kadar onu çok seven annesiyle çok az yaşayabilmiştir. Annesi o gencecik yaşta, oğlunu okutabilmek için geceli gündüzlü çalışmıştır. Ve buna sağlığı dayanamamıştır. Aziz Nesin hem annesini çok seven bir oğul duygusuyla, hem de bir aydın sorumluluğuyla düşündüğünde annesine çok üzülür. Annesinin on sekiz yaşında gencecik bir kadınken gaz lambasının ışığında dikiş makinesinin başında ve gündüzleri de renk renk ipliklerle başörtülerin kenarlarına oya işlemesini, kimi zaman buna gözyaşlarının karıştığını unutamaz. Gece boyu çalışırken dikiş makinesinin çıkarttığı takırtılar onun zihnine kazınmıştır. Gece sabahlara kadar öksürerek makinenin başından çalışır.

“Renk renk o oyalar 18’inde annemin gözünün yaşıdır. Elinden çıkan bir tek oya için bütün kitaplarımı veririm” der. “Böyle gelip böyle gitmez” başlıklı şiir onun annesine ilişkin duygularını ve üzüntülerini çıplak biçimiyle gösterir:

“Böyle Gelmiş Böyle Gitmez/ Bütün anneler, annelerin en güzeli, /Sen, en güzellerin güzeli./ Onüçünde evlendin,/ Onbeşinde beni doğurdun,/ Yirmialtı yaşındaydın,/ Yaşamadan öldün./ Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum./ Bir resmin bile yok bende,/ Fotoğraf çektirmek günahtı./ Ne sinema seyrettin, ne tiyatro./ Elektrik, havagazı, su, soba,/ Ve karyola bile yoktu evinde/ Denize giremedin,/ Okuma yazma bilmedin./ Güzel gözlerin, kara peçenin arkasından baktı dünyaya./ Yirmialtı yaşındayken/ Yaşamadan öldün…/ Anneler artık yaşamadan ölmeyecek…/Böyle gelmiş/ Ama böyle gitmeyecek!

Aziz Nesin, ortaokulu Çengelköy Askerî Ortaokulu’nda tamamlar. İki yıl Darüşşafaka Lisesi’nde okuduktan sonra, 1935’te Kuleli Askerî Lisesi’nden, 1937’de Harp Okulu’ndan İstihkâm Asteğmen rütbesiyle mezun olur. Aziz Nesin, Kara Harp Okulu’nu bitirmesinin ardından Asteğmen rütbesiyle orduya katılır. Daha sonra Üsteğmen olur. Üsteğmen rütbesindeyken “görev ve yetkisini kötüye kullandığı” suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırılır. Hiç şüphesiz Aziz Nesin’in doğruluk, dürüstlük ilkesinin bunda rolü büyük olmuştur.

Aziz Nesin doğruluğu bir tanrı kelamı gibi görmüş, benimsemiştir. Belki de dinin ona kattığı tek şey budur. O, yalansız dolansız inanmıştır. İnandığı bütün her şeye yine yalansız dolansız inanır ve bütün yüreğiyle bağlanır ama ondan vazgeçişini gerektirecek yanlışını, kötülüğünü, çirkinliğini gördüğünde de hiç tereddüt etmeden ondan vazgeçer.

Devleti, önce tanrının bir eli, kolu gibi düşünmüştür; çünkü daha çocuk yıllarından başlayarak devlete ait yatılı okullarda okumuş; devletin ekmeğini yemiş, onun suyunu içmiş, onun parasını kullanmıştır. Bütün yoksullara, kimsesizlere de öyle cömert, yardımsever olduğunu, onları sahiplendiğini düşünür. Devlet, o yıllarda halkı koruyan, kollayan, elinden tutan tanrı gibidir. Fakat ilerleyen yıllarda bu düşünce tersine dönüvermiştir.

“Lise yıllarından sonra devlete ilişkin düşüncelerim değişti” der Aziz Nesin. Çünkü o yıllarda hemen her şeyi görür ve anlar. Çok güçlü bir gözlem yeteneği vardır ve hiçbir şeye üstün körü inanmaz. Bu onun aldığı eğitimle, aile eğitimiyle ve gözlemleme yeteneğiyle ilgilidir. Ailede doğruluğa çok önem verilir. Aziz Nesin, bir din adamının Kuran’ı Kerime verdiği önem kadar doğrulara önem verir fakat onun en büyük özelliği, yalnızca lafta kalmasını kabul etmez, doğruluğu sözün ve eylemin birbirini tamamlaması olarak görür. Aziz Nesin lise yıllarından sonra devleti bütün iç yüzüyle tanır. Çok iyi bir gözlemcidir, halkı çok iyi tanımaktadır. Bütün kitaplarında bunu bize gösterir. Halkı, halkın dilini, alışkanlıklarını, garipliklerini onun kadar iyi tanıyan, iyi anlayan pek az bir yazar vardır belki de. Kendi dalında uzmanlaşan bir doktor, bir rassam, bir sporcu gibidir; üzerinde çalıştığı her şeyi bütün ruhuyla anlamak ister. Bunun içindir ki halkı onun kadar da güzel anlayan, anlatan; onun dilini, ruhunu, saflığını, uyanıklığını, dürüstlüğünü, hilekarlığını, kaypaklığını, ikiyüzlülüğünü, bönlüğünü anlayan pek az insan vardır. Aziz Nesin bu özelliklere güler, öfkelenir, alaya alır kitaplarında ve çalışmalarında. Anlatırken çoğunlukla mizah yolunu seçer.

Aziz Nesin ve Ülke Gerçekleri

Hayatımıza damgasını vuran her değerli aydında, her değerli emek ve adalet savaşçısında olduğu gibi Aziz Nesin’in de uzun bir yazım, uzun bir mücadele, uzun bir hayat serüveni vardır. Aslında onun içinde yaşadığı hayat, içinden geçtiği süreç aynı zaman ülkemizin gerçek yüzünü gösterir. Aziz Nesin ülkemizin önemli bir gerçeğidir.

1945’te ordudan ayrıldıktan sonra kimi gazete ve dergilerde çalışır, editörlük yapar, yazı yazar. Ancak ilk yıllarda çok sıkıntılar çekmiştir. Gazetelerde iş bulamadığı çok olmuştur. Bu zamanlarda bakkal işletmiştir; satıcılık, muhasebecilik, fotoğrafçılık yapmıştır ve gazete satmıştır.

Aziz Nesin’in kitaplarının neredeyse hepsi mizah ağırlıklıdır, yazarken mizah yolunu seçer, çünkü bu tarz onu yığınlarla daha kolay buluşturur. Ona daha rahat anlatma imkanı sunar mizah. Aziz Nesin kadar Türkiye toplumunu, halkını iyi tanıyan; halkın dilinden anlayan, halkın dilinden konuşan bir yazar, aydın belki de yoktur. Yaşamı boyunca ezen, egemen sınıflarla, onların kurdukları düzenle ezilen halkın çelişkilerini konu almıştır. Ezilen, ezik, yenik insanların hallerini anlatır. Bu acı vericidir gerçekten. Aziz Nesin bunu çok iyi görür ve onların kurnazlıklarını, saflıklarını çok iyi bilir. Siyasetinden, parlementosundan okullarına; okullardan iş yerlerine, mahallelere uzanan bu ilişkileri, çelişkileri yorulmaksızın bize mizah yoluyla anlatır. Adeta konuların sinir uçlarını, en hassas yerlerini bulur ve oralara dokunur. Öfkelendiği, acı duyduğu şeyleri bile mizah yoluyla anlatmaya çalışır. Aslında anlatımı çoğu kez komediden çok politiktir ama mizah bir yol, yöntemdir. Eğitimsiz, bilinçsiz insanların çok kurnaz, fırsatçı, uyanık insanlarla ilişkilerini, çelişkilerini ve uzlaşmalarını bu tarzla anlatmak belki de onu da yatıştırmakta, öfkesini mizaha dönüştürmektedir. “Amacımız sadece güldürmek değil, düşündürmek, uyartmak” der Aziz Nesin Markopaşa’da yazarken.

Aziz Nesin kendini bir sınıfa, emekçiler sınıfına dahil görür ve bunu açıklamaktan da tereddüt etmez. Ezen sınıflara, halkı ezenlere karşı bitip tükenmez bir öfkesi vardır ama bu kaba saba, küfürlerle dışa vuran bir öfke değildir. Bilinçli, alayla dışarı vurulan, aşağılayan, küçümseyen bir öfkedir.

1946 yılında, yazarlığını Aziz Nesin’in, Sabahattin Ali’nin, Rıfat Ilgaz’ın ve çizerliğini Mustafa (Mim) Uykusuz’un yaptığı, Markopaşa adında siyasal bir mizah dergisi çıkar. Ve dergi kısa zamanda ülkede büyük yankılar uyandırır. Dergi, o dönemin en keskin, en sert muhalif dergisi olur. Bunun için de tek partili dönemin iktidar partisi CHP’nin kısa sürede bütün tepkisini üzerine çeker.

Dergi, emekçilerin bütün sorunlarına, sınıfsal-siyasal sorunlarına mizah diliyle eğilmekte ve çok başarılı bir ifade ve anlatım tarzı olduğu için, gerçekleri çok güzel dile getirdiği için kolayca okuyucu bulmaktadır.

Aziz Nesin mizah konusunda başarılı bir çalışma yürütmek, çok kabul gören bir dergi çıkarabilmek için bunun da uygun koşullarının olmasından söz eder. Ve bir de bunu güzel, yerli yerinde anlatacak başarılı kişilerin olması gerekir. Nesin, halk arasında çok çok sevilir, işte bunun için sevilir. Aziz Nesin onların göremediklerini ya da görüp de ifade edemediklerini çok güzel anlatmakta, ifade etmektedir.

Nesin’in yazdıkları, anlattıkları uydurma değildir, hepsi de gerçek şeylerdir. Tonlarca mizah içerikli yazılar, kitaplar yazmak için, Türkiye toplumu, Türkiye’deki ilişki ve çelişkiler biçilmiş kaftandır. İnsanların kahkahalarla güleceği; kimi zaman üzüleceği dramatik şeylerle; kızacağı, öfke duyacağı adaletsizliklerle; yüzsüzlüklerle, pişkinliklerle, üçkağıt işleriyle doludur. Böyle durumları gördükçe “Aziz Nesin’lik” bir durum deriz. Ama hal git gide dramatik bir hal almaktadır. Üç kağıtçılar, uyanıklar, paragözler, dalavereciler işi çok ileriye götürmüştür; halkın canı fena halde yanmaktadır.

2 Aralık 1946’da, ikinci sayısında, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 20 Ekim 1940 tarihinde ilan edilen Sıkıyönetimin uzatılmasına karşı Marko Paşa’da açık isimler verilerek bir eleştiri yazısı çıkar. İki gün sonra da Markopaşa Meclis Toplantısı’nın gündemi haline gelir. CHP’li Gaziantep Milletvekili Cemil Sait Barlas (gazeteci Mehmet Barlas’ın babası), Meclis konuşmasında, Marko Paşa’yı kastederek, “Bunların kökü dışarıdadır” der ve dergiyi hedef gösterir.

“Kökü dışarıda” sözü ilk kez o zaman kullanılarak devletin siyasi literatürüne girer ve çok alışık olduğumuz, bildiğimiz gibi egemenler ne zaman kendilerine koruyucu bir zırh ararlarsa, ne zaman kendilerini kamufle edeceklerse, üzerilerine bir örtü ararlarsa “dış güçler” ya da “kökleri dışarıda” deyiverirler ağızlarını doldura doldura, dişlerini sıka sıka.

Bunun üzerine Aziz Nesin ve Sabahattin Ali, Markopaşa’nın 4’ncü sayısının ilk sayfasında Cemil Sait Barlas’a birer mektup yazar ve iddiaları yanıtlarlar. İkisi de özenle, emekler vererek çıkardıkları derginin köklerini dışarıya bağlayan, onları dışarının ajanlarıymış gibi gösteren bu provokatif yaklaşıma çok kızmışlardır ve Cemil Sait Barlas’ın ağzının payını vermeye girişmişlerdir. Özellikle Aziz Nesin’in yazdığı yazı çok usturupludur. Aynı zamanda Nesin’in sözünü esirgemeyen üslubu ile Marko Paşa’nın muhalefet çizgisinin kararlılığı da az çok gösterilmektedir.

“Milletvekili Cemil Barlasa pulsuz mektup

Sayın demeye dilim varmıyor sana. Yabancı ideoloji diye bir garibe icat eylediniz. Bütün dünya size pabuçları ile güldü. Bugün sayenizde maskaraya dönen demokrasiyi, acaba bey pederiniz mi icat etmişti?

Yabancı sermayeye, kapıları ardına kadar açarak kul köle oldunuz. Fikre ve ilme gümrük duvarları çektiniz. Bu marifetiniz yetişmiyormuş gibi, şimdi de bir kök tutturmuşsunuz: kökü dışarda, kökü içerde, kökü havada ve sizin kökü suda. Çok muzip adamsın vesselam. Nereden de bulursun bu acaiplikleri?

Şu kalemi tutan ellerim dünya yüzeyinde hiç bir şey yapamamış bile olsa, seçimde sana rey pusulası atmadığı için, en mukaddes vazifesini yapmış sayılır.

Neden bizim kökümüz dışarda? Biz hürriyetin yüzüne çul mu örttük? Biz cebimizde firar pasaportları ve sahte nüfus kağıtları mı taşıyoruz? Cüzdanlarımızda yabancı bankaların hesap defterleri mi var?

Ellerim mesuttur, Cemil Barlas sana rey vermediler.

Neden bizim kökümüz dışarda? Tapuları karılarımızın üzerine yapılmış apartmanlarımız mı var? Biz bu millete uşaklarımızla, bendeganımızla, dalkavuklarımızla, metreslerimizle mi bağlıyız? Biz bu vatana apartmanlarımızın oturduğu toprak parçası ile mi bağlıyız?

Ellerim bahtiyar Cemil Barlas sana rey vermediler.

Biz misalini dahi gördüğümüz ve her gün kulağımıza bir haberi uçurulan dayak, yağma, talan, ölüm, zindan ve sürgün pahasına da olsa milletin menfaatine olan hakikatleri söyleyeceğiz. Bunun için mi kökümüz dışarda?

Ellerim huzur içinde Cemil Barlas, sana rey vermediler.

Sizden her zaman daha kolay elde edebileceğimiz refahı teptiğimiz için, lütfedilen sandalyeleri kafalarında parçalayacağımız, tavsiye edilen menfaat ve rütbeleri suratlarına fırlatacağımız için mi kökümüz dışarda?

Teşrii masuniyetin arkasına gizlenip, size taş atmadığımız halde üzerimize sıçratmak istediğiniz iftiralarınız beyhudedir. Millet verdiğiniz afyonlara da muafiyet kesbetti, yutmuyor artık.

Bizim ne teşrii, hatta sayenizde ne de gayri teşrii masuniyetimiz var.

Bütün gayretlerinize rağmen millet, kökü kurtlu olanları da, çürük olanları da, köksüz olanları da biliyor.

Ellerim rahattır Cemil Barlas, sana oy vermediler.

Bir şeycikler demem vatan, millet, namus gibi mukaddes kelimelerin, manalarıyla değil, yalnız lafızlarıyla milleti en hassa yerinden avlamak arzusu ile keselerini ve menfaatlerini köle yapmak isteyen ve bize kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu!

Ellerim bahtiyar

Ellerim ve sen Cemil Barlas!”

Bu mektuptan sonra Aziz Nesin ve Sabahattin Ali gözaltına alınır ve yirmi gün boyunca işkence görürler. İşkenceye doğrudan İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Demir katılır. İkisi de tutuklanır. Sorgusu esnasında İstanbul Eminiyet Müdürü Hasan Demir, Aziz Nesin’e 6 gün boyunca onun imzasıyla çıkan yazıların gerçekte kime ait olduğunu sorar. O yazıların ona ait olmadığını düşünürler. Aziz Nesin, iki yıl sonra ise bunun tam tersi bir durumla karşılaşır. Ona ait olmayan yazıların onun olduğunu iddia ederler, hatta bu konuda, bilir kişinin raporuyla, Aziz Nesin 16 ay hapis cezası çekmiştir.

Markopaşa’nın başyazarı olan Sabahattin Ali cezaevinden çıktıktan bir süre sonra yurtdışına çıkmaya çalışırken öldürülür. Katili olarak Ali Ertekin isminde bir kişi sorumlu olarak yakalanıp hapsedilse de, kuşkusuz onu öldüren tek partili dönemin CHP iktidarıdır.

Aziz Nesin, Markopaşa’nın çıkarılması konusunda çok büyük emekler vermiştir, kararlı bir tutum göstermiştir. Tek partili dönemde bir muhalif dergi çıkarabilmek, bütün baskıları göğüsleyebilmek kişide çok özel direnç, dirayet, bilinç gerektirir, bu da kuşkusuz Aziz Nesin’de vardır.

Markapaşa’nın ilk yayınından başlayarak 22 sayısı toplatılmıştır ve dergi yasaklanmıştır. Dergi daha sonra sırasıyla Merhum Paşa, Malum Paşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Öküz Paşa, Bizimpaşa, Ali Baba, Medet gibi adlarla yeniden çıkmıştır. Resmi rakamlara göre gazete hakkında 16 dava açılır, yazar ile karikatürcülerine 8 yıl 2,5 ay hapis cezası verilmiştir.

İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir gibi bir çok ilde devlet destekli “Markopaşa’yı Telin” mitingleri yaptırılmış; bayiilerdeki gazetelere ırkçı öğrencilerce, lümpenlerce el konularak parçalattırılmıştır. Yazarları, çizerleri işkence görmüş, hapsedilmiş, sürgüne gönderilmiştir. Sabahattin Ali’nin ölümünü de onun direngen çalışmasından, mücadelesinden, tutarlı muhalif duruşundan ayrı ele alamayız.

Aziz Nesin Bu Toplumun Yüz Akıdır

Aziz Nesin, kendine has bir mizah tarzını, dilini yaşam alanına sokmuştur. Politik mizah deyince ilk aklımıza gelen Aziz Nesin’dir. Yaşamı boyunca sürdürdüğü çalışmaları ve mücadelesiyle mizah yaşamımıza dünyalarca şey sokmuştur. Fakat Aziz Nesin’in kararlı tutumu, pek az aydında rastlanan inatçılığı o politik mizahçı yanında başka bir yanını da vurgulamadan, belirtmeden geçememek gerek. Baskılara karşı aydınların harekete geçirilmesinde, ortak tutumlarda onun büyük payı olmuştur.

Gazeteci Zeynep Oral’la Milliyet Sanat Dergisi için yaptığı röportajda, Aziz Nesin mizaha bakışını ortaya kor. Onun mizahı, kitapları basit gülmecelerden ibaret değildir, politik gerçeklerin, ülke gerçeklerinin bir anlatım yoludur.

«…Mizah deyince halk yararına işlevi olan görevci mizahı anladığımı baştan söylemeliyim… Beni mizah yazarlığına iten etken, o günkü ortamın koşullarıydı. Kısaca şunu söyleyeyim; genellikle yoksunluk ve yoksulluk yaşamından gelen bir kızgınlık, öfke, bir hınç alma biçimidir mizah… Her zorluk, her acı çeken ille de mizahçı olmaz elbet, ama bu ağır koşullar kişinin mizahçı yeteneğini geliştirir… Mizahçının yetişmesi için gerekli bireysel koşuldan da anlaşılacağı üzere, mizah, bir yıkıcılıktır. Mizahçı kırgınlıklarını, nefretini, kinini, öfkesini, hıncını, bilinçli bir biçimde gerçekten yıkılması gereken hedefe yöneltebilir ve mizah silahını halk yararına kullanabilirse, bir olumlu yıkıcı olur… Sınıfsal bilinci olan her yazar, ister istemez güdümlü olduğunu, kendi kendini güdümlediğini bilir. Sınıfsal bilince sahip bir yazarı, bir sanatçıyı güdümlü kılmak hiçbir politikacının hiçbir yönetmenin haddi değildir… Sanatın işlevi?… Bu konuda başkalarınınkine uymayan düşünceler içindeyim… Sanatçının kendini, kendi sınıfıyla özdeşleştirmesi koşuluyla, sanatın işlevi, sanatçının kendini dışlaması, varlaması, ortaya koyması demektir. Sınıfıyla özdeşleşmiş olduğundan, kendini anlatırken sınıfını anlatmış olur.»

Aziz Nesin’i anlatırken ister istemez onun hakkında açılan davalara da değinmek gerek… İkinci kitabı olan Azizname’yi 1948’de çıkardıktan sonra da taşlamalardan oluşan bu kitap için İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılır. Dava 4 ay tutuklu olarak kalmasına sebep olur ancak mahkûmiyet almaz. Bir yıl sonra yani 1949 yılında Birleşik Krallık Prensesi II. Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır Kralı I. Faruk, birlikte Ankara’daki elçilikleri aracılığıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na resmen başvurarak, bir yazısında kendilerini aşağıladığı iddiasıyla aleyhine dava açınca 6 ay hapse mahkûm edilir.

Aziz Nesin’in sinemaya aktarılan, oyunlaştırılan pek çok yapıtı vardır, bunlardan biri de Zübük’tür. Hiçbir ilke ve prensibi olmayan, amacına ulaşmak için bütün kirli yöntemleri denemekten tereddüt etmeyen bir kişiyi canlandırsa da aslında Zübük toplumumuzda sıkça karşılaşılan bir kişiliktir. Amacına ulaşmak için her türlü hileyi kullanır; her türlü yola-yönteme başvurur. Kazanmak için her yolu, yöntemi mübah sayar. İki yüzlü, sahtekar bir bürokrattır; kendi çıkarları için her türlü ahlaksızlığı yapacak, hiçbir ilkesi, değeri olmayan bir yöneticidir; bir partinin tutulan, beğenilen, önde gelen savunucusu iken, çarçabuk değişen; daha iyi bir konuma, geleceğe sahip olmak, yüksek çıkarlara sahip olmak için diğer partiye geçip oradan daha önce konuştuklarının, yaptıklarının tersini yapabilen kişidir.

Aziz Nesin’in, Zübük’e ilişkin anlatımı, Zübük adlı kitabındaki kısa bir cümleyle her şeyi çok güzel ifade etmekte, “Zübüklük” kavramını yerli yerine oturtmaktadır:

“Şimdi çok iyi anladım ki Zübük bir tane değil. Biz hepimiz birer Zübüğüz. Bizim hepimizin içinde bir Zübüklük olmasa, bizler de birer Zübük olmasak aramızda böyle Zübükler büyüyemez. Hepimizde birer parça olan Zübüklük birleşiyor böyle Zübükleri yaratıyor. Biz Zübükler nerede varsak onlar da orada var.”

Haksızlıklara göz yuman, adalet, hak, hukuk mücadelesi olmayan insanlardır Zübükler. Rüşvete göz yuman, başkalarına yapılan haksızlıklara göz yuman insandır Zübük. Bir torba makarnaya, bir çuval kömüre, bir paket çaya razı olup da halkına, ülkesine yapılan haksızlıkları görmeyen, bunlara göz yuman insandır Zübük. Korkusundan, kaygısından her türlü illete, zillete razı olmaktır Zübüklük.

Zübük bir karakterdir, daha doğrusu bir karektersizlik örneğidir. Hiç zorluk çekmeden, ilkeye prensibe gerek duymadan, güçlüden yana, çıkarlarından yana eğilen bükülen kişiliktir. Aziz Nesin Zübük’ü anlatırken 1950’li ve 70’li yıllarda görev yapmış iki karekteri örnek verir. Biri ortaokul mezunu sıradan bir vatandaşken uyanıklığı sayesinde Kızılay ve Türk Hava Kurumu Başkanlığı, Belediye Başkanlığı yapmış sonra da Meclis’te milletvekili olmuş Adalet Parti’li Abdurrahnman Doğruyol’dur. Diğeri ise, aynı Suşehri İlçesi doğumlu, önce Halk Partisi’nin önde gelen bir yöneticisi iken, ertesi yıl Adalet Partisi’ne geçerek “gözü kara” bir Adalet Partisi savunucusu olan Vahit Bozatlı’dır. Ama şimdilerde bunun binlerce örneği vardır. Binlerce halkını, vatandaşlarını, dostlarını, ülkesini satan Zübük vardır. Daha dün, 2023 seçimlerinde CHP’nin Konya Milletvekili iken seçimlerde Kılıçdaroğlu’na oy vermediğini; birinci turda Sinan Oğan’a oy kullandığını, ikinci turda ise oyunu boşa kullandığını söyleyen uzun süre gülmecelere, alaylara konu olan, sonra da sözlerini değiştiren eski Konya Milletvekili Abdüllatif Şener de onlardan az Zübük değildir.

Peki halk için de Zübükler yok mudur? Bunlar en zavallı, beş parasız, gariban Zübüklerdir. AKP ve Tayyip Erdoğan’ı savunmak için kendini paralayan; bir koltuk, bir kariyeri olmadığı için kendini aşırı paralayan, kılıktan kılığa giren, kendisi beş parasızken, yokluktan-yoksulluktan hırsızlık, dolandırıcılık durumuna düşerken kendini bu hale getirenleri savunan; her türlü oyunlara, kirli işlere giren, kendi kendini yırtan Zübüklerdir.

Aziz Nesin’in roman, öykü, anı, şiir gibi yüzlerce eseri vardır. Belki onun kadar, onun kitapları kadar düzenin işleyişiyle, karekterleriyle gırgır geçen, alaya alan, düzenin iki yüzlülüklerini ortaya koyan bir aydın, bir yazar daha yoktur. Ve uluslararası yarışmalarda onun kadar çok ödül alan yazar da azdır.

Dostlar ve Düşmanlar…

Hayatı, öğrenmekle, öğretmekle, yazmakla, insan haklarını, özgürlükleri savunmakla geçiren Aziz Nesin, “Dostlarımdan daha çok düşmanlarım var” der. “Düşmanlarım var” derken, onu sevmeyen, ona karşı onu katletmeyi isteyecek kadar düşmanlıklar besleyen kişileri kasteder. Bu, doğru yaşamayı kendine ilke edinmiş bir insan için yöneticilerin suç batağına batmış olduğu ülkede olması gereken bir durum belki de, daha başka olur muydu? Suçlarla, suçlularla barışık olmak namuslu, onurlu insanların başına gelebilecek en büyük felakettir.

O, kimseyi sömürmemiş, kimsenin malına, parasına, canına göz dikmemiş; haram yememiş. Hayatı boyunca dürüst kalmış, hayatı pahasına doğruları söylemekten geri kalmamış, sapına kadar namuslu, onurlu bir aydındır. Soyguna, zulme, yağmaya karşı çıkmıştır; dinin istismar edilmesine, din bezirganlığı yapılarak halkın aldatılmasına, uyutulmasına karşı çıkmıştır; halkın sömürülmesine, ezilmesine, yoksullaştırılmasına karşı mücadele vermiştir. Bu uğurda yüzlerce eser vermiştir, kitap yazmış, aktiviteler yapmış, aktivitelere katılmıştır. Ömrü haksızlıklarla, adaletsizliklerle mücadelede; toplumun, halkın aydınlanmasında geçmiş; gericiliğe, bağnazlığa, yobazlığa karşı mücadele etmiş birini kim sevmez?

Sahi Kim, Neden Sevmez Aziz Nesin’i?

Aziz Nesin soygun, sömürü düzeninin çanağına çomak sokmuş onurlu aydın biridir; bundandır ki bir soygun, sömürü düzeninin elemanları onu sevmez. Onlar da halkın küçük bir azınlığıdır; milyonların içinde bir avuç kadardırlar. Öyleyse bu çoğunluk kimdir?

Bu düzenin beynini yıkadığı, yalanlarla, iki yüzlülüklerle, baskı ve korkuyla teslim alınan, uyutulan gerici yobaz kitledir ve bunlar ülkemizde bir hayli kalabalıktır. İktidar her zaman gücünu kurmak, hakimiyetini sürdürmek, otoritesini kurmak için toplumun din ve mezhep ayrılığından farklılığından yaralanmış, bunlar üzerinden düşmanlıklar yaratmıştır; din ve mezhep ayrılığını, ırkçılığı kullanmıştır. Kendine taban yapmak için hedef aldığı bu kitle; eğitim seviyesi düşük, sanatsal kültürel aktiviteleri çok sınırlı , baskı ve sömürü düzeninin kaynaklarından beslenen; onların televizyon kanallarından başka kanal izlemeyen; onların gazetelerinden başka gazete okumayan, radyo vs. dinlemeyen, dedesinin dedesinden beri muhafazakar kalmış kitledir. Kolay aldatılacak, sürü gibi yalanlarla, düzenbazlıklarla ve kimi zaman sopayla idare edilecek; okumayan, öğrenmeyen, araştırmayan, başkalarının sözüyle hareket eden kitledir.

Gerici yoz, yobaz yığınlara göre Aziz Nesin dinsiz biridir. Oysa onu dinsizlikle suçlayan o kalabalık, dinle ilgili ezberletilmiş duaların dışında neredeyse hiç bir şey bilmemektedir. Üstelik yaşamları, güçlünün, ezenlerin, zülmedenlerin, çalanların yanında olmaları itibarıyla bir suç bataklığında sürmektedir. Oysa Aziz Nesin onların toplamının bidiğinden daha çok şey bilmektedir. O, onların yaşadıklarının yüz katını yaşamış, görmüş, eğitimini almış, o süreçten düşe kalka çıkmış; doğruluğu öyle bir tanrı kelamı gibi öğrenmiş, bundan da hiç bir zaman vazgeçmemiştir. Ve onların kendi deyimiyle, şeytanlara onlar taparken; haram yiyenlere onlar taparken, Aziz Nesin onların taptıkları şeytanlarla, haram yiyenlerle mücadele etmiştir.

Onların gözü kapalı koştukları o yoldan o gidip gelmiştir. Onların puta tapar gibi taptıkları şeyin eğitimini, tahsilini yapmıştır o ve öylece reddetmiştir.

Aziz Nesin sömürüye, soyguna karşıdır; sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız, herkesin eşit haklara sahip olduğu adilce yaşayabildikleri bir toplumu savunmaktadır. Aziz Nesin sosyalist kimliğiyle düşünüldüğünde toplumcu yanı ağır basmakta ancak ihtilalci yanı zayıf kalmaktadır. Yani Aziz Nesin sömürüye, baskıya zulme karşı çıkar; bunun nedenlerini bilir-görür, fakat bunu değiştirmek için başkaca araçların, çabaların, çalışmaların üzerine düşünmez; o bir sosyalist aydın kimliğiyle hareket eder, bir ihtilalci olarak hareket etmez. O, devleti doğrudan karşısına alarak ona karşı bir savaş yürütmez, daha çok halk diliyle soygunu, sömürüyü, toplumsal-siyasal çelişkileri mizah yoluyla anlatmaya girişir. Aziz Nesin, Sabahattin Ali gibi aydınlar toplumumuzun aydınlatılmasında tartışmasız bir yere sahiptirler, halkın dilleri, yürekleri, acıyan-isyan eden yerleridir. Toplumun yüz aklarıdırlar.

Herkes Kendisini Kendi Var Eder

Aziz Nesin der ki, “Ben Türkiye evveliyatında yok sayılan bir yazarım. Devlet beni yok sayar, eleştirmenler beni yok sayar, yirmibeş yıl boyunca kitaplarıma ilişkin bir eleştiri yapılmamıştır.” Onun yaşam hanesine baktığımızda hiç de durum öyle değildir. O kendini var etmiş, inkar edilemez bir yere ulaşmıştır; geriye dönüp yaşamına bir göz atacak olsak başarılarla dolu olduğunu görürüz.

Yaşamı boyu altmış beş kitabı yayınlanmıştır; bu kitapların toplam tirajı iki milyondur. Kitapları 23 yabancı dile çevrilmiştir. Yabancı dile çevrilen kitapların tirajı da 1 milyon civarındadır.

Hayatı, mücadelesi başarılarla doludur. On beş oyun yazmıştır. Almanya’da, Azerbeycan’da, Bulgaristan’da, Romanya’da, Yugoslavya’da oyunları sahneye koyulmuştur. Paris, Varşova, Budapeşte radyolarında oynanmıştır.

Asya Afrika Yazarlar Birliği’nin Yürütme Kurulu Üyesi olarak Bakü, Kahire, Manila, Bağdat toplantılarına katılmıştır.

1965 yılında Berlin’deki Asya Antifaşist Yazarlar Toplantısı’na katılmıştır.

Türkiye’den üç, uluslararası düzeyde de 5 ödülü vardır.

1956-1957 yılında İtalya’da düzenlenen uluslararası gülmece yarışmasında iki sefer Altın Palmiye ödülü almıştır.

1966 yılında Bulgaristan’da düzenlenen uluslararası gülmece yarışmasında “Vatani Vazife” adlı öyküsüyle Altın Kirpi Ödülü’nü kazanır.

1969’da Moskova’da yapılan uluslararası gülmece yarışmasında “İnsanlar Uyanıyor” adlı öyküsüyle Krokodil Birincilik Ödülünü, 1970’te de Türk Dil Kurumu’nun oyun ödülünü “Çiçu” adlı oyunuyla kazanır.

Roman, hikaye, oyun, şiir, tiyatro yüzlerce eseri vardır. Yazarken, adının sakıncalı olması nedeniyle iki yüzden fazla değişik isimler kullanmıştır. Kitapları en çok yabancı dile çevrilen dört yazardan biridir.

Eşi Meral Çelen’in de çabası ve katkısıyla 1972’de Nesin Vakfı’nı kurar. Vakıfta, her yıl belirli sayıda alınan kimsesiz ve yoksul çocukların bakım ve eğitimleri üstlenilir. Kitaplarının tüm gelirini Vakfa bırakır.

1976’da Bulgaristan’da düzenlenen uluslararası gülmece yarışmasında birinciliği elde ederek Hitar Petar Ödülü’nü kazanmıştır.

1977’de Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı seçilen Nesin, bu göreve uzun yıllar devam etti.

1983’te Amerika Birleşik Devletleri’nde Indiana Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası toplantıya çağrılmış ancak Nesin, pasaportu 12 Eylül idaresince geri alındığı için bu toplantıya katılamamıştır.

15 Mayıs 1984’te Aziz Nesin ve bir grup aydınla birlikte “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler” başlıklı dilekçeyi Cumhurbaşkanlığı’na ve TBMM Başkanlığı’na vermişlerdir.

Nesin, 1989’da “Demokrasi Kurultayı”nın toplanmasında etkin görev aldı ve oluşturulan “Demokrasi İzleme Komitesi”nin iki başkanından biri oldu. Aynı yıl, Sovyet Çocuk Fonu’nun ilk kez verilen “Tolstoy Altın Madalyası”na değer görüldü.

Peki bunca başarıları olan, bunca kendinden söz ettiren; kitaplarıyla, mizahıyla halkın içinde kök salmış biri yok sayılabilir mi?

Aziz Nesin’in en son yaşadığı, belki çıplak devlet gerçeğini bütün ruhunda hissettiği; belki ölene dek acılar çektiği olay, 2 Temmuz 1993’teki Madımak Katliamı olmuştur.

2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından Sivas Madımak Otel’inde düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne gerici faşiist yobazlar saldırarak içinde Aziz Nesin’in de olduğu aydınları, sanatçıları öldürmek istemişlerdir; 33 aydın ve sanatçı yakılarak katledilmiştir. Daha önce denildiği gibi yaşanılan her bir olay nasıl bir ülkede yaşadığımızı bize göstermektedir.

Katliamdan sonra yapılan açıklamalarda çok ilginçtir; asıl sorumluların, yöneticilerin söz birliği etmişcesine hepsinin de açıklamaları aynıdır. Masum bir aktivitenin; ozanlardan, aydınlardan oluşan masum kişilerin kutlamanın üzerine sürülen kışkırtılmış koca bir yobaz sürüsü, vahşi bir biçimde diri diri yakılan 33 kişi var sorumluların açıklamaları ise dillere tüy dikecek biçimde, sorumsuzca…

Başbakan olan Tansu Çiller’in Madımak Oteli’nde yaşananların ardından söylediği sözler siyasi tarihin hafızasına yazıldı bir daha silinmemek üzere:

“Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.”

Ölen 33 kişiye, çok şükür dedirtecek, onu sevindirecek ne vardı acaba onun kirli beyninde, yüreğinde. Onun görev süresince katliamcı ekibiyle işledikleri cinayetler, gözaltı kayıpları, yargısız infazlar, kayıp olan silahlar, örtüsüz ödenekler bunu açıklamaktadır. Tansu Çiller, çokça cinayetlerin işlendiği, yargısız infazların yapıldığı o zifiri karanlık dönemin, derin devletin organizatörlerinden biridir.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in açıklamaları da çok farklı değildir, “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır… Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.”

Anlaşılacağı gibi açıklamalar olayı savuşturur niteliktedir. Dert, suçluları ve sorumluları aklamaktır bütün siyasi tarihimizde olduğu gibi. Faşist katliamların alıp başını gittiği, bilim insanlarının, doktorların, savcıların, yazarların, gazetecilerin, sendika yöneticilerinin, devrimcilerin katledildiği; faşistlerin yüzlerce-binlerce cinayet işlediği bir dönemde kalkıp, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyen bir adamdan nasıl başka bir açıklama beklersiniz?

İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun açıklaması da çok farklı değildir; o ise doğrudan Aziz Nesin’i suçlamaktadır:

“Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”

Ankara 1 Nolu DGM’ye sunulan iddianamede olayların nedeni, “şenliklere katılanlar” olarak gösterildi, Aziz Nesin’in varlığı “eylemin hazırlayıcı sebepleri” arasında sayıldı.

DGM Başsavcısı Nusret Demiral dava henüz sonuçlanmadan, “Olayda örgüt yok, tahrik var” açıklaması yaptı. Görülen davanın karar metninde de gerekçeli kararda da Aziz Nesin vurgusu vardı.

Kararla birlikte 22 sanık hakkında 15’er yıl, 3 sanık hakkında 10’ar yıl, 54 sanık hakkında 3’er yıl, 6 sanık hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi. Ancak bu karar temyiz edildi.

Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından geçen yıl zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı.

Adaleti, özgürlüğü, insan haklarını savunan, insan hakları normunu az çok bilen bir kişiye, “Allah kimseye bu ülkede yaşananları yaşatmasın” denecek bir haldir. Sorumluların, yetkililerin suça bu kadar bulaşmış olduğu, bu kadar ortak oldukları bir ülkede aydın olmak, temiz kalmak başlı başına bir iştir. Aydınlara düşen görev daima halkının yanında olmak ona yol göstermek, halkla beraber emek ve özgürlük mücadelesine girişmek olmalı.

Son Olarak

Dünyanın en cesur insanları, en akıllı insanları; en mücadeleci, en fedakar, en duyarlı, en yetenekli insanları bizim topraklarımızdan yetişmektedir fakat rejim korkunç gerici, yoz ve bağnazdır. Rejim bu aydın insanlara imkan, fırsat vermemekte; onlara düşman kesilerek onları yok etme yoluna gitmektedir. Onlar gerici-yobaz iktidarların yüzünden eriyip yok olmaktadır. Bu ülke o kadar değerli insanı yemiştir, ışığını söndürmüştür ki bugünkü karanlığın asıl sebebi budur. Aziz Nesin yıllarca kitaplarıyla, oyunlarıyla, tiyatrosuyla bunu anlatmaya çalışmış, bunun mücadelesini vermiştir. O da bulunduğu yerden bir ışık yakmıştır. Ona karşı, onca düşmanlık bunun içindir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.