19 Aralık Katlamı üzerine Direniş Hareketi davasından Erdal Kudiş ile görüştük

0
511

Erdal Kudiş 19 Aralık (2000) katliamı sırasında Direniş Hareketi davasından İstanbul’da hapis yatıyordu. Katliam saldırısı devrimci tutsakların F Tipi tecrit hapishanelerine karşı açlık grevleri ve ölüm oruçları biçimlerinde devam eden direnişini kırmak maksadıyla düzenlendi. “Hayata Dönüş” adıyla 20 hapishanede eş zamanlı başlatılan, 30 devrimci tutsağın 2 de askerin yaşamını yitirdiği ve yüzlerce devrimci tutsağın yaralandığı katliamda toplamda 10 bin kolluk kuvveti görev aldı. 19 Aralık katliamı dünya tarihinde belki de en uzun süren açlık direnişleri ve ölüm oruçları sürecine yol açtığı için bedeli çok ağır oldu. Katliam emrini sosyal demokrat Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin vermesi çok ilginçtir. Koalisyon hükümetinde MHP ve ANAP bulunuyordu. Bu katliam devrimci hareketlerin gücüne ağır darbe indirerek AKP iktidarına giden yolun açılmasında rol oynadı.

Odak: Merhaba, 19 Aralık’ı hapishanede yaşayanlardan birisiniz. Neler yaşandı ve yaşadınız?

Erdal Kudiş: Merhabalar. Evet 19 Aralık’ı Gebze Hapishanesi’nde yaşadım.

F Tipi hapishanelerinin açılacağı duyurulduktan sonra hapishanelerdeki tutsaklar olarak bunu kabul etmeyeceğimizi ve direneceğimizi ilan ettik. Devletin bizleri zorla bu hapishanelere götürmeyi amaçladığını bildiğimiz için operasyon olacağını da bekliyorduk.

Operasyon olacağını beklediğimiz için hapishanenin her tarafına nöbetçiler yerleştirmiştik. Gardiyanlar uzun süredir geri çekilmişti ve hapishane içinde hiçbir görevli yoktu. Bizler geceleri kıyafetlerimizle yatıyorduk. Operasyona karşı içimizde çeşitli görevlendirmeler yapılmıştı. Sağlıkçılardan tutun da saldırıya karşı koyacak ilk ekibe kadar hazırlıklıydık. Ben saldırı durumunda karşı koyacak ilk ekipteydim. O gece nöbetçi değildim. Gürültü ile birlikte yataklarımızdan fırladık. İlk anda ne olduğunu anlayamadık. Depremi de cezaevinde yaşadığımız için ilk etapta deprem mi oluyor diye düşündük fakat bir kaç saniye içinde saldırının başladığını anladık. Hem nöbetçilerin haber vermesi hem de aynı anda çatılarda askerleri görmemiz ile olayın rengi belli olmuştu. Hemen saldırıya karşı hazırlıklara başladık ve görev yerlerimize geçtik. Operasyon olduğu gün destek açlık grevinin 10’uncu günündeydim ve o günden sonra açlık grevi devam etti ben de sürece ölüm orucu ile devam ettim.

Askerler ilk kapıyı geçse de nöbetçi arkadaşların pratik tutumları sayesinde ikinci kapıya barikatların kurulması başarılmıştı. Bizler de hemen desteğe giderek barikatı sağlamlaştırdık. İlk saldırıda askerin ateş etmesi sonucu bir yoldaşımız seken mermi ile yaralanırken bir yoldaş da atılan gaz bombasını söndürmeye çalışırken bombanın elinde patlaması sonucu yaralandı. Bunlara rağmen arkadaşlar askerleri durdurmuşlardı. İlk saldırının durdurulması ile birlikte savunmaya geçtik. Askerlerin saldırabileceği her yere barikatlar kuruyorduk. Ana girişten giremeyen askerler çatılardan bulunduğumuz alanlara gaz bombaları atmaya başladılar. Diğer taraftan ise barikatları yıkmaya çalışıyorlardı. Biz ise barikatları sağlam tutmaya çalışıyorduk. İlerleyen saatlerde barikatlardan giremeyeceklerini anlayınca bulunduğumuz koridorun üst katından delerek koğuşlara girmeye çalıştılar. Oraya da barikat kuruyorduk. Ancak her yerden üzerimize gaz bombaları atıyorlardı. İlk başlarda çok etkilensek de ilerleyen dakikalarda daha az etkilenir olduk. Gaz yoğunluğu dayanılmaz duruma gelince daha az gaz olan yere çekiliyorduk. Hatta askerler de gaz yoğunluğundan ilerleyemiyordu. Gaz azalınca tekrar barikat başına geçiyorduk. Gazın etkisini azaltmak için şekerli suya bandırılmış havlular kullanıyorduk. Bu şekilde devam eden direniş ilerleyen saatlerde yorgunluğumuzun ve atılan gazların etkisi ile geri çekilmemize neden oldu. Askerler her yerden saldırıyordu. Elimizde kendimizi savunacak hiçbir şeyimiz yoktu; sadece devrimciliğimiz ve mücadele azmimiz vardı. Bir de gündelik hayatta kullandığımız eşyalar. Devletin iddia ettiği gibi ateşli ya da başka bir silahımız yoktu, zaten olamazdı da. Bir barikatı kaybederken arkasından başka bir barikat kurarak direnişe devam ediyorduk. Ana koridordan başlayan direniş seçtiğimiz bir koğuşa kadar sürerek devam etti. Aramızda daha önce ölüm orucuna başlayanlar da vardı ve onların gazdan etkilenmemesi için çaba gösteriyorduk. Kapıdaki barikat düşünce askerler ile artık karşı karşıyaydık ve yapacak tek şeyimiz kalmıştı: Kol kola girerek direnmek. Askerlerin komutanı tek tek havalandırmaya çıkmamızı istedi ancak biz kabul etmedik. Bunun üzerine geri çekilerek her taraftan tekrar üzerimize gazlar atmaya başladılar. İçeri atılan gaz bombalarını havalandırmaya atmaya başladık. Ancak havalandırma ve içerinin gaz yoğunluğu bir süre sonra aynı duruma geldi. Yere yatarak şekerli havlulardan nefes almaya çalışıyorduk. Nefes alamayacak duruma gelince karar alarak hep birlikte havalandırmaya çıktık. Orada en azından biraz daha nefes alma şansımız vardı.

Havalandırmada ölüm orucu direnişçilerini koruma ekibini kurduk. Askerler havalandırmaya gelince onları istediler biz karşı koyduk ve saldırı başladı. Ellerindeki kalaslar ile bize saldırdılar. Her yerimizden yaralanıyorduk. Sonunda önce ölüm orucundaki arkadaşları, sonra da içimizden seçtiklerini aldılar. Bir de ağır yaralıları. Ben de alınanlar içindeydim. Her bir kolumda askerler yerde sürerek ana koridora çıkartılar. Biz direnmeye çalışıp slogan attık ancak yapabileceğimiz pek bir şey kalmamıştı. Ana koridorda yaklaşık 100 metre ve karşılıklı olarak askerler sıralanmıştı. Bizi askerden oluşan koridora attıkları anda da askerin cop ve kalaslar ile saldırısı başlamıştı. Bu saldırı koridorun sonunda son buldu. Burda askerlerin komutanları elindeki listeye göre seçerek bazı arkadaşları aldılar. Ağrı yaralı olanları da aldılar. İsmim listede olmadığı ve ölümcül bir yaralanmam olmadığı için beni geri gönderdiler. Geri dönmek demek askerlerin saldırı koridoruna tekrar geri dönmek demekti. Ve bu süreç bu sefer koğuş kapısında son buldu. Havalandırmaya geldiğimde ayakta duramadım ve düşüp bayılmışım. Daha sonra kendime geldim. Sabah 5’te başlayan operasyon akşam yine 5-6 civarı son buldu. Cezaevi darmadağın olmuş, saldırı onlarca yaralıya yol açmış ve sürgünler başlamıştı. Sonrasında sürgünler devam etti ve ben de sonra yapılan sürgünlerden birinde Kandıra F Tipi Hapishanesi’ne gönderildim.

Odak: 19 Aralık nasıl meydana geldi? Olaylar nasıl oraya geldi? Nasıl davranılsaydı daha başarılı olunabilirdi?

Erdal Kudiş: Operasyon 20 cezaevinde aynı anda 10 binden fazla askerin saldırısı ile sabah 5’te başladı. Bazı cezaevlerinde kısa sürdü ancak Ümraniye ve Bayrampaşa’da 3’üncü günde bitti. Operasyon sonucu 30 tutsak hayatını kaybetti 2 asker de başka askerlerin silahından çıkan mermiler ile öldü. Operasyon ile birlikte F Tipi Hapishanelere sürgünler başladı.

F Tipi tecrit hapishanelerinin başlatılacağının ilan edilmesi üzerine hapishanelerde buna karşı nasıl bir direniş yapabileceğimiz üzerine tartışmalar başladı. 1996 yılında olan direniş örnek alınarak ölüm orucu yapılması ortak kararı alındı. 96 Ölüm Orucu’nu organize eden Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu (CMK) da bu yönde karar aldı. Ancak kararın nasıl uygulanacağı yönünde tartışmalar ayrışmaya neden oldu. CMK’da bulunan bazı örgütler ölüm orucu direnişine hemen başlanılmasını savunurken bazıları ise sürgünler başlayana kadar içeride fiili direniş, dönüşümlü açlık grevleri ve dışarıda sokak eylemleri ile direnişi geliştirmeyi savundular. İki yaklaşım ortaklaşmayınca CMK fiilen dağıldı. Bu da direnişin zayıflamasına sebep oldu ve devlet karşısında zayıf duruma düştük.

Üç örgüt hemen açlık grevine ve bir süre sonrasında ölüm orucuna başlarken Direniş Hareketi’nin de içinde olduğu diğer örgütlerden bizler ise farklı eylemler ile direnişe başladık. Dışarda ise aileler ve Sivil Toplum Örgütleri’nin (STÖ) desteği ile F Tiplerine karşı ciddi eylemler yaşandı. Türkiye’nin bir çok şehrinde o zamanın koşullarına göre gayet etkili eylemler olmuş ve hükümet geri adım atmak zorunda kalmıştı. Hükümet F Tiplerinin açılışını 1 yıllığına ertelediğini ve şekli üzerine yeni düzenlemeler yapılacağını duyurdu. Bu karar üzerine Kürt Hareketi’nden yargılananlar direnişi sonlandırdıklarını ilan ettiler. Bu karar tartışılırken TKP/ML’nin Gazi Mahallesi’nde polis arabasına yönelik eylemini hükümet çok iyi değerlendirerek bizden yana esen rüzgarı tersine çevirdi. Polisler sokaklara çıkarak yürüyüş gerçekleştirdi. Polislere yönelik saldırıdan hemen sonra başta demokratik kitle örgütleri olmak üzere F Tipi karşıtı eylemlerde etkili olan bütün kurum ve örgütlere operasyonlar yapıldı. Hapishanelere dışardan destek verenlerin önü kesildikten sonra sıra içeriye gelmişti ve beklenen operasyon gerçekleşti.

Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu dağılmayıp yapılabilecek eylemler konusunda ortaklaşılsaydı durum farklı olabilirdi. Ancak bunun yerine bir nevi direnişin muhtemel başarısından parsa kapma yarışı yapıldı.

Polise yönelik yapılan eylemin altında nasıl bir yaklaşım olduğunu anlamak zordur. Eylem ile hükümete baskı uygulayıp F Tiplerinden vazgeçilmesi amaçlandığını düşünmek zordur. Fakat eğer hükümet bir biçimde geri adım atsaydı muhtemelen eylemi yapanlar zafer kazanmış olduklarını ileri süreceklerdi. Solun ortak zaferi için birlikte ve gerçekten etkili olacak araç ve yöntemlerle mücadele etmek yerine grubun kendisini göstermesi hedef alındığı görülüyor. Cezaevlerinde benzer şeyler tartışılıyordu ancak sivil eylemlerin arttığı bir dönemde bu tarz eylemlerin direnişe zarar vereceği dile getiriliyordu. Bu tarz eylemlerden uzak durulması dile getirilirken bu eylemin yaşanmasının olumsuz sonuçlanacağı öngörülmüştü. Belirttiğim gibi direniş baştan itibaren ortaklaştırılamadı ve gruplar arasında yarışa dönüştü. Adeta kim daha çok ölüm orucu direnişçisi çıkaracak ve söylemeye dilim varmıyor fakat sonuçta hangi örgütte daha çok ölüm olacak yarışına girilmiş havası oluştu. Bu anlamsız rekabetçilik hükümetin saldırısının etkili olmasına yol açtı. Bundan dolayı çok fazla tutuklu direnişe girdi ve çok fazla kayıp ve sakatlanma yaşandı.

Odak: Direniş aracı olarak açlık grevleri ve ölüm oruçları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu araçların mücadele hedeflerine yürümekte, halk saflarında ve kadrolarda mücadele azmini ve bilincini geliştirmekte nasıl etkileri gözlendi?

Erdal Kudiş: Her eylem ve direniş zamanında alınan karar ile yargılanabilir. O gün baktığımda ölüm orucundan başka seçenek görmüyordum ve bundan dolayı da ilk ekipte olmak için başvurmuştum. Bugün baktığımda aslında yine aynı kararı alırdım gibi düşünüyordum. Ancak bir yerden sonra bitirilmesi gerekirdi. Bu noktada çok geç kalındı. Direniş başarılıydı, toplumda desteği vardı ve hükümet geri adım atma sinyalleri vermişti. Ancak sonrasında rüzgar tersine dönünce sürecin tekrar gözden geçirilmesinde geç kalındı. İçinde bulunduğum örgüt bana ölüm oruçlarının etkisini kaybettiğini ve örgütlü bir şekilde bitirilmesi için diğer örgüler ile tartıştıklarını belirtmiş ve benim de düşüncemi sormuşlardı. Ben ölüm orucunda olduğum için bu konuda öneride bulunmamın yanlış anlaşılmaya neden olabileceğini belirtmiştim. Arkadaşlar daha fazla kayıp verilmemesi için ölüm orucunu bitirmek için uğraşacaklarını belirttiler. Ben, “Direnişteyim ve karar ne çıkarsa ona uygun devam edeceğim” dedim. Sanırım 180’inci günlerdeydim o sırada.

Sonrasında öğrendiğime göre arkadaşların önerisi kabul görmemiş ve direniş devam etti. Ben 230’uncu günlerde Adli Tıp kararı ile serbest bırakıldıktan bir süre sonra ilk başta içinde bulunduğum örgütün önerisine karşı çıkanlar benzer bir karar alarak ölüm orucuna son verdiler. Bu geç kalınmış karar nedeni ile daha fazla ölüm ve yaralı oldu. DHKP-C örgütü ise direnişe devam etti. Ayrıca tahliye edilenlerin de serbest bırakıldıktan sonra da ölüm orucuna devam etmesi kararı aldılar. Bir çok direnişçi de burda hayatını kaybetti ve sakatlandı. 19 Aralık Operasyonu’ndan önce sanatçı ve aydınların hükümet temsilcileri ile yaptığı görüşmelerde 3 kapı 3 kilit önerisinde ortaklaşılmıştı ancak DHKp-C son anda bu karara karşı çıkmıştı ve sonrasında 19 Aralık Operasyonu olmuştu. Arkadaşlar nice sonra o günkünden daha geri bir kazanıma razı olarak eyleme son verirken zafer ilan ediyordu. Elbette ki samimi devrimci tutumla çok büyük bir direniş gerçekleşti. Fakat sonuçta 122 devrimci öldü, yüzlercesi sakatlandı, sağlanabilecek kazanım sağlanamadı ve militan solda çok büyük moral bozukluğu oluştu. Bu konunun yoldaşça bir havada tartışılmasına da engel olundu.

Türkiye ve Dünya’da görülmemiş bir direniş yanlış politikalar yüzünden kaybedildi. Solun birliği dağıtıldığı gibi gruplar arasında direnişin muhtemel zaferinden pay kapma yarışı yapıldı. Bütün bunlar sonucu hep beraber kaybettik. 12 Eylül askeri darbesi gibi 2000 ölüm oruçları direnişi de solun gerilemesine neden oldu.

Ölüm oruçları direnişine ilk etapta toplumda olumlu tepkiler gelişmişti ve yukarda da belirttiğim gibi ülkenin hemen hemen her ilinde destek eylemleri oluyordu. Ancak CMK’nın dağılması, solun bölünmesi, aydın ve sanatçılar çabası ile alınan kararın son anda DHKP-C tarafından reddedilmesi ve sonrasında hükümetin önce dışarda destek verenlere saldırması sonrasında 19 Aralık Operasyonu ile saldırıya geçmesi toplumun desteğini azalttı ve bir süre sonra da gündeme gelmez oldu. Tutsaklar cezaevlerinde yalnız başlarına kaldılar. Bu noktada artık eylemin tartışılması gerekirdi ancak buna cesaret edemedik. Aileler yoruldu, kırıldı ve canları yandı. Onlarca devrimci öldü ve yüzlerce kadro düzeyinde devrimci de sakatlanarak etkisiz duruma düştü. 2000 yılına geldiğimizde solun yükselen çıkışı bu süreçten sonra tersine döndü.

Olumlu olumsuz yanlarına karşın ölüm orucu toplumda bir eylem şekli olarak yer aldı. Sonrasında bir çok işçi eylemlerinde de ölüm orucunun yapıldığına şahit olduk. Çok fedakarca bir eylem olan ölüm orucu ancak son çarelerden biri olarak gündeme getirilmelidir. Aksi halde kendi kendimizi imha etmiş oluruz.

Odak: Teşekkür ederiz.

Erdal Kudiş: Ben teşekkür ederim.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.