BİR BURJUVA ETİKETİ: VANDALİZM

0
782

Erol Zavar-Mahmut Soner

Bolu-Elazığ/ Haziran 2021

Toplumsal hareketlerin yükseldiği her dönemde ekranlardan, gazete sayfalarından burkuva siyasetçiler, yazarlar tarafından suratımıza haykırılan popüler sözdür; vandalizm. Vandal, bir halkın adıdır aslında. Roma İmparatorluğu’na akımlar düzenleyen Germen halkından, savaşlardaki acımasızlığıyla ünlü Germen halkın adıdır. Sözlüklerde vandal, mecaz anlamıyla eski kültür ve sanat eserlerini, anıtlarını yakıp yıkan; bunların değerini bilmeyen kişi ya da topluluklar diye geçer.

  Burjuvazi çeyrek yüzyıldır bu sözcüğü tüm hak arayışlarında kullanıyor. Bir dönem neredeyse ‘’terör’’ sözü kadar sık kullanılıyordu. 96 yılında 1 Mayıs’da Kadıköy’de polis kurşunuyla üç genç işçi yaşamını yitirmiş, yüzlerce insan yaralanmış, dayanışma günlerini kutlayan yüzlerce  işçi gözaltına alınmış, coplanmışken tekelci sermayenin haber kanallarında, aynı akşam ‘’vandallar her yeri yıktı’’ anonslarıyla işçiler suçlanıyordu. Aynı propaganda ertesi gün tekelci medyanın gazetelerinde de devam ediyordu. Bunlardan en meşhuru, gördüğü, maruz kaldığı şiddet ve öldürülen arkadaşlarının acısı ve öfkesiyle elindeki sopayla refüse dikilmiş bir laleye vuru gibi görünen genç işçi bir kadının fotoğrafıyla süslenen ‘’vandal’’ manşetiydi. Aslında o fotoğraf, burjuva sınıfın lale devrine karşı işçilerin ayaklanma korkusunu yansıtıyordu. 3 genç işçi öldürülmüştü ve burjuva medya tüm hırsıyla bunu geçiştirmek için ‘’vandallar’’ edebiyatına başlamıştı. Aynı zamanda bununla toplumsal hareket savunmaya itilecek, meşruluk bilinci örselenecekti.

  ’96 1 Mayıs’tan sonraki tüm hak arayışlarında, bu söz, hak arayanlara karşı kullanıldı. Öyle ki, göstericilere sıkılan gazların, kurşunların, vurulan copların karşılığında döne döne ‘’vandal’’ların kırdığı cam gösterildi. ‘’Laleye vuran genç işçi kadın’’dan sonraki en meşhur vadallık ise Ankara’da kırılan Melih’in ‘’Fışkıyesi’’ydi! 15 yaşında öldürülen Berkin, Ali İsmail, Ethem, Ahmet, Abdocan, Medeni, Mehmet… gözlerini gaz fişekleriyle kaybeden onlarca insanın bir önemi yoktu. Melih’in ‘’Fışkıyesi’’ni vandallar kırmıştı ve ‘’Fışkıye’’ye neredeyse cenaze töreni düzenleyeceklerdi!

  Burjuva sınıf ve onun medya örgütlenmesi, bu sözü öyle sevdiler ki artık spreyle ya da kalemle bir duvara, bir direğe yazı yazmayı, bir afiş yapıştırmayı bile vandallıkla suçlar oldular. Bu durumda vandalın tanımı; eski kültür eserlerini yakıp yıkmaktan, burjuva sınıfa karşı hak talebini dillendirmeye doğru bir sonsuzluk kazandı. Böylece burjuva sınıf kendi özelliği olan vandalizmden, onu, ezdiği, sömürdüğü sınıfa yansıtarak sıyrılmayı başarmış oldu.

  Toplumsal hareketler genel olarak barışcıldır. Neredeyse bütün devletlerin anayasalarında yazılı olan ‘’silahsız, şiddetsiz gösteri yapma özgürlüğü’’ne dayanarak ücretlerden demokratik haklara, çevrenin korunmasına, kadına yönelik şiddete dek onlarca nedenle yürüyüş, miting, grev yapılır. Ancak burjuva sınıf, kendi yasalarını çiğnemekte hiçbir beis görmediği için bu protestoların, hak taleplerinin önüne polis görücü diker ve anayasada izinsiz olan özgüürlüğü ‘’izin alınmamış’’ diye engeller. Bu noktada kitleler özgürlüklerini kullanmakta ısrar ettiğinde, polis coplarla, gazlarla, plastik ya da gerçek mermilerle kitleye saldırır. Bu da kitlenin zaman zaman, şiddete karşılık vermesine yol açar. Böylece, gösteri özgürlüğü engellenmese hiçbir olay çıkmayacak, insanlar taleplerini haykırıp sonra da güven içinde evlerine gidebileceklerken, bu özgürlüğün engellenmese, hem hak arayan emekçiler hem de basında ‘’laleler’’ zarar görmeyecektir. Bunun en iyi örneği Taksim 1 Mayıs’larıdır. 2010 ve 2011’de Taksim işçilere açıldığında, 1 Milyondan fazla işçi alanı şarkıları, sloganlarıyla hıncahınç doldurmuş, ufacık bir olay çıkmadan da dağılmışlardı. Sonraki yıl işçi sınıfının bu disiplini ve çoşkusundan korkuya kapılan siyasal iktidar, alanı tekrar yasaklamış alana çıkmak isteyen işçilere her türlü araçla saldırmış ve üst üste iki yıl gayet ‘’modern’’ olan işçiler, yeniden vandallığa terfi etmiştir. İnsan etine acımasızca vuran, kollarını, bacaklarını kıran şiddeti normal sayıp, bu sırada kırılan bir cama- ki kimin kırdığı da belli olmuyor çoğunlukla- vandallık demek büyük marifet isteyen bir özelliktir. Hele de dindarların inançlarını sömüren siyasal dinciler açısından bu daha büyük maharet ister. Zira dinler açısından ‘’Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştır’’ yani insan ‘’yaratılmışların en güzelidir.’’ İşte bu ‘’en güzeli’’ yakıp yıkmayı büyük bir pervasızlıkla, bir cam parçasının karşına koyabilmektedir.

Kapitalizm Doğası Gereği Vandaldır

Kapitalistin amacı işçinin ürettiği artı değere el koymaktadır. Böylece durmaksızın sermayesini büyütebilir. Bunun için işçiyi zamanının önemli bir kısmında üretim bandının alalade bir parçası olmaya mahkum ederek, onun kendisini gerçekleştirebileceği bireysel gelişimini ketler. Yani ilk işi üretici güçleri yıkıma uğratmak olur. Daha fazla artı değere el koyabilmek için daha fazla meta üretilir, bu da sınırlı doğal kaynakların hızla tüketilmesine yol açar. Bu kaynakların bir kısmı binlerce, milyonlarca yılda ancak oluşmuştur. Yani tükendiklerinde doğanın bunları yerine koymasını insanlar belki de hiç göremeyecektir. Üstelik bu kaynakları ortaya çıkarmak için ormanlar, tarım alanları yok edilir, işlemek için de doğaya salınan atıklarla çevre geri dönüşü yüzlerce yıl sürecek bir tahribata uğratılır. Böylece üretim sürecinde işçiyi, sonr doğal kaynakları ve bu sırada ortaya çıkan zararlı atıkları arıtmadan zerkederek doğa yıkıma uğratılır. Bu süreç burjuva için yaşama, zenginlik kaynağıdır. Tüm doğal güzellikleri vahşi bir iştahla yok etmek asla vandallık olarak görülmez ama bir duvara yazı yazarak gerçeği haykırmaya, vandalizm diye çığlık atılır.

  Karadeniz bölgesinden tüm sahil şeridi yol yapmıyla doğal güzelliğini yitirdi. Bergama’da, Kazdağlarında, Küre’de ve ülkenin birçok yerinden altın çıkarmak için ormanlar yok edildi, yeraltı suları zehirlendi. Karadeniz’den, Ege’ye, İç Anadolu’ya dek nehirler HES’lerle kurutuldu, tarıma su bırakılmadı. Artvin’de, Rize’de taş ocaklarıyla ormanlar talan edildi. Afşin-Elbistan gibi termik santral kurulu yerlerde havaya fitresiz bırakılan dumanla bölgeler kanser alanı haline getirildi. Ülkenin doğası yıkıldı, nehirleri, gölleri kurutuldu.

  Ve son olarak Salda Gölü mahvedilirken, Marmara Denizi öldürüldü. 25 Milyon insanın yaşadığı Trakya bölgesinde evsel atıklar ile sanayi atıkları, pahalı diye biyolojik arıtmaya tabii tutulmadan derin deşarj yöntemiyle Marmara Denizi’ne pomplanıyor. 40 yıldır bilim insanları bu konuda uyarılar yapıyor, ancak uyarılar adeta dalga geçer gibi cevaplar verilerek geçiştiriliyor. Bilim insanları, Marmara’da oluşan oksijen sorununun denizi bitireceğini belirtiyorlardı ve şimdi her yeri oksijen tüketimi nedeniyle müsilaj-salya kapladı. Ve halen fabrikaları biyo arıtma tesisi kurana dek kapatmak yerine, -cek’li, -cak’lı sözlerle, 3 yıllık planlarla halkı oyalıyorlar. Doğayı tüketen vadallık sonunda mantıki sonucuna, tüm canlı yaşamı tüketmenin eşiğine dayandı.

  Kapitalizm sadece doğada felaketler yaratmakla kalmaz; doğal felaketler karşısında yoksulları savunmasız bırakır.

Bu Sırada Beklenen İstanbul Depremi

İstanbul ve bölge depremi bekliyor. Yüzbinlerce bina ilk depremde yıkılacak ölçüde hasarlı İstanbul nüfusunun üöte biri, deprem olduğunda yıkılacak binalarda yaşıyor ve ölüm riskiyle karşı karşıya. Aynı İstanbul’da 1 Milyondan fazla boş konut olduğu söyleniyor. Riskli binalarda oturan nilyonlarca insan, hızlı bir planlama ile bu binalara taşınabilir. Böylece herhangi bir mağduriyet yaratılmadan riskli binalar yıkılıp, birkaç yıl içinde depreme dayanıklı konutlar yapılabilir. Ancak bu, burjuva açısından yeterince karlı değil. Bunun yerine iki barajın, bir gölün, irili ufaklı onlarca derenin ve ağaçlık alanların yok edileceği, Marmara Denizi’nin kurtulma ihtimalini tamamen ortadan kaldırılacak, Kanalİstanbul adı verilen proje için didiniyorlar. İstanbul’da yeterince insan yaşamıyormuş gibi, ‘’Kanal etrafında 500 bin kişilik yeni yerleşim oluşturacağız’’ diyorlar. Kanala harcanacak paradan çok daha azına mal olacak deprem önlemi almak, siyasal iktidar ve temsil ettiği burjuvazi için rantabl değil.

  Hayatı güzelleştirmek, doğayı korumak, sömürü ve baskının bütün biçimlerini ortadan kaldırmak, kardeşlik toplumunu kurmak için direnenlere vandal diyen burjuvazi; bununla kendi vandallığını gizlemektedir. Psikolojide buna; yansıtma denir. Bu yüzden burjuvazinin sağ ya da sol, dinci ya da milliyetçi franksiyonlarda hangisi olursa olsun, hakları için direnenlere söyledikleri her sözde bir dakika durup düşünmek gerekir. Çünkü hiçbir kapitalistin insana, doğaya verecek tek bir şeyi yoktur. Ve çünkü kapitalizm ‘’gölgesini satamadığı ağacı keser!’’. Vandalizm kapitalizme içerlidir ve onun vandal diye etiketledikleri, yeryüzündeki güzelliklerin yaratıcısı ve temsilcileridir.

  Burjuvazinin emekçilere yapıştırmaya çalıştığı etiketleri boşa düşürmenin yolu daha fazla dayanışmadan, daha fazla örgütlenmekten geçer.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.