Gezi Parkı ve Süreç İle İlgili Çeşitli Bakış Açıları

0
1947
Aşağıda Gezi Parkı direnişi ve sonraki süreç ile ilgili çeşitli yazar ve sol grupların görüşlerini yayınlıyoruz. Farklı bakış açıları olması sebebiyle önemli gördüğümüz yazılar. Okurlarımızın da bu bakış açılarını değerlendirmesini istedik. (ODAK)

HDK’li Erdal Boyoğlu arkadaş Gezi Parkı direnişini Kürt ulusal hareketine şöyle bağlamış: (6 HAZİRAN)

TAKSİM GEZİ PARKI EYLEMLERİ VE SONUÇLARI

T.C devletinde ezilenlerin, sömürülenlerin insanca yaşamak için sürdürdüğü bağımsızlık, özgürlük mücadelesinin önü ktidara gelenler tarafından her daim baskı ve zulümle engellenmiştir. Kemalist iktidarın, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesiyle başalayan süreçi, Emekçilerin 1 Mayıs işçi bayramını yasaklanması , Koçgiri,Ağrı-Zilan katliamları, Dersim’de Alevileri katliamdan geçirmesi. Seyit Rıza’nın yaşının küçülterek, oğlunu yaşını büyülterek idam etmesi. Dersim halkını sürgüne göndermesi vb. olaylar.

Atatürk, tek adam olduktan sonra tekçi-Türkçü düşüncesi herşeyi belirlemiştir. Kürtlerin bu eylemde kitlesel katılmamasını bir eksiklik olarak değerlendirenleri anlıyorum. Ama Kürtler açısından bir çok haklı nedenleri olduğuna inanıyorum. Bu konuya girmeyeceğim. Ama eylemlere Kürtlerin hiç katılmadığını söylemek de bir haksızlıktır.

Viyana Gezi Parkı destek eyleminde yaşadığım olayı aktarmak istiyorum. Viyana’da sosyalist öğrenci grubu ile Kürt öğrenci derneği tarafından düzenlenen dayanışma eyleminde atılan sloganlardan çok rahatsız oldum. Hatta Kemalistler işi öyle bir boyuta getirdiler ki, Apo’nun resmine tepki gösterdiler. Kürt öğrenci derneğinin taşıdığı dövizlere tahammülsüz bir tavır sergilediler. Kortejden çıkarmak için çığırtkanlık yaptılar. Şimdi, Atatürk posteri ile geleceksin, Ne Mutlu Tüküm Diyene, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diye bağıracaksın,Apo’nun resmini kortejden çıkarmak için olay çıkarmaya çalışacaksın ve de siyasal olarak da haklı olacaksın. Nedir bu ırkçılık! nedir bu tahammülsülük!

Kürt öğrencileri çok olgun bir tavır sergilediler eğer Kemalistlere uysalardı olayın seyri değişirdi. Kürt öğrencilerinin bu olgun tavırlarından dolayı kutluyorum. Örnek bir siyasal bir duruş sergilediler.

Yani demem o ki, Kemalizm’in CHP’siyle yüzleşilmedikçe, AKP anlaşılmaz. AKP, Cumhuriyetin unutturma kültürünü miras almıştır. Her ikisi de diktatoryal amaçları için halkın taleplerini görmemizlikten gelmişlerdir.  Her ikiside inkarcı ve baskıcıdır.

Bu kısa değerlendirmeden sonra Gezi Parkı platformcularının başlattığı direnişi değerlendirmek istiyorum. Taksim Gezi Parkı’nı koruyan doğa savunucuları, 27 Mayıs’ı 28’e bağlayan gece Parkta saldırıya uğramaları ve sabahta ağaçlara saldıran dozerlere karşı koyarak başlattığı eyleme Sırrı Süreyya Önder’in katılması ve direnişin en önüne geçmesi önemli bir gelişmeye neden oldu. Süreyya Önder’in dozerlerin önüne geçmesi ve yaralanması direnişi fitillemiştir.

Taksim’de ortaya çıkan direnişin etkileri, Kürt bölgelerinde yaşananlardan, Diyarbekir’in görkemli eylemlerinden . Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesinden güç almıştır. Direnişçiler, psikolojik moral üstünlüğünü Kürt kadınlarının başa baş, dişe diş mücadelelerinden etkilenmiştir. Sokakta, Balkonda, pencerede, tencere, tava, çıngırak çalanlar, evlerinde ışıklarını yakıp söndürerek destek verenlerin dayanışması çok büyük moral vermiştir.

Direnişin en önemli yanı olağanüstü bir dayanışma ve yardımlaşma duygusu hakimdi. İnsanlar yiyeceklerini, içeceklerini paylaştılar, yediği copları, gazları paylaştılar. eylemlere katılmayan, ama direnişcilere evini, dükkanını, işyerini açanlar, yiyecek içecek taşıyanlar çok ama çok sayıda vardı.

Tayyip Erdoğan’ın, kürtajdan alkole kadar insanların kişisel hayatlarına karışması yeter artık dedirtmiştir, milyonlarca insanda içten içe tepkiler biriktirmiştir. işte bu birikim Taksim’e yansıtılmıştır.
AKP İktidarı, 1 Mayıslarda, Hes’lerde, üniversitelerde, grevlerde, Kürt bölgelerinde kısacası hep baskılar, işkenceler,zulümler yaşatıyordu.

İşte,Taksim Gezi Parkı’nda, başlatılan eylem, bu güne kadar Türkiye’nin çok az tanık olduğu bir halk hareketine dönüşmüştür.
Yaşananlar bir çevre ve doğa sorunu meselesi olmayı aşıp, farklı talepleri ortaya çıkarmıştır.
İç İşleri Bakanı Muhammer Güler’in 67 ilde 235 eylem tespit edildiğini açıklaması, Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın ‘’Dünyaya kötü imaj verildi, olimpiyatlar bize verilmeyebilir’’ korkusunu açığa çıkartmıştır. Bülen Arınç’ın özür dilemesi, Başbakanla ayrı düşmesi, Abdullah Gül’ün açıklaması önemli bir siyasal restleşmenin AKP içindeki çatlamalarının göstergesidir.

Her yer Taksim, Her yer direniş ”sloganı, İspanya, İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, İsveç, İsviçre, Hollanda, Danimarka,Yunanistan, Ermenistan, Saraybosna ve daha bir çok Avrupa ülkelerine ve Amerika’nın bir çok şehrine kadar ulaştı.
Direniş olumlu bir sürecin önünü açmıştır. Hele bir annenin çocuklarımla gelmek istedim ama çocuklarım gelmedi, keşke gelselerdi açıklaması yüreklere su serpen açıklamadır. Hasret kalınangörüntülerdi.Artık cin şişeden çıktı.
Taksim direnişi iyi bir başlangıç oldu. Emekçilerin, ezilenlerin, Kürtlerin, Alevilerin ve azınlıkların gözü aydın…..
Halkevlerinden Samut Karabulut arkadaşın 19 Haziran tarihli sendika.org adlı internet sitesinde yayınlanan yazısını paylaşıyoruz: ONUR İSYANI Yıldızlara uğurladığımız Ethem’e ve direnen sevgili Dilan’a…

Haziran İsyanı onur isyanına dönüştü. Sadece adı değil niteliği de öyle. Yirmi gündür insanların üzerine tonlarca gazla, tazyikli suyla, gerçek ve plastik mermilerle, polis copuyla, satırlı sallamalı çetelerle düzenlenen saldırılara; gaz bombası kapsülüyle cinayetlere, kör etmeye şartlanmış canice atışlara rağmen koca bir halk ayakta. Bazen yirmi kilometreyi bulan mesafelerden yürüyerek başta Taksim, Kızılay olmak üzere kent meydanlarına bir sel gibi akıyorlar. Bir sel gibi önlerine çıkan tüm engelleri süpürerek artlarında on yıllarca kaybolmayacak, gelecekteki sellerin akacağı yataklar açıyorlar. Önlerine şiddetten, terörden, tanklardan, yalanlardan, tehditlerden kurulu tuzakları, setleri, bentleri yıkıyorlar. Recep Tayyip Erdoğan’ın ve adamlarının ve aygıtlarının, ajan ve provokatörlerinin, Goebbels’in Büyük Yalanları’nı rehber edinen operasyonları, komploları bir bir boşa çıkıyor.

Rejimin on yıllar içinde ürettiği her bir korku mekanizması hızla eskitilip çöpe atıldıkça devreye sırasıyla yenileri sokuluyor.
Nereden nereye geldik. Üç beş ağaçtan polis şiddetine oradan özel yetkili şiddet aygıtlarına. Herkes merak ediyor ve soruyor: bu isyan nasıl duracak, hangi konuda taviz verilirse duracak? El cevap: durmayacak! Zaman zaman bir süreliğine (bu süre bazen saatler, bazen günler, haftalar olabilir) geri çekilecek ama daha güçlü geri gelmek üzere.

Derdimiz parklarımızdı, başlarımızı sokacak yuvalarımızdı, evimize ekmek götürebilecek bir işti, çocuklarımızın gözlerine bakabileceğimiz bir ücretti, esaret altındaki Kürt kimliğimizdi, horlanan Alevi kimliğimizdi, çocuklarımıza mezheplerini-hurafelerini dayatmalarıydı, cinsel yönelimimiz ve cinsiyet kimliğimizdi, kadınlığımızdı, yaşam tercihimizdi, laikliğimizdi, suyumuzdu, ormanımızdı, kısacası insanca yaşam talebimizdi, umudumuzdu. Onlar umudumuzu yok etmeye çalıştılar. Umut etmemeyi telkin ettiler. Hayallerimizi karartmaya çalıştılar. Umutsuzluk insan için en kötüsüdür ama gençler umutsuz yaşayamaz. Gençliğe kendi ihtiyar, paragöz, kirli, riyakâr, tüccar, sevgisiz ve aşksız yaşamlarını model olarak dayattılar. Özgürlüğü ve insana ait olan her şeyi günah ilan ettiler. O nedenle gençler isyanın en önündeler ve isyan kadar güzeller.

Evet, bu bir onur isyanı! Üç beş ağacımıza dokunmasaydınız çıkmayacaktı belki. Ya da üç beş kadını öldürmeseydiniz, ya da üç beşimizi gözyaşları içinde işten atmasaydınız, ya da üç beş kanser hastası Dilek’e dilenci muamelesi yapmasaydınız, ya da üç beş Kürt çocuğuna cezaevinde tecavüz etmeseydiniz ya da üç beş Aleviyi yakmasaydınız, ya da Uludere’de üç beş Kürt katletmeseydiniz ya da Reyhanlı’da üç beş Arap asıllı ‘Türk’ silahlandırdığınız cihatcılarca katledilmeseydi, ya da üç beş sarhoşu aşağılamasaydınız, ya da üç beş travestiyi öldürmeseydiniz, ya da üç beş tinerciye sokak köpeği muamelesi yapmasaydınız, ya da üç beş sokak köpeğine işkence etmeseydiniz, ya da üç beş dereyi kurutmasaydınız, ya da üç beş Ethem’i öldürmeseydiniz ya da üç beş Dilan’ı kafasından vurmasaydınız.

Evet, bunları yapmasaydınız belki bu isyan çıkmayacaktı. Çıksa da duracaktı. Ama artık çok geç! İsyan artık hepsi için ve hiçbiri için. Her birimiz tek tek ‘beni’ ilgilendiren her biri için isyana kalkıştık ama artık hiçbiri için sürdürüyoruz. Bir tek onur için. Yani hepsi için birden. Yani bütün bunların ve başkalarının bir daha asla olmaması için. Yani ‘mesele üç beş ağaç meselesi değil’ mesele artık onur meselesi. Bu isyan durmaz ya hedefine varır ya da yenilir. Ama derler ya “bu yolda galiptir mağlup.”

Bu bir onur isyanı ki, mal, mülk, iktidar sahiplerince zavallılaştırılanların, onlara yakarış dolu figanlarının utancını da insanlığın yakasından silkeleyecek. Bu bir onur isyanı ki, Başbakanın, bakanlarının, özel yetkili savcılarının, terörle mücadele ekiplerinin, medyasının, yorumcularının, köşe sahibi kılınmışlarının cümle iktidar beslemelerinin anlayamayacağı. İktidar ve aparatları bu cehaletleriyle istedikleri kadar ve istedikleri gibi konuşabilirler, konuşturabilirler zira onurumuza her saldırdıklarında isyanımızın ateşini harlatmaktadırlar. İsyanı, fırsat varken geri çekilmediği için istedikleri kadar suçlayabilirler. Bizler için keşkeler zamanı değil, haydi zamanıdır. Örgütlü kuvvetlerin başlatmadığı şeyi bu kuvvetlerin kontrol edebileceğini, istediği zaman geri çekip, atak yaptırabileceğini düşünmek yersizdir. Yapılması gereken varılacak en ileri yere varmasını sağlamak, yenilgi olacaksa en iyisini yaşamaktır. Yeri eşelemektense ‘Göğü fethe kalkışmak’ yeğdir. Unutmayalım sel yatağını yarıyor, sancılı olacak lakin geriye çok şey kalacak.

Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini. Durdurmayacaklar onur isyanını. Çünkü bu isyan gücünü profesyonellikten değil amatörlükten, zekâdan alıyor. Yürüsek AKP iktidarı sarsılıyor, otursak sarsılıyor, dursak sarsılıyor, konuşsak sarsılıyor, şarkı söylesek sarsılıyor. Oysa onlar ne yapsa isyanımız güçleniyor. Çünkü gücünü, iktidarın şiddet araçlarından daha etkin araçlardan değil, dış mihraklardan değil, halkın ‘kahreden ve yaratan’ enerjisinden alıyor.

SoL Portal yazarı Fatih Yaşlı’nın, 6 Kasım tarihli‘Kemalizm ve sol müdahale’ başlıklı yazısını sizlerle paylaşıyoruz: “Türkiye tarihini “seksen beş yıllık Kemalist vesayet rejimi” argümanı üzerinden okuyan ve şu anda Türkiye düşünce hayatında hegemonik bir niteliği bulunan liberal-muhafazakâr söylem, Kemalizm’i devletin cumhuriyetin kuruluşundan beri varlığını devam ettiren resmi ideolojisi ve askeri-sivil bürokrasinin dünya görüşü olarak sunar.

Aynı söylem Kemalizm’i her türlü konjonktürden ve toplumsal değişimden bağımsız, zaman-mekân üzerinde konumlanmış ve asla değişmeyen bir ideoloji olarak kurgular; buna göre örneğin 30’ların Kemalizm’i ile 60’larınınki arasında ya da Doğan Avcıoğlu’nun Kemalizm’i ile Çevik Bir’inki arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
Oysa gerçek hiç de öyle değildir. 30’lu yıllardan günümüze dek Kemalizm karşımıza sürekli olarak farklı “evrensel” ideolojilerle eklemlenmiş bir şekilde, farklı veçhelerle çıkmaktadır. Daha Mustafa Kemal hayattayken dahi, yani 1930’larda, Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt gibi isimlerce İtalyan ve Alman faşizmlerine öykünerek inşa edilmeye çalışılan bir Kemalizm yorumu ve Kadro dergisi etrafındaki Yakup Kadri, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör gibi aydınların taşıyıcılığını yaptığı “sol” referanslara sahip daha farklı bir Kemalizm yorumu bulunmaktadır.

Kemalizmin farklı yorumlarına son derece çarpıcı bir örnek olarak şu verilebilir: 1940’lar CHP’sinin başbakanlarından Şükrü Saraçoğlu açıktan Nazizme sempatisini dile getiren ve dönemin Türkçü faşistleriyle arası gayet olan bir isimken, Türkçü faşistler aynı CHP’nin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i komünistleri himaye etmekle suçlamakta ve Saraçoğlu’na şikâyet etmektedirler.
II. Dünya Savaşı’nın bitiminin ardından tek parti iktidarı Soğuk Savaş’taki safını kayıtsız şartsız batı bloğu olarak belirler ve CHP içindeki tasfiyelerle birlikte hem ulusal sanayi hedefinden hem de küçük burjuva radikalizminin kısmen de olsa benimsediği aydınlanmacılıktan vazgeçilir. Emperyalizme serbest piyasacılık ve komünizm düşmanlığı üzerinden eklemlenme, kaçınılmaz olarak beraberinde gericiliği de getirecektir. II. Dünya Savaşı sonundan 27 Mayıs’a kadar uzanan yaklaşık on beş yıl Kemalizmin “geri çekildiği” bir dönem olarak okunabilir.

27 Mayıs’la birlikte, küresel ve bölgesel gelişmelerin de etkisiyle kalkınmacı ve üçüncü dünyacı bir veçheye kavuşan Kemalizm, sosyalizmin yükseldiği 60’lı yıllar boyunca Yön Dergisi çevresindeki aydınlar aracılığıyla “ulusal” bir sosyalizm anlayışıyla eklemlenir ve sol-Kemalizm olarak da adlandırılan akım ortaya çıkar. Aynı esnada sağcı aydınlar ise anti-komünist bir saikle ve hızla “Atatürkçülük” adı altında Kemalizm’in sağdan bir yorumunu geliştirmeye ve bunu Türk-İslam sentezi ile eklemlemeye çalışırlar.
“Sol-Kemalizm” 60’lar boyunca hem askeri hem sivil bürokrasi içerisinde taraftar bulmayı başarsa da, 12 Mart darbesiyle birlikte yenilir ve 12 Mart’tan 12 Eylül’e uzanan süreçte Türkiye egemen sınıfları “Kemalizm’e karşı Atatürkçülük” formülünü geliştirirler. 1940’lardan itibaren devlet kapıları kendisine açılan ve komünizmle mücadele sürecinde palazlanan milliyetçi-muhafazakâr kanat, 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki ANAP iktidarı ile birlikte, solcu ve Kemalist kadroları hızla temizleyip gücünü pekiştirir.
90’lı yıllarda yeniden ortaya çıktığında Kemalizm’in yeni bir kimliği vardır. Siyasal İslam’ın ve Kürt hareketinin hızlı yükselişine mukabil; “sol” niteliğini muhafaza etmekle birlikte laiklik ve milliyetçilik vurgusu yüksek, orta sınıf hassasiyetlerini dile getiren ve “sivil toplum” alanında faaliyet gösteren Kemalizm’in bu versiyonu, devletin Atatürkçülüğünü Kemalizm’in yozlaşmış, sahte bir yorumu olarak görmüş ve karşısına “hakiki” bir Kemalizm iddiasıyla çıkmıştır.

28 Şubat Müdahalesiyle kaygılarının büyük ölçüde giderildiğini düşünen bu yeni Kemalizm, AKP iktidarı ile birlikte bunun bir yanılgı olduğunu anlar ve “tehlikenin farkında mısınız” diye sormaya başlar. 2000’lerin Kemalizm’i, yine “sivil toplum” alanında görünmeyi tercih eden bir “orta sınıf” hassasiyeti olarak şekillenmiştir, ancak bu, hareketin emekçilerle hiçbir bağlantısı olmadığı anlamına gelmemektedir. Cumhuriyet Mitinglerinin tabanını oluşturan kitlelerin önemlice bir bölümünü ücretli çalışanlar oluşturmuştur.
2000’lerin ilk on yılının Kemalizm’inde tam bağımsızlık vurgusu, ya da ABD ve AB karşıtlığı söylemsel düzeyde sıkça dile getirilse de, 60’ların Kemalizm’inden farklı olarak sosyalizme ilişkin bir vurguya rastlamak mümkün olmamıştır; çünkü bu on yıl Türkiye solunun en güçsüz olduğu dönemlerden birine tekabül etmektedir. Bu güçsüzlük, solun Kemalist kitleleri etkilemesini ve sosyalizmin bu kitleler açısından benimsenebilecek bir dünya görüşü niteliği kazanmasını büyük ölçüde engellemiştir. 90’ların sonuna doğru siyaset sahnesine çıkan ve apayrı bir yazının konusunu oluşturması gereken “ulusalcılık” ise Kemalizm’i soldan kapsayarak aşılması gereken bir dünya görüşü olarak değerlendiren bir politik hat olmaktan ziyade sosyalistlerin bir kısmının Kemalistleşmesi anlamına gelmiştir.

Solla Kemalizm arasındaki kopuşun, 1970’lerden itibaren solun Kemalizm’i giderek daha fazla eleştirir hale gelmesiyle bir bağlantısı elbette vardır ama ana nedenlerden biri yukarıda bahsettiğimiz üzere 12 Eylül’ün sol üzerindeki tahrip edici etkisiyse, ikincisi Kürt hareketinin yükselişidir. Kürt hareketinin Kemalizm’i karşısına alması ve Türkiye solunun 80’ler ve 90’lar boyunca Kürt hareketiyle dayanışan bir pozisyon içine girmesi; 2000’lere gelindiğinde sosyalist solla Kemalistler arasındaki köprülerin atılmasıyla sonuçlanacaktır.

Bugünden geriye doğru bakıldığında, 2000’lerin ilk on yılındaki Kemalizm’i simgeleyen Cumhuriyet Mitingleri’nin tarihsel bir başarısızlık anlamına geldiği söylenebilir. Mitingler, AKP’nin devletleşmesini ve rejimi değiştirmesini engelleyememiş, mitinglerin hemen ardından gelen Ergenekon süreciyle birlikte Birinci Cumhuriyet’in bütün kurumlarıyla tasfiyesine başlanmıştır.
Ankara Ulus’taki 29 Ekim 2012 tarihli Cumhuriyet eylemi ise birinci cumhuriyetin sona ermiş olduğu gerçeğini değiştirmemiş olmakla birlikte, Kemalizm’in toplumun hayli önemlice bir bölümünün dünya görüşü olmaya devam ettiğini ve marjinalize edilemediğini göstermiştir. Bu yazı boyunca ortaya koymaya çalıştığımız üzere, değişmeyen, tarih-üstü bir Kemalizm yoktur. Kemalizm kendisini çoğu kez “evrensel” ideolojilerle eklemleyerek var olmuştur. Siyaseten yeni bir on yıla girildiğinin sinyallerini almaya başladığımız şu günlerde, 29 Ekim eylemindeki yüz binlerce kişiyi “ulusalcı-faşist-jakoben-vesayetçi” vs. gibi liberal-muhafazakar terminolojiye ait kavramlarla eleştirmek ve Kemalist kitlelere bir “sol müdahale”de bulunmayı siyasal bir perspektif olarak benimsememek, açıkça apolitizmi tercih etmek, “ben Türkiye siyasetinde etkili bir özne olmak istemiyorum” demek anlamına gelmektedir.

Türkiye solunun bugünkü güçsüzlüğünden sıyrılıp etkin bir siyasal özne haline gelebilmesi, başka birçok faktörün yanı sıra, kendisini Kemalist ya da cumhuriyetçi olarak adlandıran geniş halk yığınlarına yapacağı sol müdahaleye de bağlıdır. Sadece böylesi bir müdahale yeni rejimin diğer tehdit algısını teşkil eden Kürt hareketiyle Kemalist siyaset arasında bir diyalog zemininin ortaya çıkmasını sağlayabilecektir. Sol-Kemalizmin de Kürt hareketinin de nihayetinde 60’lar Türkiye solunun bağrından çıktığı düşünüldüğünde, aradaki mesafenin –yaşanan her şeye rağmen- kapatılabilir olduğu ve ütopik bir projeden söz edilmediği anlaşılacaktır. Solun güçlenmediği ve Kemalist siyasetle Kürt hareketi arasında diyalog zemininin tesis edilemediği bir durumun -açlık grevi eylemi sürecinin de sinyallerini verdiği üzere- Türkiye halkları için bir felaket anlamına geleceği ise aşikârdır.”

Sosyal medyada Beşiktaş taraftar grubu Çarşı’ya ait olduğu söylenen bir yazıyı paylaşıyoruz:

Bu kadar karamsar olmamamız ve direnmeye devam etmemiz gerekiyor; sayısız karamsar “bitti artık,” mesajı okuyorum. Ayıptır sorması, ne bekliyorduk? Tek başına 800 milyon dolar servet yaptığı koltuğunu, bir emriyle parmağında oynattığı memleketi, etrafını saran dalkavuk kul ordusunu ilk protesto çığlığında bırakıp gitmesini mi? Elbette zor olacak. Elbette uzun sürecek. Elbette maddi-manevi nefesimiz kesilecek. O geri dönüş noktasını geçti, artık yalnızca ileri gidebilir. Daha sert, daha provokatif, daha zalim olabilir, başka şansı yok. En tepeye gitme şansı kalmadı, düşüyor ve düşerken herkesi çekecek. Dolayısıyla, direnişe evinize bayrak asarak, Facebook’ta “sıkıldık artık,” yazarak bile destek verdiyseniz, artık tehlikedesiniz. Bizler de geri dönüş noktasını geçtik. Devam etmeme lüksümüz yok. Durursak, kaybederiz. Durursak, kayboluruz…. Meydanlara çıkın. Çıkın. Meydana çıkmıyorsanız bankalardaki paranızı çekin.

Harcamalarınızı en aza indirin. En ucuz GSM tarifesini alın, mahalle esnafından alışveriş edin, dışarıda yemek yemeyin, AVM’lere girmeyin, kredi kartınızı kullanmayın, internetten alışveriş yapmayın. Gerekmedikçe kredi almayın, elektroniğe ve lükse para harcamayın, faturalarınızı elle yatırın. Tek mum ışığının altında memleket kurtaranları hatırlayın. Bir parti seçin ve onlara biraz para, bol bol zaman ve iş gücü yatırımı yapın. Kötünün iyisi de olsa olur, yeter ki en kötü olmasın. Yeni oluşumlara mı inanıyorsunuz? Destek verin. Demokrasi sandık değildir. O sandığın temsil ettiği değerlerdir. Oyunuz sayılmıyorsa, dört yılda bir gidip atmanızın bir önemi yok. Bu iş kısa sürmeyecek ve sabırla, akılla çözülecek. Dayanın. Biz dayanabiliriz. O dayanamaz. Hareket etmek zorunda. İlerlemek zorunda. “Ben büyüğüm,” demek zorunda. Etrafı aleyhine çalışan politikacılarla, arpa bekleyen iş adamlarıyla, ilk tökezlemesinde sırtına bıçağı saplayacak lobilerle dolu. Biz? En kötü biber gazı, cop yeriz, tutuklanırız. Beş yıl sonra bütün memleket açık cezaevine benzeyecekse, bugün hapisten korkmanın bir anlamı var mı? Dayanın. Birbirimize, ve zulme. Lütfen bunu PAYLAŞMAYIN.

Kopyalayın ve yapıştırın”–Eğitimli insanlar topluma borçludurlar. Bir işin nasıl yapılabileceğini biliyorken bir başkasının yapamadığını görüp susmaları kendilerini yetiştiren o topluma ihanettir.

Yurt Gazetesinden Merdan Yanardağ’ın 23 Haziran tarihli yazısını paylaşıyoruz:

Yeni Türkiye’yi Kuracak Güç Beklediğimiz gibi, Gezi Parkı direnişi karşısında yenilgiye uğrayan AKP Hükümeti sürek avı başlatarak toplumsal muhalefeti ezmeye çalışıyor. Bütün diktatörlerin yanılgısını tekrarlayarak halkın isyanını polisiye tedbirlerle bastıracağını sanıyor.

Gerici faşizan AKP iktidarı, polis ve adliye üzerinden siyasal şiddet şiddet kullanarak Gezi Direnişi’nin yarattığı siyasal, toplumsal ve psikolojik iklimi dağıtmaya çalışıyor. Uğradığı yenilginin sonuçlarını ortadan kaldırmak, hatta direnişçileri lekeleyerek durumu lehine çevirmenin yolunu arıyor.
Diktatör ve onun hükümeti eğer polis ve adliye zoruyla bu direnişi bir süre için bastırsa, hatta cihatçı ya da siyasal İslamcı militanlarını sokağa sürerek saldırtsa bile uğradığı yenilginin siyasal sonuçlarını değiştiremeyecek. Bu durumu sezdiği için olsa gerek, ideolojik ve siyasal inisiyatifi yeniden ele geçirmek için üst üste kışkırtıcı mitingler yapıyor. Toplumun en geri yanlarına sesleniyor.

Ancak, geçmişte sağ ve sol liberallerin paha biçilmez desteği ile sağladığı ideolojik inisiyatifi bir daha ele geçirmesi mümkün değil. Çünkü Gezi direnişi entelektüel ortamı da yeniden belirledi.
Bu nedenle AKP Hükümeti toplumu kutuplaştırarak, çoğunluk mezhebi üzerinden yeniden hegemonya oluşturmaya çalışıyor. Erdoğan yeniden o bildik ‘seçkinler mazlum kitleler’ ya da ‘inananlar inanmayanlar’ karşıtlığını kurmaya ve kendi cephesini tahkim etmeye kalkışıyor. Bu amaçla yüz kızartıcı şekilde yalana, demagojiye ve çatışmacı bir kışkırtıcılığa başvuruyor.
Gezi Direnişi ne Türkiye’de ne de dünyada sıradan bir ‘tolumsal patlama’ değil. Üzerinde yıllarca tartışılacak, sosyolojik ve siyasal araştırmalar yapılacak çok farklı ve önemli bir tarihsel olayla karşı karşıyayız.

Tarihte çok az görülen bu durum gerçekleşti ve bütün toplumsal, siyasal, kültürel çelişki ve çatışmalar bir parkın içine yığıldı. Tarihsel hesaplaşma da siyasal çatışma da kültürel kapışma da o parkta ve kurulan barikatların önünde gerçekleşti.
Bu nedenle olayı “iki ağaç meselesi” olarak görenler büyük bir şaşkınlık yaşıyor.

Yine tarihte çok az görülen bir durum yaşandı ve toplumun farklı kesimleri ve farklı sınıfları aynı politik ve kültürel talepler çevresinde buluştu. Onları birleştiren asgari zemin modernite ve aydınlanmanın kazanımlarıydı. Gazi Mahallesi, Ümraniye, Şişli ve Bağdat Caddesi çevresini aynı alanda, aynı sokakta ve aynı barikatın arkasında buluşturan olgu budur.
Kimi kendi yaşam tarzını tehdit altında gördü, kimi derinleşen gelir adaletsizliğine ve ağırlaşan sömürü düzenine isyan etti, kimi laik eğitim düzeninin yıkılmasını ve Cumhuriyetin kazanımlarının tasfiye edilmesini reddetti. Bu kesim ve sınıfların tamamına yakını AKP’nin iktidar küstahlığına isyan etti.

Başta İstanbul ve Taksim olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında Başbakan’ın emriyle halka, direnişçi gençlere, kadınlara yapılan insanlık dışı, barbar ve hukuksuz saldırı, AKP Hükümeti’nin bütün meşru dayanaklarını yıktı.
Bu nedenle AKP Hükümeti, kendisi için uygun bir zamanda tıpkı Ergenekon tertiplerinde olduğu gibi, düzmece soruşturma ve davalarla Gezi Parkı Direnişi’ni lekelemeye, prestijini ve toplamda yarattığı etkiyi kırmaya ve bir suça çevirmeye çalışacak. Polis operasyonlarına başladılar. Tutuklu sayısı otuz kişiyi aştı. Yandaş medyada ve daha önce Ergenekon ve Balyoz tertibini kurduğunu bildiğimiz malum karargâhlarda çeşitli senaryolar üretilmeye başlandı. Öyle anlaşılıyor ki, 1 Haziran Direnişi’ni de bir “darbe” girişimi olarak yaftalamaya çalışacaklar.

Tıpkı Cumhuriyet mitinglerinden sonra yaptıkları gibi… Tek bir camın bile kırılmadığı, kimsenin burnunun kanamadığı, temel bildirisi “Ne darbe ne şeriat” olan, Türkiye tarihinin en büyük barışçıl kitle eylemlerinden 2007 Cumhuriyet mitinglerini nasıl “darbeci eylem” diye lekeledilerse şimdi de aynı şeyi Gezi Direnişi için yapmaya çalışacaklar.
Ancak, bu kez başaramayacaklar. Bu halk aynı derede iki kez yıkanmayacak. Fiyakası bozulan AKP hızla kendi sonuna doğru koşuyor. Artık bürokrasiye bile eskisi gibi hâkim olması çok zor görünüyor. Bu nedenle Erdoğan bütün mitinglerinde Türk bayrağı yakıldığı yalanını tekrarlıyor. Kürt düşmanı olmadıkları da ortaya çıkan geniş cumhuriyetçi kesimlere “Siz nasıl ulusalcısınız” diye sesleniyor. Böylece sosyalist sol, sosyal demokratlar, cumhuriyetçi kitleler ve Kürt solu arasında sokakta, eylem alanlarında kurulan bağı koparmaya çalışıyor.

Daha önce de yazdığım gibi, faşizmin ve gericiliğin elinden alınan bayrak yeniden yurtseverlerin, devrimcilerin ve halkın elinde bir direniş sancağına dönüştü. Bütün dünya da olayı böyle algıladı, Brezilya’da büyük toplumsal direnişi gerçekleştirenler Gezi Parkı direnişi ile dayanışmalarını göstermek için pankartlarına ay yıldız çizdiler. Direnişe Türkiye genelinde yaklaşık 10-11 milyon insanın katıldığı tahmin ediliyor. Bu sayı bütün grup ve partileri aşan çok önemli bir kitlesellik. Erdoğan bu büyük kitleyi tuzu kuru “seçkinler” diye nitelendiriyor. Bu genişlikte bir toplumsal eyleme katılanları böyle değerlendirmek için basit bir tarih coğrafya bilgisinden dahi yoksun olmak gerekiyor. Hâlâ devam eden Gezi Parkı ya da 1 Haziran Direnişi sırasında sokaklarda, alanlarda, barikatların arkasında oluşan birlik, o toplumsal çeşitlilik, eylem içinde kurulan fiili cephe Türkiye’nin geleceğini kuracak güçtür. Direnişin dinamosu olan gençler, bu toprakların yeni devrimci kuşağıdır.

İnsanlığın ilerici birikimini koruyup daha ileriye taşıyacak ve yeni Türkiye’yi kuracak güç onlardır.

İnternette bulduğumuz, mucadelebirligi.com adresinden aldığımız aşağıdaki yazıyı farklı bir bakış açısı olması bakımından sizlerle paylaşıyoruz: DEVRİM YOLUNDA İLERİ!

Emekçi Sınıflara, Gençliğe, Kürt Halkına, Alevilere ve Kadınlara;

28 Mayıs’tan bu yana, yaklaşık 21 gündür dinci faşizme karşı kahramanca savaşıyorsunuz. Bu savaşta büyük bir cesaret, fedakârlık, kendini adamışlık örnekleri gösterdiniz. Faşist devlet ve hükümetin her türlü araçla yürüttüğü savaş sizi geriletmedi, aksine onların her baskı, terör, yıldırma girişimi sizin daha büyük, daha cesur, daha yiğit karşı saldırılarınızla yanıtlandı.
Bu savaşta, işçi sınıfının devrimci sınıf partisi TKEP/Leninist daha ilk günden sizin yanınızda oldu, sizinle omuz omuza çarpıştı. Pek çok taraftarı, sempatizanı, militanı sizinle omuz omuza çarpışırken yaralandı, gözaltına alındı. Ama düşmanın hiçbir çabası Partinin sizin yanınızda savaşmasını engelleyemedi; engelleyemeyecektir.
Emekçi Sınıflar, Gençler, Kürt Halkı, Aleviler ve Kadınlar;
Bu hükümetten, bu iktidardan, bu hükümetin başından kurtulmak için giriştiğiniz hareket, gerçek bir halk ayaklanmasıdır. Bu ayaklanmanızla sizi kesin kurtuluşa götürecek bir Halk Devrimi’nin yolunu sonuna kadar açtınız. Bu süreç ayaklanmanızla birlikte pratik olarak başlamıştır ve artık hiçbir güç bunu durduramaz.
Ayaklanmanızın henüz ilk gününde, yüksek bir politik bilinç örneği göstererek, kurtuluşa giden yolun ilk adımı olarak Hükümetin ve Başbakan’ın istifasını istediniz. “Hükümet İstifa”, “Tayyip İstifa” sloganıyla bu talebinizi ortaya koydunuz. İlk adım olarak bunlar doğru ve haklı taleplerdir.

Ne var ki, işçi sınıfının devrimci komünist Partisi TKEP/Leninist, bu ilk adımın kurtuluş için, bası ve sömürüye son vermek için, gerçek bir özgürlük, gerçek bir demokrasi için yeterli olmadığı konusunda tüm ayaklanma güçlerini, devrimin tüm toplumsal güçlerini uyarıyor. Bu ilk adım bir sonraki adımla, iktidarın ele geçirilmesiyle, Halk İktidarının kurulmasıyla, Geçici Devrim Hükümetinin ilanıyla pekiştirilmelidir. Çünkü kazanımlarımızı ancak böyle bir iktidar ve bu iktidarın böylesi bir hükümetiyle kesin güvence altına alabiliriz.

Peki, bu mümkün mü? Devrimci sınıf partisi, TKEP/Leninist bunun hem mümkün hem de zorunlu olduğunu, iktidarın tarihte hiçbir zaman emekçi ve ezilen halklara bu kadar yakın olmadığını söylüyor. İktidar bir adım ötemizde; elimizi uzatmamız onu yakalamamıza yetecek.

Emekçi Sınıflar, Gençler, Kürt Halkı, Aleviler ve Kadınlar;

Tarihten ve ortaya çıkan örneklerden ders almalıyız. Mısır emekçi sınıfları kahramanca girişimler sonucunda ve yüzlerce evladını feda etmek pahasına bir devrim gerçekleştirerek Hüsnü Mübarek adındaki diktatörü devirdi. Bunu hepimiz biliyoruz.
Ne var ki Mısır emekçi sınıfları ve devrimci güçleri iktidarı almak için yeterli hazırlıklara sahip olmadıkları için, devrimin meyveleri avuçlarının içinden kayıp gitti. Devrimin meyvelerini, emperyalistlerin de yardımıyla önce faşist Mısır Ordusu arkasından Erdoğan’ın kardeşleri diyebileceğimiz, sermaye sınıfının en gerici, en pespaye, en bayağısından politik temsilcileri olan dinci faşistler topladılar. Mısır emekçi sınıfları bu hatayı, bu hazırlıksızlığı şimdi devrimin ikinci perdesini açarak telafi etmeye çalışıyorlar. Bunun onlara yeni acılar, yeni bedeller anlamına geldiği açık.

Aynı hataya düşmemeliyiz, düşemeyiz. Genel halk ayaklanmamız mutlaka zafere ulaşacak ve burjuva gerici iktidar yıkılacaktır; artık bundan şüphe yoktur. Bu nedenle, ikinci adım için, yani Halk İktidarının ve bu iktidarın yürütme organı görevini görecek Geçici Devrim Hükümetinin kurulması için hazırlıklara şimdiden başlanmalıdır.
Bu hazırlığa her kentte, her okulda, her fabrikada, her mahallede konseyler, komiteler, meclisler kurarak; kurulacak komite, konsey ya da meclislerden temsilciler seçerek başlayabiliriz. Komite, konsey ya da meclisler bulundukları yerlerde ayaklanmayı yönetirken seçilecek temsilciler de merkezi bir komite, konsey ya da meclis oluşturarak Halk İktidarının yasama organını oluşturabilir, bu organ ise kendi içinden Geçici Devrim Hükümetini ilan edebilir.

Bu mümkündür, zira daha şimdiden bazı yerlerde komite ve konseylerin kurulduğunu, bu komite ve konseylerin bulundukları yerlerdeki ayaklanmanın yönetimini ellerine almaya başladıklarını biliyoruz.

Emekçi Sınıflar, Gençler, Kürt Halkı, Aleviler ve Kadınlar;

Size devrim ve iktidar hedefini gösteren tek partinin TKEP/Leninist olduğunu mücadelenin içinde yaşayarak bir kez daha görmüş oluyorsunuz. “Hükümet İstifa”, “Tayyip İstifa” sloganlarıyla ifade ettiğiniz talepleriniz, sizin geri kalan tüm parti ve örgütlerden ileri olduğunuzu ortaya koydu. Onların büyük bir çoğunluğu hala hükümet ve başbakanın istifasını bile bir talep olarak ileri süremiyorlar. Onlar, düzenin dışına çıkacak bir zafer kazanmayı göze alamıyorlar.
Devrimci komünist parti TKEP/Leninist, bunu göze alıyor ve size Devrim ve İktidar hedefini gösteriyor ve bunun mümkün olduğunu ilan ediyor. Çünkü gerçek zaferin yolu buradan geçiyor.

Bu nedenle, TKEP/Leninist, bütün emekçi sınıfları, Kürt halkını, gençliği, Kadınları, Alevileri partinin etrafında kenetlenmeye ve onun gösterdiği yolda yürümeye çağırıyor. Bu yol zaferin yoludur.
Fabrikalar, Tarlalar, Siyasi İktidar Her Şey Emeğin Olacak!

TKEP/Leninist Merkez Komitesi

Not: e-posta ile elimize ulaşan bu açıklamayı sizlerle paylaşıyoruz Halk Cephesi’nin 17 Haziran tarihli yaptığı açıklamadan bir kısmı yayınlıyoruz. Gezi Parkı girenişi ile başlayan süreç açısından arkadaşların bakış açısını, temel taleplerini yansıtan bir açıklama oluşundan kaynaklı önemli görüyoruz.

HALK CEPHELİLER!

-Halkımıza “TAYYİP İSTİFA”, “AKP İSTİFA” Sloganını yanlışlığını anlatmalıyız.
– Tüm yürüyüşlerde somut taleplerimizin olduğu pankartımız diğer pankartlarımızın yanında mutlaka olmalıdır.
– Katledilen insanlarımızın resimlerinin olduğu ve üzerinde “KATLEDEN AKP’DİR! KATİLLERİNİ İSTİYORUZ” YAZILI BİR PANKART MUTLAKA OLMALIDIR!
– FAŞİZMİ EZECEĞİZ / HALK ANAYASASI İSTİYORUZ / HALKIZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ pankartı olmalıdır….

Halka somut taleplerimizle gitmeliyiz ve halkı somut taleplerimiz etrafında birleştirmeliyiz.
Bugün HALK ANAYASASI TASLAĞIMIZ halkın tüm taleplerinin cevabıdır.
Halk anayasası faşizmin zulmü altında ezilen tüm halkın taleplerinin cevabıdır. Tüm halkı birleştirecek bir Anayasadır.
AKP’nin halkı bölme çabalarına karşı biz halkı birleştirerek faşizme karşı ayaklanmayı büyütmeliyiz.
Halk bugün faşizme karşı birleşmiştir. Ancak buna devrimci bir önderlik yapılamadığında oligarşinin bunu bastırması zor olmayacaktır. Halka biz önderlik yapabiliriz. Çünkü taleplerimiz ve programımız çok açıktır. Bu açıklıkta önümüzü çok net görebiliriz.

AKP’nin faşist politikaları halkı öyle baskı altına aldı ki, halk ÖZGÜRLÜK diye çığlık atıyor.
Faşizm yıkılmadan, faşizme diz çöktürülmeden özgürlük gelmez.
Böylesi süreçler normal süreçlerle karşılaştırılmamalı. Böylesi süreçlerde halk çok hızlı politikleşir, dönüşür değişir.
Şu anda yüzbinlerce kişi Cephe’nin direniş çizgisinde faşizme karşı direniyor. Cephenin direniş tarzını ve direniş ısrarını aklınıza getirin.

1984 ölüm orucundan beri düşünün.
1996 direnişimizi düşünün
Her bir Cepheli binlerce kişilik topluluklara önderlik edebilecek pratiğe ve bilince sahiptir.
Halk korku duvarını yıkmıştır. Şu ana kadar 4 şehit verildi. Onlarca ağır yaralımız var. Halk TOMA’ların önüne geçip oturuyor. Düşmanla Cephe’nin feda ruhuyla çarpışıyor. Direniş herkese öğretiyor. Yeni şehitler ve gaziler vereceğiz. Şehit düşen herkesin çok güçlü sahiplenilmesi sağlanılmalıdır.

AKP’NİN FAŞİST TERÖRÜ TIRMANDIRMAKTAN BAŞKA POLİTİKASI YOKTUR. OLİGARŞİ ÇAĞRILARI YÜKSELMEYE BAŞLAR.
– TÜM HALKLARIMIZI TÜM İNANÇLARI CEPHE SAFLARINA, AYAKLANMAYA ÇAĞIRIN.
– DÜZEN İÇİNDE, AKP İLE UZLAŞARAK KÜRT SONUNUN ÇÖZÜMÜ YOKTUR. KÜRT SORUNUN ÇÖZÜMÜ TÜRKİYE HALKLARIYLA EMPERYALİZME VE FAŞİZME KARŞI SAVAŞARAK DEVRİMCİ HALK İKTİDARIYLA ÇÖZÜLÜR!
HALK ANAYASASI KÜRT SORUNUNUN DA ÇÖZÜMDÜR..
ONUN İÇİNDİR Kİ HALKIN AYAKLANMASINA ÖNDERLİK YAPACAK TEK GÜÇ BİZİZ.
AKP FAŞİZMİNE KARŞI OLAN EN GENİŞ CEPHEYİ DİRENİŞ İÇİNDE TUTMA POLİTİKASIYLA HAREKET ETMELİYİZ. HALKIN ÖFKESİNİN YATIŞTIRILMASINA İZİN VERMEMELİYİZ!
HALKIMIZIN ONURLU AYAKLANMASI ŞİMDİDEN DEVRİMCİ MÜCADELENİN EN GÖRKEMLİ YERİNE YAZILMIŞTIR.
FAŞİZMİ EZECEĞİZ!
EKMEK ADALET ÖZGÜRLÜK İÇİN HALK ANAYASASI İSTİYORUZ!
HALKIZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ!

Selahattin Demirtaş 12 Haziran Çarşamba günü TBMM’de bir grup gazeteci ile yaptığı sohbette şunları belirtti:

Biz, ‘darbe yapalım diye bir tutum içerisinde olanların yanında olmayız’ dedik. O tutumumuz da devam ediyor. Ama Kemalisttir diye ulusalcı diye özgürlük isteyemez diye bir şey yok. Ulusalcı ve milliyetçilerin darbe hevesi veya beklentisi bizim destekleyeceğimiz bir beklenti değil. Ama insanlar kimliklerine göre özgürlük isteyen veya özgürlük istemeyen gibi ayrıma tabi tutulamaz. Kim kendisini ezilen gibi hissediyorsa hangi dönemde gerçekten herkes için özgürlük istiyorsa biz taleplerini destekleriz. Ama sadece kendisi için özgürlük isteyen bir anlayış özgürlükçü bir anlayış olmaz. Biz bu anlayışla aramıza set çektik. Şimdi bize diyorlar ki ‘efendim niye onlarla yan yana durmuyorsunuz’. Onlar gelsinler bizimle yan yana dursunlar, mecbur muyuz onlarla yan yana durmaya. Biz doğru yerdeyiz. Geçmişte yaptıklarını özeleştirel olarak ele alıp, bu ülkenin farklılıklarına haksızlık yaptık diyorlarsa, onlar gelsin yanımızda dursun. Biz bir müzakere yürütüyoruz, desinler ki ‘biz müzakerelerde BDP’nin yanındayız’.

Yani ulusalcılar gerçekten demokrasi özgürlük istiyorlarsa desinler ki, ‘biz Kürtlerin taleplerinin yanındayız’. Bütün bu sokağa çıkan insanlardan bir tek şunu duydunuz mu? ‘Anadilde eğitimi kabul etmelisin’ diyen tek bir pankart gördünüz mü? Ama yine de biz yanlarında durduk. Bu konuda da Kürtlere haksızlık yapılmasın. Öte yandan İmralı 07 Haziran tarihli İmralı ziyareti ardından Demirtaş, Abdullah Öcalan’ın gezi direnişi ile ilgili şu mesajı ilettiğini söylemişt: “Direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum. Elbetteki bu duruş yeni bir siyasal kırılma yaratmıştır. Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalı. Bu hareketin onların denetimine girmesine Türkiyeli demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici çevreler izin vermelidir”

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.