Çin’in Ortadoğu’da yükselen etkisi

0
306

Mehmet Güzel

Uzun süredir dünyada güçler dengesi yeniden şekilleniyor. 1980’lerin sonunda sosyalist sistemin çöküşü sonrasında oluşan tek kutuplu dünya dengesi uzun süreli olmadı. ABD’nin dünya imparatorluğu hevesi kısa sürede sona erdi. Dağılan Sovyetler Birliğinin ardından on- on beş yıllık bir bocalama sonrasında askeri ve ekonomik bir güç olarak Rusya varlığını ve etkisini hissettirmeye başladı. Ama ondan daha da önemlisi Çin, ABD’nin kabusu olarak dünya sahnesine çıktı. Çin şu anda ABD’den sonra gelen dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahiptir. Ama bununla kalmıyor, büyüme hızı itibariyle ABD’nin ekonomik gücünü yakında yakalayarak geçeceği hesaplanıyor. Ekonomi uzmanları ve analistler bunun 2020’li yılların sonunda ve 2030’ların başında gerçekleşeceğini öngörüyorlar. Bu durum ABD’nin uykusunu kaçırmaya yetiyor. Bu gelişmenin önüne geçmek ve tahakkümünün kırılmasını geciktirmek için ABD, türlü yöntemler uygulamaya yöneliyor. Yöntemlerinin başında ‘Rusya ve Çin’i bölgesel savaşlar ve ekonomik yaptırımlar yoluyla oyalamak, askeri ve ekonomik büyümelerinin önünü almaya çalışmak’ yer alıyor. Bu yöntemlerle dünyanın dört bir yanında bölgesel savaşlar çıkartıp amacına ulaşmaya çalışıyor. Dünyanın her bölgesindeki her türlü sorunun, kutuplar arası bu çatışma ve rekabetiyle doğrudan veya dolaylı bir bağı bulunuyor.

Çin’in Atılımı

Çin’in büyüme hızı 2023’te % 4,5’lara düştüyse de 1989’dan itibaren 2023’e kadar % 9 civarında bir büyüme hızıyla atılım yaptı. 2013’te başlattığı “Kuşak-Yol Projesi” ile yükselen gücüne uygun bir küresel atılım başlattı. Bu proje sayesinde dünya ticaret yolları ile ekonomik ilişkileri belirleme konumu elde etti. Bu projenin kapsam alanındaki tüm ülkeleri de çıkar temelinde proje ile ortaklaştırmayı başardı. Zira bu proje kara, deniz ve demir yolları, limanlar ve boru hatlarını kapsıyor. Bu ticaret yolunun geçtiği tüm ülkeler ticari kazanç elde etmeleri hesabıyla bu devasa projeyle ortaklaşma durumunda oldular. Karşılıklı kazanma ilkesine oturan ilişki birçok engelin aşılmasının anahtarı oldu.

Karşılıklı kazanma ilkesine dayalı ilişki, Çin’in dünya ölçeğinde uluslararası ilişkilerinin temel yaklaşım şeklini oluşturuyor. Çin eski Devlet Başkanı Jiyang Zemin 1996 yılında Afrika’ya yaptığı ziyarette Çin’in uluslararası ilişkilerde takip edecekleri beş temel madde sunmuştu: 1-Dostane ilişkiler geliştirmek ve birbirini desteklemek. 2- Eşitliği temel almak, egemenliğe ve iç işlerine karışmamak. 3- Karşılıklı kazanç ve ortak kalkınma. 4- Uluslararası ilişkilerde dayanışma ve iş birliği. 5- Daha iyi bir dünya yaratmak.

Çin, dünya ölçeğinde bütün uluslararası ilişkilerini bu temel ilkeler üzerine oturtmaktadır. Batı’nın politikası, karşıtları çatıştırma ve bundan yarar sağlama temeline oturmuşken Çin’in politikası barıştırma ve istikrarı koruma temeline oturuyor. Çatışmalardan, sorunlardan uzak, barışı temel alan, sorunların çözümüne dayalı bir ilişki politikası onun büyüme, atılım yapma ve hedeflerine uygun ilerleme sağlamasıyla uyumlu oluyor. Aynı zamanda partnerlerinin de çıkarlarıyla uyumlu olması nedeniyle birçok kapıyı açan sihirli bir anahtar işlevi görüyor.

ABD ve Batılı güçlerin politikası ise bunun tersine, karşıt güçleri çatıştırarak bundan çıkar sağlamayı, ilişkilerde tek yönlü hegemonyayı, iç işlerine karışmayı hatta hegemonya altına aldığı ülkelerin siyasi yönetimlerini belirlemeyi temel alıyor.

Uluslararası ilişkilerde bu bariz karşıtlık, ekonomik atılım yapmış olan Çin’in ekonomik gücüne orantılı olarak küresel çapta etki alanının genişlemesine de yol açıyor.

Sömürgecilik ve emperyalist tahakküm altında inleyen ve bütün zenginlik kaynakları başta ABD ve Fransa olmak üzere emperyalist ülkeler tarafından kurutulan Afrika ülkeleri peyderpey alternatif güçler olarak gördükleri Çin ve Rusya ile ilişkileri geliştirmeye yöneldiler. Bu durum Batılı güçlerin Afrika’da etkisini azaltan ve Rusya ile Çin’in etkisini güçlendiren sonuçlar doğurdu. Son yıllarda Afrika ülkelerinde ardı ardına bu yönde oluşan siyasal yönetim değişiklikleri de bunun göstergesidir. Sadece son üç yılda Mali, Gine, Sudan, Burkina Faso ve Nijer’de ardı ardına askeri darbeler yapıldı ve bu darbeler ağırlıklı olarak Fransız emperyalist tahakkümüne karşı rahatsızlığın eseri olarak gerçekleşti.

Bütün emperyalist muktedir ülkeler Libya’nın başına üşüşerek vahşice Kaddafi’yi katletmelerine ve ülkeyi parçalamalarına rağmen bu ülkede mutlak egemenliği sağlayamadılar. Yıktılar ama egemenlik imar edemediler. Bu ülkede Rusya’nın önemli oranda etkisi oluştu ve bu etki daha da artarak devam ediyor.

Afrika kıtasında Çin, ağırlıklı olarak ekonomik yatırımlar ve ticari ilişkiler yoluyla, Rusya ise ticari ve askeri ilişkiler yoluyla etki alanını genişletirken ABD, Fransa ve diğer Batılı ülkelerin etki güçleri zayıflama seyri izliyor.

Ortadoğu’da Güç Kaymaları

Ortadoğu’da da durum çok farklı değil.

Irak’ı enkaza çevirerek harap eden, bir milyon insanı öldürüp işgal eden ABD ve müttefikleri sonuç itibariyle istedikleri sonucu elde edemediler. Irak’ta istedikleri gibi tam bir egemenlik sağlayamadılar, tersine bu ülkede İran’ın nüfuz geliştirmesine yol açtılar.

Suriye’de 2011’den bu yana yürütülen barbarca saldırılara rağmen Suriye ordusu ve halkı karşısında bir hezimet yaşadılar ve yenilgiyi kabul ettiler. ABD bu alanda geliştirdiği bölgesel iş birliği sayesinde Suriye’nin petrol kaynaklarını işgal etmekle yetinmek zorunda kaldı. Ancak bu işgal de geçici bir durum arz ediyor ve her an bölgenin direniş güçleri tarafından sökülüp atılma tehdidi altında bulunuyor. Son 40 gün içinde her gün Suriye ve Irak’taki ABD askeri üslerine saldırılar yapıldı ve toplamda 58 saldırı gerçekleştirildi.

ABD ve onun işbirlikçisi devletlerin Suriye’ye saldırı sonrasında Batı bloku bölgede hem prestij hem de nüfuz alanı kaybı yaşadı. ABD’nin Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman üzerindeki egemenliği zedelendi ve nispeten sarsıldı. ABD bu ülkeler üzerinde eskisi gibi her sözünü geçiremez duruma geriledi. OPEC’de ABD istekleri aleyhine kararlar alınmasına engel olamaz hale geldi. Ukrayna üzerinden Rusya-NATO savaşında Körfez ülkeleri, ABD’nin Rusya’ya yaptırım kararlarına uymuyorlar.

Buna karşılık Çin Ortadoğu’da daha fazla nüfuz sahibi olmaya başladı.

Suriye’ye karşı yapılan saldırganlık boyunca Çin uluslararası diplomatik alanda Suriye ile dayanışmasını devam ettirdi. Suriye ile Çin arasında ekonomik ilişkiler gelişti. Suriye 2022’de imzalanan anlaşmayla Çin’in “Kuşak-Yol Projesi”ne dahil oldu. Bu proje kapsamında Tartus ve Lazkiye limanlarının modernizasyonu ve ülke içinde demiryolu hatlarının inşası anlaşmaları yapıldı. İki ülke arasında ticari ilişkiler, ABD’nin ambargo ve yaptırımlarına rağmen gelişti, ticaret hacmi arttı ve iş birliği alanları genişledi. Çin Suriye’ye yatırımlar yapıyor, Suriye de Çin’e tarım, tekstil ve diğer alanlarda ihracat yapıyor. İki ülke arasında Bakanlar düzeyinde karşılıklı ziyaretlerin ardından 21 Eylül 2023’te Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat Çin’e ziyarette bulundu. Çin ile Suriye arasında “stratejik ortaklık” kuruldu. Bu ziyaret ile dünya kamuoyuna Suriye’nin yalnız olmadığı, içinde bulunduğu sorunlardan dostlarıyla dayanışma halinde çıkacağı mesajını vermiş oldu.

Çin’in Ortadoğu bölgesinde artan etkisinin en bariz göstergelerinden birisi, Suudi Arabistan ile İran arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına arabuluculuk yapmış olmasıdır. Bu başarı Çin’in bölgede gelişen etkisinin en somut yansımasıdır.

Ekonomik atak yaparak ekonomisini büyüten Çin, enerji ihtiyacını karşılamak için Körfez ülkeleriyle ilişkiler geliştirdi. Çin, Ortadoğu petrolünün birinci alıcısı konumunda bulunuyor. Suudi Arabistan’ın en çok petrol ihraç ettiği ülke Çin’dir. Bunun yanı sıra Çin ile BAE arasında Yuan ödemeli ticaret başladı. Çin, Ortadoğu ülkeleri içerisinde İran, Mısır, Cezayir, Suudi Arabistan, BAE ve Umman ile stratejik ortaklık anlaşmaları imzaladı.

Çin- Arap Ülkeleri ve Çin- Körfez Birliği Konseyi zirveleri yapıldı, zirveye Çin Devlet Başkanı Şi Cinping katıldı.

Çin ile Suudi Arabistan arasında kurulan ilişkiler bölge dengesini etkileyecek boyuttadır. İki ülke arasında tarım, alt yapı, nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması ve uzay araştırmaları konularında anlaşmalar imzalandı. Şi Cinping’in Suudi Arabistan ziyaretinde yaptığı açıklamaya göre S. Arabistan bu ilişkileri güvenlik ve savunma alanlarında da yapmak istiyor.

İran, BAE ve S. Arabistan arasında, Basra Körfezi bölgesinde barış ve istikrarın sağlanması amacıyla ortak bir deniz gücü oluşturulmaya çalışılıyor ve Çin bu çabayı destekliyor.

Çin’in bölgede nüfuzunun artması ABD’yi son derece rahatsız ediyor ve bunu baltalamak için elinden geleni yapıyor. Çin ABD arasındaki yakınlaşmayı baltalamak için Mayıs 2023’te ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Haziran’da ise Dışişleri Bakanı Anthony Blinken S. Arabistan’a geldi. Ama boşuna. Bu ziyaretlerin ardından S. Arabistan, Çin’le ilişkilerin devam edeceğini açıkladı ve Haziran ayında Çin ile S. Arabistan arasında iki günlük yatırım konferansı yapıldı. Konferansa 23 ülkeden üç bin kişi katıldı.

Son on yılda Ortadoğu’ya yapılan yatırımların % 40’ı Çin tarafından yapıldığı kaydediliyor.

Türkiye açısından bakıldığında ise Batı bu alanda da yara almış durumda. Her ne kadar Türkiye, Batı sisteminin kopmaz bir parçasıysa da Rusya’nın bölgesel düzeyde izlediği taktik politikalar sonucunda Türkiye ile Batı arasında bir mesafe açılmasına neden olmuş ve çıkarları kesiştiği oranda Rusya ile Çin’in izlediği seyrin etkisi altına girmiş bulunuyor. Rusya bunu sağlayabilmek için Suriye’de Türkiye’ye, Suriye’nin aleyhine önemli oranda tavizler vermiş, işgale göz yummuş durumda. Türkiye ise kutuplar arası bu çekişmeden, işgal altında tuttuğu alanları kalıcı hale getirme ve ilhak boyutuna taşıma amacıyla yararlanmaya çalışıyor.

“Aksa Tufanı” harekatıyla patlak veren Filistin İsrail çatışması da bu güç dengeleri çerçevesinde cereyan ediyor. ABD ve Batılı emperyalist tahakküm sisteminin bölge halkları aleyhine kurduğu katlanılamaz zulüm sistemine karşı bölge halkları isyan bayrağı açıyor. Nefes alamaz hale gelen bölge halkları ölüm kalım savaşı vermek zorunda kalıyor. ABD ve Batılı muktedirler ise sarsılan hakimiyetlerini sürdürmek ve Ortadoğu’daki en önemli kalelerini korumak için tarih öncesi barbarlıkla zulmün dozunda sınır tanımıyor. Filistin’de yaşanan şey, Batılı emperyalist muktedirlerin bütün abartılı ve orantısız askeri, teknik, teknolojik güçlerine rağmen, zulüm mekanizmalarının mutlakiyetini devam ettirmeye yetmeyeceğini gösteriyor. Bunu önce Suriye halkı Suriye’de gösterdi, şimdi de bölge halkları Filistin ve Lübnan’da gösteriyor.

Günümüz dünyasında ekonomik güç, askeri güç olmadan korunamaz. Bu realiteden dolayı olsa gerek Çin, ekonomik büyümesine paralel olarak askeri büyüme de sağlıyor. Askeri kapasite bakımından Çin, ABD ve Rusya’dan sonra üçüncü sırada yer alıyor. Asker sayısı ve deniz gücü itibariyle birinci sırada, hava gücü açısından ise üçüncü sırada yer alıyor. Askeri harcamalara ayırdığı bütçe itibariyle de ABD’den sonra ikinci sırada yer alıyor.

Dünya Güçler Dengesi Yeniden Şekilleniyor

Dünya bir sistem krizi yaşıyor. Küresel boyutta yaşanan ekonomik sorunlar bu sistem krizinin ürünü olarak tezahür ediyor. Bu gelişim içerisinde ABD ve bağlaşıkları olan Batı Blokunun karşısında Rusya- Çin bloku şekillendi. Bunun yanında, gelişen Hindistan gücü de kendini hissettirmeye başlıyor.

Ülkelerin ve kampların gücü değişince kaçınılmaz olarak dünya güçler dengesinde de değişim yaşanıyor. Haliyle bazı güçlerin ayakları altından toprak kayarken bazıları da nüfuz alanlarını genişletiyor. Bu denklem değişikliğinde ABD ve Batılı müttefikleri dünya egemenliklerinin tehlike altında olduğunu hesap ediyor ve gelişen güç olarak Çin’i kendilerine asıl tehdit olarak görüyor. Çin’in gelişimini yavaşlatmak için ekonomik ve askeri yöntemler başta olmak üzere her türlü yöntemle önlemler almaya çalışıyorlar. Ancak her şeye rağmen ayakları altından toprağın kaymasına ve Rusya ile Çin’in -ama asıl olarak Çin’in- dünyada nüfuz alanlarının gelişmesine engel olamıyorlar. Bunun ürünü olarak günümüzde denebilir ki düşük yoğunluklu bir üçüncü paylaşım savaşı yaşanıyor.

Silah teknolojisinin içinde bulunduğu gelişmişlik düzeyi nedeniyle topyekûn bir küresel savaş değil, şu anda bölgesel yoğun savaşlar ve vekalet savaşları yoluyla düşük yoğunluklu bir yeniden paylaşım savaşı yaşanıyor. Bu savaşın küresel boyuta sıçraması kontrolden çıkma ihtimalini barındırıyor. Dünyanın muktedir güçlerinin kar ve çıkar hırsı dünyayı ve insanlığı bir felakete sürükleme potansiyeli taşıyor.

19 Kasım 2023

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.