Türkiye kapitalizmi uzun zamandır kriz sinyalleri verse de borçla ve para basarak kör topal idare ediyor. Hatta TÜİK’in rakam marifetiyle de olsa, mucize kabilinden büyümesini sürdürüyor. Siyasal alanda da durum aynıdır. Toplumun büyük bir kesimi artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Bir kesimi de sanal korkularla kuşatılmış halde, mevcut durumun korunması adına gerici bir dönüşüm propagandasının etkisi altında.
Burjuvazinin iktidardaki fraksiyonu açısından bu tabloyu lehine değiştirme şansı neredeyse sıfır. Muhalefet fraksiyonları açısından da durum aynı. Siyasal tablo kadar ekonomik tabloyu değiştirme şansı da çok zayıf. Kurallı ya da Ortodoks denilen politikalara dönülmesi sadece kısa süreli rahatlama sağlar- O da belki- Esas olan sermaye birikiminin yüksek teknolojik ürünler ile bu ürünleri üreten malzemelerin üretimine yatırılmasıdır artık. Bu da aynı zamanda nitelikli emek, bilimsel bilgi üretimi de gerektiriyor ve bunun için, hiç olmazsa, burjuva sınırlar içinde dahi belli bir demokratik birikim, anlayış ve pratik gerektiriyor. Ya da bu tür bir yatırım, bunları da peşinden getirecektir. Türkiye burjuvazisi böylesi bir olasılıktan ölesiye korktuğu için sürekli tersini yaparak, ucuz emekle, teknoloji gerektirmeyen ürünlerin üretiminde ısrar ediyor. Kitleleri bastırmaya, üniversiteleri neredeyse ortaokul düzeyine indirmeye, toplumun devletsiz-hükümetsiz tüm faaliyetlerini yasaklamaya, böylece korkusunu bastırmaya yöneliyor. Rıza üretme kapatesini yitirdiğinden, ‘’kılıçla yönetme’’ dışında bir çaresinin kalmadığı görülüyor. Bu da siyasal-sosyal alanda büyük bir patlama dinamiğinin birikmesine yol açıyor.
Bu tablo içinde işçi sınıfının ekonomik ve siyasal açıdan örgütsüz ve dağınık oluşu, hem kendisi hem de ülke için büyük bir çıkmaz yaratıyor. Ekonomik örgütlerde, sendikalarda toplanan kesimlerin bile, burjuva fraksiyonların etkilerinden kurtulamamalarıysa, sınıfı neredeyse hiç konumuna indiriyor. Oysa işçilerin çeşitli iş kollarında, grev yasaklarını da aşarak yarattıkları görkemli-kitlesel direnişlerle yerel ölçekli birçok zaferi mevcuttur. Sorun bu eylemliliklerin yerel kalması, sınıfın iç birliğinin bir türlü sağlanamamasıdır. Bu konuda suçu sendikalara atmak kolaycılıktır. Elbette mevcut sendikalar, sınıfın siyasal gücünün de yok derecesinde dağınık olduğu durumda hızla burjuvaziye iltihak etmiş, burjuvazi adına işçi sınıfını kuşatan örgütlenmelere dönüşmüştür. En ileri, isminin başına devrimci sıfatını koyan sendikalarsa sarı sendikacılık çizgisinde salınıp durmaktadırlar. Ancak bu durum sınıf devrimcilerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor.
Burjuva sınıfın artık doğrudan yaşamın tüm alanlarına saldırdığı ve (kapitalizm yıkılmadığı sürece iklim değiştirilmesine yol açan vahşi kaotik üretim tarzı değişmeyeceğinden) tüm canlı yaşamın varlık-yokluk ikilemiyle başbaşa kalacağı günlerin çok da uzak olmadığı bu dönemde, işçi sınıfının hızla politikleşmesi, burjuva sendikacılardan kurtulması kendi kaderini- bu, dünyanın da kaderidir artık- eline alması elzemdir.
Bunun için gerekli olan ilk şey, sınıfın dağınıklığına son verecek, onun birliğini sağlayacak bir pratiğin ortaya çıkarılmasıdır. İşçilerin özlemlerinin bir takım ekonomik iyileştirmelere sıkıştırılmasına izin vermeden – elbet bu talepleri de içeren- ama esas olarak siyasal tavır almalarını, bir sınıf olarak siyasi arenada yerini almasını sağlayacak diyaloğu sürekli kılmak gerektiğini hiçbir komünist sosyalist yadsımayacaktır.
Bugün siyasal iktidarın yürüttüğü tüm politikalar işçi ve emekçiler için yıkım yaratmaktadır. Buna karşın işçilerin huzursuzluğu onları harekete geçirecek ölçüde yüksektir. Ancak daha şimdiden DİSK dahil sendikalar, reformist hareketler ve burjuva muhalefet işçileri ekonomik taleplere sıkıştırmak için harekete geçtiler bile! İşçi sınıfına gerekli olansa öncelikle birliği sağlayacak talepleri yükseltmektedir. Sadece çalışılan fabrikanın patronuyla ücret artışı için karşı karşıya gelmekle yetinmek yerine, bunu aşan, tüm sınıfı ilgilendiren ‘’ucuz hükümet istemi’’ vergi ve zamlara karşı çıkış gibi politik talepleri de içeren hareketler gibi…
UCUZ HÜKÜMET İSTEMİ
Emperyalizme bağımlı ülkelerde yönetim işleri olması gerekenden kat be kat pahalıdır. Tekelci sermaye işçi sınıfının manipüle edilmesi, bastırılması için artı değer sömürüsüyle biriktirdiklerinin bir kısmından seve seve feragat eder, sonrasında birikimini hızlandırmayı sağlar bu. Devlet ve hükümet sürtüşmesini engelleyebilmek için hükümetlere belli bir alan açan ve üretim dışında ortaya çıkan rantın bir kısmının onlara akmasına göz yumar.
Bu durum ülkemizde öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, son yarım yüzyıl içinde siyaset neredeyse en karlı meslek haline gelmiştir. Şu an Cumhurbaşkanlığı sarayının dakikalık giderinin 15 bin lira olduğu söyleniyor. Bu bir dakikada, en düşük aylık alan iki emeklinin bir aylık giderinin harcanması demektir. Emekliyi sefalete mahkum edip, ‘’zammı bütçe kaldırmaz’’ diyenlerin bir günde 2880 emeklinin aylık kazancını rahatça bütçeden harcayabilmeleri, hükümetin nasıl bir pahalı aygıta dönüştürüldüğünü açıkca gösteriyor. Üstelilk buna bakanlıklar, genel müdürlükler, meclis, belediyeler, makam otoları, çeşitli vakıflar, valilikler, kaymakamlıklar, iç-dış geziler, örtülü ödenek, bakan yardımcılarının maaşları, TRT, ordu, polis, yabancı ülkelere açılan misyonlar gibi onlarca kalemi eklemedik bile. Hükümet yönetim giderlerinin karşılanabilmesinin tek yolu vergilerdir. Vergilerse hem kaynağından, yani ücretlerden doğrudan hem de ürün satın alınırken dolaylı olarak esasta işçi ve emekçilerin sırtına yüklenir. Tekellerin vergileri binbir çeşit yolla düşürülür. Verdikleri vergilerse, teşvik ödemeleriyle iade edilir. Dolayısıyla hükümet giderleri vergiler ve zamlar yoluyla emekçi halkı daha da yoksullaştıran bir kıskaçtır. Son dönemde KDV-ÖTV (bunlar zaten aslında olmaması gereken vergilerdir, zira hiçbir ihtiyaç özel tüketim olarak nitelendirilemez, katma değer demek ise anlamsız bir söz dizimidir) oranlarının yükseltilmesi, geçmişe dönük ödenmiş otomobil vergilerinin bir daha ödetilmesi, petrol ürünlerinin (Benzin-Motorin vb.) zamlanması, bütçe, yani hükümet giderleri içindir. Bunlar bürokratların üçer-beşer yerden aldıkları maaşlar, makam otoları, uçaklar, geziler vb tüm lüks harcamalar, kısacası burjuva siyaset erbabının ceplerini doldurmak içindir.
Bu nedenle işçi sınıfı ‘’ucuz hükümet’’ talebini dillendirmelidir, bu talep aynı zamanda siyasal bir taleptir. Zira doğrudan yönetime bir sınır çizme anlamı taşır. Ucuz hükümet istemi salt makam otosu, geziler, vekil-bakan maaşlarının kısıtlanması için değildir. Aynı zamanda işçi sınıfına karşı kullanılan güvenlik denilen harcamaları da kapsar. Gereksiz tüm harcamaların yapılmasını dayatmayı gerektirir. Ucuz hükümet talebi işçi sınıfının dağınık yapısından dolayı, tekil direnişlerin önündeki birleşme engelini de ortadan kaldırma potansiyeli taşır. Şu an bunun gibi sınıfı ve halkın diğer kesimlerini topyekün ilgilendiren talepler, istenen birliğin sağlanmasına ve sınıfın önder rolünün belirginleşmesine hizmet edecektir. İşçi sınıfı ancak birliğini sağladığında sınıf olarak varlığını, gücünü duyumsabileyecek ve duyumsatacaktır.
Ağustos 2023
Erol Zavar- Mahmut Soner