Seyfettin Arslan
Büyük kişilerin sırlarına ortağım,
gene de na şu kadar övünemem.
Bütün ayıplar bende ama,
ne yapıp yapmalı,
ulaşmalı dostlara,
geride kalmayı kendime yediremem.
Yukarıdaki dizeler kendisini bilen, alçakgönüllü ve iddialı bir insanı yansıtıyor. Mevlana’ya ait olduğu söylenen bu dizeleri sosyalist yarışmaya uygun olarak yorumlayamaz mıyız? Marks’ın “insani olan hiç bir şey bana yabancı değildir” sözünü Mevlana daha ağır ifadelerle söylemiş gibi: “Bütün ayıplar bende…”. Devam etmiş sonra: “ama, ne yapıp yapmalı, ulaşmalı dostlara; geride kalmayı kendime yediremem.” Böyle bir insana ait “Ne yapıp edip dostlara ulaşmak ve onlarla dostça dayanışma içinde yürünen yolda geride kalmayı kendisine yedirememek” tutumu; sosyalist yarışmanın güzel bir tarifi gibi görünüyor.
Sosyalist yarışma; insanın insana sevgi ve yakınlığından, sorumluluk duygusundan ve devrimci eleştiricilikten kaynaklanır. Birbirinden etkilenmek, derin sevgi ve sorumluluk duyduğun insanlığın ve arkadaşlarının gözünde hakedilmiş değer sahibi olmak, onların hakedilmiş takdirini kazanmak sosyalist yarışmanın itici gücüdür. Devrimci eleştiricilik de burada kendini devrimci objektif bir bakışla sürekli gözden geçirmeye, var olanla yetinmemeye ve daima daha iyisini gerçekleştirmek için çalışmaya hizmet eder.
Sınıflı topluma özgü ilişkilerde yarışma; ötekilere üstün gelmek isteğine dayanır: Kendimi özne görürüm öteki ise nesnedir, hasımdır anlayışı. Her ne kadar ideal burjuva rekabet emeğe dayansa da pratikte bu ezici çoğunlukla kurt kanunu olarak gerçekleşmektedir, yani gözünü zayıf durana dikmek, onun düşmesini beklemek ve düşeni parçalayıp yemek yasası; orman kanunu, büyük balığın küçük balığı yutması hikâyesi. Burjuva toplumunda bireyin “dört yanı puşt zulası”dır. Burjuva insan ilişkilerinin özeti budur.
Rekabet, hırs, paraya bitmez-tükenmez doyumsuzluk, mevki-kariyer hevesi; bunların hepsi günden güne çürümesine tanık olduğumuz sınıflı toplumdaki insanı insanlıktan çıkaran bireyciliğin ifadeleridir. Bireycilik; insanın sosyal bağlara yaşamsal ihtiyacını ve insanın insana karşı ahlaksal sorumluluğunu inkâr eder, onun yalnızlığa mahkûm eder. Kişi belki ilk bakışta yalnız görünmeyebilir ama öz olarak yalnızdır. Sıradan insan kişiliği işte bu kapitalist çirkefin belirleyici olduğu koşullarda şekillenir. Birey bu ortamdan öğrendiği değerlerle kendisine kişilik edinir ve amaçlar belirler. Amaçları kişiliğini kişiliği de amaçlarını etkiler. Sonuçta Marks’ın “insan yaşadığı çevrenin ürünüdür” düşüncesi böylece gerçekleşir. Marks bu saptamayı “madem ki insan yaşadığı çevrenin ürünüdür o halde çevreyi insanca şekillendirmek, yani dünyayı insanileştirmek gerekir” düşüncesiyle yapmıştı. Sosyalist yarışmanın hedefi işte budur. .
Burjuva rekabetçilik kendisini sadece cırtlak bir bireycilik olarak ortaya koymamaktadır. Bizce en tehlikelisi; sosyalist hareket içindeki burjuva rekabetçiliktir. Mesela soldaki grupçuluk da burjuva rekabetçiliğin çok önemli görünümlerinden biridir. Hareketimiz içinde yer yer yaşanan bölgecilik ve aktif kadın arkadaşlara karşı maço tavırlar da burjuva rekabetçiliğinin görünümleri arasındadır. Mücadeleyi ilerletmekten çok kendisini öne çıkarmayı esas alan gösterişçi çalışma tarzları, Hareket içinde türlü yollarla şahsi taraftar kazanma gayretleri, eleştiri adı altında arkadaşlarını kötüleme ve ezme çabaları ve dedikoduculuk da burjuva rekabetçiliğin görünümleridirler. Burjuva rekabetçilik bir siyasi harekete bazı kısa vadeli kazanımlar sağlasa da sonuçta yozlaştırıcı, moral bozucu ve çürütücü etkiler yaratırlar.
Mevlana’nın dizelerinden kalkarak sosyalist yarışma, alçak gönüllü ve samimi devrimcinin mücadelede geride kalmayı kendine yediremeyen sorumluluğuna, yoldaşlarına ulaşma çabasına dayanır demiştik. Daha somuta gelmeye çalışalım. Sıradan insan tavrıyla başlayalım. 1983 yılında Ömerlerin idam edildiği günlerde yapılan operasyonlarda gözaltına alınan Cemalettin Yalçın’ın babasından dinlemiştim. “Benim oğlum teslim olmayıp öldü, ben nasıl direnemem?” diye düşünerek işkencecilere ifade vermeyi reddetmiş. O insan sosyalist olmaktan uzaktır. Ama o düşünce tarzı sosyalist rekabetle özünde aynıdır. Derin sevgi ve sorumluluk taşıdığı insanlara imrenmek, onlara yetişmek, geride kalmayı kendisine yedirememek.
Devrimci hareketin tarihinden örnekleyecek olursak; mesela 30 Mart eylemi bir anlamda sosyalist yarışmanın ürünü görünmektedir. THKO ve THKP-C liderleri Mahirler ile Cihanlar; idam hükümlüsü Denizlerle dayanışma için bir biriyle yarış içinde ölüme yürüdüler. Burada samimi dayanışma ile sosyalist yarış içiçedir. Zaten sosyalist yarış dayanışmacıdır.
Cemalettin Yalçın’ın yaralı haldeyken kendisini çatışma bölgesi dışına taşımaya çalışan Ömerlere; “beni bırakın kaçın, güvenmiyorsanız kafama kurşun sıkın” demiş olduğu anlatılır. Bu tavırda o dayanışma mücadelesinde geri kalmama, arkadaşları için kendini feda edecek kadar ileri gitme tavrını görüyoruz. O; insanlaşmayı ve yücelmeyi bu yoldan görüyordu. İşkencede arkadaşları aleyhine ifade vermektense ölmeyi tercih etmesi de işte sosyalist yarışmanın itici gücü olan insanlığın ve arkadaşlarının gözünde hakedilmiş değere sahip olma arzusundan kaynaklanıyordu.
Ömerlerin idam sehpasına giderken yazdıkları mektuplar 12 Eylül rejimine karşı sosyalist yarışma anlayışının güçlü ifadeleridirler. Ömer Yazgan idamından 10 dakika önce, “Az sonra son görevimi yapmak üzere darağacına çıkacağım. Sloganlarımı haykıracağım, dizlerim titremeyecek. Yirmi yedi yaşına bastığım bu gecenin sabahını kimse unutmayacak”.diye yazıyordu. Benzer ifadeleri Ramazan Yukarıgöz ve Mehmet Kanbur’un mektuplarında gördük. Bunlar Pir Sultan Abdal gibi Denizler gibi direnişçilere imrenmenin, onlara ulaşma ve onlardan geri kalmama azminin ifadeleridirler.
Mücadeleyi seksenli, doksanlı yılların zor koşullarında bugüne getirmeyi başarmış Direnişçilerin aklında hep Mustafa Suphilere, Şefik Hüsnülere, Denizlere, Mahirlere, İbrahimlere, ölüm pahasına mücadeleye sahip çıkmış arkadaşlarına ulaşmak, geride kalmayı kendine yedirememek düşüncesi olduğu hissediliyor: İnsanlığın, halkın özgürlük mücadelesine, devrimci kahramanlara ve arkadaşlarına layık olmak, onlara yetişmek, geride kalmayı kendine yedirememek. Erol Zavar’ın “Ölümü Ektim Randevu yerinde” şiirinde de ölüme karşı sosyalist yarış ruhuyla direnişin ifadesini görüyoruz. Sosyalist yarışma; ölüm orucu ve açlık grevi direnişçilerinin de itici gücü olmuştur.
Direnişçiler İstanbul’da uzun süre bir dağınıklık yaşadıktan sonra Sarıyer’de gelişen grup çalışması sosyalist yarışma ruhuyla başlatıldı. Bu grubun düzenlediği konser Koordinatör ile uyumlu bir sosyalist yarışma örneği oldu. Grubun dışındaki Direnişçiler de sosyalist yarışma ruhuyla çalışmalara destek oldular. Eskişehir, İzmit ve Paris gibi çalışma alanlarında gelişmemiz de sosyalist yarışma ruhu ile oldu.
Devrimci yenilenme yolunda Eğitim ve Dayanışma Hareketi yaratmak için sosyalist yarışmaya çok ihtiyacmız var. Çünkü bu hareket ancak geleneksel solu aşacak kadar yüksek bir sorumluluk duygusu ve eleştirici düşünceyle geçmişimizdeki başarılı örnekleri sahiplenme ve ileriye taşıma anlayışıyla geliştirilebilir. Bu aşamada sosyalist yarışmanın en önemli alanı da Koordinatör arkadaşla dayanışma ve grup çalışmalarıdır.