AKP gericiliğinin yakasını bırakmadığı en önemli konularda biri eğitim oldu. İktidarda oldukları 15 yıllık süre boyunca toplamda eğitimde 13 defa önemli değişiklikler yaptılar ve 7 eğitim bakanı değiştirdiler.Eğitimin tarafsız olmayacağını ve iktidarların ayakta kalmasını sağlamak için toplumu şekillendiren bir araç olduğuna en çok AKP gericiliği ile tanık olduk. Ortaçağ karanlığını aratmayan düşünceleri toplumda karşılık görsün diye yıllardır çocuklara yapmadıklarını bırakmadılar. Milyonlarca aile kendi rızasının olmadığı gerici bir eğitim müfredatına mecbur bırakıldı. Çocuklar ise bir taraftan okumaktan uzaklaşırken diğer yandan mutsuzlaştırıldı. Geçmişte, ilerici insanları kastederek “komünistler iktidara gelirse çocuklarınızı elinizden alacaklar” diyerek demokratik düşüncelerin önüne geçmek isteyen bu gericilik şuan milyonlarca çocuğa, ailelerinin istemediği bir kişilik dayatıyor.
Yapılan araştırmalar Türkiye’de halkın yüzde 70’inden fazlasının eğitim sisteminden umudunu kestiğini ve fırsatını bulmaları durumunda çocuklarını okutmak için başka bir ülkeye göndermek istediğini belirtiyor. Piyasacı ve gerici eğitim geliştiği için bu umutsuzluk giderek artıyor. İnsanlar eğitimin geldiği durumu artık “eğitim mi kaldı?” gibi sözlerle ifade ediyorlar.
Son yıllarda okula gitmek istemeyen, psikolojisi bozulan ve aileleriyle iletişim kurmakta zorlanan çocuklarla ilgili haberler giderek artıyor. Çocukların okullarda karşılaştığı olaylarla ilgili basına yansıyan kimi haberler ise insanı kahredecek türden. Hayatı dinsel kavramlarla yorumlamaya zorlanan ve yabancılaşmaya itilen çocukların okullarda aldıkları eğitimle ilgili aileleriyle paylaştığı kimi bilgiler anne ve babaları ciddi derecede tedirgin ediyor. Gericilik ve karanlık düşünceler hayatın her yerine sirayet ettiği için toplumdaki tedirginlik de giderek artıyor.
Eğitim hayatına dair açıklamalar yapan meslek odaları AKP’nin dinci gericiliği topluma yaymak için birçok dernek, vakıf ve cemaat ile iş birliği yaptığını ve okul yönetimlerinin yüzde 84’ünü ellerinde bulundurduğunu belirtiyor. Adı çocuk tecavüzleriyle anılan Ensar vakfı gibi cemaat vakıfları ise “altın nesil” yetiştirme stratejisiyle artık Milli Eğitim Bakanlığı ile protokol anlaşmaları yapmış durumdalar. Bu gerici vakıfların görevlileri şuan halka ait okullarda okul müdürleri gibi cirit atıyorlar.
Topluma umutsuz ve aşağılayıcı bir yaşamı layık görenler, kendi çocuklarını en iyi okullarda okutarak onları milyon dolarlık şirketlerin başına geçirirken halk çocuklarının ise hayatlarıyla ve geleceğiyle oynuyorlar. Yıllardır çocukları kendi karanlık düşüncelerine göre şekillendirmeye çalışan bu gericiler artık topluma karanlık ve paralı eğitimden başka bir seçenek bırakmadılar.
Yıllarca kafalarında tasarladıkları eğitim programlarını “biz yapıyoruz” diyerek milyonlarca veli ve öğrencinin önüne koyarak uyguladılar. Çocukları ve gençleri kendi ahlaksız düzenlerini korumak için şekillendirmeye çalıştıklarından çoğu değişiklikte pilot uygulama dahi yapmadılar. Annelerinden ayrıldıkları için ağlayan ve kendi başına tuvalete dahi gidemeyen 5 yaşındaki çocukları 7 yaşındaki çocuklarla aynı sınıfa girmeye zorladıkları 4+4+4 eğitim sistemi hala hafızalardaki yerini kuruyor.
4+4+4 Eğitim Sistemi
AKP iktidarının eğitim alanında yaptığı en önemli değişiklik 4+4+4 eğitim sitemi oldu. Bu programla birlikte daha önce uygulanan 8 yıllık kesintisiz eğitimi kaldırarak imam hatipleşmeyi ortaokullara kadar indirdiler. Değerler eğitimi adı altında dinsel gericilik ilkokul çocuklarının hayatlarına kadar sokuldu ve okula başlama yaşını 5 yaşına kadar düşürdüler. “Ağaç yaşken eğilir” sözüne uygun olarak, çocukların 0-6 yaş arası temel gelişim evresinin arasına gericiliği sokarak ve “dindar nesil yetiştireceğiz” diyerek müfredatta bir dizi değişiklikler yaptılar. Zorunlu okula başlama yaşı olan 5.5 yaşında çocuğunu okula göndermeyen ailelere ise günlük 15 TL para ceza keseceklerini dahi söyleyebilmişlerdi.
Hatırlanacağı üzere 4+4+4 sistemi hayata geçirildiğinde ortaokul çağındaki çocuklar, çevrelerinde bulunan imam hatip okullarına gitmek zorunda kalmışlardı. Kimi çocuklar ise İstanbul’un bir ucundan diğer ucundaki okullara kadar kayıt yaptırmaya zorlanmıştı. O dönem bilerek önce büyük bir mağduriyet yarattılar, daha sonra ise bu mağduriyetleri düzelteceklerini söyleyerek yarattıkları karmaşada binlerce öğrenciyi imam hatip okullarına gitmeye mecbur bıraktılar.
AKP iktidarı döneminde eğitim alanında yapılan değişiklikler genellikle toplumun aleyhine olacak şekilde düzenlendi. Çoğunlukla ise ailelerin ve çocukların taleplerini gözettiklerini söyleyerek halkı aldattılar. Eğitimcilerin, çocukların geleceği için sakıncalı gördüğü 4+4+4 sistemi için ”cumhuriyet tarihinde ilk kez milli eğitim sitemi halkın iradesiyle belirlenmiş oldu” diyebildiler.
Gerçekte ise her şeyi onlar planladılar, uyguladılar ve topluma ise bu planlarını baskı yoluyla kabul ettirmeye çalıştılar.
Eğitim sisteminde yaptıkları değişiklikler genellikle o alanda piyasacı bir model yaratmak, kadrolaşarak eğitim alanına hakim olmak ve “dindar, kindar nesil” dedikleri bir kuşak yaratarak topluma şekil vermek yönünde oldu. Kendi düşüncelerine ve planlarına aykırı gördükleri tüm değerleri milli eğitime ait programlardan çıkarmaya çalıştılar.
Bir dönem okullarda okutulan kitapları dahi sansürleyerek yasaklamışlardı. Çok gurur duyduklarını söyledikleri Yunus Emre’nin bir şiirinde geçen “Cennet cennet dedikleri/ birkaç köşkle birkaç huri/ isteyene ver onları/ bana seni gerek seni” dizeleri sakıncalı bulunarak sansürlenmişti.
Yine Pir Sultan Abdal’ın “Sabahtan cemalin cennet eyledim” dizesiyle başlayan ve “Cemalin görene cennet gerekmez” dizesinin yer aldığı bölüm sansürlenerek ders kitaplarından çıkartılmıştı.
Fareler ve İnsanlar adlı klasikleşmiş kitap İzmir Milli Eğitim Müdürü tarafından sakıncalı bulunmuş ve Şeker Portakalı isimli kitabı öğrencilerine ders konusu olarak okutturan bir öğretmen “müstehcen” bir kitap önerdiği gerekçesiyle hakkında soruşturma açılmıştı. Kaygusuz Abdalın bir şiiri ise Aleviliğe değindiği için sakıncalı bulunarak sansürlenmişti. Edip Cansever, Oktay Rifat Cahit Külebi gibi şairlerin bazı şiirlerinden bölümler sakıncalı bulunarak sansüre uğramıştı.
Bunlar ders kitaplarında ve eğitim alanında yapılan küçük sayılabilecek bazı yasaklardı. Bu gün ise eğitim alanında yaşanan baskı, dayatma, sansür ve istismar eskisiyle kıyaslanamayacak düzeyde. 300. günlere doğru açlık grevine devam Nuriye ve Semih gibi binlerce eğitimci ve öğretmen işlerinden edildiler ve hapishanelere atıldılar. Daha kaç eğitimcinin işinden edileceği ve hapsedileceği ise belirsiz halde. Şeriatı andıran kuralların ve çocuk tacizlerinin okullarda geldiği noktayı belirtmeye gerek bile yok. Eskiden münferit olarak görülebilecek kimi uygulamalar bu gün daha ağır şekilde eğitim hayatının her yerine bir hastalık gibi yayılmış durumda.
Birkaç hafta önce kitaplardan FETO izlerini silmek bahanesiyle yüzlerce derse ait kitabın toplatılıp farklı firmalara ihaleye verileceği ve farklı baskılarının yapılacağı söylenmişti. O yeni basılacak kitaplardan çağdaşlığa dayalı, ya da cumhuriyetçilik kavramlarıyla ilgiline tür değişiklikler yapılacağı ise şüpheli durumda.
Eğitim üzerinde oynanan oyunların ne düzeyde ve ne yönde olduğu artık eskisi kadar gizli saklı değil. Önceden yeni bir eğitim program açıklandığında onun toplum için gerekli ve yararlı olduğu basın aracılığıyla ve AKP’li yazarlar, konuşmacılar vasıtasıyla önce topluma kabul ettirilmeye çalışılırdı. Halkı çeşitli yollarla kandırma yolu seçilirdi. Şuan artık buna gerek dahi duymuyorlar. “Biz yapıyoruz” diyerek istediklerini değişiklikleri gerekli açıklamaları yapmadan ve toplumun ya da o konudaki uzmanların görüşlerini almadan hayata geçiriyorlar.
Eğitim alanında yapmak istedikleri şeyin toplumu gelecek nesiller aracılığıyla değiştirmek olduğu gerçeğini artık daha net görüyoruz. Piyasalaşmanın, yani para odaklı eğitimin ve dindar nesil yetiştirmeye dönük çabaların etkileri bu gün toplum tarafından daha yoğun şekilde hissediliyor. Eğitimdeki piyasalaşmanın ne derece geliştiğini özellikle İstanbul’daki özel okul sayısının devlet okulu sayısını geçmiş olması nedeniyle çarpıcı bir şekilde görülüyor.
Devlet okullarının dinsel eğitime kaydırılarak niteliksiz hale getirildiği ve özel okullarda okuyan öğrenci sayısının çok büyük oranlara ulaşmış olduğu artık çok belirgin. Dinci gericiliğin elinde her türlü kötülüğe açık olan ve potansiyel bir İŞİD sempatizanlığına yatkın olan bir nesil yaratma gayretlerinin etkileri sokaklarda, televizyon ekranlarında ve hayatımızın birçok yerinde daha fazla karşımıza çıkıyor.
Giderek artan bu gerici karanlık maalesef en çok eğitim aracılığıyla meşrulaşıyor. Sokaklarda işini isteyenlere dincilik adı altında saldırılması, Kürt olduğunu söylediği için bazı bölgelerde insanların linç edilmek istenmesi, Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, giderek daha fazla sayıda kadının sokak ortasında katlediliyor olması, “namus”, “iffet” gibi kavramlar gerekçe gösterilerek flört eden gençlerin ve kılık kıyafetleri uygun görülmeyen kadınların saldırıya uğraması, kadın tacizlerinin ve çocuk tacizlerinin artması… Kısacası ahlaksızlığın, hırsızlığın, çürümenin ve kötülüğün bu kadar ilerlemiş olması, karanlık bir nesil yetiştirme konusunda yaratılan toplumsal dönüşümün ve lümpenleşmenin hayatımıza yansıyan etkilerinden kaynaklanıyor. Bu karanlık gidişin durmayacağını giderek artacağı görebiliyoruz.
Geçtiğimiz günlerde çeşitli eğitim kurumların verdiği istatiksel bilgiler arasında eğitimde piyasalaşmaya dönük kaygı yaratan bir gidişatın olduğu bilgisi yer alıyordu. Günümüz Türkiye’sinde insanlar artık devlet okullarına kadar her yerde paranın konuşulduğu gerçeğini kendi hayatında yaşadığı örneklerle görüyor ve biliyor. Eğitim alanına dair yapılan araştırma sonuçları piyasalaşmanın ve para odaklı eğitimin hiç bu kadar yaygın hale gelmemiş olduğunu gösteriyor. Özel okul sayısının, eğitim tarihindeki en yüksek rakamlara ulaştığı ve İstanbul gibi büyük şehirlerin çoğunda özel okul sayısının iki katına çıktığı belirtiliyor.
Bir süre önce CHP Milletvekili Engin Altay özel okullarla ilgili yaptığı açıklamada 4+4+4 eğitim sisteminin ardından okul öncesi eğitim kurumlarında yüzde 34.8, özel İlkokullarda yüzde 40, özel Ortaokul sayısında yüzde 72 ve özel Liselerde ise yüzde 182.9 oranında artış olduğunu belirtmişti. Özel okullara devam eden öğrenci sayısında ise yüzde 119.1 oranında bir artışın olduğu bilgisini vermişti.
AKP, bu gün devlet okullarının giderek yok edilmesi pahasına özel okulların sayısını arttırmak için onlara sınırsız derece destekler sunuyor. Özellikle gerici tarikat ve vakıfların kurduğu okulların önünü açmak için her türlü oyunu oynuyorlar.
Devlet okullarının niteliğinin düşürülmesi ve ailelerin çocuklarını okula gönderirken “ya imam hatip, ya özel okul” seçeneği arasında sıkıştırılması özel okullardaki öğrenci sayısını büyük oranda arttırdı. Ailelere çocuklarını özel okullara kaydetmeleri için öğrenci başına verdikleri kayıt destek ücretlerinin ne amaçla verildiği ise bu gün daha iyi anlaşılıyor.
Basında yer alan haberlere göre özel okullara giden öğrenciler için 1.3 milyar TL eğitim ve öğretim desteği verildi. Bu paranın tamamının ilk, orta ve lise çocuklarının öğle yemeğini karşılayabilecek miktarda olduğu ifade ediliyor. Özel okullara bu derece ciddi teşvikler yapılırken devlet okullarının temizlik, güvenlik vb araç-gereç sorunlarının büyük kısmı ise velilerin üzerinden karşılanıyor.
Halkın ve çocukların karşı karşıya kaldığı gerici karanlığın ne kadar büyük kötülükler içerdiğini ancak basına yansıyan çarpıcı haberlerle görebiliyoruz. Göremediğimiz başka nelerin yaşandığını ise bilmiyoruz. Fakat şöyle bir gerçeklik var ki o da kendi iktidarlarını korumak uğruna milyonlarca çocuğun koyu bir karanlığa sürükleniyor olduğu…
Kurdukları ahlaksız düzenlerinin hafızalarımızda bıraktığı en kötü izlerden biri Ensar isimli vakfın çatısı altında yaşanan çocuk tecavüzleriydi.
AKP iktidarı halkın öfke ve nefret ile andığı skandalın ardından bu vakfı canla başla savunarak ortaya çıkan tepkiyi savuşturmaya çalışmıştı. Ensar vakfı bu gün ise Milli Eğitim Bakanlığı ile protokol anlaşması yaptığı için artık devletin eğitim alanındaki resmi ortağı haline geldi. “Tüyü bitmemiş yetim hakkı” sözlerini sürekli söyleyen gericiler Ensar vakfının yurtlarında tecavüze uğrayan o yetim çocukların yaşadığı tramvayı “bir kereden bir şey olmaz” diyerek karşılamışlardı.
Dindar nesil yetiştirme hedefiyle hareket eden Ensar vakfı, toplumun tüm baskısına rağmen iktidar tarafından ödül verilir gibi Türkiye’de bir çok devlet okulunun içinde sokularak dinsel eğitim veren önemli bir kurum haline getirildi. Sadece Ensar vakfı değil, bu tarz vakıf ve cemaat derneklerinin çoğu iktidar eliyle artık devlet okullarının bir parçası haline getirilmiş durumda. Geçtiğimiz günlerde Ensar Vakfı Ankara’nın çeşitli liselerinde ”İmam hatiplik Şuuru” adı altında cihadı öven ve imam hatiplerdeki AKP politikalarına hizmet etmeyen öğretmenleri “hain” ilan eden kitaplar dağıtmıştı.
Şu an küçücük yaştaki yüzbinlerce çocuk bunların ellerine teslim edilmiş durumdalar.
Bugün eğitim alanındaki en önemli sorunlardan birini ise Sıbyan Mektepleri oluşturuyor. 4-6 yaş arasında olan on binlerce çocuk sıbyan mektebi adı verilen kurslarda din eğitimi alıyorlar. Küçücük yaştaki bu çocuklar öğrendikleri bu dinsel öğretilerle ömür boyu hayatı yorumlamak zorunda kalacaklar. Aileler, çaresizlik ve umutsuzluk içinde ve bir birine karşı yabancılaşmış, yozlaşmaya itilmiş insan ilişkilerinin artması nedeniyle genellikle “çocuğum ahlaklı olsun, özünü bilsin” düşüncesiyle onları bu kurslara teslim ediyorlar. Buralarda ise din eğitiminden çok din örtüsü altında çocuklara tarikat ve cemaatlerin cihatçı ideolojileri aşılanıyor ve çocukların ruhsal dünyaları altüst ediliyor.
Geçtiğimiz günlerde basına yansıyan bir haberde bu kursların birinde çocuklara resim yapmanın günah olduğu, annelerinin çalışmasının haram olduğunun öğretildiği ve bir çocuğun ise annesine “buradaki hayat çok sıkıcı ne zaman öleceğiz” dediği aktarılmıştı. Bu haberler münferit değil malesef, sadece basına yansıyan birkaç haberden birini oluşturuyor.
2015-2016 yılı arasında sıbyan mekteplerine giden çocuklara dair verilen istatistiksel bilgiler arasında bu kurslara giden çocuk sayısının 55.347 kişi olduğu açıklanmıştı. Bu gün ise kaç çocuğun bu kurslarda eğitim aldığı tam olarak bilinmiyor.
TEOG’un Kaldırılması
Milli eğitim bakanı ise bu değişiklik için çocukların sınav nedeniyle yaşadığı stresi bahane gösterdi ve birkaç gün içinde yeni sisteme dair bilgiler vermeye başladı. Aileleri mağduriyetten çocukları ise sınav stresinden kurtaracaklarını söyleyerek sistemi değiştirilmesi gerektiğini savundu. “Çocukları yarış atına çevirdik” diyerek bu işin sorumlusu kendileri değillermiş gibi mahcubiyetlerini ifade ettiler. Yeni sistemi ise “en iyi okul en yakın okuldur” diye özetleyerek topluma yeni bir eğitim sistemi müjdeler gibi açıkladılar.
Fakat bir süre sonra eğitimcilerin ve bazı sendikaların itirazları sonucu TEOG’un kaldırılmasının arkasında yine sinsi planların olduğu açığa çıktı. Aslında bu güne kadar ne çocukların yaşadıkları stresi ve zorlukları önemsediler ne de ailelerin çocukların geleceği için duydukları kaygıları… “Yavrularımız” dedikleri milyonlarca çocuğun eğitim hayatında karşılaştığı kötülüğün artık elle tutulur bir tarafı kalmadı. Onlar için çocuklar, kendi iktidarlarını korumak için ağlarına takılması gereken balıklardan farksız.
Çeşitli bahaneler öne sürülerek yapılan bu değişikliğin altında maalesef başka nedenler yatıyor. TEOG’un kaldırılması asıl olarak imam hatip liselerinde henüz dolduramadıkları boşlukları doldurmaya dönük bir planın parçasını oluşturuyor. Çeşitli eğitim kurumları da bunu sürekli belirtiyordu.
TEOG’un kaldırılmasına zemin hazırlamak için yaklaşık iki yıldır yapılan sınavların niteliği giderek düşürüldü. Son yapılan TEOG sınavında 15 bin birinci çıkmıştı. Kamuya ait bir fabrikanın özelleştirilmesi için niteliğini düşürüp zarar ettirir gibi TEOG’u da kaldırmak için benzer bir yöntem kullandılar ve son yapılan sınavların niteliğini düşürdüler. Hazırladıkları niteliksiz sorularla bu konuda başarılı olduklarını düşündüler. Çocukların ise artık sınavsız şekilde liselere girebileceğini söyleyerek veli ve çocukların bu değişikliğe rıza göstermelerini istediler.
Gerçekte TEOG neden kaldırıldı ve yerine gelen yeni sistem ile ne yapmayı planlıyorlar?
Bu konuda özellikle Eğitim-Sen çeşitli açıklamalar yaparak yeni sınav sisteminin çocuklar için neler getireceğini anlatmaya çalışmıştı. Milli Eğitim Bakanı yeni sitemi açıklarken “nitelikli yüzde onluk okul” ifadesini kullandı. Bu ifade devlet okullarının yüzde doksanının niteliksiz olduğu anlamına geliyor. Bakan, aslında öyle diyerek eğitimin içler acısı durumunu ifade etmiş oldu.
Eğitim-Sen yüzde onluk nitelikli okul diye tarif edilen bu liselerin çoğunun proje okulu haline getirilen imam hatip liseleri olduğunu belirtmişti. Başarı düzeyi sürekli çok gerilerde olan imam hatip okullarını yıllardır çok büyük kaynak ayırmalarına rağmen övgüyle bahsedebilecekleri gözde okullar haline getiremediler. “Alnı secdeye değen” ve gurur duyacakları altın nesiller yetiştirmek için topluma model olarak sunmak istedikleri imam hatip liseleri, ailelerin çocuklarını göndermek istemediği başarısız okullar olarak kaldı. CHP milletvekili Engin Altay, AKP’nin eğitimi dinselleştirme çabasının merkezinde yer alan imam hatip okullarının sayısının son dönemde rekor düzeyde arttığını ancak bu okullara giden öğrenci sayısının son 2 yılda yüzde 9,34 oranında azaldığını belirtmişti.
Yakın tarihte açıklanan bir araştırmada imam hatip lisesi öğrencilerinin yüzde 82.5’nin üniversiteye giriş sınavında barajı geçemediği için üniversitelerde bir bölüme yerleşemediğini belirtiyordu. Bu bilgiye göre her 5 kişiden sadece 1‘nin üniversitede bir bölüme girebilmeye hak kazandığı anlaşılıyor. Bu büyük bir başarısızlık oranı.
Dünya ölçeğinde 72 ülkenin öğrencilerinin katıldığı. PISA adlı öğrenci başarı sınavında da imam hatipler nedeniyle Türkiye geçen yıllara oranla son sınavda daha başarısız bir sonuç elde etti. Milli Eğitim Bakanı Türkiye’de çok konuşulan PISA sonuçlarındaki başarısızlığın nedeninin meslek liseleri olduğunu belirtmişti. Fakat sonradan bu başarısızlığın imam hatip liselerinden kaynaklandığı anlaşıldı. Başarısız görülen meslek lisesi öğrencileri imam hatip lisesi öğrencilerinden daha yüksek notlar almıştı. PISA sonuçlarının ardından uzmanlar imam hatip lisesi öğrencilerinin bir çoğunun matematik ve fen alanında birer soru dahi yapamadıklarını belirttiler.
İmam Hatip okulları devlet bütçesinin hiçbir zaman esirgenmediği okullar oldu. Şuan bu okulların çoğu yeni binalardan oluşuyor ve akıllı tahtalardan, gerekli materyale kadar sahip oldukları özellikler bakımından diğer devlet okullarından çok daha fazla avantajlara sahipler. Eğitimciler yeni yapılan imam hatiplerin“özel okul” düzeyinde, hiçbir eksiği olmayan okullar olarak planlandığını belirtiyorlar.
Sınırsız derecede desteklenen, başarıda ise en gerilerde olan bu okulların çoğunun neden yüzde onluk nitelikli okullar arasına dahil edilmek istendiğini anlamak zor değil. İmam Hatipleri bu başarısız görüntüden kurtarmak istiyorlar. Liseye giriş sınavında soruları yanıtlama konusunda en nitelikli öğrencilerin bir kısmını imam hatiplerde toplamak istiyorlar. TEOG’un yerine gelen sistemin altında yatan bir neden bu. Diğer bir neden ise uzun zamandır sayısını arttırdıkları imam hatipleri, orada okuyacak öğrenci sayısı ile paralel şekilde artıramamış olmaları.
Önceki yıllarda bazı haber kaynaklarında Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2015-2019 yılları arasında yaptığı 5 yıllık planda İmam hatip okullarının sayısını artırmak gibi bir stratejiyle hareket edildiği belirtiliyordu. Bu planı Milli Eğitim Bakanlığı’nın Erdoğan’ın oğlunun başında olduğu TÜRGEV gibi gerici vakıf ve eğitim kurumları ile birlikte yürütüyor oldukları söylendi. Bunun için sadece yeni imam hatip okulları yapmadılar, bazı devlet okullarını da imam hatip okulu haline getirdiler. Veliler ve öğrenciler İmam hatiplere dönüştürülmeye çalışılan bu okullar için bir çok eylem düzenlemişti.
Bir yandan imam hatip lisesi sayısını arttırırken buna paralel olarak orada okuyan öğrenci sayısında da artırdılar. Bunun için ise birçok gerici vakıf, dernek ve eğitim kurumu seferber edildi ve sınırsız kaynaklar kullanıldı.
TEOG’un kaldırılması gündemdeyken Oda TV’de yer alan bir haberde İstanbul’da açılan imam hatip okullarının altıda biri, Ankara’da dörtte biri, İzmir’de ise yarısının boş kaldığı iddia ediliyordu. TEOG’un kaldırılmasının asıl nedeninin giderek sayıları arttırılan imam hatiplerdeki bu boşluğu doldurmak olduğu belirtiliyordu.
İmam hatip okullarının sayıları sürekli artıyor. Bu artışlarla birlikte öğrenci sayısı açısından sürekli bir boşluk olacak ve iktidar bu boşluğu doldurmak için eğitim alanını kendi planlarına göre sürekli daraltmaya çalışacak. TEOG’un yerine gelen yeni sistemde nitelikli okul olarak ifade edilen okullara girebilmek için sınavların nasıl ve kimler tarafından yapılacağı ise belirsiz durumda.
Milli Eğitim Bakanı sınavları merkezi düzeyde yapacaklarını söyleseler de eğitim alanının çok büyük kısmına hakim olan AKP’lilerin bu konuda önemli rolleri olacağı kesin gibi. Çabalayarak iyi bir okula girmek isteyen çocuklara adaletli davranılacağı ise şaibeli bir konu.
Bundan 2 yıl önce Erdoğan, imam hatip liselerinde okuyan öğrenci sayısı için “Çok şükür bir milyonu buldu” demişti. Şimdi ise bu sayı bir buçuk milyonu bulmuş durumda.
Diyanet İşleri Başkanlığı önceki günlerde, 500 imam hatip okulunun 3 bin 500’e, İlahiyat Fakültesi sayısının 17 binden 100 bine, imam hatipte okuyan öğrenci sayısının ise 60 binden 1,5 milyona çıktığı bilgisini vermişti.
Eğitim alanındaki gericilik giderek artarken geçen yıl 1 milyon 900 bin civarında öğrencinin ise okullaşamadığı yani okula gidemediği belirtiliyordu. Bu istatistiklere bakarak eğitime verdikleri önemin ne kadar iki yüzlüce olduğunu anlamak zor değil.
Eğitimdeki bu kötüye gidiş öğrencilerin bir kısmı için bıktırıcı ve çekilmez hale geldiği için bazı çocuklar bu gün okula açıktan devam ediyorlar. Okul çağındaki yoksul aile çocuklarının çalışmak zorunda kalmaları da bu durumun ortaya çıkmasına neden çok önemli konu. Gericilik özellikle kız çocuklarını okula dışarıdan devam etmeye itiyor. Son beş yıl içinde açıktan okula devam eden öğrencilerin sayısında 350 bine yakın bir artışın olduğu belirtiliyor.
TEOG’un yerine gelen Mahalli Yerleştirme Sistemi ile iyi okulların bulunduğu semtlerde ise başka bir piyasa ilişkisi gelişmeye başlamış durumda. Uzun zamandır iyi okulların çevrelerindeki kiralık evler o bölgede bulunan okulların ismi verilerek pazarlanıyordu. İnsanlar yüksek kiralar vererek ev tutmak zorunda kalıyorlardı. Şuan ise bu durum tamamen yaygınlaşacak ve zor koşullarda çocuklarını okutan aileler için şartlar giderek daha da ağırlaşacak.
Eğitim alanındaki yıkıntının altında kalan milyonlarca aile bu enkazın içinde kendi yöntemleri ile çözüm bulmaya çalışıyorlar. Mahallelerde giderek artan imam hatip okulları demokratik ve cumhuriyetçi değerleri benimseyen aileleri, kendine biraz daha yakın gördüğü okullara yönlendiriyor. Bazı ailelerin çocuğunu gönderecek okullardaki öğretmenlerin sosyal medya hesaplarını inceleyerek çocuğunu ona göre kayıt yaptırdığı, okulların ise bu durumu istismar ederek yüksek miktarlarda kayıt paraları aldığı belirtiliyor.
AKP iktidarı, gericiliğin eğitim hayatının dışında da giderek yaygınlaşmasını ve toplumsal yaşamın her yerine sirayet etmesini istiyor. Bunun için sağlıktan, sosyal hayata ve devlete ait birçok kurumda imamları inisiyatifli hale getirmeye çalışıyorlar. Yaptıkları yasal değişikliklerle imamlar artık nikah kıymadan, okullarda değerler eğitimi vermeye, sağlık alanında kullanmaktan, öğretmenlerin yetiştirilmesine kadar bir çok alanda otorite haline getirmek istiyorlar.
Gericilik, toplumun savunduğu Laikliği bir kesime din karşıtlığı olarak benimsetmeye çalışıyor. Muhafazakar insanların büyük bir kısmı bunu böyle görüyor. Laikliği benimseyenleri sanki kendi inançlarını reddediyorlarmış gibi görüyor . Türkiye’de eğitim sisteminin bilime, akla, özgürlüklere ve insani değerlere önem vermeyen geri bir sistem olduğunun çok farkında değiller. Çünkü AKP o şekilde benimsemelerini istiyor
Çocuğu olmayan insanlar genellikle eğitim sistemindeki kötü gidişe karşı çocuğu olan insanlardan daha az ilgi duyabiliyorlar. Toplumda yayılan “her koyun kendi bacağından asılır” anlayışı bu ilgisizliği daha da arttırıyor.
İnsanlar genellikle örgütsüzlüğün yarattığı umutsuzluktan kaynaklı bir şeylerin değişmeyeceğini düşünüyorlar. “Her toplum hak ettiği şekilde yönetilir” düşüncesine kapılan insan sayısı az değil. Diğer yandan ise insanlar bu kötü gidişe karşı bir şeyler yapmak gerektiğinin de farkında. Örgütsüzlük ve dayanışma eksikliği toplumdaki tepkilerin açığa çıkmasına engel oluyor.
Öfke ve korku duygularının arasında sıkışan insanlar, birliğin ve dayanışmanın olduğu çoğu yerde yan yana gelmeye çok uzak durmayacak haldeler. Gericiliğe karşı öfke duyan birçok insan var. Ahlaksızlık, gericileşme ve dincileşme bu kadar artarken toplumun önünde bulunan sol, demokratik ve ilerici güçlerin birlik ve dayanışma üzerinde daha fazla durması gerekiyor.
Sinan Demircioğlu
6 Aralık 2017