”Depremden Denize Van’dan Dikili’ye
Türkiye yeniden girdiği çatışmalı dönem içinde “Türkler artık Kürtlerle birlikte yaşayabilir mi?” diye karamsar çıkmazlara doğru yol alırken İzmir’in Dikili ilçesinde sessizce barışçıl gelecek yıllar inşa ediliyor.
Dikili Belediyesi’nin Birlik Dayanışma İnisiyatifiyle birlikte organize ettiği “Van- Dikili Dayanışması- Yaz Kampı” için toplam 75 Vanlı çocuk Dikili’ye geldi. Büyük bir deprem görmüşler, ağır kış koşullarını çadırlarda yaşamışlardı. Sevgiye, ilgiye, şefkate ihtiyaçları vardı. Dikili Belediyesi bunu bağırıp çağırmadan ağırbaşlı bir çabayla başardı. Üç ayrı grupta Van’dan Dikili’ye gelen Kürt çocuklar 10’ar günlük kamp sürelerinde hem birbirleriyle hem de Dikili ve çevresindeki insanlarla kopmaz bağlar kurdular. Örgütlü tatil onlara iyi geldi. Onlar da Dikili’de bu kamp için çalışanlara şifa oldular.
Biz bu üçlü kampın son ayağını baştan sona izleme imkanına sahip olduk. Belgesel kanalı İZ TV için çekimler yaptık. Kurgusu Eylül’de bitecek, Ekim ayında da ekranlarda olacak belgeselin ortasında “Barış Çocukları” yer aldılar.
Orada polis/panzer, burada ağaç/ çiçek
Dikili’nin konuğu olan Barış Çocukları kaldıkları Kadın Dayanışması Merkezi’nde sabah 8.30 civarı uyanıyorlar. Yarım saat sonra da kahvaltı servisi başlıyor. Dikili sahiline biraz yüksekten bakan tesisin verandası sabah güneşi almadığı için kahvaltı serin bir ortamda yapılıyor. Sonra sosyal etkinlikler başlıyor. Bir gün Drama Atölyesi varsa ertesi gün Müzik Atölyesinin etrafında halkalanıyorlar… Öğle yemeğine geçmeden içlerinden birini çevirip “gel bakalım” diyoruz: -Yaşadığın yerle Dikili arasında ne fark var? -Gerçeği söyleyeyim mi? -Elbette… -Valla bizim orada ne kadar panzer varsa burada o kadar ağaç var. Bizde polisler çok, burada çiçekler!
‘Biz hep Dikili’de kalsak!..’
Dikili Belediyesi’nin davetlisi olarak Van’dan İzmir’e tam 35 saatlik bir otobüs yolculuğuyla gelen “Barış’ın Çocukları” üç ayrı grupta 10’ar günlük sürelerle kendilerini Ege’nin mavi sularına bıraktılar. Resim, müzik, tiyatro dersleri aldılar. En önemlisi burada kendilerine “hayran” bir ebeveyn kitlesi bırakıp memleketlerine döndüler. Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, Kürt çocuklarının hayata karşı duruşlarını açıklarken şöyle diyordu: -Bu çocukların hepsi kitap seviyor. Mesela bir lise öğrencisine sordum ne okuduğunu Tolstoy’un Savaş ve Barış’ın okuduğunu söyledi. Daha küçük olan ilköğretim öğrencisi Vasconcelos’un Şeker Portakal’ını bitirmiş. Onları zaten seviyordum, tanıyınca daha çok sevindim. Dikili Kadın Dayanışması Merkezi Sorumlusu Sibel Tutar, Kürt çocukların çocuk gibi değil büyük birer olgun insan gibi algılayıp, davrandıklarını söylüyordu: -Ben bu çocukları görünce kendi çocuklarımıza ‘bebek gibi’ davrandığımızı fark ettim. O kadar olgunlar ki, şaşırmamak elde değil. En başta gelen özellikleri ‘şımarık’ değiller! Oysa ilgi gören her çocuğun şımarma hakkı vardır.
Sibel Hanımın tespitlerini gözlemleme imkânımız da oldu. Mesela yemek hazırlıkları sırasında masaya önce ekmek sepetleri konuluyor. Çocuklar için uzun bir aradan sonra yiyecek bir şeylerin önlerinde durması doğrudan küçük ellerin onlara uzanıp birer küçük ısırık kopartmaları beklenir. Bunu sadece küçükler değil büyükler de yapar. Büyük şehirlerdeki okullarda varlıklı ailelerin çocukları öğretmenleri yiyecek bir şey ser- vis ettiğinde öyle bir aktiviteyle taarruz ederler ki, öğretmenleri her seferinde onları şöyle uyarır: -Yavaş olun biraz, tok evin aç kedileri gibisiniz! Dikili’ye gelen Kürt çocukları ise Batı ülkelerinde yetişmiş aristokrat ailelerin küçük bireyleriymişçesine ağırbaşlı davranıyorlardı yemek sofralarında… Bu halleri de onlarla birlikte olanları çok etkiliyordu. Dikili kampı sırasında ilk günler geçip de artık anne-çocuk yakınlığı oluşunca şakalaşmalar da politik zeminden geçer hale gelmişti. Mesela oğlu Güneydoğu’da olan görevli bir anne, Kürt ufaklıklarla dertleşiyordu: -Benim oğlum sizin orada asker, sizin ağabeyleriniz de dağda gerilla… Küçüklerden biri dertli kadını şöyle teskin ediyordu:
-Benim abim dağda değil ama bir gün çıkarsa, ona söylerim senin oğluna kurşun atmaz! Gülüştükten sonra hep birlikte böylesi kötü şeylerin yaşanmaması için ortak dilekte bulunuyorlardı. İlkokul 4. Sınıf öğrencilerinden biri Dikili’yi o kadar çok sevmişti ki, “büyük gelecek planlarını” bile revize edebiliyordu: -Biz devlet kurmasak da ben hep burada (Dikili) yaşasam!.. Ufaklık bunu üniversiteye giden dayısının “oğlum biz ilerde devlet kuracağız, Batı’ya gitmeye gerek kalmayacak” öngörüsü üzerine söylüyordu. Dikili Vanlı çocukların kalplerinde öyle derin bir iz bıraktı ki, konuştuğumuz çocukların tümü “ilerde mutlaka” diyorlardı: -Dikili’ye gelip Osman (Özgüven) Amcanın elini öpeceğiz!
‘Ben hiç Kürtleri sevmezdim!’ Kadın Dayanışması Merkezi’nde sabahın çok erken saatlerinden gece yarılarına kadar durmaksızın çalışan, çocuklara kahvaltı, öğle yemeği, öğlenden sonra ara atıştırması, akşam yemeği hazırlayıp onlar denize gittiğinde çamaşır, bulaşık işine giren Fatma Erdemir, “size bir şey söyleyeyim mi?” diye giz oluşturduktan sonra bombasını patlatıyor: -Ben aslında Kürtleri hiç sevmezdim? -Neden? -Ne bileyim işte… Ben orta Anadoluluyum. Her şehirde şehitlikler dolup taşıyor. Bizim aileden de var. Kim öldürüyor onları? PKK, yani Kürtler değil mi? Yani ben öyle düşünüyordum. Televizyonlar, haberler, demeçler… Hepsi benim düşündüğüm gibi zaten… -Şimdi değiştin mi? -Valla bu çocuklar beni değiştirdiler. Önceleri soğuk davranıyordum. Hatta ilk duyduğumda ‘ben çalışmam’ dedim. Kadın Dayanışması Merkezi Sorumlusu Sibel Hanım (Tutar) beni çok ayıpladı. Osman Başkana ayıp olur falan dedi. Öylesine çalışıyorum. Ama bir gün Mazlum geldi benden ekmek istedi… O kadar tatlıydı ki… Onunla yakınlaştım. Sonra hepsiyle. Bir de baktım gidecekler diye üzülüyorum. Zaten birinci grup ayrılırken karşılıklı ağlaştık. Şimdi özlüyorum o çocukları.”
Röportaj: Nazım Alpman Fotoğraflar: Burcu Göknar http://www.iztv.com.tr/blogoku. aspx?id=114