Ölüm oruçları sol hareketin gündemindeki en önemli konularından biriydi. Büyük bir çabayla sürdürülmekte olduğunu bildiğimiz ölüm orucu direnişine zarar vermeyelim, endişesiyle eleştirici yayından kaçındık. Ebru Timtik ve çok değerli devrimciler öldüler. Halkın örgütsüzleştirildiği, muhalefetin baskılara boyun eğdiği, devrimcilerin mümkün olan en yüksek düzeyde örgütlü ve aktif olması gereken günümüzde ölüm orucu direnişçilerinin samimiyetle ortaya koydukları yüksek özveriye ve onları destekleyen yoldaşlarının dayanışmasına saygı duyuyoruz. Kuşkusuz çok haklı gerekçeleri vardı. Hedeflerine büyük ölçüde ulaşmış olduklarını sanıyoruz. “Fizik yaşamı sürdürmek esastır” gibi bir görüşle direnişe karşı çıkılmasını yanlış buluyoruz. Bizim hayat anlayışımız herhangi bir şekilde değil, boyun eğerek değil, insanca yani özgürlük için mücadele ederek yaşamaktır. Ne mutlu ki Aytaç Ünal serbest ve eylemi tamamlandı. Direnişe hem saygı duyuyoruz hem de ona eleştirilerimiz var. Ölüm oruçları üzerine aşağıdaki yazıyı sosyal medyadan aldık. Yaygın okunduğunu gördüğümüz bu yazıyı yardımcı olur umuduyla paylaşıyoruz. Daha sonra kendi eleştirilerimizi de yazacağız- Odak, 7 Eylül 2020.
“ÖLÜM ORUÇLARI HAKKINDA BİR KEZ DAHA VE SON KEZ… Önder Birol -29.08.2020
Av. Ebru Timtik’in adil yargılanma talebiyle girdiği ölüm orucunda hayatını kaybetmesi, sol ve muhalif çevrelerde çok yönlü tartışmaların önünü açtı. Sanırım bazı şeyler birbirine karıştırılıyor. Çoğu yorumlarda yanlışlarla doğrular meç edilerek paradoksal görüngüler çıkıyor ortaya. Ölüm Orucu’nun günlük yaşamın dışında, marjinal ve dehşet uyandıran bir eylem tarzı olması, insanların konu hakkında çok az fikre sahipliği, son derece haklı taleplerle yaşamsal varlığını hak arama silahı haline getirmiş genç bir kadın avukatın ölümünün yarattığı duygusallık bazı tanımları anlaşılamaz ve kendi içinde çelişik hale getiriyor.
Konu bence şöyle;
- Sosyal medyada öyle bir hava estirildi ki, sanki Ebru Timtik, “art niyetli bir örgüt” tarafından zorla ölüme gönderildi! Ebru’yu “ikiyüzlü yoldaşları”, kendi özgür iradesi ile karar veremeyeceği bir eylemde kurban seçti! Böyle bir şey yok! Ölüm orucu herhangi bir eylem değil. Değil 200 küsur gün, o inanç ve kararlılıkta olmayan insanları bir hafta bile açlık grevinde tutamazsınız. Bir hafta eve kendinizi kapatıp deneyin isterseniz. Sonra o bir haftayı 40’la çarpın. Kimse kimseyi zorla ölüm orucuna göndermedi. Ebru Timtik’in söyleşilerinde var zaten bu… Kimilerinin sözünü ettiği o “kötü insanlar” Ebru’nun mücadele arkadaşları… Ebru Timtik de onlardan biri. “Melek Ebru”, “Şeytan arkadaşları” saçmalığına son verin artık. Burada basbayağı siyasal amaçlarla yapılan, bir siyasi yapının yöntem olarak benimsediği ve hem etik hem ideolojik hem siyaseten reddedilemesi gereken bir eylem biçimi var. Eleştirilecekse bu eleştirilmeli.
- Türkiye’de pek çok siyasi yapı hala ölüm orucunu devrimci eylemin zirvesi olarak görüyor. Ölüm orucu siyasal taleplerle yapılacak bir eylem biçimi olabilir mi? Kestirmeden söyleyeyim ki, olamaz, olmamalı. Ölüm orucunun meşru kabul edilebilecek tek istisnası, yaşamın açık işkenceyle örüldüğü, ölümün yaşama tercih edilir hale geldiği ağır işkence koşullarıdır. Bu koşullarda zaten yaşama imkanınız kalmamış, ölüm bir kurtuluşa dönüşmüştür. Ya ölüm orucu ile işkenceyi durdurursunuz ya da ölürsünüz. Bunun dışında kendi bedenini açlığa yatırarak ölümü çağırmanın ne sınıf mücadelesinde ne de sosyalizmde yeri var. Türkiye’de 1982 ölüm oruçları dışında yapılan hiçbir ölüm orucunun yeter gerekçesi yoktu. Artık bu eylem, siyasal bir eylem biçimi olarak tarihe gömülmeli, reddedilmeli.
- Her ölüm orucunun devlete karşı taleplerle ilgili bir boyutu olduğu gibi topluma mesaj vermek, ölüm orucu etrafında mücadeleyi geliştirmek gibi bir iç amacı da olmuştur. Hatta çoğu zaman bu iç amaçlar, taleplerden daha önem arz eder ölüm orucu yapanlar için. Toplum üzerindeki kuşatma adanmış bazı hayatların ölümü ve bunun yaratacağı sorgulama ile kırılacaktır! Çoğu kez de son şans olarak görülür. Burada etik bir problem var; birilerinin kendini açlıkla öldürmesi topluma bilinç taşımanın, toplumsal kuşatmayı kırmanın diyeti olabilir mi? Bunca sömürüye, zulme, haksızlığa rağmen eğer bir toplum ayağa kalkmıyorsa bunun çok daha derinde nesnel ve toplumsal nedenleri vardır. Eğer bir toplum belki en yiğit ve en kararlı devrimcilerinin açlık eylemlerinde ölümü ile kendi sınıfsal çelişkilerini fark edecekse canı cehenneme o toplumun da. Sınıf mücadelesi kendi nesnel çelişkileri ve hayatın kanlı canlı akışında kendini var eder. Baskı ve istibdat dönemlerinde toplum sinebilir, korkuya teslim olabilir, kendi sınıfsal gerçeğinden koparak karşıtına dönüşebilir, tarihin her döneminde hep yükselen ve ileriye akan toplumsal mücadele nerede görülmüş? Ancak bu karanlık dönemlerin de bir ömrü vardır. Toplumsal mücadele diyenlerin, toplumun kendi içsel hareketi dışında sonuç almanın mümkün olmadığını bilmesi gerekir. Orada kopmuş hiçbir marjinal eylemin başarı şansı yok. Hayatın içindeki çelişkileri örgütleyip toplumsal talepleri bir özgürleşme zeminine çekebiliyorsanız, attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değer. Kendi ölüm restini gerçeğe dönüştürerek değil.
- Ölüm orucu tüm zorluğuna ve güçlü bir irade istemesine rağmen aslında siyaseten en pasif eylem biçimidir. Kendi hayatını ortaya sürmekten başka yapılacak şey kalmadığının kabulü bu… Buradan kişisel anlamda bir kahramanlık destanı yazdığınızı düşünebilirsiniz ancak küresel çağda kahramanlara değil, çağın gerçeğini yakalamış toplumsal çelişkilere çözüm gücü olabileceğine toplumu ikna edebilen öncülere ihtiyaç var. Bunun dışında gidilecek her yol çıkmaz sokak… Her zaman doğruları görmek de bir şey ifade etmez. Toplumsal mücadelenin etkin araçlarını yaratmak hele bu çağda kolay iş değil ama alternatif yöntemleri keşfemediyor olmak, ölüm oruçlarını önsel olarak geçerli yöntem haline getirmez. Nasıl yapılacağını bilmiyor olmak yapılanı doğru kılmaz. Bu ideolojik, teorik bir çıkmaz… Çözümü en donanımlı, en yiğit insanların kendi bedenini ve hayatını ortaya sürmesi değil.
- Taleplerin haklılığı her yöntemi meşru kılmaz. Adil yargılanma son derece meşru bir haktır. Ama el insaf faşizm tanımı yaparken kimden adil yargılama beklenebilir? Bu ülkede ne zaman siyasi davalarda adil yargılama olmuş ki şimdi olsun. Bu konu demokratik mücadelenin bir parçası olabilir ancak. Ölümün değil.
- Peki bu hukukçu, sanatçı ölümleri toplumsal bellekte sarsıcı etkiler yaratıyor bu? Toplumun önemli bir kesimi “Bir terörist daha gebermiş” diye bakıyor. Üstelik bunların yüzde 90’ı da yoksullar ve bu sistemin sömürüsünü derinden yaşayanlar. Muhalif cenahta yer alan insanlar ise talepleri haklı bulurken bu yöntemi kendi vicdanına bile izah edemiyor. O yüzden Ebru Timtik’in ölümüne gözyaşı dökenlerin cümleleri bile “Doğru bulmuyorum…” diye başlayan ama’lı cümleler. Bu sosyolojiyi kimse okumayacak mı?
- Ölüm orucunun taleplerinin iktidar tarafından tartışma konusu bile yapılmayacağını herkes biliyordu. Geriye ne kalıyor? Toplumsal kuşatmayı kırmak, toplumun ölü toprağını üzerinden atmasını sağlamak…Bunun etik boyutlarını yukarıda yazdım. Pratikte öyle mi oluyor peki? Kaç kişi sokağa çıktı? Ebru’nun üyesi olduğu baro bile usulen cenaze töreni düzenlenen dışında ne yaptı? Aksine böylesi sert ve ölüm üzerinden kurgulanmış eylemler, toplumda dehşet ve korku travmasına yol açıyor. Çoğu yoksul ve emekçi olan milliyetçi muhafazakar kesimde ise nefret duygularını körüklüyor.
- Ebru Timtik’in ölümünden sonra sosyal medyada bu ölüme üzülen pek çok muhalif insan “kendimden utanıyorum”, “Ebru’nun katili biziz”, “hukukun meleği”, “Güle güle Ebru’muz” gibi hamasi şeyler yazdı. Bunlar aldatıcı olmamalı. Çoğu Ebru Timtik ismini bu ölüm orucu ile birlikte duydular. Aynı klavyeler, Helin ve İbrahim’in ölümünden sonra da benzer şeyleri yazmışlardı. Kendinden utanmak, insanı çok radikal kararlara sürükleyecek bir duygu-düşün bunalımıdır. Kendinden utanılacak bir halde olmanın bilinci, bir daha tekrarına olanak tanımaz. Ama dün de aynı şeyler yazılmıştı, bugün de yazılıyor, yarın da yazılacak. Ölen ölüp gidecek ama… Sanal alemin coşkusu, buza yazılmış yazı maalesef. Niyet beyanından öte gitmiyor. Sadece insanların halet-ı ruhiyesini, çıkışsızlığını görüyorsunuz.
- Muhalif kesimin önemli bir kısmı iktidarın desteğini hızla kaybettiğini ve seçimle gideceğini, Türkiye’nin seçimden sonra olağanlaşma süreci yaşayacağına kilitlenmiş durumda. Kimsenin sokağa çıkmak, toplumsal muhalefeti sokaktan örgütlemek gibi bir hesabı yok. Bunun çok başka bir kaosa yol açacağına inanıyor insanlar. Yılgınlık var ama beklenti babında bu da var. Bu yüzden muhalefet sosyal medyaya sıkışmış durumda. Ölüm oruçlarına en duyarlı yaklaşanların durumu bile bu iken, ölümler üzerinden muhalefet örgütleneceğine inanmanın nasıl bir mantığı olabilir? Aslolan yaşamın kendisi. Her mücadelede ölüm olabilir. Ölüm mücadelenin kaçınılmaz sonucu olarak var olabilir ve onu en aza indirmeye çalışırsınız. Önce ölüp sonra mücadele örgütlenmez.
- Şehitler mistifikasyonu üzerinden ölüm yaşam diyalektiği yer değiştirdi bu ülkede. Her yerde bir “kınalı koç” edebiyatı! Bu hem çok çirkin hem de sosyal mücadele içinde totolojik bir şey. Hiçbir mücadele bedel ödendiği için kazanılmaz. En büyük bedeller soykırımlarda yok edilenler tarafından ödenmiştir ama artık yok onlar… Toplumsal mücadelenin dinamiklerini okuyup doğru hatta yer almadan, bedel ödeyerek sonuca varacağını sanmak, sürekli “ölümsüzlük, şehitlik, ölümü yenmek” gibi sloganlar, gerçeklik algısını kaybetmek, kendine dinsel-metafizik bir dünya yaratmaktır.
- Ölüm orucunu savunanlarca, eleştirel yaklaşan insanlara karşı tuhaf bir tahammülsüzlük, bazen lince varan söylemler var. Buna kimsenin hakkı olduğunu sanmıyorum. Kimse sizden daha vicdansız ya da siz kimseden daha vicdanlı değilsiniz. Toplumda infial yaratan böylesi eylemlerde herkes fikrini söyler. Kimsenin devrimcilik adına yasak koyarak “evin sahibi” gibi davranmaya hakkı yok. İnsanlar iyi ki konuşuyor, uyarıyor. Bunu da pekâlâ bir veri olarak alıp değerlendirmek gerekir. Korkudan ne düşündüğünü gizleyen, sistemin manipülasyonu yetmiyormuş gibi bir de sol tarafından manipüle edilmiş insanlarla nereye kadar yürüneceğini sanıyorsunuz? Bu yöntemler solun yöntemleri olamaz. Buradan olsa olsa totaliter bir yapı türer ki,maalesef olan da budur.
Dilerim, bütün bu acılar insanlara bir şeyler anlatır da ölüm oruçları son bularak Aytaç Ünsal ve diğer ölüm orucu yapanlar yaşarlar…“