15-16 Haziran direnişçisi Ahmet Sarıcan ile söyleşi: “İşçi sınıfımızın bu düzene muhalefeti ve örgütlenmesi açısından uygun bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum”

0
559

15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin üzerinden 53 yıl geçti. İşçi sınıfı bundan 53 yıl önce siyasal ve ekonomik hakları için bu düzene başkaldırmış, Türkiye burjuvazisi de direniş karşısında ne yapacağını şaşırmıştı.

Direniş, sendikalar ve sol hareket açısından da çok öğretici oldu. Bugün hala sınıf mücadelesi tartışılırken, 15-16 Haziran ruhuna gönderme yapılır.

Odak, direnişin yıldönümü için dönemin işçi direnişçilerinden-önderlerinden Ahmet Sarıcan ile görüştü.

1951 Yalova-Armutlu doğumlu olan Sarıcan yatılı okuduğu Akşehir Erkek Sanat Enstitüsü’nden mezun olduktan hemen sonra Cevizli Tekel Fabrikası’nda işe başladı. 1969 yılında başladığı bu işinden, 15-16 Haziran büyük işçi direnişinden sonra gözaltına alınması sebebiyle uzaklaştırıldı. Ahmet Sarıcan, Tekel’de çalıştığı dönemde ve sonrasındaki kısa işsizlik sürecinde Harun Karadeniz’in kuruluşuna öncülük ettiği İstanbul Bölgesi İşçiler Birliği’nde mücadele etti, bu süreçte TİP’e üye olan Sarıcan, Dev-Lis ve Dev-Genç’liler ile ilişkilerinden ötürü TİP’ten uzaklaştırıldı.

Kısa işsizlik sürecinden sonra Tuzla Beton Fabrikası’nda işe başlayan Sarıcan, burada DİSK’e bağlı Keramik-İş sendikasının örgütlenmesinde mücadele etti. Bu süreçte THKP-C ile ilişkileri gelişti ve Kadıköy-Gebze yöre komitesinde görev aldı. 12 Mart sonrasında 256 sanıklı THKP-C davasında 141. maddeden yargılandı. Savunmasında, “Ben bir işçi olarak sosyalizme inanıyorum, sosyalizmi kurmak için gençlik hareketi içinde yer aldım. Bu süreçte bazı hatalar yapmış olabilirim. Ama hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum ve bundan sonraki hayatımda iyi bir sosyalist olmaya çalışacağım” ifadelerini kullandı.

Bir süre cezaevinde kalan Sarıcan, 1974 Ecevit affından yararlanarak tahliye oldu. Askerlik sürecinden sonra Bursa’ya yerleşen Sarıcan, MAKO’da işe başladı ve Maden-İş örgütlenmesinde bulundu, burada yeni işçi olmasına rağmen baş temsilci seçildi. Bu süreçte TKP ile ilişki kurdu ve üye oldu. 12 Eylül gelinceye kadar Bursa İl Komitesi üyeliği yaptı. Darbe sürecinde askerler tarafından grevdeki Karsan fabrikasının önünden yaptığı çalışmalar nedeniyle gözaltına alındı. Bir süre cezaevinde yattı ve tahliye oldu. Sonraki duruşmalarda ise hakkında 10 yıl 8 ay ceza kesildi ancak Özal zamanında 141. maddenin kaldırılması sonucunda bu ceza düştü.

1991 yılında sendikaların yeniden açılmasıyla bu alandaki mücadelesini sürdürdü. Bir süre TKP içinde çalıştı. Sarıcan, gerek TKP’nin bölünmesine gerekse de sonraki süreçte HTKP-TKH bölünmesine karşı olduğunu, “Hepiniz arkadaşlarım, dostlarımsınız ama bu saatten sonra hepinizle örgütsel bir bağım kalmamıştır” diyerek bu süreçten uzaklaştığını aktarıyor.

Aşağıda Ahmet Sarıcan ile 15-16 Haziran üzerine yaptığımız söyleşiyi aktarıyoruz:

Odak: 15-16 Haziran büyük işçi direnişini başlatan nedenler nelerdi?

Ahmet Sarıcan: 68 süreci devrimci dalganın yükseldiği bir dönemdi. DİSK’in kurulmasından sonra (1967) işçi sınıfı içinde çok hızlı bir DİSK’te örgütlenme talebi ortaya çıkmıştı. 

Daha önce de bazı fabrikalarda sendikal özgürlükler için işgal ve direnişler olmuştu ama bu defa adeta bir kasırga gibi, işçi sınıfı mücadelesi her tarafı sarmıştı. İşçilerin üzerine faşist militanlar saldırtılıyor ancak bunlar direnişleri kırmak için yetmiyordu. Patronların bu durumdan müthiş rahatsızlığı vardı. İşte bu nedenle, parlamentoya CHP’li bazı vekiller tarafından yeni bir yasa tasarısı getirildi. 

274 ve 275 No’lu Sendikalar Kanunu’nda Değişiklik İçeren Yasa Tasarısı DİSK’i yok etmeyi hedefliyordu. Hatta bu tasarı ile işyeri sendikaları dediğimiz bazı işyerlerine özgü bağımsız küçük sendikalar da yok oluyordu. İktidar sadece kendi dümen suyunda giden Türk-İş ile baş başa olmak arzusundaydı. Bu durumu önlemek için gerek parlamentoda gerekse de siyasi partilerle ayrı ayrı görüşmeler olduysa da sonuç alınamadı. İşçilerin direnmekten başka çaresi kalmamıştı. DİSK, genişletilmiş bir Temsilciler Meclisi toplantısı yaparak direniş kararı aldı. 

Direnişin bu kadar yaygın ve etkili olmasında ekonomik durumun da katkısı olmuştu. Bu etki, ikincil etki de olsa vardır. Çünkü Türkiye’nin enflasyonla kalkınma dedikleri yani sınıflar arası uçurumu büyüten dar gelirliden alıp patrona aktaran bir modelin uygulanmaya çalışıldığı ve devalüasyon ile işçilerin tanıştığı bir dönemdi. 

Odak: Direnişe katılma sürecinizi anlatır mısınız?

Ahmet Sarıcan: Ben 15-16 Haziran büyük işçi direnişine katıldığımda Maltepe Sigara Fabrikası’nda (Cevizli Tekel Fabrikası) çalışan, bir yıllık genç bir vasıflı işçiydim. Genç yaşta sınıf bilincini almış bir işçi olarak zaten Kartal İşçi Birliği’nde bir faaliyet yürütüyordum. Bu İBİB (İstanbul Bölgesi İşçi Birliği), kısaca halk arasında Kartal İşçi Birliği olarak bilinen dernek Harun Karadeniz öncülüğünde kurulmuş ve işçiler arasında çalışma yürütüyordu. 

15-16 Haziran direnişine bu grubun ciddi katkıları oldu. Ben de o sabah Tugay yolundaki fabrikalardan direnişe çıkan işçilerin fabrikamız önüne gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum. O an geldi ve biz tekel işçileri işçi tulumlarımızla Singer, Silvan, Mühendislik Sanayii ve diğer fabrikaların işçileri ile birleşerek Kartal istikametine doğru yürüyüşe koyulduk. 

Odak: İki gün boyunca süren direnişin genel havasını nasıl özetleyebilirsiniz?

Ahmet Sarıcan: Sanayiinin yoğun olduğu bir bölgedeydik. Yürüyüş kortejimiz yolumuzun üzerindeki fabrikalara uğraya uğraya devam ediyordu. Küçük istisnalar dışında işçiler hemen üretimi durduruyor ve yürüyüşe katılıyorlardı.

Yüksek moralli ve kararlı bir direniş hali hakimdi. Direnişe sadece DİSK üyeleri değil, hatta daha çok Türk-İş üyeleri ve örgütsüz işçiler de katılıyordu. Örneğin katılım gösterenler arasındaki en büyük fabrika benim de çalışmış olduğum Tekel’de Türk-İş örgütlüydü. 

Odak: Direnişin sonraki sürece etkileri için ne söyleyebilirsiniz?

Ahmet Sarıcan: 68 kuşağı gençliği sosyalizmi öğreniyordu. O dönemde müthiş bir okuma arzusu öne çıkıyordu. Sınırlı sayıdaki yayınevlerinin çeviri kitaplarından sosyalist klasikleri öğrenmeye çalışıyorduk. Genel kabul gören işçi sınıfının ideolojisi bilimsel sosyalizmdir, ortak anlayışından ayrı çok konularda tartışma ortamı oluşmuştu. 

Bunlara göre de örgütlenmeler şekillenmeye başlamıştı. Örneğin tartışma konuları Fokoculuk (Latin Amerika’da örneklerini görüyorduk), işçi sınıfı var mıdır yoksa Türkiye’de henüz işçi sınıfı bir sınıf olma özelliklerine kavuşamamış mıdır, işçi sınıfının öncülüğü objektif midir yoksa sübjektif öncülük müdür, devrim kırlardan şehirlerin kuşatılmasıyla mı olacaktır yoksa şehir gerillası mı belirleyen olacaktır vb. gibi bir çok tartışma konusu vardı. 15-16 Haziran büyük işçi direnişi bu tartışmaları büyük ölçüde bitirdi. İşçi sınıfı vardı, devrimin hem objektif hem de sübjektif öncü gücüydü. Bu eylemden sonra sosyalist cenahtaki teorik tartışmalar yön değiştirdi. 

Bir de şunu belirtmeliyim: İki günlük bu direniş sonrasında çok sayıda işçi işten atıldı. Bazı işçiler gözaltına alındı. O zamanlar internet ortamı olmadığından sakıncalı işçiler listeleri oluşturulup patronlara gönderildi. Ancak bu zor koşullar işçi sınıfı üzerinde yılgınlık yaratmadı. DİSK’te örgütlenme devam etti. Genel olarak mücadele ivme kaybetmedi. 

Odak: İşçilerin üye olmak için yöneldiği, ilerici ve devrimci sendikacılığı savunan o dönemin DİSK’i ile bugünkü DİSK’i nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Ahmet Sarıcan: Tabii ki o günkü DİSK ile bu günkü DİSK arasında çok büyük fark var. Hem nicel hem de nitel olarak. 

Nicel fark 12 Eylül faşizminin DİSK’i kapatma ve işçi sınıfına olağanüstü baskılarından dolayıdır. Bu telafi edilebilir bir şeydir. DİSK süreç içinde yine de eski gücüne kavuşabilir. Ancak nitelik olarak farkları zor kapatabilir. Esasen DİSK üzerinde operasyon çok önceleri CHP’li sendikacılar ve Genel-İş Sendikası kullanılarak başlatıldı. Bunun sonuçlarını 1978’de DİSK Başkanı Kemal Türkler’in tasfiyesi ile başlattılar. Ne yazık ki bu sürece o zamanki TİP’li sendikacılar karşı çıkmadı. TİP-TKP çekişmesinin bir sonucuydu bu. Bununla da kalmadılar, DİSK’in lokomotif sendikası Maden-İş ve onunla tavır alan Bank-Sen isimli sendikaları da karar mekanizmalarından uzaklaştırdılar ve hatta DİSK’ten atmaya kalktılar. 

Her şeye rağmen sınıf sendikacılığı yapan bu sendikaları sindiremediler ama 12 Eylül imdatlarına yetişti. 1991 yılında sendikalar yeniden açılmaya başladığında kongre çalışmaları esnasında elinde içi para dolu Bond çantalı insanlar görmeye başladık. Direnişçi sendikaları da böylece kısmen halletmiş oldular. Sonuç itibariyle bugün yine DİSK’in sürükleyici sendikası Maden-İş, Otomobil-İş sendikalarının birleşmesi ile ortaya çıkan Birleşik Metal-İş sendikasıdır. 

Tabii ki DİSK eski itibarlı ve mücadeleci ruhuna kavuşmalıdır. Ancak bunun önünde zorlu engeller vardır. En önemlisi de işçi sınıfı adına siyaset yaptığını iddia eden siyasilerin çok bölünmüş olmalarıdır. Bu durum sendikal hareketi de doğrudan etkilemektedir. 

Odak: İşçi hareketinin bugünkü gelişme dinamiklerini nasıl görüyorsunuz ve devrimciler bu konuda işçilere nasıl yardım edebilirler?

Ahmet Sarıcan: İşçi sınıfımızın bu düzene muhalefeti ve örgütlenmesi açısından uygun bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum. 

Çünkü kapitalist sistem emekçilerin sorunlarını çözemedi. Dünyada da ülkemizde de refah toplumunu gerçekleşeceğini demişlerdi. Tersine, emekçi kesimler ile sermaye sahipleri arasında gelir dağılımı sermaye sahipleri lehine değişti. Kapitalist sömürü artarak devam ediyor. Kapitalizmin doğayı tahribi sürüyor. Kadın cinayetleri devam ediyor. İşlerine gelmediğinde en basit demokrasi kuralları dahi yok sayılabiliyor. Eşitlik ve adalet duygusu terkedilmiş vaziyette. Bu gibi birçok nedenlerle kapitalizm hiçbir sorunu çözemez hale gelmiştir. Dahası iflas etmiştir. Büyün bunlara rağmen ülkemizde beklenen devrimci hareketin gelişmesi, büyümesi olayı bir türlü gerçekleşmemektedir. 

Bu durumun bazı nedenleri var. Bunlar üzerinde kafa yormayı gerektiriyor. Benim naçizane bazı teşhislerim var. Tabii bunlar tartışılabilir. 

Öncelikle SSCB’nin dağılması ile kapitalist emperyalist sistem ideolojik bir üstünlük kurdu. Emperyalist ideolojinin hegemonya kurduğu bu dönemde yılgın ve umutsuz solun kafası oldukça karıştırıldı. Yani solun batılıların çarpıtmalarından kurtulup fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor. 

Sol düşünce sahibi insanların sağ cenahtakilerden farklı olarak düşünen ve üreten olduklarını düşünürsek farklılıklarımızın olacağını ve ama sosyalizm mücadelesinde bir örgütlenme içinde olabileceğinizi kabul etmeniz gerekir. Yani komünistlerin birliği. Bazılarının sandığı gibi küçük bir azınlık olduğumuzu düşünmüyorum. Ülkede ciddi bir sol potansiyel var. Ancak solun durumu insanlara güven vermediği için bu insanlar kendilerini başka başka şekillerde ifade etme yoluna gidiyorlar. Bu durumun panzehiri birleşik komünist harekettir. 

Ayrıca komünistlerin kuyrukçuluktan kurtulmaları gerekir. Her halükarda komünistler bağımsız tavrını korumalı, ister taktik isterse stratejik hedefler doğrultusunda yapabilecekleri ittifaklara gayet açık, halkın anlayabileceği içerikte olmalıdır. 

İşçi sınıfı adına siyaset yapan kişi ve kurumların birleşik hareketi sendikal hareketin canlanmasına ve rayına oturmasına son derece katkı sunacaktır. Unutulmasın ki sendikalar sosyalizmin okuludur. İşçiler çoğunlukla hak alma mücadelesi esnasındaki sendikal mücadele içinde sınıf bilincine kavuşurlar. Buralarda öncüleşen, sayılan ve sevilen işçiler işçi sınıfının siyasal mücadelesine kazanılır. Bu bakımdan sendikalar ve sendikal çalışma da hayati önemdedir. 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.