20/01/2013-
Sakine Cansız ve arkadaşlarının Paris’te katledilmeleri Türkiye’yi sarstı. Yüzbinlerce Kürt insanı hem Avrupa’da hem de Türkiye’de gösteriler yaptılar.Basında Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in katledilmesinin hükümetle Öcalan arasındaki görüşmelere karşı yapılmış bir saldırı olduğu iddia edildi. AKP’ye yakın Yeni Şafak ile Habertürk gazeteleri bu iddialarda başı çekiyorlardı. Yeni Şafak yayın yönetmeni olduktan sonra Erdoğan’ın politikalarının savunuculuğunun şampiyonluğuna oynayan İbrahim Karagül 13 Ocak tarihli yazısında süreci sabote etme yönündeki tetiğin çekildiğini yazdı. 13 Ocak tarihli Haber Türk internet sitesinde “Tesadüf değil Öcalan’a mesaj” başlıklı bir haber yayınlandı. (http://www.haberturk.com/gundem/haber/811049-tesaduf-degil-ocalana-mesaj). Haberi yazan gazeteciler BDP milletvekili Nursel Aydoğan’ıın sözlerine dayandılar. Aydoğan katillerin Öcalan’a “Siz İmralı’da barış için çaba sarf edemezsiniz. Arkadaşlarınız katledilir” mesajı vermiş olduklarını yazdılar. Milliyet yazarlarından Güneri Civaoğlu da aynı iddiada bulunmuştu. “Eğer hükümetle barış görüşmelerine devam ederseniz sonunuz Sakine Cansız gibi olur” (Paris’te Gözdağı, Milliyet 12 Ocak 2013). Katiller ise genellikle ya PKK’nin « derin güçleri » ya Suriye ya İran ya Rusya veya İsrail adına çalışan güçler olarak gösterildi.
Hem Öcalan’ın hem de Kürt ulusal hareketi sözcülerinin saldırıyı barış görüşmelerini sabote etmeye yönelik provakasyon olarak yorumladıkları yazıldı. Abdullah Öcalan’ın kardeşine ”Paris infazı, Türkiye’nin çözüm kararlılığını ve benimle başlatılan süreci etkilemek için yapıldı. Bana göre, Fransa’nın da komploda parmağı var. Sakine Cansız üzerinden PKK hedeflenmiştir” dediği. (Hürriyet 16 Ocak 2013), Zübeyir Aydar’ın da ”Benim yorumum ve bizlerin genel değerlendirmesi, İmralı sürecine yönelik bir sabotaj olduğu.” şeklinde değerlendirmede bulunmuş olduğu yazıldı. (Aslı Aydıntaşbaş, ”Zübeyir Aydar: Barışa Sabotaj”, Milliyet, 11 Ocak 2013).
Saldırı Fransız hükümetini de zora sokacak nitelikte. « Bu iş uluslar arası operasyona benziyor », diyenler oldu.[1]Ancak biz şiddetle kınadığımız bu saldırının faillerini araştırmaktan çok onun yol açacağı sonuçlar üzerinde tahminler yürütümeye çalışacağız.
Saldırı MİT ile Öcalan arasındaki görüşmelere karşı mıdır?
AKP uzun süredir devletin iplerini ele geçirmiş olduğu halde bugün bile yeri geldikçe mağdurları oynamaya devam ediyor. Genelkurmayın, polisin, MİT’in sıkı sıkıya hükümetin ve Cemaat’in emrinde ve ABD’nin de hükümetin arkasında olduğu Türkiye’de hala AKP karşıtı bir derin devlet aramak saçmalıktır. AKP ve oligarşinin, Öcalan ile görüşmeleri sabote etmek için cinayet işletmeleri de düşünülemez. Çünkü görüşmeleri kendileri başlattı kendileri yürütüyor ve görüşmeden çıkarları var.
Bu saldırı İmralı ile devlet arasındaki görüşmelere karşı yapılmış ise hiç isabetli bir saldırı olamaz. Çünkü saldırının, görüşmeler için daha güçlü bir irade oluşturacağı açıktır. Nitekim hem Öcalan hem de AKP iktidarı görüşmeleri sürdürmek için toplumdan daha güçlü destek aldılar.
Hükümetin Öcalan ile görüşmesine karşı olan Türk şovenistleri burada üç yurtsever kadının Paris’te alçakça katledilmesinin parçası durumuna düştüler. Onlar ne kadar gerici olurlarsa olsunlar ve Türkiye’deki şövenizm ne denli azgın olursa olsun bu üç insanın canice öldürülmesini açıkça onaylamaları zordur. Diyarbakır cezaevinde zulüm görmüş ve direnmiş olan Sakine Cansız ismi, Türk şovenizmini kışkırtmak için iyi bir isim değildir.
Hatta Aleviler öldürülenleri kendilerinden görüp sahiplendiler. Sakine Alevi kökenlidir ve Dersimlidir. Kürt hareketinin en uzak çevresi bile protesto gösterilerinde yer aldı.
Saldırıdan sonra liberal aydınlar hem Öcalan’a hem de Erdoğan’a sempati gösterdiler. Saldırı Öcalan’ın Hükümet ve MİT ile yürüttüğü görüşmelere karşı kuşkucu olan sol muhalif güçleri, Öcalan aleyhtarı Kürt milliyetçilerini ve ayrıca Şii cephesini de zora soktu.
Saldırının asıl hedefi ilan edilen Öcalan kararlılığını ilan ederek topluma cesur ve sorumlu insan imajı verdi.
Dolayısıyla saldırı hem Öcalan’ın hem de devletin görüşme yolunda ellerini kuvvetlendirmiş oldu. Böyle olacağı da baştan belliydi.
Tabii bir eylemin sonuçlarından kimlerin kazanıp kimlerin kaybettiğine bakarak o eylemin amaçları ve failleri hakkında kesin hükümler verilemez. Çünkü saldırı, sonuçları itibarıyla PKK’yi ve Kürt halkını Öcalan’ın etrafında sıkıca birleştirmeye, aykırı davranabilecekleri ise sindirmeye hizmet etmektedir. Ancak saldırı belki de politik amaçlı bir şey değildir. Zaten burada saldırının kim tarafından yapıldığından çok nasıl sonuçlara varabileceği üzerinde durmak lazım. Bu saldırı sonucu toplumda görüşmeler için güçlenmiş olan istek nereye varabilir?
Buna cevap aramak için egemen güçlerin planlarına bakmakta yarar var.
AKP ne istiyor?
Erdoğan dincileştirilmiş devlete başkanlık yolunda 2014 yılında radikal bir adım atmak istiyor. Erdoğan’ın bu planı ABD’nin uzun vadeli hedefleriyle uygun düşüyor. Onlar Türkiye’yi yeni liberal temeldeki uyumlu İslama model olarak düşünüyorlar. Erdoğan’ın Kürt sorunundaki tutumu da ABD’nin Kürt sorununa çözüm planlarıyla uygun düşmektedir.
Kürt ulusal hareketi son dönemdeki eylemleriyle Erdoğan’ı çok sıkıştırmıştı. PKK ciddi kayıplar verdi ama gücünü ve etkinliğini artırdı. Hatta iş geldi ve Suriye’de çok ciddi bir insiyatif kazanmaya vardı. Biz durumu “Halep Oradaysa Şemdinli Burada” adlı yazımızda tarif etmiştik (Odak Ağustos 2012). Öyle ki Erdoğan Suriye’ye karşı saldırılarında özgürlükçü görünümünü kaybetti.
İçeride zaten Ergenekon davasındaki hileleri yüzünden rezil olmuş, sol muhalefete karşı saldırıları yüzünden de yıpranmıştı. O süreçte Kürt ulusal hareketinin açlık grevleri Erdoğan’ı çok zor duruma sokmuşken bu kez Öcalan devreye girerek açlık grevlerini bitirdi ve “Böyle eylemler yapılacaksa içeridekiler değil dışarıdakiler yapsınlar” diyerek, bu tür eylemlerin önünü de şaşırtıcı bir şekilde kesmiş oldu. Ancak eylem Kürt ulusal hareketinin Öcalan etrafında daha geniş kitlelerle ve daha sıkı birleşmesine yardımcı olmuştu.
O günlerde BDP’yi kapatmaktan vb sözeden hükümet sonra birdenbire barış görüşmelerine başladı. Hükümetin ve burjuvazinin Öcalan hakkındaki değişen söylemleri PKK’nin güç kazanmasından kaynaklanıyor. Hükümet, şimdi Kandil’e karşı Öcalan’ı kullandığını iddia ediyor (Bakınız “Erdoğan Öcalan’ı ön plana çıkarıyor”, M Ali Birand, Hürriyet, 30 Kasım 2012). “Teröre karşı mücadelede onu enstrüman olarak kullanıyoruz” falan diyorlar.
PKK görüşmeler sonucu sınır dışına çekilirse AKP rahatlar. Erdoğan böylece kazasız belasız başkan seçilmek için hem Türk milliyetçiliğini kullanmaya devam eder hem de barışçı görünüp liberalleri tekrar etrafında toplar. Ayrıca sınır dışına çıkan PKK ile daha ileri bir anlaşma yapılabilirse bu durumda Kürt ulusal hareketi Irak rejimine ve Suriye’ye karşı AKP’nin ittifakı olur. O zaman dinci cephe gerçekten çok büyük güç kazanacaktır. Çünkü 30 milyonluk bir kuvvet o safa geçecektir.ABD dahil birçokları “Kürtlerle anlaşın büyüyün, kuvvetlenin” diyor.
Çaldıran ittifakı peşinde görünen Erdoğan buna yönelik mazlum rollerine başlamış bile.”Birileri Diyarbakır zindanlarında feryat ederken bizler de büyük Türkiye hapishanesi içinde öz vatanında parya muamelesi gördük. » diyor (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22365766.asp).
Erdoğan, bin yıl boyunca Anadolu halklarına kan kusturmuş gelenek adına bunları söylüyor. Evet Türk ve Kürt egemenlerinin ittifakı çok zaman Anadolu halklarına kan kusturmuş bir ittifak oldu. Alevi katliamları ve Hamidiye alayları da bu tarz ittifakın ürünüdür.
Türk-Kürt barışını Şiiliğe karşı Yavuz Sultan Selim-İdrisi Bitlisi ittifakı, “Çaldıran barışı” olarak tasarlayanlar var. İran bu riski görüyor ve dile getiriyor. « İran medyasından bir iddia daha » başlıklı bir gazete haberinde Fars Haber Ajansı’nın , “Kaynaklar, Pazar günü Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ABD ve İsrail’in, PKK’nın yoluyla İran’ın Kürt nüfusunu Tahran’daki hükümete karşı provoke etmeyi öngören planını uygulamaya başladığını açıkladılar” görüşlerine yer verdiği belirtildi (http://www.aksam.com.tr/iran-medyasindan-bir-iddia-daha–159806h.html, 18 Ocak 2013).
Barzani’nin AKP ile ittifakta olduğu biliniyor. Beraberce Kerkük-Musul petrollerini Irak hükümetine karşı savunuyorlar. Burjuvazi bu konuda hükümetten memnun. Çünkü o sayede enerjiyi daha ucuza elde ediyorlar. Kürdistan dünyanın en önemli enerji kaynaklarına sahip. Ayrıca Barzani egemenliğindeki Güney Kürdistan ekonomisi Türkiye kapitalizmi için çok karlı yatırım alanı.
ABD; Kürtleri Ortadoğu’da petrol bekçisi yapmak istiyor. Türkiye’ye de Batı egemenliğinde bir Kürt devletleşmesinin Ortadoğu’da hamisi rolünü verdi. Bu role direnen eski devlet geleneğinin mekanı Silivri Cezaevi oldu. Erdoğan önderliğindeki Türkiye oligarşisi Türkiye oligarşisi bir süredir Araplara ve İran’a karşı Kürtlerin hamisi rolüne girmeye başladı.
Örgütlü ve insiyatifli olursak süreçten biz kazanırız
Şu anda Kürt ulusal hareketinin başında bulunanların dinci Çaldıran planına yani Kürtlerle Türklerin Yavuz Sultan Selim dönemindeki İran karşıtı ittifakına sıcak baktıklarını sanmıyoruz. Hatta onlar AKP’nin planının PKK’yi sınır dışına çekerek zaman kazanmak ve onu bölmekle sınırlı olmasndan kuşkulanıyorlar. Gene de PKK’yi AKP’nin planının hiç değilse sınır dışına çekilme kısmına razı etmek mümkündür. Burjuva basın Kandil ile Öcalan arasında çelişkilerden sıkça sözediyor. Bizce Kandil, Kürt ulusal hareketinin Öcalan’a en bağlı alandır. Öcalan’a karşı çıkacaklarını sanmıyoruz.
Kaldı ki Kürt ulusal hareketi içinde AKP ile işbirliğine sıcak bakanlar az değil. Ahmet Türk, geçtiğimiz mayıs ayında Valileri halk seçerse başkanlık sistemini destekleyebiliriz» demişti (http://t24.com.tr/haber/erdoganin-baskanlik-projesine-ilk-destek-ahmet-turkten-geldi/203778, 13 Mayıs 2012 Nitekim Aysel Tuğluk bile saldırıdan sonra “Türkiye’nin güçlenmesini istemeyenler var” dedi. İHA bu ifade karşısında “Aysel Tuğluk bu kez şaşırttı!” başlığıyla haber yaptı (http://siyaset.milliyet.com.tr/aysel-tugluk-bu-kez-sasirtti-/siyaset/siyasetdetay/11.01.2013/1654138/default.htm).
Bu durumda « Öcalan ABD ve AKP’nin hizmetine girdi, PKK’yi de yarın oraya çeker » denebilir mi? Öcalan kendi çizgisinde nasıl usta olduğunu kanıtlamış bir insandır. Gün olmuş o « Sovyetler Birliği dünya devriminin önderidir » demiş; gün olmuş PKK adına Suriye rejimi hakkında çok övücü açıklamalar yapılmış, başka zaman Öcalan daha önce « Hitler’in akıl hocası” ve « faşist » dediği M Kemal için çok övücü ifadeler kullanarak « Atatürkçü olduğunu söyleme aşamasına mı geldi? » izlenimi dahi vermiştir. Ardından da mesela Gülen cemaatine, diğer siyasal güçlere karşı uzun vadeli bir ittifak önerebilmiştir.
PKK ve Kürt ulusal hareketi Öcalan’ın bu sözleri ve tutumları arasındaki çelişkileri önemsemiyor. Bu tür çelişkili tutum ve söylemler Kürt ulusal hareketi için önemli sorun yaratmıyor. Kürt ulusal hareketinin «PKK bütün erdemlerin sahibidir, Öcalan da onun yanılmaz ve yanıltmaz lideridir, bütün Kürtler PKK’nin ve Öcalan’ın etrafında tereddütsüz birlik olmalıdırlar” şeklinde ifade edilebilecek temel düşüncesi, ve yoğun manipülasyon metotları, karşılaştığı zorlukları aşmasına yetiyor. Türkiye solunun önemli bir kısmı bu konuda Kürt ulusal hareketine ulemalık ve dalkavukluk hizmetlerini enternasyonalist dayanışma ilan etmiştir. Bu süreç devam ederse burjuva liberallerinin de bu konuda artçı solun yanında yer alacağı kesindir.
Öcalan’ın, iddia edildiği gibi, kendisini basit bir enstruman hale düşüreceğini ise hiç sanmıyoruz. Öcalan’ın devletler ve burjuva siyasal güçler ile biz devrimcilerin kabul edemeyeceği ilişkilere girdiği bilinen bir husus. Ancak Öcalan bunu daima kendi konumunu titizlikle gözeterek yapmaktadır. Öcalan’ın bu tutumlarının demokrasi ve yüksek insancıl idealler uğruna mücadeleye uygunluğu ayrı konudur. Fakat bunların genelde Öcalan’ın kendisine insiyatif ve PKK’ye güç kazandırdığı görülmüştür.
Diğer yandan muhtemel bir yeni Çaldıran İttifakına Ergenekoncu denen ulusalcılar ve onlarla temastaki muhalefet karşı çıkar. Etkili de olurlar. Öyle bir planı özelikle Alevi Kürtlere kabul ettirmek için ise çok provakasyon eylemi gerekir. Kaldı ki demokratik muhalefet kesinlikle direnecektir.
Eğer Türkiye solu bilinçli ve insiyatifli davranabilirse İmralı görüşmelerinden kazançlı çıkar. Bunun için Türkiye solu marjinal kalmaktan korkmamalı, doğru bildiği yolda cesaretle yürümelidir. Milliyetçi kamplardan birine sığınmak, sol bir çözüm olamaz. Türkiye solu milliyetçiliğe sığınmaksızın da birleşebilir be güçlenebilir. Bunun için sol içi ilişkilerini milliyetçilikten bağımsız bir şekilde kendisi kurabilmeli, birlik olma adına kendi dışındaki güçlerin güdümüne girmemelidir.
Bu düşünce ve davranışımızı Türk milliyetçilerinin « Türk düşmanı ve PKK taraftarı » Kürt milliyetçilerinin ise « Kürt düşmanı Kemalist » sayacağını biliyoruz. Biz Direnişçi çizgimizdeyiz.
Ciddi kaygılarımız var ama bu kaygılarımıza rağmen İmralı ile görüşmelerin olumlu sonuçlara yol açabileceğine inanıyoruz. Her şeyden önce savaşın bitmesi çok önemlidir. Bu savaş en ezici darbeyi kesinlikle Türkiye soluna vurdu ve vuruyor. Yükselen milliyetçilik insanların yüreklerini ve akıllarını esir alıyor. Sol, iki milliyetçilik arasında sıkışıyor. Solun kitlesini oluşturan bir kısım insanlar Türk milliyetçiliği saflarında baş çekmeye çalışan Aydınlık’tan etkilenip Atatürkçülüğe ve hatta korkak generalleri bir şey saymaya savrulurken başka bir kısım ise, düşüncesi ve davranışıyla Kürt ulusal hareketinin soldaki uzantısı durumuna gelmiş bulunuyor.
Hükümet ise elinden gelse savaşı sürdürür. Hükümet barış iddiasında o denli güven vermez durumda ki CHP başkanı Kılıçdaroğlu İmralı sürecinde hükümete « açık çek » verdiklerini söyleyebilmiştir. Erdoğan’ın bu tavır karşısında sevinmesi beklenirken kızması anlamlıdır.
AKP Kürt ulusal hareketini hilelerle saf dışı bırakmak istiyor. Yavuz Sultan Selim tözentisi Erdoğan bunu başaramadığı taktirde Kürt ulusal hareketini Çaldıran İttifakı’nın parçası haline getirmek istiyor. Biz Ortadoğu’da mezhep savaşı istemiyoruz. Kürt ulusal hareketi içinden geçmişteki Çaldıran ittifakı benzeri ittifaklar aramaya çalışanların da karşısındayız. Süreçten yararlanarak kitlelerin barış ve demokrasi özleminin ve o yöndeki eylemlerin gelişmesi için çalışmalıyız.
Eğer sol hareket güçlü bir varlık gösterebilirse hükümetin hilelerine rağmen toplumda barış ve demokrasi özlemi ve iradesi gelişir. Eğer sol hareket güçlü bir varlık gösterebilirse egemen güçlerin arasındaki çatışmalar sola ve demokratik güçlere yarayacaktır. Hükümeti barış konusunda dürüst davranmaya zorlamak gerekir. Görüşmelerin kapalı kapılar arkasında ve MİT ile yapılması doğru değildir. Türkiye’nin geleceğini kararlaştıracak görüşmeleri halk bilmeli ve sürece demokratik anlamda katılabilmelidir.
Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve KNK çalışanı Leyla Şaylemez’in Paris’te alçakça katledilmelerini nefretle kınıyoruz. Bu saldırılar karşısında Kürt ulusal hareketinin yanındayız.
Odak Dergisi
20 Ocak 2013
[1] Biz Paris’te yurtsever arkadaşları çok tedbirsiz ve dağınık gördük. Hüseyin Kırlangıç gibi bir itirafçı hakkında kendilerine defalarca bilgi verdiğimiz halde onu Sakine Cansız’ın cenazesinde dahi güvenlik görevlisi tayin etmişlerdi. Demek ki arkadaşların güvenliği aslında sadece Fransız polisine emanetmiş. Arkadaşlar Hareketimiz aleyhine çalışan bu itirafçıyı bize sürekli küfrettirdiler. Hiç bir siyasi hareket böyle bir şeye tepkisiz kalamaz. Bu davranışa o dönemde fiili tepki göstermiş olsaydık gelişebilecek olaylar sonucu şimdi belki de cinayetin muhtemel kuşkuluları arasında yer alıyor olacaktık.