Mihri Belli üzerine

0
658

Selçuk Şahin Polat

Mihri Belli’yi 16 Ağustos 2011 tarihinde kaybettik. Uzun yaşamını devrime adamış olan bu sosyalisti, hem devrimci değerleriyle hem de siyasi görüş ve adımlarıyla birlikte ele alıp anmak gerektiğini düşünüyorum. Mehmet Özgen arkadaşın 2012 tarihli M. Belli üzerine kaleme aldığı yazıda da belirttiği gibi: “sosyalizm uğruna mücadeleyi devrimci bir tarzda yeniden-üretmek ve ilerletmek için de” bunu yapmalıyız.  

Sosyalistleri değerlendirirken, onların görüşleriyle devrimci davranış biçimlerinin uyum içinde olup olmamasına da bakmalıyız. Bu konuda örnekler olarak şüphesiz ki Marx-Engels, Lenin, Mao, Ho, Castro ve Che’yi sayabiliriz. Mihri Belli de Türkiye devrim mücadelesinde demokratik stratejiyi bilince çıkarmış ve tüm eksikliklerine rağmen, bunu, proletaryaya olmasa da gençliğe 1970’lerde kitlesel olarak aktarmış bir devrimcidir. Proletaryanın yüz binler olarak, 1970 Haziranında İstanbul’da DİSK’in öncülüğünde sokağı kontrol ettiğini düşünürsek, M. Belli’nin etkisinin öğrenci gençlikle sınırlı kalması elbette ki bir hata ve eksiklik olarak düşünülmelidir. TİP’in kuruluş sürecine katılmasına rağmen parti üyeliği kabul edilmeyen Belli’nin bu eksikliğinde, İşçi Partisi yöneticilerinin de payı elbetteki vardır. Fakat o günlerde işçi sınıfı içinde olmak için TİP şart değildi! Çünkü 1970 yazına geldiğimizde gençliğin siyasi mücadele stratejisi içinde kitle çalışması esastı. Fakat bu anlayış esas olarak, köylü içinde çalışma olarak ortaya çıkmıştı. Proletarya içinde ise, çalışma sadece kafa emekçileri aracılığıyla (mühendis vb.) yürütülüyordu. Ayrıca işçi sınıfı içindeki çalışmalar, gençliğin yarattığı muazzam ortamın etkisine bağlı biçimde gelişiyordu. THKP-C davasında yargılanan onlarca işçi buna örnektir. Yani işçi sınıfı içinde özel ajit-prop’ları, gizli-yasal temsilcileri, sendikal vb. örgütlenmeleri kapsayan ve bir programa bağlı olarak çalışma yapan bir kalıcılık yoktu. Hâlbuki bu hedefi, 1960’lardan itibaren öğrenci gençlik ve etkisindeki aydınlara gösterecek olanların başında M. Belli geliyordu. İşte bu vb. eksikliği ortaya koymayan hiçbir eleştirinin, geçmişteki derin yaralarımızın sarılmasına hizmet edeceğini düşünmüyorum.

Örneğin Mihri Belli’nin devrimci mücadeleye katkılarını savunanları “…kökleri orta yolculuğa çıkan uzlaşmacı nezaketcilik ve ritüeller” olarak değerlendiren Fikret Seyhan’ın, M. Belli üzerine iddiasının çözüm değil, ama nefret odaklı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu tür eleştiriler, sadece ezberlerin tekrarı olup bugüne bir şey katmıyor. Seyhan arkadaşın, M. Belli değerlendirmesinden birini ele alarak analiz edelim ki bunun, M. Belli ile ilgili bir ezber yani sırf kendi düşüncelerine aykırı olduğu için yapılan bir eleştiri olduğunu görmüş olalım.

F. Seyhan, Belli’ye, Yunan iç savaşına katıldığı için enternasyonalist diyen bir kişiye şöyle cevap vermiş: “Oysa Yunan iç savaşı’na katılmak belli için Stalinist KKE liderliğinin ve bizzat emir aldığı Stalin’in iğrenç ihanetlerine ortak olmak anlamına gelir, o kadar.” (21.08.11, Sosyalist Gündem) Ne kadar köşeli ve ağır bir itham!

Yunan iç savaşını dikkatli bir şekilde incelediğimizde görürüz ki Yunanistan devrimi Stalin tarafından İngilizlere boğdurulmuştur. Bu cinayete karar veren Stalin olsa da onun tetikçisi de KKE’dir (Yunan Komünist Partisi). Fakat orada (Yunanistan’da) devrime inanmış devrimci gerillalar (Andarteler) vardır. Komünist Parti yönetiminin ihanetini görüp harekete geçen efsane lider Aris, bizzat parti yönetimi tarafından infaz edilir veya intihara sürüklenir. Aris’ten sonra gerillaların başına geçen devrimci komünist Markos, Parti Başkanı Zachariadis tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışılmış ve sonra da öldürülmesi için peşine katilleri salmıştır. Markos son anda kurtulmuştur. Özetle Yunanistan’da gerilla savaşını yani iç savaşı yürütenler devrimci komünistler, devrimi katleden ve dağıtanlar da kendilerine Stalinci diyen ve devrimci disiplini biat kültürü sanan zavallı ruh hastalarıdır. Bu açıdan M. Belli 5 Nisan 1947’de Yunan İç Savaşı’na katıldığında, devrimci komünistler hala gerillanın başında dahası savaşanların ezici çoğunluğu onlardan oluşuyordu. Yani Seyhan arkadaşın dediği gibi “Yunan iç savaşına katılmak” hiçbir zaman “Stalinist KKE liderliğinin ve bizzat emir aldığı Stalin’in iğrenç ihanetlerine ortak olmak” anlamına gelmiyor. Bu tür inceleme ve araştırmalara dayanmayan yüksekten konuşma ve ithamların Stalinci bir tarz olduğunun farkında değil Seyhan arkadaş. M. Belli’yi onun tarzıyla eleştirerek, aslında haklı olarak nefret ettiği Stalin’i de yeterince analiz etmediği ortaya çıkıyor. Bu aynı zamanda, orada İngiliz ve Yunan faşistlerine karşı her gün savaşan ve ölen Andarteler’e ve iki kere ölümcül yara alan M. Belli’ye de saygısızlıktır. Çünkü Stalin, kesin olarak Yunan devrimine yardımı yasaklamıştı. Yugoslav devrimcilerine şöyle diyordu: “ Ben İngilizlerin Yunanistan politikasına güveniyorum” ve “Yunan devrimi derhal durdurulmalıdır”. Böylece görüyoruz ki M. Belli Stalin’e rağmen (bilinçli olmasa da) İç Savaş’a katılıp destek veren gerçek bir enternasyonalisttir. Onun tek hatası Yunan devrimindeki olumsuzluğun kaynağının Stalin olduğunu bilince çıkartıp bizlere bunu aktaramamasıdır.

Ülkemize dönersek; öğrenci gençliğin 1969 başlarına kadar Kemalizm’in derin etkisinde olması doğal bir sürecin yani 27 Mayıs Anayasası’nın kazanımlarıyla yakından ilgilidir. Bu etkiyi görmezlikten gelemeyiz. Böyle yaparsak, bu dönemde neden kitleselleşebildiğimizi de anlayamayız. Ve o yıllarda gençliğin ezici bir çoğunluğu (ben de dâhil) Mihriciydi! Deniz-Mahir ve birçok arkadaş, 1969 ve 1970 başlarında ortak hareket ediyorduk. Fakat demir tavında dövülememiş yani bizler bir parti içinde bir araya gelememiş ve üç önemli kola ayrılmıştık. Bu yetersizlikteki büyük pay bana göre, Belli ve Kıvılcımlı gibi liderlerin sınıf hareketinin yaratılması için gerekli olan teorik donanım ve sınıf ilişkilerinin yetersizliğinde aranmalıdır.

Bu tespitime rağmen M. Belli, duruşu ve kişiliğiyle tüm devrimci ve demokratlara örnek olmuş bir sosyalisttir. O, TKP’nin kitlelerden kopuk geçmişinden farklı olarak, önemli girişimleri olmuş birisidir. Şüphesiz bu girişimlerinin içerisinde şunlar vardır:

Süleymaniye Cami Mescidi’ne asılan afiş, TKP Merkez Komitesi’ne seçilip İlerici Gençler Birliği’ni kurması ve yönetmesi, yıllarca cezaevine girmesi ve mülteci olarak yaşaması, silahlı saldırıya uğrayıp ölümden dönmesi, Yunanistan İç Savaşı’na katılması ve de Kürt ulusal mücadelesiyle 1970 öncesi değil ama sonrası kurduğu yakın ilişki ve yaklaşımları vb. sayılabilir.

Mihri Belli gibi siyasi bir kişiliği Marxist ezberlerimize göre yargılayamayız. Onun görüş ve davranışlarını eleştirenlerin düştüğü temel hata; koşulların ciddi bir analiziyle birlikte bunları ele alıp pratikte atılacak adımları gösterememeleri fakat devrime hayatını vermiş ve katkılarda bulunmuş Belli gibi devrimcileri kendi teorik kalıplarına sığmadığı için eleştirmeyi bir yöntem olarak benimsemiş olmalarıdır. Çarpıcı başka bir örnek vermem gerekirse; Kurtuluş Savaşı’nda Komünistlerin aldığı tavır hep eleştiri konusu yapılır. Komünist Parti adına M. Suphi, Atatürk ile irtibata geçmiş, savaşçı birlikler göndermiş ve onun onayı ile ülkeye girmiştir. Sonucu biliyoruz! Bu tavır haklı olarak eleştirilir ve doğrudur. Fakat M. Suphi ve arkadaşlarının ne yapması gerektiği alternatif olarak gösterilmez. Örneğin, M. Suphi ve arkadaşlarının esas hedefi, işin başında Atatürk’le anlaşmak değil, aksine ülkeye ta başından gizlice girip kendi silahlı bağımsız gücünü oluşturarak emperyalistlerle savaşmak ve belli bir güç yarattıktan sonra Atatürk ve arkadaşlarıyla görüşmek olmalıydı.    

M. Belli’yi eleştirenlerin ülkedeki ve dünyadaki dönem koşullarını dikkate almadıkları ve somut durumun somut tahlilini yapıp taktik adımlar önermediklerini, dolayısıyla devrimci eleştiri ilkelerine uygun hareket etmediklerini düşünüyorum.

Devrimci ve enternasyonalist M. Belli’yi saygı ve sevgiyle anıyorum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.