DİSK’ten sadece gurur mu duymalıyız?

0
432

İnan Kaloğulları

Egemenler 1950’li yıllarda ülkemizdeki devrimci muhalefeti bastırdıktan sonra emekçileri kontrol etmek için 1952 yılında Türk-İş’in kurulmasına ön ayak oldular. İşçiler arasında bir güç olan TKP bu nedenle 1951 yılında yoğun bir baskıya ve tutuklamaya maruz kaldı. Zor yoluyla kontrol edilemeyen işçilerin sarı sendikalar aracılığıyla kontrol edilmesi iktidarlar açısından önemli bir hedefti.

Türk-İş bu amaç için kurulan düzen sendikacılığının en kötü örneklerinden biri oldu. Türk-İş’in ortaya çıkması ve güç kazanmasında ABD desteğinin önemli bir payı bulunuyor. 1952 yılında Türkiye’nin NATO üyeliği ülkemizde emperyalist müdahalenin giderek güçlenmesini de beraberinde getirmişti. Türk-İş o dönem Uluslararası Kalkınma Ajansı aracılığıyla ABD tarafından fonlanıyordu.

İşçi sınıfı mücadelesi 1960’lı yıllarda önemli bir gelişme göstermeye başlamıştı. 1961 yılında 100 bin işçinin katılımıyla Saraçhane’de gerçekleşen işçi mitingi emek mücadelesinin etkili şekilde gelişiyor olduğunu gösteren önemli gelişmelerden biri oldu. Türk-İş’in eline teslim edilmek istenen sendikal hareket DİSK’in kurulmasıyla farklı bir boyut kazandı. Yaygınlaşmaya başlayan işçi direnişleri, grevler ve işçi eylemleri Türk-İş içindeki kopuşu giderek hızlandırdı.

Türk-İş yöneticileri o dönem anti-komünist cephenin bir parçasını oluşturuyordu. Grev hakkı için mücadele eden işçilerin önündeki engellerden biriydi. Kendi içindeki sendikaların tutarlı bir işçi mücadelesi geliştirmelerini çoğu zaman engelledi. Faklı iş kollarında bulunan ve Türk-İş içinde yer alan kimi sendikaların konfederasyondan ihraç edilmesi de bu engellerden biriydi. Türk-İş’ten kopuşu hızlandıran önemli gelişmelerden biri de 1966 yılında yapılan Türk-İş Genel Kurulu’nda yönetim kuruluna TİP’li hiçbir sendikacının seçilmemesi oldu.

DİSK, Türk-İş içinde yer alan bazı sendikaların ve bağımsız sendikaların birleşmesiyle 13 Şubat 1967 yılında ortaya çıktı. Yükselen sınıf hareketinin etkisiyle sendikal hareket içinde emekten yana ve düzen yanlısı davranış ve görüş farklılıklarının belirginleşmesi DİSK’in ortaya çıkmasına ortam hazırladı. DİSK’in kurulduğu yıllar Türkiye’de sınıf hareketi ve devrimci hareket güçlü bir dönem yaşıyordu.

Emekçiler dönemin mücadeleci yapısından aldığı güçle Türk-İş’in iktidar yanlısı sendikacılığını reddederek DİSK içinde örgütlenmeye başladılar. Devrimci hareketler DİSK içinde etkili çalışmalar yapıyordu ve taban inisiyatifinin o dönem çok güçlü olduğu belirtiliyor. Bu nedenle DİSK bir sendika olarak çoğu eylem ve direnişte öne çıktı. Güçlü bir işçi mücadele örgütüydü fakat o tarih aynı zamanda devrimci güçlerin mücadele sahnesinde etkin olduğu bir tarihtir.

İşçilerin yaşadığı ağır ve onur kırıcı çalışma koşulları karşısında DİSK’in güçlü bir mücadele örneği ortaya koyması, etkili toplu sözleşmelere imza atması ve patron sendikacılığına karşı bir alternatif oluşturması onun hızla güç kazanmasına neden oldu. “İnadına sendika inadına DİSK” sözü günümüzdeki gibi içi boşaltılmamış güçlü bir anlam taşıyordu.

Sınıf mücadelesinin ve sosyalist hareketin güçlü olması DİSK’in emek mücadelesi ve anti-emperyalist mücadele konusunda kazandığı güçlü kimliğine önemli bir etkide bulundu. Mücadeleci karakteri nedeniyle egemenlerin hedefi haline geldi.

DİSK emek mücadelesi alanında çok önemli bir güç haline gelince o yıllarda devletin ve sermayenin tepkisini çekti. Seferberlik Tetkik Kurulu raporlarında “iç düşman” olarak tarif edildi.

Emekçileri Türk-İş’in eline teslim etmeyi ve DİSK’i tasfiye etmeyi amaçlayan 274-275 sayılı Sendikalar Kanunu düzenlemesi egemenler tarafından hızlıca gündeme getirildi. Dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, “Çok kısa sürede DİSK’in çanına (canına) ot tıkayacağız” diyerek yasal düzenleme ile ne amaçladığını açıkça ortaya koymuştu.

Gündeme gelen düzenleme işçiler arasında ve kamuoyunda o dönem yaygın şekilde tartışıldı. Emekçilerin karşı karşıya kaldıkları tehlikenin büyük olması tabanın fokur fokur kaynamasına neden oldu. 15-16 Haziran işçi direnişi gündeme geldiğinde sınıf hareketinin gücü egemenleri korkutmuştu. Direniş ikinci gün 168 fabrikayı içine aldı ve 150 bine yakın işçinin katılımıyla büyüyerek devam etti. Devlet işçi sınıfının bu şanlı direnişi karşısında daha fazla direnemedi ve düzenlemeyi geri atmak zorunda kaldı.

15-16 Haziran işçi direnişi tabandaki emekçilerin “üretimden gelen gücümüzü kullanalım” eğilimi sonucu sendika yönetimini aşan büyük bir hareket dönüşmüştü. Hareketin büyüklüğü ve niteliği DİSK yöneticilerini şaşırtmıştı.

DİSK devrimci mücadelenin ve sınıf hareketinin gelişmesine paralel olarak 1970’li yılların ortalarına doğru gücünü daha da arttırdı. Yukarıda bahsettiğimiz 15-16 Haziran işçi direnişi ile beraber 1976 DGM direnişi, 1978 yılında yapılan faşizme ihtar mitingi, 5 Ocak 1979 Maraş Katliamı protestosu, Tariş direnişi ve 1976-77-78 yıllarında yapılan 1 Mayıs gösterileri DİSK’in öne çıktığı çok önemli direnişler ve gösteriler oldu.

DİSK emekçilerin güç ve nitelikli bir kimlik kazanmasına olanak sağlayan mücadeleci yapısıyla büyük başarılar sağlasa da o dönem egemenler karşısında işçi sınıfının politik davasını yeterince savunamadığı yönünde eleştiriler de aldı. DİSK içinde grupçuluğun güçlü olması işçi sınıfının canını yakan ve onu zayıflatan başka önemli bir olumsuzluk olarak öne çıktı. Grupçuluk DİSK’in emekçi sınıf arasında daha fazla güç kazanmasını engelledi. “İşçi sınıfının gücü birliğinden gelir” sözü grupçu eğilimler nedeniyle zarar gördü.

DİSK ilk kurulduğunda 30 bin civarı üyeye sahipti. Bu sayı 1980’lere doğru 500 bine kadar ulaştı.

DİSK yöneticileri bir dönem seçimlerde CHP’yi destekleyen açıklamaları yaptılar ve Kıbrıs Barış Harekâtı’nı desteklediler. DİSK’in Genel Başkanlarından Abdullah Baştürk DİSK’in taşıdığı anlayışı “DİSK Batı demokrasilerindeki sendikal anlayışı benimsemiş ve uygulamaya çalışmıştır” şeklinde belirtmişti. Yine “DİSK kapitalist sömürü ve faşist diktatörlüğe karşı olduğu kadar proletarya diktatörlüğüne de karşıdır” demişti.

Yöneticiler DİSK’in sosyalizmi savunduğunu ifade ediyorlardı fakat o sosyalizmin 1961 anayasasının uygulanması biçiminde olduğunu belirtmişlerdi.

DİSK 1961 anayasasının kendisine önemli bir referans olarak görmesine rağmen 12 Eylül geldiğinde 61 anayasası ile elden edilen kazanımları korumak için işçi sınıfı hareketini başarılı biçimde yönlendiremedi. İşçi sınıfı hareketi faşist darbe karşısında kolayca dağıtıldı.

7. Genel Kurul’da, “Emperyalizme ve faşizme karşı mücadelede DİSK sarsılmaz bir kale olmaya devam edecektir” denmesine rağmen darbeye karşı bir karşı koyuş gelişmedi. DİSK 12 Eylül’ün direk hedefi oldu.

Darbenin gelişi biliniyor olmasına rağmen ona karşı 15-16 Haziran Direnişi’ne benzer kitlesel gösteriler yapılamadı.

DİSK yöneticilerinin o dönem 12 Eylül Darbesi’nin 12 Mart Darbesi gibi olacağını düşündükleri ve kendilerine dokunulmayacağı görüşü içinde oldukları ifade ediliyor. Darbenin daha çok devrimcilere dönük olacağı düşüncesi hâkimdi. Bu nedenle önemli sayıda DİSK yöneticisi kısa süre içinde serbest bırakılacaklarını düşünerek sıkıyönetim çağrılarına uyarak teslim oldular. Darbe ile birlikte sendikal faaliyetler yasaklandı. 12 Eylül darbesi 12 Mart darbesinden daha yıkıcı ve vahşi biçimde hayata geçirildi. DİSK içinden yaklaşık 5 bin kişi gözaltına alındı.

Türk-İş yöneticileri faşist darbenin ardından generallerin atadığı devlet yöneticileri arasında hızlıca yerlerini aldılar. Egemenlerin çıkarlarını savunan bir sendika olmanın ödülü olarak Tük-İş’in genel sekreteri darbenin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı oldu. İktidar yanlısı sendikacılığın en kirli yüzü olan Türk-İş 82 Anayasası’na “evet” oyu kampanyası düzenleyerek emekçileri darbe anayasasının yanında saf tutmaya çağırdı.

12 Eylül darbesinin ardından ancak 1984 yılında bazı sendikaların çalışmaları serbest bırakıldı. Bunlar ise Tük-İş, Hak-İş ve Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) gibi sendikalardı. DİSK darbenin ardından kapatılmıştı.

Sendikal faaliyet serbest hale gelse de sendika üyelikleri patronların iznine tabi hale getirilmişti. Sendika üyesi olmak, sendika kurmak, sendika yöneticisi olmak, grev ve toplu sözleşme yapmak çok büyük oranda zorlaştırıldı.

Yüzbinlerce işçinin çalıştığı önemli fabrikalarda emekçilerin grev yapmaları tamamen yasaklandı. İşçiler, darbeye karşı etkili bir karşı koyuş geliştirilemediği için düzen sendikacılığının ve patronların ellerine teslim edilmişti. İşçi sınıfı hareketi, koşulların emekten yana en uygun olduğu zamanlarda büyük fırsatların elden kaçırılmasının acısını günümüze kadar çekmeye devam etti.

DİSK’in tarihinde birçok mücadeleci örnek yer alıyor. Fakat DİSK’in tarihini yalnızca şanlı bir mücadele tarihi olarak ele almak doğru olmayacaktır.

Türkiye’de işçi sınıfı en şanlı eylem ve direnişlerini devrimci hareketlerle birlikte hareket ettiği zamanlarda gerçekleştirdi.

Günümüzün mücadeleye uzak sendikaları çoğunlukla iktidar yanlısı, patronların çıkarlarını gözeten ve devlete karşı boyun eğen tutumlarıyla emek mücadelesinin önünde bir engel oluşturuyorlar. Mücadeleci güçlerin zayıflığı bu durumu emekçiler aleyhine daha olumsuz hale getiriyor. Sendikaların kendisine çeki düzen vermesini sağlayacak koşullar eski yıllardaki kadar güçlü değil. Mücadeleci güçler arasında birliğin ve dayanışmanın zayıf olması düzen sendikacılığının güç kazanmasına ve devrimci değerlerin emek alanında aşınmasına neden oluyor.

DİSK’in tarihinden çoğunlukla gururla söz ediyoruz fakat DİSK günümüzde giderek mücadeleden uzaklaşan, sendikacı bürokratların çıkarlarını gözeten ve emekçilerin sesini bastıran bir sendika olarak çok anılıyor.

Hafta sonu yapılan 17. Genel Kurul’da DİSK’in yeni başkanı yine Arzu Çerkezoğlu oldu. DİSK’te kötü bir gelenek haline getirilen seçim sonucunun önceden belirlenmesi alışkanlığı emekçilerin tabadaki inisiyatifinin umursanmadığını gösteren en önemli örneklerden birini oluşturuyor.

“İnadına sendika inadına DİSK” sloganlarının gölgesinde bu aldatıcı tablonun sorgulanmıyor olması ise önemli bir niteliksizliğe işaret ediyor. Şu an DİSK’in mücadeleci bir emek örgütüne dönüşmesinin önündeki en büyük engeli egemen güçler değil sendika bürokratlarının varlığı oluşturuyor. Sermaye çevreleri DİSK’i artık eski yıllardaki gibi tehdit olarak görmüyorlar. Bunun yanında mücadeleci nitelikler taşıyan çok küçük sendikalar dahi önemli bir tehdit olarak görülebiliyorlar. Devletin ve sermayenin hedefi haline geliyorlar.

DİSK’in üye sayısının arttığı ve güç kazandığı belirtilirken emekçiler günümüzde çaresizliğin en ağırını yaşıyorlar.

Geçmişin gururla anılan mücadeleci gücü bugün işçi direnişlerine sırtını dönüyor, mücadeleci insanları ihraç ediyor, sermaye güçleri ile mücadele etmek yerine onlarla farklı ilişkiler geliştirmeyi bir programa dönüştürme yolunu seçiyorlar. Neoliberal politikalar ülkemizi sermeye cennetine ve emekçi cehennemine çevirirken DİSK’in sadece tarihi ile övünmek yeterli olmayacaktır.

DİSK’i eleştirmek ondan vazgeçmek anlamına gelmiyor. DİSK’i emekçilere yabancılaşmış hale getiren kastlaşmış yapıya karşı emek güçlerinin birlikte mücadele etmesine ihtiyaç var. DİSK, sendika bürokratlarının değil mücadeleci insanların ve emekçilerin fedakârlıklarıyla şanlı bir tarihe ve birikime kavuştu. DİSK’i mücadeleci bir sınıf gücüne dönüşebilmesi için devrimci muhalefetin onu etkileyecek biçimde güç kazanmasına ve mücadele eden güçlerin birliğine, dayanışmasına ihtiyaç var.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.