Cemalettin CAN
Bir önceki sayımızda (Ergenekoncu-Dinci Kavgası ve Kürt Sorunu, Odak, Haziran 2009) sömürü düzenini savunan iki güç arasındaki iktidar mücadelesi çerçevesinde Kürt sorununu tartıştık. Yazıda dinci ve laik her iki burjuva kampın da demokratik bir ülke yaratma özlemi önünde engel oluşturduklarını iddia ettik. Her iki burjuva kamptan temelden bağımsız ve gerek derinlemesine gerekse de genişlemesine tüm halk kesimlerini kapsayacak şekilde gelişecek bir özgürleşme hareketi yaratmanın gereğini belirttik.Yazımızı; “Bu Hareket bir Eğitim ve Dayanışma Hareketi olabilir” diye bitirmiştik.
Eğitim ve Dayanışma Hareketi
Eğitim ve Dayanışma Hareketi üzerine Odak´ta çeşitli yazılar yayınlandı. Okura bunlardan üçünü bu yazı ile birlikte ele almasını tavsiye edeceğiz. Biri “Nasıl bir Dayanışma Hareketi ve Nasıl bir Kültür Merkezi?” sorusunu tartışan yazı “Erol Zavar ve Hasta Tutsaklarla Dayanışma Konseri” başlıklı yazı içinde bir bölüm idi (Ebru, Seda Yeşim). Diğer bir yazı ise “Diyalog Temelinde Birlikte Öğrenme” başlıklı idi. Üçüncü yazı ise “Eğitim ve Dayanışma Hareketi” başlığını taşıyordu. Okura özellikle dayanışma hareketini nasıl örgütleyebiliriz sorusunu tartışmak için, adı geçen yazılardan birinci ve üçüncü yazıyı incelemesini tavsiye ederiz.
Bilindiği gibi diyalog ve dayanışma, Fethullahçıların da kullandıkları kavramlardır. Fethullahçılar için diyalog sonuçta iki tüccarın işbirliği için yan yana gelmesine çıkan burjuva bir ilişki tarzıdır. Fethullahçılar bireysel çıkarları öne aldıkları için tipik Yahudi dayanışması diye bilinen çıkarcı ve bir burjuva dayanışmayı savunmaktadırlar.Bu anlamda birbirleriyle rekabet içindeki burjuva bireyler de karşıt çıkarlara sahip işçi ile sermayedar da ezen ile ezilen de diyaloga girebilir. Bizim anladığımız diyalog ise bireyciliği ve onun kaçınılmaz bir ürünü olan ezen-ezilen ayrımını ortadan kaldırmaya ve yeni-insan ilişkileri yaratmaya yönelik bir anlayıştır.
Dayanışma; insanın özgürlüğe açılan toplumsal yanından kaynaklanır. Bizi insan yapan her şeyimizi; konuşmayı, düşünmeyi, bilinci, benliği, kişiliğimizi, bilgi ve yeteneklerimizi diğer insanlarla etkileşimimiz toplum ile bağlarımız sayesinde elde edebiliyoruz. Bütün bunlar bir paylaşma ve ortak yaratma sürecinin ürünüdür.İnsanlarla iletişim olanağı bulamamış insan soyundan canlıların konuşmayı ve insan gibi davranmayı öğrenemedikleri, insan özelliği gösteremedikleri bunun kanıtlarından biridir.
Bireycilik ve bencillik; insanın topluma ve dolayısıyla kendi kendisine yabancılaşmasıdır. Bireycilik ve bencilleşme insanın davranışlarının, dilinin, düşüncelerinin ve bilgilerinin; kendi özgürlükçü ve sosyal yanına karşıt nitelik alması demektir.
Aktif bir varlık olarak insan hem yaşadığı dünyaya ayak uydurması hem de onu insanileştirecek şekilde değiştirmesi ile ayırdedilir (Freire). İnsan böylece dünyaya bağımlılıktan kurtulup ona egemen hale gelir. İnsanlar dünyayı birbirleriyle iletişim içinde kavrayıp değiştirmektedirler. Bu süreç bir eğitim ve iş bölümü sürecidir. Her toplumun kendine özgü eğitim ve işbölümü süreci bulunmaktadır. Sınıflı toplumlarda bu süreç sömürü ve baskıya dayanır. Bu yüzden sınıflı toplumlarda eğitim ve iş bölümü sömürü ve baskı düzenini devam ettirmeye hizmet eder. Herkes sömürü ve baskı düzeninin çarkları içinde kendisine yer arar. Bu süreçte üst kesimi oluşturan bir grup azınlık insan sömürücü olarak dünyayı çoğunluğa zindan ederler. “Ne kendileri rahat eder ne de insanlığa huzur verirler”.
Acılar, kederler ve sıkıntılar paylaşılarak azalır; sevinçler ve mutluluklar ise paylaşıldıkça artar. Hayatı kolaylaştırmayı , onu anlamlı kılmayı ve dünyayı insanca yaşanılır hale getirmeyi amaçlayan Dayanışma ve Eğitim Hareketi insanların birbirini anlama, dünyaya eleştirici gözlerle bakarak birbirinin varlığını tehdit değil yardımcı görebilme, birbirimizi aşağıya çekerek değil yücelterek olanaklarımızı artırma, böylece güçlenme ve gelişme amacı taşıyan bir harekettir. Bu anlamda Dayanışma ve Eğitim Hareketi başka türlü davranabilme ve dolayısıyla bir insanlaşma hareketidir. Yani dayanışma ezenlerin bakışını ve davranışlarını taklit ederek şahsi ya da zümresel çıkarlar için kendilerini araç haline getiren, yani paranın, zenginliğin, mevkinin kölesi olan, çevresini bu amaçla araç gören insanın aşılması hareketidir.
Dayanışma ve Eğitim Hareketi dünyaya ezilenlerin gözüyle bakabilmek, ezenlerin bakış, düşünüş ve davranışlarından arınma hareketidir. Dayanışma ve eğitim birbirini tamamlayan öğelerdir. Bu iki öğe diyalog kavramında birleşir.
Dayanışma ve eğitim hareketi dinciliğe ve milliyetçiliğe karşı bir demokrasi ve ögürlük hareketidir
Bugün toplumu adeta ortadan ikiye bölmüş olan Ergenekoncu-Dinci kutuplaşması egemen güçlerin birbirine karşı kutuplaşmasıdır. Ergenekoncular da sömürücü düzeni savunuyor dinciler de. Ergenekoncular da yeni-liberal dinciler de. Ergenekoncular da şöven milliyetçi dinciler de. Ergenekoncuların gözü Koç grubu, Doğan grubu gibi geleneksel burjuvazide ise dincilerin gözü de İslamı pazarlayan sermaye gruplarında. Her iki grup da işçilere ve emekçilere tepeden bakıyor; onları güdülecek sürü görüyor. Ergenekoncu siyasal liderler de dinci siyasal liderler de kendilerini; sermayedar grupları adına işçileri ve emekçileri güdecek çobanlar olarak görüyorlar.
Ergenekon denen örgütlenmenin kökeni Gladyo’dur. NATO’ya dayanarak oluşturulmuş ve onlar tarafından koordine edilmiştir. Ergenekoncuların etkisi altındaki insanlar bağımsızlığın ve laikliğin temel gücü olarak orduyu görüyorlar. Oysa ordu ülkemizde ABD emperyalizminin kalesidir. ABD emperyalistleri Türkiye’nin ekonomik zenginliklerini sömürmekten ziyade orduyu elde tutmak ve kullanmakla ilgilenmektedirler. Ünlü Amerikan spekülatörü Soros’un “sizin en önemli ihraç malzemeniz ordunuzdur” demesi boşuna değildir.
Yarım yüzyıldır yani Türkiye’nin NATO’ya girmesinden bu yana ordunun eğitim ve teşkilatlanma esasları Amerikancı olageldi. Orduda üst rütbelere yükselmenin yolu İsrail ve Pentagon ile arayı iyi tutmaktan geçer. Generaller “vatan” dediklerinde esas olarak kendi rütbeleri, makamları ile ordu teşkilatını kastetmektedirler. “Vatanın birliği ve milletin istiklali” onlar için ABD ile sıkı ilişkiler çerçevesinde ordunun toplumdaki gücünün artırılmasına çıkar.
Ergenekoncuların laikliği Kenan Evren laikliğidir. Laiklik, kendilerini toplum mühendisi sayan onlar için toplumdaki fikirlerin ve inançların sevk ve idare edilmesidir. Onlar bu anlayışla 1960’lı ve yetmişli yıllarda sola karşı dinciliği körüklediler. Dinciliği kimse 12 Eylülcüler kadar desteklemedi. Dinciliğin önündeki belli başlı örgütlü engelleri onlar dağıttı ve ezdi. Ayrıca bireyciliği alabildiğine teşvik etme yoluyla örgütsüz, çaresiz bir toplum yaratarak dinciliğin gelişmesi için en elverişli düzeni kurdular. 1990’lı yıllarda da dinciliği Kürt ulusal hareketine karşı desteklediler.
Ergenekoncu-dinci çatışmasını mesela Sivas katliamı özgülünde gözlemlersek öldürenler dinciler ve MHPcilerdi, öldürten de “laikliğin yılmaz bekçisi” iddiasındaki güçler. Askerler adeta katliama nezaret ettiler. O gün Sivas’ta Madımak oteli önünde toplanmış kalabalığı dağıtmak için düdük çalıp havaya iki el ateş etmeleri yeterli iken bunu yapmadılar. Alevileri dincilikle korkutmak istedikleri için katliama izin vermişlerdi. Amaçları toplumda dinci-laik kutuplaşması yaratmaktı.
Bugün toplum Fethullahçılar ile laikler arasında saflaşmaya zorlanıyor. Oysa Fethullahçıların dinciliği tastamam 12 Eylül dinciliğidir. Fethullahçılar dini yeni-liberalizmin hizmetine sokmak için çalışan bir çıkar şebekesidir. Generallerin Fethullahçılara itirazının temelinde ordu mu yönetsin yoksa tarikat mı, çatışması yatıyor. Her iki kutbun halk kitlelerine benimsettikleri “türbana özgürlük” ile “Türkiye laiktir laik kalacak” işte bu, kim yönetsin tartışmasıdır. Ordu; Gülen cemaatini kendi egemenliği altında görmek istiyor Gülen cemaati de orduyu kendi egemenliği altına almaya çalışıyor. Her iki gücün ipleri de ABD’nin elinde. ABD ise her iki gücü birbirine karşı kullanarak kendi egemenliğini yürütüyor.
Bugün sözde darbeciliğe karşı toplumda gelişen saflaşmayı yöneten ve bu amaçla Fethullahçı bir sol yaratmayı başaran Gülen; hem 12 Eylül hem de 28 Şubat darbelerinin işbirlikçisidir. Bu cemaat polis teşkilatını ve eğitimi ele geçirdi. Orduyu da ele geçirmeye çalışıyor. Fethullahçıların “darbeciliğe karşı mücadelesi”, orduya karşı güç kazanmak ve hatta onu ele geçirme mücadelesidir.
Bugünkü dinci ve laik kutuplaşmasının kökleri Osmanlı dönemindeki İttihat ve Terakki Örgütü ile İngiliz işbirlikçiliğine dayanan Prens Sabahattin ve Hürriyet ve İhtilaf Fırkası’na gider. Ilımlı İslam’ı savunan güçler İngiliz işbirlikçisi dinci geleneğin devamıdırlar.
Ergenekoncular ise İttihat ve Terakki geleneğinin uzantısı olarak görülebilirler. Osmanlı Devleti’i Birinci Dünya Savaşı’na sokan İttihat ve Terakki geleneği Alman işbirlikçisi idi. Bu gelenek içinden Kemalizm çıktı. Ancak Kemalist gelenek kısa zamanda emperyalizm tarafından teslim alındı. 1950’li yıllardan bu yana Kemalist gelenek de dinci gelenek de ABD’nin koordinasyonunda gidiyor. Menderes iktidarından bu yana her iki güç arasındaki mücadele, Odak’ta çok defa belirtmiş olduğumuz gibi, temelde ordu mu yönetsin polis mi, mücadelesidir. Ergenekoncuları savunanlar sonuçta ordu egemenliği yanlısı, dincileri savunanlar da polis egemenliği yanlısı duruma düşüyorlar.
Eğitim ve Dayanışma Hareketi bilinçlenme, örgütlenme hareketidir
Dayanışma ve eğitim çalışmamızda göz önünde bulundurmamız gereken temel hususlardan biri dayanışmanın tek yanlı bir ilişki olamayacağıdır. Dayanışma insanın insana ahlaksal sorumluluğu temelinde bir eşitler ilişkisine dayanır. Dolayısıyla dayanışmayı lütuf veya sadaka tarzı olarak yozaşmamasına dikkat etmeliyiz. Diğer yandan dayanışma ilişkisinin tek yanlı bir fadakarlığa dönüşmemesine karşı da dikkatli olunmalıdır. Bu da bir bencillik, sorumsuzluk ve yozlaşma olur. Başkalarına yardım etmeye olanağı ve yeteneğinden tümüyle yoksun insan düşünülemez. Bu iş bilinç, sorumluluk ve ahlak işidir. Paylaşım ancak karşı tarafta da dayanışmacı bir bilinç ve davranışa yolaçıyorsa anlamını o zaman bulur. Devrimci bir hareket giriştiği dayanışma çalışmasında tek yanlı fedakarlığa düşerse istismar edilir, kadroları yorulur ve dayanışmacılık içten içe darbe alır.
Dayanışma Hareketi toplumda bireyciliğe ve lümpenliğe karşı bir harekettir.
Bireycilik bir yanıyla burjuva toplumunun ideolojik tesellisidir. “Her koyun kendi bacağından asılır”, “gemisini kurtaran kaptandır” şeklindeki sözlerle kendisini destekleyen “özgür birey” iddiası insanın insandan çıkarlarla ayrıldığı, insanın çıkarsız ilişkiden mahrum kaldığı yabancılaşmanın yarattığı acıları dindirmek için afyondur. Kimseye ihtiyacım yok, ben kendime yeterim, iddiası bir tepkinin ifadesidir. Gerçekte herkes birbirine muhtaçtır. Kimse tek başına kendi kendisini kurtaramaz. Kurtuluş ya da özgürleşme bireysel değil ancak kollektif düşünce ve eylemle gerçekleştirilebilir.
Lümpenlik de burjuva toplumunun yarattığı bir olgudur. Dayanışma ve Eğitim Hareketi özellikle özellikle kapitalizmin işsiz-güçsüz bıraktığı, burjuva değerlerden bile yoksun bıraktığı yoksul gençlik kitlesi ile buluşmayı esas almalıdır. Bireyciliğe ve lümpenliğe karşı mücadele eleştirel bilinç ve güvenilir insan ilişkileri yaratmakla mümkün olacağı için dayanışma bu anlamda bireyciliğe, istismarcılığa, yozlaşmaya ve yabancılaşmaya bir eğitim ve örgütlenme hareketidir.
Dayanışma ve eğitim hareketi solda birlik hareketidir
Dayanışma birbirini anlama, bir iken iki olabilme, çoğalma ve güçlenme yani bir birlik hareketidir. Dayanışma ve Eğitim Hareketi bu anlamda solda birlik hareketidir. Solda birlik üzerinde biraz duralım.
Türkiye solu bölünmüş ve bölünme eğilimleri taşıyan bir sol. Bölünmenin bir sebebi, sol hareketinin önünün tıkalı olmasıdır. Ancak sol hareketin önünün açık olduğu 1960’lı ve 70’li yıllarda da solda bölünme eğilimi güçlü idi. Sovyetler Birliği Türkiye solunu birleştiren güvenilir bir çekim merkezi olmaktan çıkınca solda bölünmeler daha altmışlı yıllarda arttı. Yetmişli yıllarda solda bölünme alabildiğine hızlandı Burada devletin bölme politikalarının kuşkusuz çok rolü vardı ama solun bölünmeye açık olmasından daha güçlü bir neden düşünülemez.
Türkiye solu bölünmeye gebe bir soldur, çünkü dayatmacı ve sekter bir ideolojiye dayanmaktadır. Geleneksel sol diyaloga değil karşısındakini kendi siyasal amaçları için araç görmeye ve manipülasyona; yani onları anlamaya değil onları kendi düşüncelerine getirme anlayışına, insanları kendi amaçlarına uydurmaya dayanır. Geleneksel sol bu yüzden düzen içi ilişkilerden temelden farklı bir insan ilişkileri yaratamamıştır ve bunu yapamaz da.
Geleneksel sol bu yaklaşımı hem yukarıda söz ettiğimiz düzen içi ilişkilerden hem de reel-sosyalizm adlı yozlaşmadan aldı.
Günümüz koşullarında sol örgütlerin birliği yoluyla solun birliğini gerçekleştirmek başarıya ulaşmak için en uzak ve en az güvenilir yol olarak görünmektedir. Sol örgütler, mevcut manipülasyoncu ve grupçu anlayışlarıyla, bir birlik hareketi önünde engeldirler. Reel-sosyalizme dayanan sol örgütleri ve geleneksel sol kadroları birleştirmeyi temel alan bir strateji; solun birliğinin önünü açmak yerine kapatmaya yolaçar.
ÖDP ve SDP gibi örgütlerin arkalarında hayal kırıklıkları bırakarak başarısızlığa uğramış olmaları bunun kanıtıdır. Bir çok insan ve siyasi çevre ne yazık ki ilerici insanların solda birlik özlemini şahsi ve grupçu amaçlarla istismar etmek için kullanıyor. Genelde solda birlik girişimleri bu niyetlerle gündeme getirilmektedir. Solun yeniden yapılanması için kendilerinde güç bulamayan bir çok insan da bu gerçeğin farkında olmasına rağmen her seferinde yeni bir sözde birlik hareketinin peşine takılmaktadırlar.
Solda birlik için bir tek çalışma alanında (bu bir işyeri, bir okul, bir mahalle de olabilir) dayanışmacı ve diyalogcu anlayışla başarılı bir kitle ve kadro çalışması ortaya koymak bütün iddialı birlik girişimlerinden kat kat önemlidir. Çünkü asıl sorun düşünce tarzı ile kitle çalışması ile, grup çalışması anlamında kadro ilişkileri ile yeni bir anlayış yaratmak, yenilenmek sorunudur. Solun zaten reel-sosyalist anlayışa sahip ve üstelik yorulmuş-yıpranmış, düzene karışmış eski kadroları ile bu yapılamaz. Bu iş gençlik heyecanı, gençlik iyimserliği ve enerjisiyle, gençliğe özgü öğrenme ve mücadele azmi ile olur.
Dayanışma ve Eğitim Hareketi solun birliği esas olarak yeni insanlarla, gençliğe ve kadınlara gidilerek sağlayabilir. Solun eski kadroları il ilişkiler bu anlamda çok sıkı gözden geçirilmelidir.
Devrimciliği yapıcı yönüyle ele almak
Dayanışma ve Eğitim Hareketi kendisini bir yanda ulusalcılarla diğer yanda ise dincilerle kol kola gezen reformcu soldan ayırırken militan solun kof iddiacılığından da titizlikle uzak tutmalıdır. Şehir lümpenliğinin etkisi altındaki militan sol bir yere varamayacak iddialarla hareket etmektedir. Militan sol örgütlenmelerin çoğu hala düzeni bir tekmeyle yıkacakmış gibi “hesap soracağız”, “affetmeyeceğiz” gibi söylemlerle kendilerini kandırmaktadırlar. Son ölüm oruçları süreci bu çizginin en önemli hatalarından biri olmuştu. Militan sol baskı güçlerinin kolayca öngörebileceği ve hatta dolaylı yollarla etkileyebileceği şekilde davranarak solun halkın gözünde güven ve itibar kaybetmesine ve yalıtılmasına sebep olmaktadır. Militan sol çok zaman siyasal sonuçlardan çok adli sonuçlar yaratarak devletin baskı tedbirlerine de gerekçeler oluşturmaktadır.
Dünyada yeni bir dönem yaşanıyor. Ne devrim kapıda ne de sosyalizm kitlelerin gözünde prestije sahip. Devrimci, sosyalist ve komünist sıfatları bugün halkta güven ve umut yaratmıyor. Çünkü bu sıfatların tekelini elinde bulundurduğu iddası ile davranan bir sistem, insanlığı derin bir hayal kırıklığına uğratarak çöktü. Militan sol örgütlenmeler, yeni dönemi doğru yorumlayamadıkları ve kendilerini şehir lümpenliğinin parlayıp-sönen ve disipline gelmeyen yıkıcı eğilimlerine bıraktıkları sürece sola hizmet edemezler. Aktivizm adına kolluk kuvvetleri ile gereksiz sorunlar yaşamaktan kesin tutumla uzak durulmalıdır.
Dayanışma ve eğitim hareketi devrimciliği yıkıcı ve tehdit edici değil yapıcı yanıyla ele almakla geliştirilebilir. Mesela düzenin kolluk kuvvetlerinin bizi ne kadar tehdit edici buldukları ile övünmeyelim. Onun yerine halkın bizi ne denli güvenilir buldukları ile ilgilenelim. Gene mesela saflarımızda devrimcilik adı altında işsiz gezmeyi, okulu yok yere ihmal etmeyi, günlük hayatın sorumluluklarından kaçmaya yönelik davranışları hoş görmeyelim. Kimse zorunlu olmadıkça işsiz gezmemelidir. Ama kimse “devrimcilik yapıyorum” gerekçesiyle okuluna yani tahsiline karşı sorumsuzluk etmemelidir.Gerektiğinde okul da ihmal edilir, günlük yaşamın bazı zorunlulukları da. Hatta gerekiyorsa insan dava için canını bile verir. Ancak devrimci özveri karikatürize edilmemelidir.
Solun yapıcı yanının öne çıkarılması demek çalışma alanlarında sorunları halk ile birlikte saptayıp çözüm yollarını birlikte aramak ve birlikte hareket ederek çözüme gitmektir. Dayanışma ve Eğitim Hareketi bir yanıyla fedakarlık hareketi eylemi ise diğer yanıyla da kapsadığı insanların bilincini yükseltmesi ve hayatlarını kolaylaştırması ile ayırt edilebilmeldirir.
Keşke bu yazınızı okulu 7.5 yılda bitirip, kurumumuzun kafesinde çay dağıtarak geçirdiğim yıllardan önce okusaydım.
“Keşke bu yazınızı okulu 7.5 yılda bitirip, kurumumuzun kafesinde çay dağıtarak geçirdiğim yıllardan önce okusaydım.” diye yazmışsınız.
Çok geç cevap verdiğimiz için af diliyoruz.
İş iştir.
Nerede çalıştığınızı merak ettik.
Selamlar