Kavgamızın, aşkımızın, sevdamızın, çilelerimizin ozanı Ruhi Su

0
488

Müslüm Yalçın

Ruhi Su, 1912 yılında Van’da doğmuştur. Adı Mehmettir; yalnızca Mehmet… Onun soy ismini alacağı bir ailesi olmamıştır. 1 Dünya Savaşı sırasında çocuk yaşında babasını kaybeder, kısa bir süre sonra da anasını. Yani bütün ailesini, köklerini yitirir. Mehmet, savaşın ne demek olduğunu bile anlayamadan, savaşın o korkunç yıkımını yaşar; savaş onu anasız babasız, yetim ve geleceksiz bırakmıştır. Küçük yaşta Van’dan Adana’ya getirilerek çocuk sahibi olmayan bir aileye evlatlık olarak verilir.

Mehmet 6 yaşına geldiğinde Adana işgalci güçlerin; İngilizler ve Fransızların işgaline uğrar. İşgalci güçlerden kaçan Adana halkı Toroslar’a sığınır. Adanalılar, bu göçe “kaç-kaç” adını verir. Mehmet, bu göç topluluğu içindedir. Mehmet’in “yenge” dediği üvey annesi sürekli olarak ona dayak atmakta, onu hayatından bezdirmektedir. Bunun üzerine Mehmet Dar-ül Eytam’a (öksüzler yurdu) verilir. Bu yıllardan acı ile söz eder Ruhi Su:

“Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”

“Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde, Ermeni olma ihtimali hayli yüksek” demiş onun oğlu Ilgın Su. Yani Ruhi Su’nun nereli olduğuna dair kesin bir bilgi dahi yoktur. Ama Ruhi Su insan olmanın en güzel özelliklerine sahiptir. O, yıllardır içinden geçtiği acılara meydan okumuş, insanlığın en güzel değerlerini türkülerle beraber içinde mayalamış; acıları alt etmiş, benliğinde yüksek insani duygular biriktirmiştir.

Ruhi Su yoksulluğun içinden gelen hatta taa dibinden gelen bir insandır. Hem yoksulluğu hem anasızlığı-babasızlığı yaşar o. Anasız-babasız kalmak küçük bir çocuk için büyük bir felakettir. Yaşamının nereye evrileceği, ne yaşayacağın, nasıl yaşayacağın tamamen şansa kalmış bir şeydir; yani hayatın pamuk ipliğine bağlıdır. Onu, diğer çocuklar gibi dünyanın kötülüklerinden koruyacak, “evladım” diye onu bütün kötülüklerden, olumsuzluklardan koruyacak ve bağrına basacak, ona bir gelecek çizecek anası ve babası olmamıştır. Az gelişmiş bir ülkede, hele de bir kargaşanın ortasında, savaşın ortasında anasız-babasız kalmak ise bu sorunu tam katmerleştirir.

Ruhi Su Adana’daki öksüzler yurduna yerleştirilirmiş ve orada yatılı okula başlamıştır.

Okuduğu ilkokulda kemanla tanışır, onun yeteneğini farkeden öğretmeni onu keman çalmaya yöneltir. Bu yıllarda başlar onun müzik tutkusu. Belki bu onu, içinde yaşadığı olumsuz hayat koşullarından kurtaracak, ona başka bir yaşamın yolunu açacak merdivenin ilk basamaklarıdır. Daha sonra o insanlığa seslenmenin, ulaşmanın; kavgasının araçlarını yaratacaktır. Bu arada kendine Ruhi adını takmış ve “Su” soyadını almıştır.

1924’te Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi) kurulmuştur. Cumhuriyetin ilanından önce Türkiye’de müzik branşında öğretmen yetiştiren bir okul yoktur. Musiki Muallim Mektebi, orta dereceli okullara müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla ilk 1 Eylül 1924 tarihinde kurulmuş ve Cebeci’de bulunan üç kerpiç evden oluşan bir otel binasında 12 öğrenci ile hizmete başlamıştır. Amacı müzik yeteneği olan öğrencileri eğitmek, onlardan öğretmen ve sanatçı yetiştirmektir. Sadece müzik eğitimi verilmemekte, pedagoji ve diğer dersler de öğrencilere verilmektedir. 1924-25 yılı okulun deneme yılıdır; okulun talimatnamesi 29 Temmuz 1925’te yayınlanır ve 1925-1926 öğretim dönemi başında resmen müzik öğretmeni yetiştiren bir kurum olarak hizmete girer.

Ankara Musiki Muallim Mektebi, Türkiye’de müzik öğretmeni yetiştiren ilk kurumudur. Zamanla sanatçı yetiştirme işlevini de üstlenen kurum Ankara Devlet Konservatuvarı’na dönüşmüştür daha sonra.

Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarına; müziğe yetenekli, sesi güzel çocukların, sınav sonucu müzik öğretmen okuluna yollanması için bir bildiri yollanmıştır ve o bildiri Mehmet Ruhi Su’nun okuduğu okula da gelir. Böylece Mehmet Ruhi Su bu okul ile irtibatlanır. Okulu bitirdiğinde askeri liseye gönderilse de daha sonra çürüğe ayrılır; direngenliği ve tutkusu ile Müzik Öğretmen Okulu’na girmeyi başarır.

Ruhi Su müziği çok sever; keman üzgün ezgisiyle, coşkusuyla onun ruhunun derinliklerine iner. Türkülerle, müziğin ezgisiyle dertleşir. Bu yıllar müzik ve kemanın ezgisi onu yönlendirir. Daha sonra, yıllar sonra profesyonelleşecek ve ruhu, beyni müziğe hükmedecek onları amacına ulaşacak bir silah olarak kullanacaktır.

Burada onun müzik hayatı ve kariyeri başlar. Adana Öğretmen Okulundayken aşık olduğu ebe-hemşire olarak çalışan Münire Sevim ile evlenir. Güngör adını koydukları bir oğulları olur. Karısı Ankara’ya tayinini isteyince o da Ankara Öğretmen Okulu’na girmek ister. Zorlu bir sınavdan geçer ve yıllardan beri girmek istediği Ankara’daki Müzik Öğretmen Okulu’na (Musiki Muallim Mektebi) girmeyi başarır .

Ankara Müzik Öğretmen Okulu’ndan, Ankara Riyaseti Cumhur Orkestrası’na seçilerek orada çalışmaya başlar, aynı zamanda Ruhi Su müzik öğretmeni olarak da ikinci ortaokul ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde çalışır.

Oğulları Güngör altı yaşına geldiğinde, Ruhi Su ve Sevim Su anlaşmazlıklar yüzünden ayrılırlar. Ruhi Su, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın şan bölümünü bitirir. Bıkıp tükenmez bir enerjiye sahiptir, Ankara Devlet Konservetuarı’nda okurken aynı zaman da Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu’nda ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde müzik öğretmenliği yapar. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçilir ve Devlet Operası’nda çalışır. Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca, Yarasa, Aşk İksiri, Rigoletto, Figaro’nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos gibi operalarda rol aldı. Türk Opera Sanatı’nın temelinde Ruhi Su’nun da katkısı büyük olduğu söylenir.

Devlet Operası’nda çalışmaya başladığı yıllarda iki önemli olay geçer hayatından. Birincisi, eşiyle anlaşmazlık nedeniyle ayrılmasıdır. Diğeri ise, “Konsolos” operasının provasındayken gözaltına alınması ve tutuklanmasıdır. Opera yaşamı böylece noktalanır.

Ruhi Su opera yaşamı son bulsa da türkü söylemeyi bırakmaz. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde bir koro oluşturur ve on beş günde bir de Ankara Radyosu’nda türküler söyler. Aldığı klasik batı müziği eğitiminin, onda kendine özgü bir müzik ekolü oluşumunda etkisi büyük olur.

Ruhi Su, “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonsuyla sunulan bir radyo programı yapar. Bu programlardan birinde söylediği “Serdari Halimiz Böyle N’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” türküsü nedeniyle “halkı sınıflara ayırmak yoluyla Komünizm propagandası yapmak” suçlamasıyla radyodaki işine son verildi.

Tutukluluk ve Hapishane Süreci

Ruhi Su gibi usta bir sanatçının, insani değerlerle dolu bir insanın sol düşüncelerden, sosyalist düşüncelerden etkilenmemesi düşünülemez. Zaten bütün türkülerine baktığımızda hepsinde ezilenlerin, emekçi ve yoksul halkın davası vardır; Ruhi Su emekçi halkın, ezilenlerin, zulme uğrayanların, direnenlerin ozanıdır.

“1952 TKP Tevkifatı” olarak bilinen komünistlere, sosyalistlere, devrimcilere yönelik tutuklamalarda Ruhi Su da payını almıştır; o da dönemin ünlü işkencehaneleri Sansaryan Han’la tanışmış, Hikmet Kıvılcımlılarla, Mihri ve Sevim Bellilerle ve sonradan evleneceği Sıdıka Umut ile beraber işkencelerden geçmiştir.

1946’da Ruhi Su’nun, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde oluşturduğu bir korosu vardır. Sonradan eşi olacak Sıdıka Umut da, o yıl Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin, Felsefe Bölümü’ne girer. Sıdıka Umut, o zamanlar Bursa Hapishanesi’nde olan Nazım’ı ziyaret ettiğinde, Nazım ondan felsefe okumasını istemiştir. Ruhi Su ve Sıdıka Su orada tanışırlar, ikisi de TKP (Türkiye Komünist Partisi) ile ilişkilidirler. Savundukları düşünceleri, davaları, tuttukları yol; umut ve sevgi dolu türküler onları yakınlaştırır, dost ve arkadaş, aşık olurlar.

1952 yılının kasım aylarıdır. TKP tevkifatı başlar. Ruhi Su’nun korosu kapatılır. 11 Kasım 1952’de Sıdıka Umut, okulu bitirmesine az kala evinden alınarak Ankara Birinci Şube’ye, oradan da Sansaryan Han’a götürülür.

Aynı gün Ruhi Su, Sıdıka Su’nun gözaltına alındığını öğrenir; çalıştığı opera binasına gider ve eşyalarını toplarken tiyatro yönetmeni Mahir Canova’nın onu görür görmez telefona sarıldığını görür. Ruhi Su, o zaman kendisini Mahir Canova’nın ihbar edebileceğini düşünür. Opera binasından çıkar çıkmaz yakalanır ve Sonra Sansaryan Han’a götürülür.

Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerde, beş ayı aşkın süre kalır ve ağır işkenceler görür. Hücre denilen yerler, yere dahi çömelemeyeceğiniz kadar küçük tabutluklardır.

Sansaryan Han’da, gördüğü işkenceler sonucu kanaması aylarca durmayan Sıdıka Su doktora gittiğinde, doktorla konuşurken, Ruhi Su kaldığı tabutluklarda onların konuşmasını duyar ve Sıdıka Su’nun sesini tanır; o da işkencelerden geçmiş ve hastadır. Ruhi Su o zamana kadar onun da Sansaryan Han’da olduğunu bilmemektedir. Ruhi Su, Mahsus Mahal’i işte o tabutlukta üretecektir:

“Mahsus Mahal derler, kaldım zindanda/ Kalırım kalırım, dostlar yandadır/ İki elleri kızıl kandadır kanda/ Ölürüm ölürüm kardeş, aklım sendedir/ Artar eksilmeyiz, zındanlarında/ Kolay değil derdin, ucu derinde/ Kumhan ırmağında, Karaburun’da/ Bulurum bulurum kardeş, öfkem kındadır/ Dirliğim düzenim, dermanım canım/ Solum sol tarafım, imanım denim/ Benim beyaz unum, ak güvercinim/ Bilirim bilirim kardeş, gelen gündedir”

Ruhi Su ve Sıdıka Su sonra Harbiye Cezaevi’ne götürülecekler, orada evleneceklerdir. Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko nikah şahitleri olur. Behice Boran, Sıdıka’nın fakültede öğretmenidir. İçeride ise altlı üstlü ranzalarda, ranza arkadaşı, yoldaşıdır.

1951 tevkifatı sanıkları için, Harbiye Cezaevi içinde özel mahkeme salonu yapılır. Orada yargılanırlar; adaletsizliği, işkenceleri protesto etmek için açlık grevleri olur. Ama basın sessiz kalır, dışarıya duyurmaz, dışarıda kendi arkadaşlarının, eş dostlarının dışında kimse duymaz. Basın, sadece tutuklamayı duyurur. Ruhi Su ve Sıdıka Umut, beşer yıla mahkum olurlar. Erkekler Adana Cezaevi’ne, iki tutuklu kadından biri olarak kalan Sıdıka Umut ise, (diğer tutuklu Sevim Belli’dir) Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilir.

Ruhi Su Başkaldırışın, Direnişin Ozanıdır

Ruhi Su’nun türküleri ezilen sömürülen halkın direnişlerini anlatır:

Günlük ekmek derdine biz yaşamak demişiz yanlışlıkla. Bütün dava bu yanlışı düzeltmek!

Kıyamet dedikleri/ Ha koptu ha kopacak/ Yoksuldan, halktan yana/ Bir dünya kurulacak… Ruhi Su

Bu kısa cümlecikler Ruhi Su’nun dünya anlayışını, hayata bakışını biraz olsun özetler. İnsana türküleri sevdiren ozandır Ruhi su. Türküleri insana taşıyan; insan yaşamında onları anlamlandıran; yaşamı türkülerle anlatan ozandır. Onun dini, dili sevgidir; insandır, kardeşliktir. Bütün türkülerinde bunu görürüz. İnsanı aşağılayan, hiçleştiren, anlamsızlaştıran günümüz kapitalist kültürünün, dünya anlayışının tersine, Ruhi Su insanı yüceleştirir; insana değer, anlam verir. Ruhi Su’yu, türkülerini sevmemek için kaba, kör bir ırkçı olmak gerekir. Ruhu Su’yu sevmemek için insanlık suçuna bulaşmış, adaleti bozuk düzenin insanı olmak gerekir.

Konservatuarda türkülerini dinleyen hocalarından Markovich, “Türk müziğinin bu kadar güzel olduğunun ilk defa farkına varıyorum” der ve zamanın Radyo Müdürü olan Vedat Nedim Tör’e, Ruhi Su’dan övgüyle söz eder.

Ruhi Su’nun söylediği türkülerde siyasi vurgular, çatışmalar, kavgalar eksik olmaz. Bunun için de arkasında sürekli bir gerici kampanya, saldırı vardır. “Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor” diye susturulur. Bir çok defa işini kaybeder.

1975’te Dostlar Korosu’nu kurar, akabinde çok değerli kasetler çıkarır ve halk müziğinin yaygınlaşmasında büyük katkıda bulunur.

Ruhi Su’nun söylediği türkülerin çoğu, isyan, kavga türküleridir ve alevi türküleri, alevi deyişleri ve nefesleri onun türküleri sanatı içinde geniş bir yer tutar; çünkü onların müziklerinden ezilmişlikleri, ötekileştirilmeleri ve onların başkaldırılarını, direnişleri görür. Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun türküleridir onun söyledikleri. Yunus Emre ve Karacaoğlan’dan söyler. Ruhi Su bazı türkülerini Sümeyra Çakır ve Dostlar Korosu ile birlikte seslendirir.

Şişli Meydanı’nda üç kız/ Biri Çiğdem, biri Nergis/ Vuruldular güpegündüz/ Sorarlar bir gün, sorarlar/ Sabahın bir sahibi var/ Sorarlar bir gün sorarlar/ Biter bu dertler, acılar/ Sararlar bir gün, sararlar…

Ellerinde pankartlar/ Gidiyor bu çocuklar/ Kalkın ayağa, kalkın/ Gidiyor bu çocuklar/ Bu pazar, kanlı pazar/ Dert yazar, derman yazar/ Kalkın ayağa, kalkın/ Gidiyor bu çocuklar/ Bu meydan kanlı meydan/ Ok fırladı çıktı yaydan/ Kalkın ayağa, kalkın/ Biz şehirden, siz köyden…

El Kapıları/ Ay doğar bedir bedir/ Yel eser ılgıt ılgıt/ Sırıtır sıram sıram el kapıları/ El kapıları da kölelik kapıları/ Kul olur yiğit! Kul olur yiğit!/ Ay doğar hilal hilal / Gün doğar devrim devrim/ Yıkılır birer birer el kapıları /El kapıları da kölelik kapıları/ Kurtulur yiğit / Kurtulur yiğit…

Ruhi Su türküleriyle Türk halk müziğini ileri taşımış; halkın duygularını, ezilmişliğini, isyanını türküleriyle anlatmıştır. Ruhi Su’nun türküleri nitelikli, anlamlı olduğu kadar da taraflıdır; emekçi halkın türküleri, ilerici, devrimci türkülerdir.

12 Eylül faşist diktatörlük geldiğinde onun sanatı, işi elinden alınmış, ona yasak getirilmiştir. Baskı altına alınmış, susturulmuştur. Eserleri, yapıtları toplatılmış yasaklanmıştır. Uzun bir sessizlik dönemi yaşanır ama Ruhi Su’nun türküleri hiç susmaz, direnenlerin, başkaldıranların türküsü olmaya devam eder.

Ne yazık ki bu Eylül’ün karanlık günlerinde Ruhi Su prostat kanserine yakalanır ama tedavisi için yurtdışına çıkmasına devlet izin vermez. Aydınlardan, sanatçılardan ve başta Alman sanatçılarından olmak üzere bir ekip tarafından kampanya başlatılır, bunun üzerine Ruhi Su’nun yurtdışına çıkışı kabul edilir fakat Ruhi Su yolculuğa çıkamayacak kadar hastalığı ilerlemiştir. 20 Eylül 1985’de Cuma günü Cerrahpaşa Hastanesi’nde yaşamını yitirir.

12 Eylül Faşizminin artığı iktidar Ruhi Su’nun yurt dışında tedavisine izin vermeyerek ölümüne neden olmuştur. Bu, toplumun büyük tepkisine neden olur. Cenazesine on binden fazla insan katılmış, cenaze merasimi protesto gösterisine dönüştürülmüştür. Bu 12 Eylül faşist sürecinin en büyük kitle gösterilerinden biridir. Bu protestoya dönüşen cenazeden merasiminden 163 kişi gözaltına alınır ve 15 gün boyunca siyasi şubede tutulur.

Ruhi Su müzik sanatıyla tartışma götürmeyecek bir ustadır; türküleri hala en çok dinlenilen sevilen türkülerdir. Ruhi Su ölümüne kadar 16 tane 45’lik plak, 11 uzun çıkarmıştır. Ölümünden sonra kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı arşivlerle onun çalışmalarını ileri taşımayı sürdürmüştür.

Son Olarak

Ruhi Su sanat ve kültür alanına katkısıyla yeri tartışılamayacak boyuttadır. Aldığı opera eğitimi, kendine özgü sesi, klasik batı müziğine yakınlığı, alışkanlıkların ötesinde müzik, türküler onda yep yeni bir biçim kazanır. O, müzik hayatının, türkülerin en donanımlı halidir.

Ruhi Su Kemalizmden etkilenmiş birisi olarak görülür. Bunu, yaşadığı süreç ve toplumsal koşulların özgün durumunu değerlendirerek anlayabiliriz. Ruhi Su bir savaş mağduru, geleceği elinden alınan, yetimhanede yetim büyüyen, genç cumhuriyet döneminin korumaya aldığı, sahiplendiği biridir. O dönemde kamuoyu Kemalizmin yayınlarından ibarettir. Toplumsal bilinç oldukça sınırlıdır. Neyin ne olduğunu tartışacak kadar toplum ne bir iletişime ne de materyallere sahiptir. Dersim ayaklanmaları ve diğer Kürt isyanları “Gerici Şıhların kışkırtması” olarak bilinir, öyle lanse edilir. Uzun yıllar devletin faşizan kıyımları, yaşanılan tüyler ürperten gerçekler halktan özenle saklanmıştır. Hala arşivler gizli tutulur. Bu koşullarda gerçekleri öğrenebilmek zordur ve sabah akşam ilk okulda başlatılan ibadet eder gibi sistematik olarak beyne pompalanan o düşüncelerin içinde gerçeği görebilmek kesin bir eğitimi ve araştırmayı gerektirir.

Ruhi Su kendini insanlığın mücadelesine adamış ve bunu da sanatıyla kültürüyle başarmıştır. Bu bizim için çok önemlidir. Karacaoğlan’dan, Dadaloğlu’dan, Köroğlu’dan, Pirsultan’dan günümüze tüm ilerici, devrimci türkülerle halka türküleri sevdirmiş, türküleri yaşamla buluşturmuştur. Ruhi Su ezilmişliğimizin, isyanımızın sesi, senfonisidir. Türküleri, müziği tarafsız teğil, taraflıdır. Halktan, ezilenden yanadır.

Ellerinden Pankartlar, Şişli Meydanında Üç Kız, 15’lere Ağıt, Drama Köprüsü, El Kapıları daha onlarca seslendirdiği, kendine özgü biçimiyle yorumladığı türküler bunun örneğidir.

Türküleri sevgi dolu, duygu dolu, isyan doludur. Türküleriyle halkın acılarının, isyanının tercümanı olmuştur. Halkı kendi tarihiyle, kendi ruhuyla, bilinci ve kültürüyle buluşturur. Ruhi Su bizim sesimizdir! Duygularımızın türküye dönüşmüş halidir.

38. ölüm yıldönümünde saygıyla anıyorum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.