Erol Zavar- Mahmut Soner/ 13.04.2014
Kapital, Marks’ın bu temel ve en güçlü yapıtı, genel olarak, kapitalist sistemin ekonomisini çözümlemiştir Marks. Kapitalizmin temeli, alt yapısını çözümlemelidir ki, üst yapı da doğru çözümlenebilsin. Marks, bu temeli ve onun toplumsal yansımalarını, yasalara yansımaları ile proletaryanın içine düştüğü sefaleti de göstermiştir. Aynı zamanda, insanlığın bu sefaletten kurtulabilmesi için gerekli olanın ne olduğu da kendiliğinden belirmektedir. Kapitalizmin doğuşunun ve yok oluşunun koşullarını, yasalarını inceleyen politik bir eserdir. Kapitali Marks, bu yasaları, toplumun tarihsel sürecinden çıkarmıştır. Tüm bu incelemeleri, diyalektik materyalist bakış açısıyla, tarihsel süreci inceleyerek yapmıştır. Bu yüzden, Kapital, aynı zamanda güçlü bir felsefi yapıttır.
Marks, Kapital’i yazarak, sadece burjuva toplumun üzerinde yükseldiği ilişkileri açıklamakla kalmamış, işçi sınıfı için de bir eylem kılavuzu yaratmıştır. Bugünün kapitalizmini çözümleyip onun çelişkilerini, zayıflıklarını ortaya koyabilmenin ve en sonu, onu parçalayıp yeni bir dünya kurabilmenin yolu, Kapital’i kavramakla ve onu bir eylem kılavuzu olarak ele almakla mümkündür. Kapitalizmin temel yasaları hala mevcudiyetini koruyor. Bugünün kapitalizmi, dünün kapitalizmiyle emek sömürüsü, artı değere el koyma açısından öznel bir ayrılık taşısa da, tekellerin ortaya çıkışı ve hayatın üzerine çöküşü, rekabetin yerini tekelci rekabetin alması, devreci krizlerin aralarının kısalıp sürelerinin uzaması ve kapitalizmin dünya sistemi oluşunun coğrafi olarak da tamamlanması gibi niteliği zorlayan nicel birikime ulaşmıştır. Dün üretici güçleri geliştiren kapitalizm, bugün onları tahrip etmektedir.
Tarihsel olarak dünün kapitalizmi doğuş halindeyken, bugün ölüm halindedir. Burjuvazi, kapitalizmi toplumsal üretimin mutlak son biçimi olarak göstermiştir. Marks, böyle olmadığını, kendi deyimiyle, toplumun iktisadi biçimlenişinin evriminin, doğal tarihin bir süreci olduğunu ortaya koyar.
Kapital’de Marks, kapitalist toplumu diyalektik materyalist yöntemle derinlemesine inceler. Kapitalist üretim tarzının oluşumunu, bu tarzın egemen hale gelişini ilk biçiminden başlayarak gösterir. Yaklaşımında başat olan diyalektiktir. Diyalektiğin özü, fikrin “maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir” (Marks, Kapital, 1. Cilt, s.27, sol yayınları, 1997). Bu yüzden toplumsal gelişmeleri aklın ürünü olarak değil, üretim süreçlerinin doğal sonuçları olarak ifade eder. Her üretim tarzı, bir yandan kendine uygun fikirler yaratırken, bir yandan kendi dönüşümünü, başka bir biçime geçişim koşullarını ve fikrini de oluşturur.
Lenin Marks’ın diyalektik yöntemine “Felsefe Defteri”nde değinir: “Kapital’de Marks, burjuva (tüccar) toplumun en basit, en alışılmış, en kitle halinde yaygın, en sıradan ve milyonlarca kez rastlanan bağıntısını; mal (emtia) mübadelesini çözümler ilkin. Ve çözümleme ortaya koyar ki, çağdaş toplumun bütün çelişkileri (yani bütün çelişkilerin tohumları) bu ilk fenomenin içinde (burjuva toplumun bu hücresinde) bulunmaktadır. Açıklama daha sonra bu çelişkilerin ve bu toplumun başlangıcından sonuna kadar çeşitli parçalarının toplamı içinde gelişimini (ve büyümesini ve hareketini) gösterir bize” (Lenin, Felsefe Defterleri, s.304, sosyal yayınları, 1976).
Lenin genel bakımdan diyalektiğin inceleme-açıklama metodunun Marks’daki gibi en basitinden, en alışılmışından, en yaygınından, herhangi bir önermeden başlanması gerektiğini söylüyor: “böylece her önermede, diyalektiğin bütün öğelerinin embriyoları tıpkı bir ‘ağ’ın içinde gibi, bir hücrenin içinde gibi apaçıklığıyla gösterilebilir (ve gösterilmelidir); ve böylece de diyalektiğin, genellikle bütün insan bilgisinden ayrılmazlığı ortaya konabilir (ve konmalıdır). (Lenin, a.y.e, s. 305)
Marks, Kapital’de tam da bunu yapar. Kapitalizmi, sermayenin üretim sürecini inceleyerek çözümlemeye başlar. Metanın taşıdığı özellikleri ortaya koyar ilkin. Her meta, insan ihtiyaçlarını karşılayan bir ürün olarak kullanım değerine sahiptir. Kullanım değeri, tüketim-kullanım sırasında gerçek hale geleceğinden, aynı zamanda değişim değerinin de maddi taşıyıcısı olur. Kullanım değeri, bu yüzden, toplumsal biçimi ne olursa olsun, her türlü servetin özünü oluşturur. Her bir metoda kullanım ve değişim değerinin dışında belli miktarda emek taşır.
Bütün metalar emek ürünleridir. Her birinde belirli miktarda emek vardır. Bir metaı kullanım değerinden soyutladığımızda, onu kullanım değeri yapan maddi öğelerden de soyutlamış oluruz. Bu durumda onda belirli bir emek yerine, diyelim Ahmet ustanın 3 saatlik emeği yerine, soyut insan emeğini belirtmiş oluruz. Böylece her meta belirli nicelikte bir soyut insan emeğine indirgenir. Bu nedenle bir kullanım değeri içerisinde soyut insan emeği somutlaştığı için bir değer sahip olur. Bu değerin büyüklüğü, insan emeğinin niceliğiyle, emeğin niceliği de onun süresiyle ölçülür.
Marks, sermaye için çıkış noktasının meta dolaşımı olduğunu gösterir. Kapitalistin amacı, kullanım değeri taşıyan metalar üretmektir. Bunu kendi emeğiyle yerine getirebilir ancak kendiliğinden büyüyen bir değer yaratamaz. Kendiliğinden büyüyen bir değer yaratabilmek için onun, tüccarların meta satın alması gibi (satıp daha çok para elde etmek için tüccar meta alır) meta yaratarak başka bir meta, emek gücü satın alması gerekir.
Marks emek gücünü, “… insanın kendisinde bulunan hangi türden olursa olsun bir kullanım değeri üretirken harcadığı zihinsel ve fiziksel yetilerin toplamı…” diye tarif ediyor. Emek gücünü satın alan kapitalistin, sermayedarın amacı değer değil, artı değer üretmektir. Böylece kendiliğinden büyüyen servetini büyüten değeri yaratmış olacaktır.
Emek gücünün değeri, kendi üretimi için gerekli olan emek zamanı ile belirlenir. Bu da emekçinin varlığını sürdürmesi için gerekli geçim araçlarının değeridir. Emekçi iş gününde, gerekli geçim araçlarının değerinden daha fazla değer üretir. İşte bu fazla olan değer, artı değerdir. Artı değerin üretimi, emek süreci içinde gerçekleşir.
Emek gücünün kendini yeniden üretmesi için gerekli olan geçim araçlarının değeri günlük 50 TL ise, emek gücünün değeri günlük 50 TL’den hesaplanır (bugün devletin belirlediği asgari ücretin, yüksek işsizlik nedeniyle ücretlerin bunun yarısı kadar olmasını şimdilik hesaba katmıyoruz). Yine bugün çalışma süresi, iş günü 8 saattir. Ayakkabı üreten bir kapitalist, ayakkabı yapmak için gerekli olan deri, çivi, yapıştırıcı, iplik, lastik gibi ham maddeler için yatırdığı 500 TL’ye 10 çift ayakkabı üretiyor olsun. Bir çift ayakkabı için gerekli ham madde 50 TL’dir. 10 ayakkabı üretmek için çalışan makinenin yıpranma payı 1 TL olsun. Kapitalist ham madde için 500, makine için 1, emek gücü için de 50 TL olmak üzere toplam 551 TL yatırmış olur. Böylece 10 çift kunduranın değeri de 551 TL olur. Kapitalist sürece 551 TL yatırıp, 551 TL üretmiş olur. Bu durumda yatırdığı kadar değer üretmiş olduğundan sermaye birikimi olmaz ve kapitalist, kapitalist olarak kalamaz. Ancak iş günü 8 saattir ve işçi 4 saatte 10 çift ayakkabı üretmek-tedir. Kapitalist, ona 4 saat için değil, bir iş günü için yani 8 saat için 50 TL ödemektedir. Böylece onu 4 saat daha çalıştırarak, 10 çift ayakkabı daha üretir. Gün sonunda 20 çift ayakkabı için 1000 TL’lik ham madde, 50 TL’lik emek gücü, 2 TL’lik makine yıpranması, toplam 1052 TL yatırarak, 1102 TL’lik bir değer üretmiştir. İşte oradaki 50 TL’lik fark artı değerdir. Bir yerine 10 işçi çalıştıran bir kapitalist, bu biçimde günlük 500 TL’lik artı değere el koymuş olur. Emek gücünün değeri ve onun yarattığı değer farklı büyüklüklerdedir. Artı değer ikisi arasındaki farklılıkla ortaya çıkar.
Kapitalizmin temeli işte budur: Artı değer üretilmesi ve onun işçiden sızdırılması. Bütün yapı, devlet, hukuk bu temel üzerinden yükselir. Bu temeli korumak için cinayetler işlenir, insanlar sefalete itilir, doğa talan edilir, kentsel dönüşüm diye insanların evleri başlarına yıkılır, depremzedelerin kış günü elektriği kesilir, insanlar, araç yollanmadığı için zatüreden ölen çocuklarının cesetlerini çuvalda taşımak zorunda kalır.
Artı değer durmadan çoğalır, serveti öyle büyütür ki, 350 kişinin serveti dünyanın yarısından çoğunun gelirini geçer. Bunu kabul ettirebilmek için okul ve medyanın başrolde olduğu devasa bir ideolojik aygıt kullanılır. Ve yüz binleri bulan bir kolluk gücü, hapishaneler, artı değeri garantiye almak için vardır esas olarak. Sadece hapishanelere harcanan yıllık parayla bebek ölümlerini durdurmak, önlenebilir hastalıklardan dolayı çocukların ölmesini engellemek, bütün ülkenin temiz suya kavuşmasını sağlamak, yeni üretim alanları açarak, mesela cari açığı tek işlemde en az yarıya indirmek mümkün olur.
Bir kapitalistin artı değere el koyabilmesi için emek gücünü meta olarak satın alabilmesi gerekir. Bir kişinin emek gücünü meta olarak satışa sunabilmesi için, kendi emek gücü üzerinde tasarrufta bulunabilme, yani özgür olması gerekir. Bu yüzden, burjuvazi, kendinden önceki sınıflı toplumların aksine bireysel özgürlüğü savunmak zorundadır. Ancak savunusu buraya kadardır. Emek gücünün satışını gereksizleştirecek, toplumsal özgürlükle iç içe geçen ger türlü bireysek özgürlüğün karşısındadır. Özgürlükleri ve demokrasiyi temsili düzeye indirir, ki temsilci kendi sınıfı içindendir. Bugün toplumsal özgürlüklerin temeli olan bireysel özgürlükler iyice daraltılmaktadır; emek gücünü satma özgürlüğü de… Örneğin Amerika’da, Avrupa’da çoktandır işçi kiralama büroları aracılığıyla esnek çalışmada zirve noktasına varılmıştır. Böylece, işçi, emek gücünü doğrudan kapitaliste satma özgürlüğünü yitirmeye başlamıştır. İş gücü tüccarlığı doğmuştur. Bu tüccarlar, emek gücünü satın alarak, üzerine kar payı koyup kapitaliste satmaktadır. Tüccar, örneğin Almanya’da saatini 7.5 Euro’ya aldığı emek gücünü kapitaliste saatini 22.5 Euro’ya satabilmektedir. Böylece işçi, üretim sürecinde her türlü haktan yoksun kalmakta, ücretli kölelik derinleşmektedir. Do-layısıyla, artı değere el koyabilmek için, daha ileri bir toplumsal düzeni savunan (toplumsal özgürlüğü hiç bir zaman savunmamıştır) burjuvazi, iktidara oturduğu andan itibaren, bireysel özgürlüklerin de karşısında yer almıştır. Evrensel sistem haline gelişini tamamladığı bugün ise, emek sürecindeki özgürlüğü tamamen ortadan kaldırmaya yöneliyor. Çelişkilerinden birisi de budur. Artı değer için emek gücünü satma özgürlüğüne sahip bireye ihtiyaç varken – çünkü onun emek gücünü pazarda meta olarak bulabilmesinin ilk koşulu budur – bugün emek gücünü satma özgürlüğüne sahip birey, üretim sürecinde artı değer üretimi için tehdit haline geliyor.
Bunun esas nedeni nispi artı değer üretimini daha fazla arttırmayacak bir teknolojik gelişim evresine ulaşılmasıdır. Bu nedenle artık, mutlak artı değeri çoğaltmaya yönelen burjuvazi emeğe ödediği ücrette daha çoğunu onu bastırmaya ödemektedir. Zaten emeğe bu kadar düşük ücret verebilmesinin yolu da budur. Mutlak artı değer üretebilmek için iş koşulları ağırlaşacağından buna karşı oluşacak direnci, işçiyi işte geçici olarak tutarak aşabilir. Bunu da, onu büro aracılığıyla kiralayarak sağlayabilir. İş günü, gerekli emek ve artı emek zamanlarından oluşur. Gerekli emek, emek gücünün yeniden üretilebilmesi için gerekli maddelerin üretiminin sağlanması için harcanan emek olduğundan, gerekli emek zamanı da, bunun için gerekli olan süredir. Artı emek zaman da, gerekli emek zamanı dışında işçinin çalıştığı süredir. Marks’tan özetlersek: a……b….c.
Buradaki a-c uzunluğu iş günüdür. Bugün yasal iş günü 8 saattir. a-b çizgisi gerekli emek zamanını, b-c çizgisi ise artı emek zamanını gösteriyor. Artı değer, artı emek zamanında oluşur. İş gününü, yani a-c çizgisini uzatmadan artı emek zamanını uzatmak için, a-b çizgisini yani gerekli emek zamanını kısaltmak gerekir. İş günü 8, gerekli emek zamanı 6 saat ise, gerekli emek zamanı 1/6 kadar azaltıldığında, gerekli emek 5 saat, artı emek 3 saat olur. Bu, eskiden 6 saatte üretilen tüketim araçlarının şimdi 5 saatte üretilebilir hale geldiğini gösterir. Bunun için emeğin üretkenliğinde artma olması gerekir. Emeğin üretkenliğinde artma olabilmesi için ya emek araçlarında ya da çalışma biçiminde ya da her ikisinde değişiklik gereklidir. “Demek ki, diyor Marks, üretim koşullarının, yani üretim biçimi ile emek sürecinin kendisinin köklü bir değişime uğraması gerekli oluyor. Emeğin üretkenliğinde bir artış sözüyle, biz, genellikle emek sürecinde bir metanın üretimi için toplumsal olarak gerekli emek zamanının kısaltılması türünden bir değişikliği ve belli bir nicelikteki daha fazla kullanım değeri üretme gücünün sağlanmasını anlıyoruz. (Kapital sayfa 305)
Emeğin üretkenliğini arttırarak gerekli emek zamanının bir kısmının artı emek zamanına aktarılması için, sürecin toplumsal ve teknik koşullarının, dolayısıyla, üretim biçiminin kendisinin kökten değiştirilmesi gerekir. Bu yolla, emek gücünün değerinin düşürülmesi ve bu değerin yeniden üretimi için gerekli iş günü parçasının kısaltılması mümkün olur.
“Emek gücünün değerinin düşürülmesi için, emeğin üretkenliğindeki artışın günleri, emek gücünün değerini belirleyen ve bunun sonucu olarak, ya alışılmış geçim araçları sınıfına giren, ya da bunların yerlerini alabilen sanayi kollarına yönelmesi zorunludur.” (Kapital, sayfa306)
Nispi artı değer, genel olarak, daha kısa sürede daha çok meta üreten makineler aracılığıyla elde edilir. Dün elde günlerce dizgisi yapılan bir kitap, bugün bilgisayarlarla bir kaç saatte dizilebilmektedir (belki de daha kısa). Böylece özellikle temel tüketim maddeleri daha kısa sürede, daha çok üretilerek ucuzlar ve emek gücünün yeniden üretimi için gerekli emek zaman da kısalarak, bu sürede tasarruf edilen zaman, artı emek zamanına eklenir. Mutlak artı değer ise, iş gücünün uzatılması ile elde edilen artı değerdir. Yani a-c çizgisi, iş gücünün 8 saatten 10-12… saate çıkarılmasıdır. Mutlak artı değerin arttırılmasının bir sınırı vardır. Hem gün 24 saattir hem de işçi sınıfının karşı basıncı oluşacaktır. Öte yandan, nispi artı değeri çoğaltmakta bugün pek mümkün görünmüyor. Bu hem daha hızlı üretecek makinelere ulaştıracak teknolojiye geçilememesinden kaynaklıdır, hem de daha çok ürünün elde kalacak olmasıyla ilgilidir. Şimdi de meta fazlası vardır. Kapitalizm, tarihi çelişkisine gelip dayanmıştır.
Bugünkü tüm gelişmelerin temelinde Marks, Kapital’de açıklıyor. Hem de açık anlaşılır şekilde, adım adım, kapitalizmi her hücresine dek çözümleyerek, her hücreyi tüm ayrıntılarıyla resimleyerek açıklıyor. Elbette yeni birçok hücresi de oluştu, eski kimi hücreleri öldü. Bu yenileri açıklayabilmek, çözümleyebilmek için, temeli öğrenmek gerekiyor. Ancak o zaman, bugün her gelişmede rüzgârın önünde savrulup, burjuva akımların etkisine giren kimi solcuların durumuna düşmemek ve sınıf savaşının siyasal biçimini yükseltmek mümkün olabilir.
Bugün birçok çevrede radikal olmak adına, kapitalizmin feodalizme göre daha vahşi, insafsız, kıyıcı olduğu; dolayısıyla, kapitalizme, feodalizme göre ileri bir sistem denilemeyeceği savunulabiliyor. Tamamen gereksiz, tarihsel sürece ve güncel duruma aykırı bir tartışmadır bu. Kapitalizmin elbette feodalizmden ileri olduğunu söyleyen devrimcilere aydınlanmacı damgası yapıştırılabiliyor. Dahası, artık işçi sınıfının tarihsel devrimci pozisyonu kaybettiği ya da işçi sınıfının yok olduğunu savunanlar bile var. Ülkemizde özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nde yoğunlaşan bu düşünceler, onun etkisindeki sol çevrelerde de yankı bulabiliyor. Solun nicel güçsüzlüğü kimi savruluşları açıklasa da, nitel güçsüzlük açıklanamayan savruluşlara, temel savruluşlara neden oluyor. Belirleyici olan budur. Nitel güçsüzlüğü aşmanın ilk yolu, devrimcilerin, Marksist-Leninistlerin, Marksizm-Leninizm’i iyi bilmesinden geçer.